On soruluk sohbetler: Camille Decourtye ve Blaï Mateu Trias
- Ayşe Draz
- 5 saat önce
- 5 dakikada okunur
20 Ekim - 22 Kasım 2025 tarihleri arasında gerçekleşen 29. İstanbul Tiyatro Festivali’nin uluslararası katılımcılarıyla yaptığımız söyleşi dizisinin sıradaki konukları, Fransız-Katalan sanatçı çift Camille Decourtye ve Blaï Mateu Trias. Sirk, dans, tiyatro, müzik ve görsel sanatlar arasında dolaşan eserleriyle tanınan toplulukları Baro d’evel ile 22 ve 23 Ekim tarihlerinde, Enka Vakfı’nın gösteri sponsorluğuyla Zorlu PSM Turkcell Sahnesi’nde sahneledikleri ve insan, hayvan ve mekân arasındaki ilişkilere şiirsel ve fiziksel bir dil üzerinden yaklaşan eserleri Biz Kimiz?’i Decourtye ve Trias ile konuştuk
Röportaj: Ayşe Draz

Camille Decourtye ve Blaï Mateu Trias
Sizce performansın özü nedir?
Performans, bir yapıt sunmaktır; beden aracılığıyla, ses aracılığıyla, insan bedenlerinin olanakları aracılığıyla bir yaratı inşa etmek, kurmaktır. Ve bu yapıtı insanlarla diyaloğa sokmak; anılarla, her bireyin iç labirentleriyle, sevdikleriyle, nefret ettikleriyle diyaloğa sokmaktır. Tüm bu görünmez dünya, önerilen ve bedene getirilen yapıt aracılığıyla bir diyaloğa girer.
Sanatın dönüştürücü gücüne inanıyor musunuz? Nasıl?
Burada bir dönüşüm gücü var mı? Evet; bir şiir, bir şarkı, bir sanat eseri, ne olursa olsun yaratmak bir dönüşüm ve yüceltme pratiğidir. Yüceltme, öfke ve küskünlüğe karşı koyan, yaşamın hüzünlü tutkularına karşı koyan bir şeydir. Ve aynı zamanda, dünyayı unutmak için saklanma yerleri yaratmakla ilgili değil kendine, dünyaya bakma, onu görme, kendini onda tanıma, içimizdeki evrensele ulaşma ve onu başkalarıyla ilişkilendirme araçlarını vermekle ilgili. Yüceltme eyleminde ve sanat yapıtlarının inşasında, şüphesiz büyük bir dönüştürücü güç var.
Bir iş üretirken hangi kaynaklardan beslenir, nelerden ilham alırsınız? Rüyalarınızın işlerinizde etkisi olur mu?
Bize ilham veren birçok şey var. Bir eser yaratırken sayısız ilhamın bizi etkilemesine izin veriyoruz. Bilinçdışıyla ilişki elbette bizim için çok önemli; ama bu daha çok, uzun doğaçlamalar yoluyla, kendimize rağmen içimizden çıkanlarla kolektif olarak inşa ettiğimiz bir bilinçdışı biçimi. Gözümüzden kaçan her şey, performansın bir tür bilinçdışını inşa ediyor ve ardından onunla diyaloğa girerek onu nasıl ifade edeceğimizi anlamaya çalışıyoruz. Ancak aynı zamanda birçok somut, elle tutulur yön de var. Bağlanacak ipler, çözülecek sorunlar… Yani bu, zanaatkarlığın, bilinçdışı dürtülerin ve büyük bir pratikliğin bir karışımı; nihayetinde son derece zanaatkar bir yaratılış ilişkisi.
Eğer zaten halihazırda bir adı yoksa, üzerinde çalışmakta olduğunuz yapıta adını vermeye ne zaman karar verirsiniz?
Bazen bir eserin başlığına dair bir fikir çok erkenden, güçlü bir sezgi gibi aklımıza gelir; bazen de bu daha uzun sürer. Eserin adını bilmeden bile kolayca bir projeye başlayabiliriz.
Sanatınızı etkilediğini düşündüğünüz biri veya bir sanatçı var mı, varsa kim?
Çalışmalarımızı etkileyen çok sayıda insan var. Kimse bir şey icat etmiyor; hepimiz çevremizdekilerin mirasçılarıyız. Hatta bazen hiç görmediğimiz bir şeyi miras aldığımızı bile hissediyoruz. Beraber çalıştıklarımızın çoğu işlerimizi doğrudan etkiliyor; film yapımcıları, şairler, ressamlar, şefler, mimarlar... Liste uzun. Görsel sanatçılar, şarap üreticileri, duvar ustaları, marangozlar; insanın inşa etme, zanaatkarlık bilgisi, beden, el ve zihinle çalışma eylemine ait her şey; tüm bunlar eserlerimi besleyen kaynaklar.
Biz Kimiz?, Fotoğraf: Christophe Rayanaudd
Dünyanın mevcut durumunu değerlendirdiğinizde, bir sanatçı olarak sizin için en önemli ve acil konu nedir?
Dünyanın durumu göz önüne alındığında, güçlü deneyimler sunmanın, bir sonraki adımın ne olacağını hayal etmeye cesaret eden imgeler yaratmanın derin bir gerekliliği olduğunu düşünüyoruz. İnsanlar arasında bir araya gelme eylemine yeniden anlam katan deneyimlere, gerçek bir şey yaşamak üzere şimdide bir araya gelme eylemine ihtiyaç var. Ayrıca en kötüsüne bakmaya, sanat, performans, bedenlerimiz aracılığıyla olanlarla yüzleşmek için kendimize araçlar ve cesaret vermeye de ihtiyaç var. Korku ve farkındalığın, günün sürekli gürültüsünden farklı bir şekilde içimizden geçmesine izin vermeliyiz çünkü artık hiçbir şey duymuyoruz, güçsüz bırakıldık. Bu teslimiyet nasıl hatırlanabilir, nasıl yeniden formüle edilebilir? Bu, eserler aracılığıyla insanlara eyleme geçme gücünü geri vermekle ilgili; kendimizi görmeyi, birbirimize bakmayı, hala kendimiz olmayı istemeyi, kendimize bir şans daha, bir olasılık daha vermeyi, bir sonraki adımı icat etmeyi öğrenmekle ilgili.
Baro d'evel, performansçıların, müzisyenlerin ve hatta hayvanların eşit şekilde sahneyi paylaştıkları kolektif ruhuyla tanınıyor. Biz Kimiz?’deki topluluk dinamiğini nasıl şekillendirdiniz ve grubun birlikte neyi ifade etmesini istediniz? Bu çalışma biçimi, Baro d'evel'in sanatsal kimliği ve sirk, tiyatro ve görsel sanatlar arasında süregelen form arayışınız hakkında ne söylüyor?
Mesele, “biz kimiz?” sorusunu bir beyanla cevaplamaktan ziyade yaparak cevaplamakla ilgili. Kim olmak istediğimizden çok kimi inşa etmek istediğimizle ilgili. Ne üretmek istiyoruz, neye katkıda bulunuyoruz? Bu, genel bir çöküş ortamında yeni zeminler aramanın bir yolu. Sadece hayır dediğimiz şeyi değil evet dediğimiz şeyi, neye katıldığımızı sorgulayarak dünyada nasıl bir yer ediniriz? Bu, bir birlik, bir enerji biçimi bulmamıza yardımcı bir şeyi, bir öneri duygusunu korumakla ilgili; "evet" aracılığıyla, eylem yoluyla biçimlenmek. Çünkü yıkım enerjisinin paylaşılması kolaydır; aynı bağlılığı gerektirmez. Peki bu bağlılığı nasıl sürdürebiliriz? Kendimizden hayal kırıklığına uğrama riskini göze alarak, yine de bir şeyler deneyerek, harekete geçerek, evet diyerek. Biz Kimiz’in temel teması olan yol gösterici şey buydu; bir grubun bu soruyu nasıl yanıtladığı, neye katıldığı, nasıl birlikte hareket ettiği üzerine kolektif bir düşünce.
Biz Kimiz?, Fotoğraf: Jerome Quadri
Baro d’evel, Tarn'daki yeni merkeziniz ve hayvanlarınızın topluluğun günlük ve sanatsal yaşamının bir parçası olmasından ötürü aynı anda hem de kırsal bölgelere derinlemesine kök salmış bir boyuta hem de uluslararası bir boyuta sahip. Bu mekansal ve insan olmayan varlıklara bağlılık, Biz Kimiz?’in dramaturjisini nasıl etkiliyor? Eserin bu kırsal, kolektif çevrenin izlerini taşıdığını düşünüyor musunuz?
Evet, topluluğumuz Tarn bölgesine yerleşik. Çalışma biçimimizle ilişkili bir yaşam alanı yaratmak konusunda epey kafa yoruyoruz; birçok dilin, becerinin ve insan tipinin buluşup etkileşimde bulunduğu bir yer yaratmak üzerine. Sanat, böyle bir yerin omurgası olabilir, aynı zamanda sosyal ve çevresel sorunların bütünleşmesine olanak tanıyan bir çerçeve de olabilir. Hayvanlar da bu alanda yaşıyorlar. Keşfe ve araştırmaya devam ederek insan olmayan varlıklarla iş birlikleri üzerinde çalışıyoruz. Bu aynı zamanda ölçeklenebilir bir ilişkiyi de içeriyor; seyahat eden ve diğer kültürlerle karşılaşan eserler sayesinde daha geniş dünyayla bağlantımızı sürdürürken seyahat eden ve diğer kültürlerle karşılaşan eserlerle kırsal bir ortamda yerel çalışabilmek. Böylece mekân, tüm bu faaliyetler arasında diyalog ve yankılanma için bir alan haline geliyor.
Önceki eseriniz Falaise (2019), duvarların yıkıldığı ve toplulukların bir arada kalmakta zorlandığı, çöküşün eşiğinde siyah beyaz bir dünya sahneliyordu. Biz Kimiz?’de renklere, canlı müziğe ve sahnede bedenlerin daha eğlenceli bir şekilde bir arada var olmasına geri dönüyorsunuz. Bu unsurları, yani hareket, ses, müzik, ışık ve kolektif varoluşu hem çöküşü araştırmanızı sürdüren hem de neşe ve yenilenmeye açılan bir dramaturjinin içinde nasıl işlediniz?
Eserler yavaş yavaş şekilleniyor. Güçlü sezgiler, estetik tercihler var ama aynı zamanda fiziksel durumlar ve uzun doğaçlamalar üzerinde de çalışıyoruz. Geçişler üzerinde çok çalışıyoruz; bir şarkıdan kahkahaya, gözyaşlarından kolektif bir dansa, kavgaya, düşüşe ne zaman geçtiğimizi artık bilmediğimiz anlar. Her şey gözenekli. Dolayısıyla geçişler, ritim ve hareketin müzikalitesi üzerinde çalışıyoruz. Eserlerin dramaturjisi tüm bunlardan, ama aynı zamanda öfkelerimiz, dürtülerimiz, geriye kalan hayallerimiz hakkındaki uzun tartışmalardan da ortaya çıkıyor. Dünyayla ve elimizden kaçan her şeyle ilgili tüm bu sorular arasında bir diyalog; yorgunlukla, uzun emek süreçleriyle dokunduğumuz bir diyalog. Yavaş yavaş her şey çağrılıyor: kelimeler, beden, ses, ışık arasında bir hiyerarşi yok. Şekillenmeye başlayan ve bir bakıma bizim adımıza seçim yapmaya başlayan performansın etrafında yavaş yavaş bir şeyler örgütleniyor.
Bir noktada, mesele artık fikirler veya doğru motivasyonlar değil başka bir şeye dönüşüyor: grubun maddi olarak yarattığı insan enerjisi. Bu enerjinin, kendi ritmini, kendi yazımını talep eden gösteri aracılığıyla şekillenmesine izin veriyoruz. Bir noktada, her şey neredeyse bize rağmen gerçekleşiyor ve eserin kendi kendini yazdığına dair baş döndürücü bir his yaratıyor. Performanslar bizden çok daha büyük; onların yanında çok küçük kalıyoruz ve biz sadece onların ortaya çıkmasına izin vermeye çalışıyoruz.
İstanbul seyircisine söylemek istediğiniz özel bir şey var mı?
İnsanlara, onları bir yolculuğa davet ettiğimizi söyleyebiliriz; birçok şeyi aynı anda içeren bir yolculuk; bir dizi imge, estetik ve takıntıyı paylaşarak rüya gibi bir hayatla gerçek hayatın iç içe geçtiği ve konuştuğu bir yolculuk. Biz Kimiz? tarafından yürütülen dünyalar arası bir yolculuk ve bunu İstanbul halkıyla paylaşabildiğimiz için çok mutluyuz.









