top of page

Melek Melek Koca Melek

1924’te Galatasaray Sergileri’nde ilk nü eserleri sergileyen, 1935’te ise ilk kişisel sergisini açan kadın olan Melek Celâl’in hayatı ve sanatı etrafında kurgulanarak Dr. Nazan Ölçer küratörlüğünde açılan Unutulmuş Bir Cumhuriyet Kadını: Bütün Yönleriyle Melek Celâl sergisi Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi’nin Türkiye resim sanatında önemli yeri olan sanatçılara ve eserlerine derinlemesine bir bakış açısı sunan monografik sergileri kapsamında gerçekleşiyor. Sanatçının tablo ve eskizleri, Anadolu motiflerinden esinlenerek çizdiği desenleri, şehir planlama, hat sanatı ve Türk işlemeleri ile ilgili kaleme aldığı makaleleri, eleştirileri ve kitapları ile hayatına ışık tutan fotoğraflar, kartpostallar, hatıra yazıları ve mektupların bulunduğu zengin bir arşivden oluşan sergi 28 Nisan 2024’ dek SSM’de ziyaret edilebilir


Yazı: Çiçek Doğruel


Melek Celâl Sofu, Şapkalı Otoportre, 1941, tuval üzerine yağlıboya, 21 x 15,5 cm. Özel Koleksiyon


Sakıp Sabancı Müzesi 28 Nisan 2024 tarihine kadar Unutulmuş Bir Cumhuriyet Kadını: Bütün Yönleriyle Melek Celâl başlıklı sergiye ev sahipliği yapıyor. Her ne kadar unutulmanın ölçülemez bir kavram olduğunu düşünsem de ismine kimilerine nazaran daha seyrek rastladığımız Melek Celâl’in hayatına çeşitli yönlerden bir bakış açısı sunuyor. Melek’in az sayıdaki resim ve heykel çalışmalarının yanı sıra pek çok arşiv materyalini seyirci ile buluşturan sergide onun yazarlık ve eleştirmenlik yönleri ile tanışmak da mümkün. Serginin aile yaşantısı, evlilikleri ve arkadaşlıkları gibi özel hayatından konulara ise sadece yaşamında etkin olmuş noktalara dikkat çekmeye yetecek kadar değiniyor olması, bir kadına dair aile içi biçilen rolleri -alışılmışın aksine- odağının dışında bırakması beni memnun etti. 


Sergi salonuna girdiğimizde bizi karşılayan zaman çizelgesi 1830’lardan Melek’in 1976’daki vefatına kadar geçen süreyi kapsıyor. Melek’in doğduğu sene olan 1896’dan çok daha önceki bir tarihi, Tanzimat Fermanı’nı başlangıç alan bu zaman diliminde dönemin sosyo-kültürel ve politik çerçevesi sunuluyor. Melek’in içine doğduğu ve büyüdüğü Geç Osmanlı ortamındaki Batılılaşma hareketleri, siyasi gelişmeler, kadın görünürlüğü gibi noktalara dair notlar, Melek’in hayatının şekillenmesinde etkili olmuş olaylar ve kişilere ışık tutuyor. Osmanlı öğrencilerinin eğitim için Paris’e gönderilmesi, Müze-i Hümayun’un kurulması, Şeker Ahmed Paşa’nın İstanbul’da resim sergileri düzenlemesi ve ardından Dolmabahçe’nin ilk resim koleksiyonunun temellerinin atılması, Sanayi-i Nefise Mektebi’nin kurulması ve İstanbul Salon Sergileri’nin başlaması gibi geç 19. yüzyılın sanat ortamını biçimlendiren gelişmelerin Melek’in ilerleyen yıllarda sanata dair ilgisi ve bakış açısında etkili olmuş olabileceğinin ipuçlarını yakalıyoruz. Melek’in 1941 tarihli Şapkalı Otoportre adlı tablosuyla açılan sergi Cumhuriyet’in yüzüncü yılında Cumhuriyet değerlerine bağlı bir figüre odaklanırken bunun “Türkiye’nin bu evresini ve beraberinde getirdiği idealleri de hatırlamak gibi” olduğu iddiasını taşıyor. Melek gerçekten de Geç Osmanlı ile erken dönem Cumhuriyet arasındaki değişim ve dönüşümleri bizzat yaşamış, Cumhuriyet ideallerini içselleştirmiş hem Batı hem kendi kültürünü tanıyan ve her ikisine de kucak açmış bir figür. Bu açıdan baktığımızda onun çabaları ve çalışmaları daha da ilgi çekici bir hâl kazanıyor. 


Sakıp Sabancı Müzesi Unutulmuş Bir Cumhuriyet Kadını: Bütün Yönleriyle Melek Celâl sergi görüntüsü


Benim için sergi iki ana kısma ayrılıyor. İlk kısımda Melek’in sanat ilgisinin ve düşüncelerinin şekillenmesinde etkili olmuş olabilecek çocukluk ve gençlik dönemi, yaşadığı şehrin ve semtin dönüşümü gibi konular serginin odak noktaları. Kartpostallar, fotoğraflar, mektupların çoğunlukta olduğu, Melek’e ailesi, büyüdüğü ve yaşadığı çevre ve arkadaşlıkları üzerinden baktığımız bölümler bir miktar edilgen yaklaşım barındırsa da Melek’in ilerledikçe göreceğimiz düşüncelerinin temellerini oluşturuyor. Miralay Abdurrahman Ziya Bey’in biricik kızı ile her sene çektirdiği fotoğraflar özellikle kendi dönemi içinde değerlendirildiğinde pek kıymetli, bugün de hala göreni tebessüm ettirecek nitelikte. Oturdukları konakta iyi bir eğitim gören Melek’in, anneannesi Eşref Hanım’ın verdiği salon davetlerinde sıklıkla dahil olduğu bir sanat çevresinde büyümesi, dönemin İstanbul ve Avrupa sanat ortamını takip etme imkanının olması genç yaştan itibaren bir kültür sanat farkındalığına sahip olmasını sağlıyor. Avrupa merkezli kartpostal kulüpleri aracılığıyla başlattığı ve aralarında Eugène Dauphin gibi peyzaj ressamlarının ve Charles-Albert Walhain gibi portre ressamlarının eserlerinin bulunduğu kartpostal koleksiyonu Melek’in bu dönemdeki ilgi alanlarının da göstergesi. Ağırlıklı olarak Paris Salon Sergileri’nde yer alan tabloları konu eden kartpostalları Melek’in kartpostal değiş-tokuş yaptığı kişilerden özellikle istemiş olabileceği belirtiliyor. Kimileri Melek’in sanat yaklaşımında yer etmiş, benzer tarzları her zaman daha kendine yakın bulmasında etkili olmuş olmalı. Sergide kartpostalların yer aldığı vitrinin hemen arkasındaki duvarda 1930-1950’lere tarihlenen eskiz defterinden sayfalar görüyoruz ve bu çalışmalarda yine peyzaj, figür ve portreler çoğunlukta göze çarpıyor. Üsküdar’a olan ilgisinde Yahya Kemal ile olan dostluğuna, resim yapmaya başlamasında anneannesinin yakın arkadaşı olan Şair Nigar Hanım’ın etkisine de değiniliyor. Mimar Constantine Pappa’nın Sofu ailesi için tasarladığı ama gerçekleştirilmemiş evin planı oldukça dikkat çekici. Denize karşı konumlanan konak planı üçgen bir Fransız bahçesinin içinde yer alıyor. Çizimler o kadar detaylı ve gösterişli ki hayata geçirilseydi nasıl olurdu diye merak ediyor insan. Sofu ailesinin yaşadığı Moda’daki Villa Wohl köşkünde olduğu gibi dönemin entelektüel çevresinin buluşma noktası olacağı kuşkusuz. 


Sakıp Sabancı Müzesi Unutulmuş Bir Cumhuriyet Kadını: Bütün Yönleriyle Melek Celâl sergi görüntüsü


Sergide Melek’in ressam kimliğini katıldığı Galatasaray sergileri, kişisel sergileri ve bu sergiler üzerine hakkında çıkan gazete yazılarını okuyarak takip ediyoruz. Galatasaray sergi katalogları her sene hangi eserler ile katıldığının listesini içeriyor olsa da bunların çoğuna dair görsellere ulaşmak mümkün değil. Dönemin kimi eleştiri yazılarında Melek’in natürmortları kimilerinde ise portreciliği ön plana çıkarılmış. 9 Ekim 1935 tarihinde Tan gazetesinde Mısır Apartmanı’nda İhap Hulusi ile beraber açtıkları sergi hakkında çıkan biz yazıda yazar, Melek’in natürmortlarında gördüğü ince zevkin “kadınlığından mı yoksa canlı modelden fazla natürmort çalışmasından mı” geldiğini yazıyor. Pek de şaşırtıcı olmamakla beraber yazar natürmortu bir kadın ressama uygun bir konu görüyor ki buradaki becerisini kadınlığı üzerinden vurgulamış. Natürmort çoğu zaman en az yaratıcı tür olarak kabul görmesine rağmen farklı kompozisyonların bir araya gelmesine ve yeni açılardan değerlendirilmesine imkân tanırken pek çok sanatçının resimde yeni bir alan, form ve perspektif keşfine olanak sağlamıştır. Bunlardan biri de hiç kuşkusuz Cézanne. Sergide Melek’in az sayıdaki yağlıboya tabloları arasında natürmortları, 1917’den 1960’lara uzanan bir zaman diliminde sanatsal yaklaşımını ve üsluptaki değişimini takip edebileceğimiz bir alan yaratıyor. Tüm kariyeri boyunca natürmort çalışmaktan vazgeçmeyen ve özellikle vazoda çiçekler çalışan Melek’in renk paletinde ve temsildeki dönüşümü ile yeni bir biçim ve alan arayışı olduğunu görüyoruz. Erken dönem çalışmalarında görünür fırça darbeleri ve canlı renkler ile kompozisyonun öne çıktığı tabloları zamanla yerini pastel renk paleti, sade ve form odaklı tablolara bırakıyor. 1960 tarihli Sürahi, Elmalar ve Biberler ile 1963 tarihli Masa, Sandalye ve Limon başlıklı eserlerinde ise Cézanne’a yakınlığını hissetmek mümkün. Bu dönüşümü portre çalışmalarında da görebiliriz. Diğer taraftan Melek belki de gençlik dönemlerinden gelen bir beğeni ile yaşamı boyunca portre, natürmort ve peyzaj çalışmalarına ağırlık vermiş, modernist akımları takip ediyor olsa da sonuçta bunlarla pek ilgilenmemiştir. Resim yapmak Melek için kendini meşgul etmek için bir uğraş ve yaşam boyu devam eden bir tutku olmanın yanında daha geniş kapsamda kültür sanata olan ilgisinin bir uzantısı olarak da düşünülebilir. 


Melek Celâl Sofu (1896-1976), Otoportre, 1935, “Melek Melek Koca Melek 30/12/935,” Kâğıt üzerine karakalem, 21 x 13,5 cm. Doğan Paksoy Koleksiyonu

Serginin devamında ise Melek’in kendi sesine yöneliyor bakışlarımız. Çok çeşitli gazete yazıları, konferans notları ve kitapları ile nihayet Melek’in düşünceleri su yüzüne çıkıyor. Burada karşılaştığımız yazar kimliği yeni bir yönelimi değil hayatı boyunca içselleştirdiği kültür sanat anlayışını temsil ediyor. Varlıklı bir Müslüman-Türk Osmanlı ailesine sahip olmasıyla hep içinde bulunduğu modernleşme süreci onun Doğu-Batı karşılaşmasını özümlemesini sağlarken biz Geç Osmanlı’dan Cumhuriyet’e dönüşümü yaşamış bir kadının kültüre bakışını okuyoruz satırlarında. 


Hem sosyo-kültürel anlamda hem de kent dokusu olarak yeni bir yapılaşma ve yeni bir yaşam stili ile karşı karşıya kalan Türkiye’de Melek’in içine doğduğu Osmanlı mirası zamanla farklı bir dokuya bürünüyor. Kendi anılarının da içinde bulunduğu şehirdeki değişim onu endişelendirmiş olmalı ki kültürel mirasın korunması ve doğru şekilde onarımının yapılması konusu ile yakından ilgileniyor. 17 Mart 1941 tarihinde Köprülü yalısını da muhafaza etmeliyiz başlıklı yazısının yer aldığı Tan gazetesi sayfasını Köprülü yalısında çekilmiş fotoğraflarının yanında görüyoruz. Yahya Kemal ile yakın dostluklarını ve Üsküdar semtine beraber yaptıkları gezileri artık bildiğimiz Melek’in, eski mezarlıkların korunması, restorasyonlarda aslına sadık kalınması için gösterdiği hassasiyet ve Üsküdar’ı eski Istanbul’dan bir numune olarak saklamalıyız başlıklı yazısı da hep yeniye giderken eskiyi koruma arzusunu ortaya koyuyor. 1936 yılında Tan gazetesinde yayınlanan bu yazıda ilginç bulduğum nokta eski evlerin korunması ile ilgili fikirlerini Belçika evleri örneğini vererek desteklemesi. Batı’ya bakarken bunu kendi kültürünü korumak ve yüceltmek için bir araç olarak da gören Melek’in yaklaşımı yeni kurulan Cumhuriyet’in yenilikçi ve milliyetçi idealleri ile paralel. Sergide Melek’in Türk el işlemeleri, halıları, mimarisi ile ilgili pek çok gazete yazısını, konferans notlarını, kitaplarını bir arada bulmak mümkün. 


Melek Celâl’in Türk Kadınlığının Atatürk’e Minnettarlığı isimli madalyası, 1961 versiyonu. Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi Koleksiyonu.


Melek’in kütüphanesinden kitapların sergilendiği vitrinler de yer alıyor. Okuduklarına bakarak hangi konulara ilgi duyduğuna dair ipuçları bulmak hoş. Toulouse-Lautrec, El Greco, Van Gogh, Picasso, Degas gibi Avrupa sanatının büyük isimlerine dair kitapların yanında Richard Chandler’ın Travels in Asia Minor, Colonel Lamouche’un Histoire de la Turquie, Celal Esad Arseven’in Les Arts Décoratifs Turcs, Dr. Süheyl Ünver’in Turkish Designs, Levni adlı çalışmaları, An Illustrated Souvenir of the Exhibition of Persian Art, Les Peintures des Manuscrits de Shah ‘Abbas gibi geniş yelpazede bir koleksiyon var karşımızda. Melek’in hem Doğu hem Batı hem de Türk ve Osmanlı sanatlarını kucaklayan sanat yaklaşımı ancak tüm bunları anlamaya gösterdiği özen ve birikim ile mümkün olabilirdi. 


Melek Celâl Sofu (1896-1976), Eski Büyük Millet Meclisi Kürsüsünde Kadın 1936, tuval üzerine yağlıboya, 36 x 48,5 cm. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi İstanbul Resim ve Heykel Müzesi Koleksiyonu, Env. no. 206/619


Yazılarının devamında çıktığı Avrupa seyahatinden notlarının seslendirildiği ve kimisi kendi albümünden alınmış fotoğrafların eşlik ettiği video çıkıyor karşımıza ki bu benim için serginin en can alıcı kısmı diyebilirim. Birini daha yakından tanımaya başlamanın belirli kalıpların da yıkılmasını sağladığı gibi son dönem Osmanlı’nın ayrıcalıklı ailelerinden birinin kızı, Cumhuriyet kadını, kadın ressam, sanat yazarı kimliklerinin ardında da tek başına bir Melek beliriyor. Onun yorgun ve yalnız hissetmesinden mi olsa gerek dışarıdan bakıldığında idealize edilebilecek bir hayatın kırılgan noktalarını görüyoruz. Tek başına gezen, gören, gördükleri hakkında düşünen bir kadının karşımda canlanması heyecan uyandırıyor; ne de olsa dönemin piyano çalan ve kitap okuyan modern kadın tablolarında rastlaşacağımız bir imge değil bu. Leonardo’ya beslediği hayranlık, Raphael’e bir türlü ısınamaması gibi Venedik’i gizemli, Floransa’yı büyüleyici, Lozan’ı yavan bulması, tüm bunlara karşı duyduğu heyecan beni meraklandırıyor. “Melek Melek Koca Melek” diye geçiriyorum içimden. Eserlerini erken dönemde üçgen bir monogram, sonrasında ise sadece ilk adı ile imzalayan Melek’in 1935 tarihli bir oto portresine düştüğü notu anımsayarak.* 

Bir değişim, dönüşüm döneminde yaşamış, eğitimli ve farkındalığı yüksek bir kadın olmasının etkisini görüyoruz yaşamında. Serginin çerçevesi Melek’in fikir dünyasına yaptığımız yolculukta onun görüşlerini şekillendirecek noktaları belirleyerek seyirciye bir nevi neden-sonuç ilişkisi kurabilecek ipuçları sağlıyor. Modern toplumda yeni olanın eskiyi kayıt dışı etmesi gerektiğine inanç büyüdükçe kültürel miras kavramı da yok oluyor. Toplumsal hafızanın vadesi ise durmaksızın güncellenen gündelik olaylar yığını altında gittikçe kısalıyor. Sergi Melek’in yaşamı ile Cumhuriyet’in ideallerinin örtüşen noktalarını başarılı bir şekilde gün yüzüne çıkarırken burada unutulmuş olanın “Melek” değil Melek’in temsil ettiği değerler olduğuna inanıyorum. 


bottom of page