top of page

No: 15 | Nazlı Yayla


İllüstrasyon: Caner Yılmaz

Günaydın,


Home office çalışmanın anlamını biliyorum fakat pratiğini tam kavramış değilim. Üstümü değiştirdim, saat 9:00 olmadan laptop başındayım, ilk karantina günü. Çok gerildim, verimli olmam, çalışıyor olmam lazım. Peki aynı zamanda çalıştığımı da belli etmem lazım mı? Kime neyi gösteriyorum?


Camus’nün Veba’sı ilişiyor gözüme. Çok bariz diyorum.


Evde bu kitaptan tam dört tane var. Biri benim üniversite zamanımdan Vintage Books’tan çıkan The Plague, biri Folio Plus’ten La Peste, diğer ikisi de Can Yayınları’ndan biri onun biri benim lise zamanlarımızdan. Çok bariz, çok klişe, boşver diyorum.


28 Mart Cumartesi, “çok klişe” diyorum. Ama dört tane var, 30 metre karenin içinde birlikteyiz. Kaçamıyorum.


“O andan başlayarak vebanın, hepimizin uğraşı olduğu söylenebilir. O âna kadar bu özel olayların yurttaşlarımızda yol açtığı şaşkınlık ve endişeye karşın, her birimiz elden geldiğince her zamanki gibi kendi işlerimizle ilgilenmiştik. Ve kuşkusuz bu böyle sürecekti. Ancak kentin kapatılmasıyla herkes, hatta anlatıcı da, aynı kefeye konduklarını ve bunun üstesinden gelmeleri gerektiğini anladılar. İşte böylece, örneğin, insanın sevdiğinden ayrılması gibi bireysel bir duygu birdenbire, ilk haftalardan başlayarak, tüm bir halkın duygusuna dönüştü ve korkunun da etkisiyle, bu uzun sürgün döneminin başlıca acısı oldu.”


İnsanları tek bir çizgiye indirgeyen, on binlerce kişinin hayatına neden olan bir virüsten el yıkayarak ve birbirimize karşı mesafeli durarak korunmaya çalışıyoruz. Hepimiz, ama hepimiz, herhangi bir zamanda bir virüs, bir kaza ya da bir başka insanın eylemleri tarafından rastgele zarar görmeye, hatta yok edilmeye karşı savunmasızız.


“Oran halkı bunu kabul etmedi, onların başına gelebileceğine inanmadılar.”*


*Albert Camus, Veba, Can Yayınları

bottom of page