top of page

Sincap yuvalarını kitaba çevirmek

Bu yıl jürisinde Kari Conte, Duygu Demir ve Selen Sarıoğlu Süloş’un bulunduğu border_less KİTAP FONU’nu kazanan Ceminay Kara ve Oğuzhan İzmir ile projeleri Meriç Nehri’nin Çok Bilinen Sırları üzerine konuştuk




border_less KİTAP FONU’undan nasıl haberiniz oldu ve süreç sizin için nasıl ilerledi?

Ceminay Kara: border_less’ın aktivitelerini yakından takip ediyordum. Fondan haberdar olduğumuz an araştırmamızı toparlamak, bir çıktısını üretmek istediğimiz bir döneme denk geldi. Biz de bu başvuruya hazırlanmayı bir motivasyon olarak görüp işlerimizi hızlıca bir kitap haline getirdik. Fonu görmemiş olsak kitap çıkarmaya giden yol bizim gibi müşkülpesent iki kişi için oldukça uzayabilirdi.

Oğuzhan İzmir: Ben de Ceminay sayesinde haberdar olmuştum. Araştırmamızın ilk yılında oldukça geniş ve sürekli değişen bir çerçevemiz vardı, bu geniş çerçeve içinde kalan dağınık ve kalabalık bilgi yığınını nasıl sunacağımızı düşünüyorduk. Kitap fikri ikimiz açısından da heyecan vericiydi fakat meşakkatli ve masraflı bir süreç olacağını düşünerek çekingen kalıyorduk. border_less KİTAP FONU bu anlamda bizi cesaretlendirdi ve en azından takip eden bir yılda daha odaklı çalışmamızı mümkün kıldı. Doğrusu bu alanda yeni olduğumuz için üretimimizin değer görmesi oldukça teşvik ediciydi.




Fon kazandığınız proje Meriç Nehri’nin Çok Bilinen Sırları hakkında konuşalım istiyorum. Proje nasıl ortaya çıktı? Oİ: Talveg, Meriç Nehri ve ortasından geçen Türkiye-Yunanistan sınırına dair sıradışı gözlemler aktaran bir kitap. İki yıla yayılan birçok inceleme gezisine dayanıyor. Bu gezilerde peyzajı yakından gözlemledik, tarihini araştırdık ve güncel durumuna dair bölgede yaşayanlarla görüşmeler ve sohbetler gerçekleştirdik. Kitapta da bulgularımızı karmaşık ve beklenmedik ilişkileri gözler önüne serecek şekilde aktarmaya çalıştık.

CK: Oğuzhan border studies ile ilgileniyordu ve sohbetlerimizde çalıştığı Avrupa sınırının bir nehir olması üzerine konuşmaya başladık. Talveg terimi ve kavramı uluslararası hukukta ve coğrafyada nehrin en derin noktalarını birleştiren çizgiye verilen isim. Sınır bir nehrin ortasına denk gelince de bu çizgi baz alınıyor. Meriç Nehri bir anlamda, siyaset ve coğrafyanın iç içe geçtiği yerlerden. Biz de “aslında bir çizgi yok” gözlüğüyle bölgeye gidersek neler göreceğiz diye merak ettik. Araştırmamız, iki yıla yayılan birçok kısa gezi ve bu gezilerde yaptığımız yüzlerce görüşmeyi baz alıyor. 2020 yılında, Mutluköy Konukevi’nde misafir araştırmacı olarak geçirdiğimiz sürede bulgularımızı gözden geçirdik. Takip eden süreçte saha araştırmasına devam ettik ve kitabı tasarlamaya başladık.




Her şeyin dijitalleştiği günümüz dünyasında basılı yayınlara bakış açınızı ve neden kıymetli bulduğunuzu -şu an basılı bir yayın için içerik hazırlayan bir editör olarak- merak ediyorum. Sizce basılı yayıncılığı bu kadar kıymetli kılan unsurlar nelerdir? CK: Selüloz kokusu dışında unsurlardan bahsetmeliyim çünkü kitabı tasarlarken ekran ışığı, yapışkan klavye, scanner tınlaması gibi unsurlar duyularımı meşgul ediyordu. Her şeyin dijitalleşmesiyle kitap üretim süreci birbirinden ayrı gitmiyor.


Oİ: Basılı yayınları “daha” değerli bulmuyorum sanırım. Ancak anlatmak istediklerimizi basılı olarak sunmamız tesadüfi değil. Araştırma sürecinde üstlendiğimiz rolü bir gezgin/kaşif drag’i gibi düşünebilirsiniz. Erken modern dönemde Avrupa merkezci bir bakış açısıyla dünyayı inceleyen ve gözlemlerini evrensel doğrular olarak yansıtan bir yaklaşım söz konusu. Özgüvensiz yeni mezun gençler olarak bu özgüvenli performatif duruşu taklit ettik bir bakıma. Kitabın da bu performatif duruşumuza uygun olarak o dönemde basılmış bir kitabı andırmasını istedik. Öte yandan bu formla çatışan bir tavırla güncel bir konuyu ele aldık. İşte bu nedenle basılı bir yayın üretmiş olmak sevindiriciydi.




Bu noktadan sonra gerçekleştirmeyi planladığınız rotanız ne yönde ilerliyor? Bu rotanın belirlenmesinde border_less KİTAP FONU nasıl bir rol oynadı? CK: Siz bu satırları okurken biz artık kitabı bitirmiş oluruz. Son dakikacı ruhumu kırbaçlayan fon sonrası - baskı döneminde nasıl ortak üretme prensipleri edinildiğini anladım. Kitap vesilesiyle harika insanlar ile çalışarak araştırmamızı tartışma fırsatı bulduk. border_less yaptığımız işi paylaşmamız için gerekli cesaret peri tozlarını saçtı. Yayın dünyasına ucundan bakmış oldum, her ne kadar sincap yuvalarını kitaba çeviriyor olma gerçeği ile yaşasam da hoşuma gitti. İleride de bu kitabı düşünürken aklımıza takılan birkaç yüz fikri değerlendirebilirim umarım. Kitaplar dışında ise Oğuzhan ile Enez Delta blues genre’ını icat edip fusion albümler çıkarmak istiyorum.

Oİ: Bu süreçte bir perspektif ve çok önemli deneyimler edindiğimi söyleyebilirim. Bunları deneyimlemiş olmak da yöntemsel olarak benzer uğraşılara devam etme konusunda motivasyon sağladı. Henüz motivasyonumun neye yol vereceğinden emin değilim, kitap yayımlandıktan sonra geriye dönüp bir düşünmek gerekecek...




Biraz da kendinizden bahseder misiniz? Sanatla yolunuz nasıl kesişti? Bu sizin için küçük yaşlardan beri kendini belli eden bir yerde miydi yoksa spesifik olaylar mı sizi bugüne getirdi? CK: Hangi olaylar olduğunu net bilemiyorum ama birkaç detay verebilirim. Annem matematikçi babam restorasyon ile ilgileniyor. 19 yaşıma kadar müze dışında sergiye gitmedim. Tozlu kütüphaneler sosyal olarak daha çekici geliyordu. Biraz utangaçtım sanırım lisede ama arkadaşlarla fanzin çıkarmak, karikatür yapmak, Marksist takılan oğlan grupları ile dalga geçmek gibi ilgi alanlarım da vardı. Sonra tam mühendis olma yolunda iken Russell yüzünden yanlışlıkla bilimin toplumsal işlevini sorguladım ve Heisenberg’in 1942 notlarını görünce aklım bulandı, sanat tarihi-felsefesi okumaya karar verdim. Bugünlerde fenci kalsaydım nasıl olurdu diye de hayal etmiyorum değil.

Oİ: Anasınıfında yaptığım resimler beğeniliyor muydu -evet hem de gülen yüzlerce! Yine de sanatla müthiş ilgili olduğumu söyleyemem. Genel olarak araştırmayı ve düşünmeyi seviyorum sanırım. Artistic research bir yöntem olarak sosyal bilimlerin araştırma yöntemlerine önemli eleştiriler getirme potansiyeline sahip diye düşünüyorum. Benzer şekilde sanatsal araştırma yürütenlerin sık sık siyasi teori tarafından üretilen kavramları kendine malzeme ettiğini gözlemliyordum. Bu iki bilgi alanı arasında bir kavuşma olduğunu fark ettiğimden beri daha gevşek bir kategorik yaklaşım takip ediyorum. Kitap da bu tutumun bir ürünü oldu.



Oğuzhan İzmir ve Ceminay Kara

bottom of page