Irmak Canevi’nin Aralıktan Seksek isimli kişisel sergisi 8 Kasım - 21 Aralık 2024 tarihleri arasında SANATORIUM’da gerçekleşiyor. Canevi ile sergiyi etrafında kurguladığı kavramları ve üretim sürecini konuştuk
Röportaj: Berfin Küçükaçar
Irmak Canevi. Fotoğraf: Berk Kır
Sergi kapsamında Sanatorium’un cephesine bir müdahalede bulunarak sokakla galeri mekânının ilişkisini dönüştürüyorsunuz. Bu müdahaleden bahseder misiniz? Kamusal alanın ve galeri mekânının bu bağı sergide kendine nasıl yer buluyor?
Bu tür müdahaleler mimariye duyduğum ilginin altını çizmek amacıyla kullandığım bir motif haline gelmeye başladı son sergilerimde. Üstelik merak uyandıran bu oyunlar seyircinin sergi mekânıyla karşılaştığı o ilk andan itibaren algısını ardına kadar açmasına da yardımcı oluyor.
İstanbul Manifaturacılar Çarşısı’nın çatısındaki bir deponun dışında yer alan boş bir vitrini iki yıl boyunca sergi mekânı olarak değerlendiren 400x118’de Şık adını verdiğim bir sergi yapmıştım. Vitrini arkadaki odadan ayıran paneli yerinden çıkararak içeride depolanan malzemelerin önünde sergilemiştik yine aynı malzemeleri kullanarak bu sergi için ürettiğim dört heykeli. Böylece camekânda sergilenen işlerin perde arkasını da göstermiştik oluyorduk seyirciye.
Viable’ın Cihangir’deki bir pasajda eski bir dükkanda yer alan sergi alanı YAYA’da Arabella Hope ile kurduğumuz sergi için ise mekânın camlarını sökmüştük. Dükkân kapısını sonuna kadar açmış ve kapının içerisinden geçirdiğimiz bir vitrin ile artık kapanamaz hale getirmiştik. Normalde dışarıdan izlenen sergilerin yapıldığı bu mekânı hep açık kalmaya mahkum etmiştik.
Sanatorium’daki sergime hazırlanırken sergi mekânına yaptığım keşif turları sırasında da galerinin sokağa bakan cephesindeki duvarın ilgimi çektiğini fark ettim. Sanırım önceki iki sergimi vitrinler ve camlar arasında kurduğum için içeriyi dışarıdan net bir şekilde ayıran bu duvar değişik geldi bana. Sonunda bu duvara bir delik açmaya karar verdik. Galeriye de geçici bir pencere kazandırmış olduk. Sokaktan geçenler buradan içeriye baktıklarında sergiye dair bir ipucu edinecek. Serginin başlığı olan Aralıktan Seksek, galerinin ön cephesindeki duvara açılan bu deliğe referans vererek dışarıdan içeriye bakmamızın artık mümkün olduğunu hatırlatıyor. Diğer iki sergide olduğu gibi bu yeni sergide de açıklık vurgulanıyor. Seyirciyi içeriye çekmek için bir yerler aralanıyor. Galeri alanının mahremiyeti galeriyi sokaktan ayıran duvarla yıkılmış oluyor.
Öte yandan galeri duvarının hemen ötesindeki sokağa açılan bu pencere üzerinden şehirle de bir ilişki kuralım istedim. Ne de olsa üretirken ve düşünürken ilham aldığım yer bu büyük şehir. Heykellerle birlikte sergilediğim kutu çerçevelerin içerisinde yer alan maket-rölyefler de zaten gezdiğim şehirlerde çektiğim fotoğraflardan uyarladığım soyut çalışmalar.
Sanat pratiğimde şehrin çok önemli bir yeri var. Sanırım kendimi bir tür urbanofil (kentsever, şehir âşığı) olarak tanımlayabilirim. Bastırılmış bir şehir planlayıcısı olduğum da söylenmişti daha önce. Belki de her ikisiyim. Obsesif kompulsif bozukluğu olan, şehrin bitmek tükenmek bilmeyen kusurlarını görmezden gelemeyip sürekli ıstırap çeken hiperaktif bir flanörüm ben. Hayatım boyunca mega kentlerde yaşadığım için kentsel fazlalık ve bunun estetiği sanat üretimimi yakından ilgilendiriyor. İnşa ettiğim maksimalist eserler işte bu fazlalıktan besleniyor şüphesiz.
Sanırım kendimi bir tür urbanofil (kentsever, şehir âşığı) olarak tanımlayabilirim. Bastırılmış bir şehir planlayıcısı olduğum da söylenmişti daha önce. Belki de her ikisiyim.
Aralıktan Seksek izin kavramı etrafında şekilleniyor. Bu kavramın size ifade ettikleri nelerdir, sergide bunu hangi bağlamlarda ele alıyorsunuz?
Aralıktan Seksek sokaktan geçen ahalinin galerinin ön cephesine açılan delikten içeriye bakmasına verilen izin; her türlü malzeme ve metot ile oynayarak heykel üretmek için kendime verdiğim izin ve özel hayatımı mesele etmiş bir iktidara rağmen sevgimi bir sergi ile kutlamak için hepimize verdiğim izin olmak üzere üç farklı iznin kavşağında kendini buluyor.
Sergi mekânını ilgilendiren ilk izinden size az önce bahsettim. Malzeme, tarz ve metot olarak üretimimde kendime verdiğim ikinci izin de çok heyecanlandırıyor beni. Okul yıllarından beri aklımda tuttuğum ve her geçen gün zenginleşen güzel bir sanatçı listem var. Risk almaktan çekinmeyen, farklı sanat formları arasında özgürce dolaşan, keşifleriyle öncülük eden, merak uyandıran ve şaşkınlık yaratan sanatçılar bunlar. Oynamama, üretirken eğlenmeme izin verenler aslında onlar.
Sergiye can veren üçüncü ve son izin ile sanatı bahane ederek sevgiye alan açıyorum. Hayat arkadaşım ve heykellerim arasında dokuduğum bir hikaye üzerinden sessiz sedasız yaşadığımız sevginin sesini yükseltiyor ve kutlayalım istiyorum bu sevgiyi. Sanatın ve sanat yapmanın bize tanıması beklenen özgürlüğü doyasıya yaşamaya dair bir deneme aslında bu sergi.
Irmak Canevi, Gökkuşağı Ejderhası, 36x100x150 cm, Kâğıt kahve bardakları, karton, çimento, balmumu, poliüretan köpük, alüminyum, sprey epoksi, sprey boya, pirinç, kalekim, taş, bozuk para, pleksi, çelik, 2024
Serginin merkezindeki yapıta, Gökkuşağı Ejderhası’na değinmek isterim. İki başlı ejderhadan ilham alan ve galerinin cephesindeki boşlukla da ilişki kuran bu heykelden bize bahseder misiniz?
Hong Kong’da inşa edilen yüksek rezidansların orta katlarına açılan boşlukların ne anlama geldiğini anlatan bir makale okumuştum. Bu boşluklardan geçerek ejderha ruhlarının dağlardan denize doğru serbestçe uçabildiğine inanılıyormuş. Bir Çin öğretisi olan, “rüzgâr” ve “su” anlamına gelen feng shui ile yakından alakalı bu tasarım aslında hava sirkülasyonunu ilgilendiriyor.
Uzakdoğu’da büyük apartman bloklarında görülen bu geniş boşluklarla galerinin ön cephedeki duvarına yapacağımız müdahale arasında bir ilişki kurduğumda hikâyeyi tamamlamak için bir ejderhaya ihtiyaç olduğuna karar verdim. Serginin özünü tanımlayacak olan bu kritik kararı verirken özel hayatımda bir ejder olması tabii ki tesadüf değildi.
İçeri baktığımızda dışa dönük yüzüyle karşılaştığımız, sergiye hayat veren hayal dünyasına da kol kanat geren, renkli Gökkuşağı Ejderhası bir Çin figürü olan iki başlı bir ejderhadan ilham alıyor. Heykelin, pragmatik ve oyunbaz iki farklı kafa arasında yer alan, gökkuşağı şeklindeki gövdesi serginin teorik ve pratik unsurları arasında bir köprü görevi görüyor.
Aralıktan şehre bakan yüzünü dışarıdan gördüğümüz ejderha heykelinin içeriye dönük diğer yüzü irili ufaklı heykellerin yer aldığı başka türlü bir dünyaya bakıyor. İki başlı bu heykel dışarıyı içeriye bağlıyor ve serginin farklı uçlarını bir araya getiriyor.
Irmak Canevi, Tatlısın, 50x30x30 cm (Kaidesiyle birlikte 135x45x45 cm), Vakumlanmış şeker, çikolata, reçine, plastik, çelik, kablo bağı, kokteyl kürdan süsü, 2024
Sergideki yapıtların genelinde bir malzeme ve teknik çeşitliliği görüyoruz. Kullandığınız malzeme, yaratım sürecindeki düşünce şeklinizi de şekillendiriyor olmalı. Bu nedenle bahsettiğim çeşitliliğin bir tür düşünce özgürlüğüne de alan açtığını düşünüyorum. Siz bu konuda ne söylemek istersiniz?
Sorunuzda malzeme seçimi ve sanat üretiminde yaşanan özgürlük arasındaki ilişkiyi çok güzel ifade ediyorsunuz. Eskiden beri kullanılagelen malzemelerin uzun geçmişlerinin etkisi altında kalmamak mümkün değil. Yıllar içerisinde bir malzeme hakkında öğrenilenler ve uygulaması sırasında üretilen çözümlerden oluşan gelenek ve standartlar dışına çıkarak aynı madde için yeni uygulamalar keşfetmek giderek zorlaşıyor şüphesiz. İşte bu yüzden bilinmeyenle çalışmak ve üretmek benim için çok kıymetli. Neyle karşılaşacağını bilmeden ve sürekli ortaya çıkan yepyeni bilmeceleri çözerek ilerlemek kadar keyifli bir çalışma şekli düşünemiyorum.
Öyleyse her yeni malzemenin içinde barındırdığı özellikleri, yani potansiyelini, yeni bir özgürlük olarak tanımlayabiliriz. Örneğin, bu sergi için vakumlanmış şekerlerden ürettiğim Tatlısın adı eser daha önce hiç kullanmadığım bir malzeme ve tekniğin heyecanını barındırıyor benim için. Umarım siz de aynı heyecanı paylaşacaksınız benimle.
Kendinize malzeme ve teknik alanında verdiğiniz izinle gelen az önce de bahsettiğimiz özgürleşme, yaratım sürecinizin bir oyuna dönüşmesine de izin veriyor. Üretim sürecinize siz nasıl bakıyorsunuz?
Bu sergide heykel üretimine ağırlık vererek ve değişik malzemeleri kimi zaman birbirine bağlamak suretiyle yaptığım form çalışmalarıyla üretimimi çeşitlendirmeye ve yaratıcı evrenimi genişletmeye öncelik verdim.
Sürecimin bir parçası olarak değişik üretim şekillerini teşvik eden ortamlar yaratmanın yollarını arıyorum ve icatlara yol açan düzenekler kurguluyorum. Bir simyacı gibi, potansiyelini ortaya çıkarmak ve bu potansiyeli sonuna kadar değerlendirmek için kullandığım farklı maddeleri manipüle ediyorum. Yeni yapılar, diğerleri parçalanırken ortaya çıkıyor, ta ki onlar da parçalanana kadar. Bu döngü zamanla daha karmaşık hale gelen organik bir çalışma bütününün dramatik dönüşümüne de kolaylık sağlıyor. Keza maddenin düşünce gücüyle organize edilmesi ve düşüncenin maddi güçlerle yeniden yönlendirilmesi konusu ilgimi çekiyor. Nesnelerin ayrıntılı düzenlemeleri, izleyiciyi aynı şeyleri yeni bir düzende görmeye davet ediyor ve düşünme biçimlerini yeniden ele almalarına vesile oluyor.
Sanat üretimim atölyemde durmadan yinelenen organizasyonun ve yerleştirmenin bir yansıması. Sürekli bir toplama ve biriktirme işlemi sonucunda oluşan çeşitli envanter örülüp sabitlendiğinde ortaya farklı tablolar çıkıyor. Çatışma ve dönüşüme yer veren dünyalar kurguluyor. Deneyimlemek ve oynamak için kendime yeni alanlar açıyorum. Ben oynadıkça oyundan iş doğuyor.
Pratiğim rahatsızlık üreten stratejileri bir araya getiriyor. Uyum sorunlarını sorgulamak için kuir ilişkiler kuruyorum. Nesneleri bir arada var olmaya zorlayarak çelişkili malzemeleri çatıştırıyor ve genel olarak zıt kutupları bir arada kullanıyorum. Estetik güzellik ile onun olası parçalanması arasındaki ince gerilim ile ilgileniyorum. Kurduğum birliktelikler genellikle savunmasız, beceriksiz ve kırılgan. Temelinde kopma düşüncesi barındırıyorlar. Bu yönüyle ben aslında sahtekâr bir çöpçatanım.
Comments