top of page

On soruluk sohbetler: Antonio Afonso Parra

Bu sene 20. yılını kutlayan GalataPerform’un düzenlediği ve Türkiye’nin ilk oyun yazarlığı festivali olma özelliğini taşıyan Yeni Metin Festivali, bu yıl “gerçek” teması odağında on ikinci kez 24 Kasım – 4 Aralık 2023 tarihleri arasında gerçekleşiyor. Sınırlar Ötesi Tiyatro kapsamında Türk yazar ve yönetmenler ile yurt dışından gelen sanatçıların buluştuğu bir alan yaratan festivalde, oyunları Türkçeye çevrilerek sahnelenmiş okumaları gerçekleştirilecek uluslararası oyun yazarları ile yaptığımız sohbetlerin sıradaki konuğu Antonio Afonso Parra

Röportaj: Ayşe Draz & Mehmet Kerem Özel


Antonio Afonso Parra


Oyun yazarlığının özü sizce nedir?


Beni eğlendiren, beni kendi varlığımdan bir süreliğine uzaklaştıran bir şey. Ve sonra eve gitmek için araba kullanırken, bunun beni geceleri uyanık tutan şeylerden bahseden ve kendini açıklamayan bir metne dair bir an olduğunu algılamak.


Sanatın dönüştürücü gücüne inanıyor musunuz? Nasıl?


İnanmak zorundayım, yoksa bunu kayalar ve bitkiler için yapıyor olurdum. Sanat eserlerimiz için bilet satıyor olmamız bu sorunun mükemmel cevabı. Hedef kitlemize bir mesaj göndermeye çalışıyoruz, aslında onları bakış açımızın ne olduğuna ikna etmeye çalışmıyoruz, sadece var olduğumuzun farkında olmalarını sağlamaya çalışıyoruz. Bu bir pazar alışverişi: Size bir şey söylerim, ister kişisel farkındalık, ister sizi çevreleyen ve bilmediğiniz şeylere dair olsun, oradan daha zengin ayrılırsınız.


Antonio Afonso Parra

Bir iş üretirken hangi kaynaklardan beslenir, nelerden ilham alırsınız? Rüyalarınızın

işlerinizde etkisi olur mu?


Bir metne başladığımda beni nereye götürdüğünü asla bilmiyorum. Ana ilham kaynağının hikâye ve karakterlerin kendisi olduğuna inanıyorum. Önce bir evren ve oyun (game) olasılığı yaratmam gerekiyor ve bunun için her türlü ilk fikir geçerli oluyor. İlk bölümden sonra uzanıp seyirci olarak işlerin nereye gittiğini izliyorum ve ilgilenip ilgilenmediğimi düşünüyorum. Bu benim barometrem. Rüyalar bana normalde düşünmeyeceğim enfes düşünceleri vermek için iyiler. Birkaç yıl önce Romalıların Amerika kıtasına yelken açtığı bir rüya gördüm. Vardılar ve orada kimseyi kolonileştirecek teknolojiye sahip olmadıklarını anladılar, bu yüzden eve geri döndüler. Bunun hakkında hiç yazmadım çünkü bu aptalca bir fikirdi ama bunun rüyaların malzemesi olduğunu yani yüzeye çıkan sıra dışı şeyler olduğunu düşünmeye devam ettim. Bunu zenginleştirici buluyorum.


Eğer zaten halihazırda bir adı yoksa, üzerinde çalışmakta olduğunuz yapıta adını vermeye ne zaman karar verirsiniz?


Bir şeye isim vermek son derece kolay. Bazen ön prodüksiyon çalışmasını başlatmak için metni yazmadan aylar önce projeye isim vermeniz gerekir. Ve sonra isim ona yapışır. Bazen metni bitirmiş olursunuz ve yayınlamak veya bilgisayarınıza kaydetmek için bir isme ihtiyaç duyar onu adlandırmak sorunda kalırsınız. Böyle durumlarda sadece ona bakıyorum ve isim aklıma geliyor. Adlandırmanın bir sorun olduğuna inanmıyorum. Başlık bir metnin güçlü müttefiki olabilir veya yazar işleri berbat edip ilginç olmayan bir isim verse bile, eğer oyun iyiyse, adı onu bozmaz. Klasik yazarlar işi basit tutarlar. Ne yazık ki, bugünlerde bazı yazarlar ismin metnin kalitesini artıracağını düşünüyor, bu yüzden bir oyunu adlandırmak için şiir ve uzun cümleler yazıyorlar, ancak başlığa bir tür en kısa özgeçmiş olarak bakarsanız, bu vermeniz gereken bir karar değil, oyundan çıkarmanız gereken bir şey haline gelir.

Sanatınızı etkilediğini düşündüğünüz biri veya bir sanatçı var mı, varsa kim?


Her sanatçıyı sanatsal tarifler pişirdiği bir kap olarak görüyorum. Mesela sanatı çorba olarak düşünürsek, malzemeler çok farklı yerlerden gelebiliyor. Sözde sanatsal olmayan, her gün bakkalda, fırında karşılaştığımız insanlar eninde sonunda bizim en büyük ilham kaynağımız oluyor. Görebileceğimiz en organik ve dürüst insan dokusu onlar. Elbette konuştuğum, birlikte çalıştığım sanatçılar bana çok ilham veriyor. Ama onlar da benim gibi, çorbaları için malzeme toplayıcıları. Müziği, tiyatro oyunlarını, dans gösterilerini, resimleri tartışıyoruz, her zaman ilham arıyoruz ve duyguları paylaşıyoruz. Çok fazla çizgi roman okuyorum ve sinema da her zaman bana ilham veriyor. Ama bunlar kendime ilham vermek ve hayatımı çok daha tatmin edici bir durumda yaşayabilmek için kullandığım uydurmalar. Sanatı hayatıma ilham vermek için kullanıyorum ki hayatı sanatıma ilham vermek için kullanabileyim.


Dünyanın mevcut durumunu değerlendirdiğinizde, bir sanatçı olarak sizin için en önemli ve acil konu nedir?


Dünyayı insanlar yönetiyor. Yani bir şeyi değiştirmek istiyorsak hedefimiz bu olmalı. Bir sanatçı olarak insanları kışkırtmak istiyorum. Ancak insanlar eğitilmek istemiyor, bu yüzden onlara ulaşmanın bir yolu olarak sanatımı eğlence olarak gizlemeye çalıştığımı düşünüyorum. Bu tehlikeli bir yol, çünkü insanlar sanatçının kendi seçimleri ve fikirlerine katılmalarını istediğini düşünebilir ama sonuçta benim yapmaya çalıştığım şey insanların işimin konusu hakkında düşünmelerini ve kendi çıkarımlarını yapmalarını sağlamak. İnsan toplumunun zaten çökmeye başladığını, dolayısıyla işimizin giderek zorlaştığını düşünüyorum. Bugünlerde her şey herhangi bir düşünce biçiminin dayatması gibi görünüyor ve biz ortadaki tartışma alanını daraltıyoruz, bunun yerine kutuplaşmış, iki taraflı bir tartışmaya dönüştürüyoruz. Dürüst olmak gerekirse bu cevaplanması kolay bir soru değil. Ve bunu düşündükçe umudum azalıyor. Sanırım bu hissin bir an önce geçmesini bekleyeceğim.


Oyunlarınızdan biri başka bir dile tercüme edilirken en temel kaygılarınız ne oluyor?


Benim çalışmalarım hiçbir zaman tercüme edilmedi, dolayısıyla bu tür kaygılarım yok. Eğer böyle bir şey olursa, keşke duyarlı bir tercüman bulabilsem. Tiyatroda önemli olan eylemdir. Çevirmen eylemi yeniden üretebildiği sürece oyun amacına ulaşacaktır. Eğer şiirim tercüme edilecek olsaydı o zaman ciddi anlamda endişelenirdim.


Yapıtlarınızın daha çok yerel kültür/toplumda mı bir yankı bulduğunu yoksa daha çok evrensel bir yankılanmaya mı sahip olduğunu düşünüyorsunuz?


Ağırlıklı olarak tiyatro alanında çalışıyorum. Ve her türlü sanat eseri gibi benimki de, çoğunluğu ülkemin nüfusundan oluşan seyircilerimde daha fazla yankı uyandırıyor. Bu yüzden hiçbir zaman evrensel bir etkiden bahsedemem çünkü çalışmalarıma dair evrensel bir anlayış yok.


Sahne sanatlarındaki kariyerinize oyuncu olarak başladınız. Gösteri sanatları alanında yazarlık tarafına nasıl geçtiniz? Oyunculuk eğitiminizin oyun yazarlığınıza katkısı oluyor mu?


Elbette. Uzun yıllar bir sahnede yaşayabilmek bana tiyatro oyununun boyutlarını kavramamı sağladı. Sahnede kendi sözlerimi ve jestlerimi oynamanın nasıl bir şey olacağını hayal etmeden asla bir şey yazmam. Sonsuza dek temsilin kutsal zamanında meydana gelen hayattan etkilenen bir yazar olacağım.


Oyununuzun okumasını sahneleyecek Türk yönetmenlerden bir beklentiniz var mı?


Hiçbir şey. Sanat, onu algılayanın gözünde vardır. Yazar olarak işimi bitirdiğimde eser artık bana ait olmuyor.


bottom of page