top of page
Yazarın fotoğrafıUnlimited

No: 32 | Belma Fırat


“Şu geçide bak cüce!” diye sürdürdüm konuşmamı, “iki yüzü var. Burda iki yol birleşir: kimse bu yolların sonuna dek varamamıştır daha. Şu geriye uzanan yol: sosrasızlığa dek sürer. Şu ileriye doğru uzanan yolsa, - başka bir sonrasızlıktır. Birbirine karşıttır bunlar, bu yollar; birbirini başlarıyla iterler: - ve burda bu geçitte birleşirler. Bu geçidin adı, üstünde yazılıdır: “Ân”…” Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt (1)


Benden bana Geleceğe yazacak yaşı geçtim. Geçmişime yazsam altında kalırım. Kal: Kal-dım ile Kal-acağım arasındaki tekinsiz salınım. Ân’da Kal-mak ne olsa gerek? Kalma edimi her ân yeni kalımlara evrilmekte, kalmışlığımızdan hareketle. Öyleyse benden-bana yazdığım bu mektup, ân’ıma yazılı olmalı; içinde cevherini büyüttüğüm, tasavvur edişimle huzura çağırdığım, gelmekte olan, bizzat gel-di-re-rek yazgıya dönüştürdüğüm bir geleceği yazdığım.  Her ân bir bulaştır. Bulaşığıdır geçmiş ile geleceğin. Gelecek, bir olanak çokluğu olarak, geçmişin zemininden hareketle, ân’da işlenmekte. Ol-an ân’da iş-le-nir. İş’tir ân. Ân’da geleceği devralacak olan ise hassas bir işçi. Devr-almak. Devr, devir, döngü. Zamanda kendini varetmenin döngüsü. Bir yapma-etme işi. Bir eylem, ân’ın hattında belirlenen. Filozoftan kendime not: “Bak… şu âna bak! Geçitten, Ândan, sonrasız bir yol uzanıyor geriye doğru: bir sonrasızlık var arkamızda.” “Ve her şey birbirine öyle bir bağlı ki, bu ân, bütün gelecek şeyleri kendine çekmekte, dolayısıyla, kendini de çekmekte, - öyle değil mi?” Kendimden-kendime sorular: Kendime “sen” diliyle hitap edebilir miyim?  Karantina altındaki zorunlu solipsizmimden bir kurtuluş umudu olarak.  Kendimle diyalog, benden çıkıp bana dönüşümün bengi döngüsü. Ne garip bir bilinç örüntüsü.  Zaten “yazar” dediğin hangi türde yazarsa yazsın bölünmüş bilinç değil midir? Tekinsiz sorulara devam: Şu ân bir distopyanın içinde miyiz? Yoksa ân, halihazırdaki distopya birikimimizi aydınlığa çıkaran bir bilinç durumuna mı evrildi? Bir kayran mı ân? Ya da balığın içinde yüzdüğü akvaryumu birdenbire farketmesi mi? Hakikatimizin garabetine büyüteç tutan görünmez virüse nasıl bir gelecek borçlanıyoruz?  Ân yüklü; ân yüklenmiş ân birikmekte geleceğimize, yük çekerekten. Salgın ân’ını deneyimleme biçimimiz bir sürece dönüşmekliğiyle, süre-de, süreğenliği içinde geleceğimizi biçimlendirmekte. Bu ân kendine nasıl bir geleceği çekiyor? Çek-iyor. Birtakım tartışmalar var bu konuda. Başı çek-en filozoflar. Agamben-Zizek sarkacında çeşitli salınımlar. Virüs ikircikli bir davet. Teknolojiyle pekiştirilmiş bir totalitarizm mi? Komünal bir düzen mi?  İşte savaş esas bu çek-iş’te yaşanacak olsa gerek. Çek-çek-çek  Row-row-row  Row, row, row your boat Gently down the stream Merrily merrily, merrily, merrily Life is but a dream  Çocukluğumuzun tekerlemelerinde geleceği gerçekleştirmek ne kadar da zevkli bir oyun. Neşeli, neşeli, neşeli, neşeli çek kürekleri Hayat bir rüyadır ne de olsa  Tekneni nazikçe yüzdür  Akıntı boyunca Peki rüya ne zaman kâbusa döndü? Hobbes haklı mı? İnsan insanın kurdu mu gerçekten? O kurt, gemisini kurtaran kaptan zihniyetinin hizmetinde; çıpasını geleceğe fırlattığımız komünal dünya düşlerimizin halatını kemirmekte. Virüs bahane. Ama unutma virüsün anti-virüsü sende. Şimdi, burada, bu ân’da belirmekte. Zamanın kurgusu olan ân’da. Öyleyse sor kendine, rüyan ne, kaptan kim? Sonra asıl küreklere.

コメント


bottom of page