top of page
Yazarın fotoğrafıNecmi Sönmez

YEL, TOZ, PORTRELER: Tezer Özlü

Kütüphanesinde yer alan sanatçı portreleri, fotoğraflar, davetiye, desen gibi görsel malzemeleri tekrar elden geçiren Necmi Sönmez, daha önce yayınlanmamış olan bu malzemeler üzerine YEL, TOZ, PORTRELER başlığı altında hazırladığı yazılara devam ediyor. Serinin bu haftaki yazısının odağında sevgili Tezer Özlü var


Yazı: Necmi Sönmez


Dieter Glade'nin çektiği ikonik Tezer Özlü fotoğrafı, İstanbul 1982


Bazı yazarlar vardır, ilk okuduğunuz andan itibaren peşinizi bırakmaz, mutsuzluk, yere çakılma, dünyanın anlamsızlığı karşısında sığınacak bir alan olarak belleğinizde kalırlar. Tezer Özlü’de benim için bu yazarlardan birisidir. 1984’te tesadüf eseri elime geçen Çocukluğun Soğuk Geceleri’nden beri okuduğum kitapları, çevirileri, hakkında yazılanlarla onun çekim alanından ayrılmadım, ayrılamadım. Satırlarının birçoğunu ezberlesem de, 1984-94, 1994-2004, 2004-14, 2014-24, demek ki kırk yıldan beri onu okuyorum. Dönerek okuyorum. 


Bu yılın Temmuz ayında sadece kafamın içindekileri boşaltmak için çıktığım yolculukların birinde yolum Rotterdam’a düşmüştü. Sevdiğim birkaç müze ziyaretinden sonra karşıma çıkan eski kitapçıda üstünde ''1 EUR'' yazan bir sepette kırmızı harflerle ''TÜRKİYE'' yazısı dikkatimi çekti. Dergiyi elime aldığımda hafif bir şaşkınlık geçirdim. Çünkü bu Gergedan dergisinin Tezer Özlü Fotobiyografiler 2 isimli ekinde adını ilk kez okuduktan sonra hep peşinde olduğum bir dergiydi. Elçin Yahşi’nin hazırladığı bu güzel albüme o kadar çok bakmıştım ki, artık sayfaları cildinden ayrılmıştı. İşte, yıllar, yıllar sonra bu yayında Tezer Özlü’nün 12 Şubat 1986’daki vefatından kısa bir süre önce Almanca olarak kaleme aldığı biyografisinde katkısı olduğundan bahsettiği WAR dergisini elimde tutuyordum. Sanki eski, çok eski bir dosta rastlamış gibi oldum. Bildiğim birkaç kelime Hollandaca ile dergiyi aldıktan sonra, yaşlı satıcı bana Türkçeyi nerede öğrendiğimi sordu. Dergi 10 yıldan beri sepette duruyormuş…


Tezer Özlü'nün Çevirilerini üstlendiği WAR Dergisinin ön ve arka kapağı


WAR, 1970’lerde hemen hemen her Batı Avrupa ülkesinde tartışılan bir konuya adanmış bir dergi: İşçi edebiyatı. Yanlızca Türkiye’den değil, 1960’lardan itibaren dünyanın dört bir köşesinden Batı Avrupa’ya özel anlaşmalarla gelen göçmen işçiler, Max Frisch’in çok yerinde ifadesiyle tahta bavullarında kendi edebiyatlarını, dünyaya bakış açılarını da getirmişlerdi beraberlerinde. İşte bu işçilerin kısa bir süre sonra hem anadillerinde, hem de geldikleri ülkenin dilinde yazdıkları ''işçi edebiyatı'' olarak tanımlanıyordu. Bu edebiyatın savunuculuğunu üstlenen WAR dergisinin alt başlığı werkgroep arbeidersliteratuur ismini taşıyordu. Tezer Özlü’nün bu derginin iki sayısına katkısı olduğunu biliyordum ama Rotterdam’da güzel bir akşamüstü elime geçen dergiye kısaca baktığımda, neredeyse derginin tamamının yükünü üstlendiğini bilmiyordum. Son derece güzel bir tipografiyle yayınlanan dergi, 1977 yılında yayınlanmış. O yüzden Tezer Kiral ismini kullanan sevgili yazarım, hem Nâzım Hikmet’ten Orhan Veli’ye önemli şairlerin ikonik dizelerini Almanca asıllarıyla karşılaştırarak Hollandacaya çevirmiş, hem de De krotten en de 500.000ste gastarbeider isimli bilmediğim bir yazı kaleme almış. Yazının ilk cümlesini tercümeye gerek görmeden anlamanın mutluluğunu yaşarak okumaya başlıyorum: Klein-Azië is groot. Cümleler kısa ama vurucu, tam anlamıyla Tezer Özlü stilini yansıtan akıcılıkta işçi göçünü ele alan bu yazıdaki yorum gücü beni şaşırttı. Neden mi? Bir yıl sonra, 1978’de İstanbul’daki Goethe Enstitüsü’nde çalışmaya başlayacak olan Tezer Özlü, 1984 ilkbaharına kadar sürecek olan bu görevinde Federal Almanya’daki kültürel hayat üzerine, özellikle de edebiyat, sinema, tiyatro üzerinde Türkiyelilerin izlerini keskinleştirecek projelere imza atmıştı.


Yarım yamalak Hollandacamla bu derginin diğer sayılarının olup olmadığını sorduğum dükkan sahibi, “arama bulamazsın dedi ve ekledi “onlar çoktan kağıt hamuru olmuştur, kütüphanelere bak”. Ama içinde olduğum ruh durumu kütüphaneye girmeme izin vermeyecekti. Bira alıp alıp Maas nehri kenarındaki bir banka oturdum. Güneş batmak üzereydi, bisikletleriyle yolları kaplayan Rotterdamlılar güle oynaya park çimenlerine yayılmışlardı. Kimisi dans ederek, kimisi müzikle güzel bir akşamüstünün keyfini çıkarıyordu. Ben elimdeki derginin hüznüne kapılmıştım. Tezer Özlü’nün 500.000 gastarbeiter (misafir işçi) tanımlamasının üstünden geçen zamanda sürgünler, zorunlu göçlerle Batı Avrupa’ya gelenlerin sayısı artmıştı. Yükselen faşizm, aşırı sağcılar bu insanları günah keçisi yapmayı başarmışlardı. Avrupa’nın sözüm ona “demokrat” yüzü çoktan yamulmuş, Nazi hortlakları saklandıkları yerlerden çıkıvermişti ortaya. 1977’lerin ortamıyla 2024’lerin kültürel, politik ortamı hakkında karşılaştırmalar yaparak geçirdiğim Rotterdam akşamından tek istediğim son olarak İzmir’de yaşadıklarımı unutmaktı. Kafamı dağıtmak istiyor, eski limanın sokaklarında amaçsızca yürümek, gece lambalarının aydınlattığı eski evlerin cephelerine bakmak istiyordum. Son Düsseldorf trenini çoktan kaçırmıştım. Birkaç evin cephesindeki levhalardan pansiyon olduklarını anlayınca soruşturmaya başladım. İkinci sorduğum yerde oda vardı, çatı katında banyo olmadığı için çok hesaplı bir fiyata veriyorlardı. Tamam dedim, tam da istediğim gibi. Sırt çantam dışında elimde hiçbir şey yoktu. Elimde tuttuğum eski demir anahtara bakarak rahatça yazı yazabileceğim bir yer aramaya başladım. Yarı karanlık, yarı aydınlık bir pub penceresinin önüne yerleştikten sonra defterimi çıkarıp WAR dergisinin bu sayısı ve Tezer Özlü hakkında not almaya başladım. 


Tezer Özlü, İstanbul Goethe Enstitüsü'ndeki çalışma masasında, 1983, Fotoğraf: Dieter Glade


İstemediğim halde masama ikinci birayı bırakan yaşlı garson Hollandalılardan hiç beklenmeyen bir merakla, bana ne yaptığımı sordu. Yarım yamalak Hollandacayla yanıt verdim. Meğer elimdeki eski dergiyi tanıyormuş. Babası Partij van de Arbeid (Sosyal Demokrat İşçi Partisi) temsilcisi olduğu için evlerinde bu dergi okunurmuş. Gece ilerlemişti, yorgunluğum nedeniyle Almanca olarak sordum: Evinizde duruyor mu eski sayılar? Bana mükemmel bir Almanca ile “Bilmiyorum, ablama sorayım” dedi. Kısa bir süre sonra tekrar masama geldiğinde “ Maalesef geçen yıl hepsini kağıt çöpüne atmışlar” dedikten sonra Hollanda’da yükselen Faşizmden yakınmaya başlamasın mı? Onu dikkatle dinledim, sipariş vermeden masama bıraktığı peynirleri yerken WAR dergisini okuyacağım sabahın erken saatlerini düşünüyordum. Çatı katındaki odama vardığımda üstümü çıkarmadan kendimi yatağa bıraktım.


Sabah erkenden uyanamadım, ama küçük yatağın sığdırıldığı çatı katının elimi kaldırsam değebileceğim tavanına bakarak yatakta kaldım. Dergiyi okurken, Aras Ören, Sennur Sezer gibi dost isimler, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Can Yücel gibi imzalar beni epeyce mutlu etti. Pansiyondan ayrılma vaktini son dakikasına kadar kullanıp bu küçük odanın keyfini çıkardım. Rotterdam tren istasyonuna doğru ilerlerken kafamda kaleme alacağım yazının ana şekli belirlenmişti.


Tezer Özlü’nün en sevdiğim kitaplarından biri de Kalanlar’dır (1990, Ada Yayınları). Buradaki bir cümle hakkında hep düşünmüşümdür: “Aklın dünyası dışında başka şeyler olmalıydı. Ben çılgınlık dünyasının en derin, en uzun, en sonsuz yolculuğunu yaptım. En acı veren yolculuğu” (s. 23). Sevgili yazarımın bu yolculukları niçin yaptığı önemli. Kendini dış dünyaya maskesiz olarak tanıtmak, olduğu gibi görünmek, görüntüsü ile iç dünyasını birleştirmek istiyordu. Kuşağı ve toplumu ona önce hasta yaftasını vurdu. Çünkü büyük bir samimiyetle yırttığı özel yaşam perdesi onu tanıyanların hoşuna gitmiyordu. Kolay olmadığını düşündüğüm kişiliğinin çekilmezliğini dile getirenler arasında bile gizli bir hayranlık, hatta kıskançlık uyandırmayı başarmıştı. Yaşadığı dönemlerde dışlanan, şimdilerdeyse sahte olduğunu düşündüğüm bir “kült yazar” olan Tezer Özlü’nün hümanist ama kırılgan dünyasını bana aktaran Leylâ Erbil, anlattıklarına karşılık benden tüm bunları yazmamı paylaşmamı istemiş ve ikimizin de sevdiği yazar için mutlaka bir biyografik bir çalışma yapmamı vasiyet etmişti. “Ama aceleye getirme, vakti gelince” diye eklemişti. 

Rotterdam dönüşü Erbil’e verdiğim sözü de düşünerek elimdeki malzemelere, WAR dergisiyle birlikte bakarken, Özlü’nün Goethe Enstitüsü’nde beraber çalıştığı Dr. Dieter Glade’nin bana imzaladığı bir kitap geldi aklıma. Acaba neredeydi bu kitap? Aradım, taradım bulamadım. Geriye Beşiktaş’taki odam kalıyordu. Bin bir türlü zorluğa rağmen elimde tutmak için çaba harcadığım bu odanın bir yerindeydi aradığım kitap. Bunu biliyordum. Ancak tekrar bu kente gidecek gücü bulamıyordum. Temmuz, Ağustos’u Çanakkale’de, Seddülbahir civarlarında geçirirken aklımda hep mavi ciltli bu kitap vardı. İsmini de hatırlamıştım: Wunschbaum/Adak Ağacı.


İşte kürkçü dükkanına döndüğüm şu günlerde bu kitabı buldum. Tezer Özlü ile 1980-84 arasında çalışan Dieter Glade bana kendisinin çekmiş olduğu birkaç fotoğrafı da vermişti. Bu fotoğraflar ve Tezer Özlü’ye ait birkaç gazete yazısı Wunschbaum /Adak Ağacı’nın içinden çıktı. 1990’dan beri elime almadığım bu kitabın içindeki yazıdan, Dieter Glade’nin Almanca kaleme aldığı şiirlerini Türkçeye çeviren Tezer Özlü’nün birinci ölüm yıldönümünde onun anısına ithaf ettiğini anladım (Özel basım / Privatdruck, 1987). Bu fotoğraflardan birini Borusan Contemporary’de hazırladığım Güverte Yolculuğu sergisinde (2016) ziyaretçilere hediye olarak bastırmıştım. Ama 1983’ün yaz aylarında Goethe Enstitüsü çalışanlarının yapmış olduğu Büyükada yolculuğu fotoğraflarını daha önce kullanmadım. Bunlar arasında bir tanesi, Tezer Özlü’nün yüzünü göstermeden sadece boyun ve çenesini çerçeveleyen fotoğraf, şimdi daha iyi fark ettiğim gibi, yazarın kızı, sevgili arkadaşım Deniz Özlü’ye benziyor. Hem de müthiş benziyor.


Tezer Özlü, 1983, Fotoğraf: Dieter Glade


WAR dergisi, Wunschbaum /Adak Ağacı kitabı ve bu fotoğraflara bakarken aslında Tezer Özlü’nün çevirileri üzerinden çok daha farklı bir portresinin yazılabileceğini düşünüyorum. Ne kadar “kült yazar” konumuna ulaşsa da, henüz onun kaleminden çıkan her şeyin farkında değiliz. Bir Tezer Özlü biyografisi ya da yazın hayatına birçok yaratıcıyı katmış olan Özlü ailesinin (Demir Özlü, Sezer Duru) ve onların yakın çevresindeki 1950 Kuşağı edebiyatçılarının (Ergin Ertem, Hilmi Yavuz, Leylâ Erbil vb.) toplu biyografisi ne kadar ilginç olurdu aslında.

2 Comments


Sohbet ile kültürler ve sınırlar arasında anlamlı bağlantılar kurulmasını sağlayacak küresel bir topluluk yaratmak.Dünya çapında benzer düşünen insanlarla bağlantı kurmayı sağlayan bireyleri güçlendirmek.İlgi alanlarınıza uygun kişileri bulun, hikayelerinizi çevrimiçi paylaşın, arkadaş ekleyin, iletişimde kalın.Yabancılarla tanışın ve yeni arkadaşlar edinin.

Like

Ücretsiz ve üye olmadan mobil uyumlu sohbet odaları içersindeki farklı ülkelerin şehirlerinden kişilerle bir araya gelin, chat yapıp tanışın, sohbet ederek hikayelerinizi çevrimiçi paylaşın eğlenceli zaman geçirin.

Like
bottom of page