top of page
Yazarın fotoğrafıUnlimited

No: 18 | Kumru Eren


İllüstrasyon: Caner Yılmaz

Günaydın,

“Bütün büyük şeyler fırtınada durur.”


...demişti Martin Heidegger. 1928 yılında girdiği Freiburg Üniversitesi’nde, Mayıs 1933’te yaptığı rektörlük konuşmasını böyle bitirmişti. Fırtına, tüm Avrupa’yı sarsmak üzereydi ve kendisi de bizzat bu fırtınanın içindeydi. Nasyonal Sosyalist Parti’sine olan sempatizanlığını bu tarihten üç ay gibi kısa bir süre önce üyelikle taçlandırdığını söyleyeyim.

 

Dünya büyük bir değişime gebeydi ve fırtına yaklaşmaktaydı. 20. yüzyılın başında büyük toplumsal krizlere, doğa bilimlerinin büyük ilerlemeler kaydetmesi eşlik ediyordu. Felsefe dünyasında giderek kendinden kopmaya başlayan doğa bilimleri dolayısıyla bir zemin kayması yaşanmaktaydı ve bu süreç felsefe ekollerinin “analitik” ve “fenomenoloji” olarak ayrılmasına neden olacaktı. Kıta Avrupası, Husserl ile başlayan ve Heidegger ile devam eden süreçte, fenomenolojiyi benimsedi; Sartre’dan Foucault’ya kadar pek çok düşünür düşünme sisteminde Heidegger’den etkilendiğini söyledi. Diğer taraftan aynı fırtına, dünyayı Auschwitz’e de sürükleyen fırtına olacaktı. 


Covid-19 bizim neslimizin fırtınası. Belki de zincirleme olarak Heidegger’i, Auschwitz’i, Roma Hukukundan aldığı “çıplak hayat” kavramıyla tanınan ve Şubat ayında yazdığı Covid-19 yazısıyla bir tartışmayı tetikleyen İtalyan düşünür Giorgio Agamben’i anmam bu fırtınadandır. Siyaset ve hukuk felsefesi üzerine çalışan Agamben, olağanüstü hallerin giderek olağanlaşarak, insanların evlerine bu bahaneyle kapatılmak suretiyle bir politik araç haline getirildiğinden bahsediyordu. Bir kısayol yaparsak, evlerimizin yeni konsantrasyon kampları olması... Her ne kadar Jean-Luc Nancy, Agamben’i gayriciddi olmakla suçlasa da, aslında virüsün ve durumun ciddiyetini değil ama sosyal ve politik olası sonuçlarından bahsettiğini söylemekteydi. Ve Agamben: “Hayatta kalmaktan başka ahlaki değeri olmayan bir toplum nedir?” diye sormaktaydı. Bu tartışmaya gerek “çıplak hayat” kavramı gerekse de “biyo-politika” kavramlarıyla T24’de yer alan yazısıyla ele alan Ali Akay, tartışmaya katılmış oldu. Adı geçen düşünürleri hızlıca tanımak ve bu kavramlara aşina olmak için ders niteliğindeki bu metni okumanızı öneririm. 


Bugün felsefecilerinden en sade insana kadar herkes fırtınadan sonra yaşamlarımızın bir daha eskisi gibi olmayacağına inanıyor. Belki de eskisi gibi olmaması gereken şey, dünyayla olan ilişkimiz. Post-korona kavramının, bu ilişki üzerinden artık daha sık konuşulduğunu duyacağız. NATO, bugün kuruluş temellerinden farklılaşarak yeni bir yapılanma sürecine giriyor. Bunun gibi, kurumların hızla kendilerini yenileyecekleri bir süreç yaşayacağımız muhtemel görünüyor. Aynı zamanda insanlığın hiç olmadığı kadar büyük bir ortaklık zemininde buluşuyor olmasının, sanatlar için de bir paradigma değişikliği anlamına geleceğini düşünüyorum. Son olarak, yavaşlamanın ve aynı zamanda derinleşmenin, fırtınada ayakta kalmanın da bir yöntemi olduğuna inanıyorum.

Dünya Sanat Günü’nüzü kutluyorum.

Comments


bottom of page