Oyunun oyunu, adaletin oyuncağı
- İlkay Bilgiç
- 12 saat önce
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 2 saat önce
29. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında Alan Kadıköy’de sahnelenen Cehennem Çiçeği’ni, oyun kurma pratiğini adalet fikriyle buluşturan çok katmanlı sahne dili üzerinden ele alıyoruz
Yazı: İlkay Bilgiç

Cehennem Çiçeği, Alan Kadıköy, 2025. Fotoğraf: Mete Kaan Özdilek
29. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında sahnelenen Cehennem Çiçeği, Alper Canıgüz’ün aynı isimli romanından uyarlanan ve beş yaşındaki kahramanı Alper Kamu’nun gözünden anlatılan bir cinayet hikâyesini sahneye taşıyor. Özlem Belkıs’ın oyunlaştırdığı, Simge Günsan’ın yönettiği uyarlama, romanın kara mizahını korurken adalet, suç ve vicdan kavramlarını oyuncaklar, kamera ve sahnedeki kolektif emek aracılığıyla yeniden kuruyor. Burada mizah, hikâyeyi hafifletmek yerine o karanlık dünyanın ağırlığını daha keskin bir aynaya dönüştürüyor. Seyirciyi hem güldürüp hem de huzursuz eden bu ton, kurulan evrenin inandırıcılığını güçlendiriyor; izleyiciye hem hikâyeyi hem de o hikâyenin kurulma sürecini gösteriyor.
Cehennem Çiçeği, Alan Kadıköy, 2025. Fotoğraf: Mete Kaan Özdilek
Yetişkinler oyun oynamayı unuttuklarında hayal güçleriyle birlikte adalet duygularını da mı kaybederler? Çünkü adalet de tıpkı oyun gibi, kuralların ötesinde bir hayal gücü ister. Başka türlü bir dünyanın mümkün olduğuna inanmak gerekir. Oyun, yalnızca eğlence değil, bir deneme biçimidir. Bir dünyayı yeniden kurma provasıdır. Belki de oyun, çocuk için dünyayı tanımanın; yetişkin içinse onu değiştirmeye cesaret etmenin yoludur. Cehennem Çiçeği, bu unutulmuş cesareti hatırlatıyor ve “oyun kurma” eylemini düşünsel bir alana dönüştürüyor.
Alan Kadıköy’deki sahnelemede en çarpıcı unsur, oyun kurma fikrinin sahnede somut bir karşılık bulması. Seyirci, oyuncularla birlikte hareket eden canlı bir akışın içine davet ediliyor. Gerçekle kurmaca arasındaki sınırlar giderek bulanıklaşıyor. Sahnede görünen her şey, oyuncular, oyuncaklar, kamera, projeksiyon, hikâyeyi yeniden inşa etmenin bir parçasına dönüşüyor. Böylece adalet, soyut bir fikir olmaktan sıyrılıyor. İnsan eliyle kurulup bozulabilen, sürekli yeniden tanımlanan bir düzene dönüşüyor.
Bu sahnelemede “oyun”, hem biçimsel hem de düşünsel bir yöntem olarak çalışıyor. Tanıtım metninde sahneleme dili “canlı sinema”, “oyuncak tiyatrosu” ve “devised tiyatro” olarak ifade ediliyor. Bu üç yaklaşım, Özlem Belkıs’ın oyunlaştırma fikriyle Simge Günsan’ın rejisinde birleşerek politik bir önerme hâline geliyor. Kamera, sahnede yalnızca teknik bir araç olmaktan çıkarak adaletin nasıl çerçevelendiğini ve gerçeğin nasıl inşa edildiğini sorgulayan bir göz gibi davranıyor. “Canlı sinema” estetiği, kanıt toplayan bir aygıtın titizliğiyle sahnede hareket ediyor. Adaletin kanıtla kurduğu ilişki, kameranın her şeyi yakalama isteğinde yeniden şekilleniyor. Böylece seyirci olayın yanında, bakışın yönüne tanık oluyor. Bu noktada izleyici, kendi gözetleme arzusu ile de yüzleşiyor. Kamera bir karaktere evrildikçe, adaletin sahneden çok, seyircinin bakışında kurulduğunu fark ediyoruz.
Cehennem Çiçeği, Alan Kadıköy, 2025. Fotoğraf: Mete Kaan Özdilek
Oyuncaklar, bu sahne evreninin dili hâline geliyor. Ellerinde arabalar, bebekler, küçük nesnelerle sahnede hareket eden oyuncular, dünyayı küçültmek yerine anlamı yeniden ölçeklendiriyor. Oyuncak, burada masumiyetten ziyade, yeniden kurma hakkının simgesi. Bu tercihle yetişkin dünyanın ağırlığı, oyuncakların hafifliğiyle dengeleniyor. Cehennem Çiçeği, adaletin kurumsal yapıların ötesinde, insan eliyle her gün yeniden inşa edilen bir toplumsal ilişki olduğunu hatırlatıyor. Bu yüzden biçimsel tercihlerin her biri politik bir jest hâline geliyor. Adaletin tek bir otoriteden ziyade, oyunu birlikte sürdürebilenlerin paylaştığı ortak alanda kurulduğunu hissettiriyor.
Sahnelemenin “devised tiyatro” anlayışı, kolektif bir bedene dönüşüyor. Oyuncular sabit roller yerine değişken konumlar alıyor. Biri sahneden çekildiğinde diğeri onun bıraktığı duygudan devam ediyor. Bu akışkanlık, anlatı düzeyinde ve politik bir düzlemde anlamlı. Adalet, tek bir sesten çok, kolektif bir oyunda, birbirine yer açan bedenlerin arasında kuruluyor. Günsan, tiyatronun görünmeyen emeğini görünür kılmak için sahne arkasını da sahnenin parçası haline getiriyor. Seyirci salona girdiğinde herkes yerinde, kimse perde arkasına gizlenmiyor. Sahne, oyuncuların olduğu kadar, ışık, ses, video ve dekor ekibinin de ortak alanı. Böylece tiyatronun üretim süreci, adalet fikrinin bir metaforuna dönüşüyor. Görünürlük, paylaşılan bir sahneyle mümkün oluyor.
Cehennem Çiçeği, Alan Kadıköy, 2025. Fotoğraf: Mete Kaan Özdilek
Simge Günsan’la yaptığım kısa sohbette, bu yaklaşımın kişisel bir kökene dayandığı da anlaşılıyor: “Oyunlarımda benzer yaklaşımlarım var ama ilk kez oyuncak kullanıyorum. Oyuncaklarla aramda hep özel bir ilişki vardı. Bir fotoğrafım var çocukluğumdan, oyuncakların arasında duruyorum. Sanki hepsini yöneten kişiymişim gibi.”
Cehennem Çiçeği, bir yönetmenin çocukluğuna dönmesinden çok, çocukluğun oyun kurma yetisini yetişkinliğe taşıma denemesi gibi görünüyor.
Tüm ekip, hikâyeyi birlikte taşıyor. Kimse öne çıkmaya çalışmıyor, herkes birbirine alan açıyor. Oyuncuların fiziksel dilleri, mizahi ritimleri ve kamerayla kurdukları ilişki organik bir bütünlük içinde. Bu da Cehennem Çiçeği’ni bireysel parıltıların ötesinde, kolektif bir sahne zekâsından doğan bir tiyatroya dönüştürüyor. Seyirciyle oyuncu arasındaki mesafe kalkıyor. Adalet arayışı sahnede değil, ortak bir bakışta kuruluyor.
Cehennem Çiçeği, Alan Kadıköy, 2025. Fotoğraf: Mete Kaan Özdilek
Biçimsel olarak bu kadar çok katmanlı bir yapı, zaman zaman seyircinin odağını dağıtma riski taşıyor. Kamera, oyuncaklar ve canlı oynama hali kimi anlarda birbirinin enerjisini gölgeleyebiliyor. Fakat bu risk, oyunun politik derinliğini besliyor. Çünkü Günsan’ın sahnesi, kusursuz bir düzen aramıyor. Adalet fikrini tam da bu dağınıklık, tekrar ve ortak çaba üzerinden inşa ediyor.
Sonuçta Cehennem Çiçeği, yetişkinliğin ciddiyetine rağmen hâlâ oyun kurabilenlerin varlığına dair bir inançla son buluyor. Oyun burada bir çocukluk nostaljisinden fazlası, bir direniş biçimi. Benim içinse bu direniş, beklenmedik biçimde neşe ve güç duygusuna dönüştü. Oyunun politikliği de bu neşede gizli. Cehennem Çiçeği, adaletin de tıpkı oyun gibi, yeniden kurma cesareti gerektirdiğini ve belki de hâlâ bu cesarete sahip olduğumuzu hatırlatıyor.

















