Kır İğdesi: Dikenli, eğri ama kendi gibi
- Ceylan Önalp
- 27 May
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 28 May
Mahmut Karatoprak’ın 50. kişisel sergisi Kır İğdesi, 6 Mayıs - 2 Temmuz tarihleri arasında Serap Atala küratörlüğünde Decollage Art Space'de gerçekleşiyor. Sergiyi sanatçının ördüğü bellek ve kullandığı kendine has dil üzerinden ele alıyoruz
Yazı: Ceylân Önalp

Kır İğdesi, Sergiden görünüm
Bazı bitkiler kendini göstermeye çalışmaz. Ne kokularıyla baş döndürür ne de gövdeleriyle gölge olur. Yine de oradadırlar; dirençli, sessiz ve yerli yerinde. İğde ağacı da öyledir. Eğri büğrü dallarıyla, dikenli yapısıyla, kendi içinde dönüşerek var olur. Mahmut Karatoprak’ın Kır İğdesi adlı 50. kişisel sergisi, tam da bu hâlin mekâna yerleşmiş karşılığı gibi. Decollage Art Space’te izleyiciyle buluşan sergi, sanatçının yarım yüzyılı aşan üretim sürecine yüksek sesle değil, içten bir selam. Ne nostaljiye öykünme ne de retrospektif bir övünç; daha çok taş duvarlı bağ evlerinin sabah serinliğine, kadınların topladığı ve kurutup şifalı kürler yaptığı iğde meyvesinin buruk tadına doğru kişisel bir yürüyüş.
İğde demişken, Deniz Gezgin’in Bitki Mitosları kitabını anmamak olmaz. Efsaneye göre iğde ağacı, Nemrut’un ateşine en sıcak odunu sunan cesur bir ağaçtır. Bu yüzden lanetlenmiş, dikenlerle kaplanmış ama aynı zamanda şifa veren bir mucizeye dönüşmüştür. Mahmut Karatoprak’ın kadın figürleri de bu çelişkili doğayı andırıyor: Hem kırılgan hem inatçı; yer yer melankolik ama hafif alaycı. Yüzlerinde tevazuyla yansıyan bir bilgelik, bazen mesafeli ama her daim “orada” olduğu hissini vererek izleyiciyle bakışıyorlar. Aslında ne ikonlaşmak gibi bir arzuları var ne de temsile hizmet etmek gibi bir görevleri. Kimi zaman uzun etekli, kimi zaman çocuksu bir ifadeyle, çoğunlukla da hafif yorgun ama ayaktalar. Bu dirayetli duruşları, insana sergiyi gezerken sürekli bir temsil arayışıyla didinen çağdaş sanat dünyasından ufak bir mola verdiriyor. Çünkü onlar, olduklarından fazla bir şeye dönüşmeye çalışmıyorlar. Hatta bu yüzden biraz tedirgin edici bile olabilirler: kendi gibiyken bu kadar güçlü olmak, kolay sindirilen bir özellik değil. En çok da bir kadın için.

Mahmut Karatoprak, İsimsiz 6, Ahşap üzerine akrilik boya, 71.5x83 cm, 2025
Sergideki kadın figürleri kadar dikkat çekici olan bir diğer unsur da sanatçının kendisinin ürettiği çerçeveleri ve malzeme kullanımı. Sanatçının atık malzemelerle oluşturduğu çerçeveleri de bu kadınlar gibi: gösterişsiz ama dirençli. Sıradanın içindeki iradeyi, malzemenin içindeki hafızayı görünür kılan oymalı ahşap parçalar, metal hurdalar — adeta sergideki her iş yalnızca içeriğiyle değil, çevresini kuşatan sınırıyla da bir anlatı sunuyor. Çerçeve, tıpkı sergilemede kullanılan ışıklandırmalar gibi, bazen içeriğe karşı çıkan bir ses, bazen onunla el ele yürüyen bir parantez. Böylece işler, klasik anlamda eser olmaktan çıkıp bir tür nesne-kişi arası, neredeyse canlıymış hissi veren bir varlık hâline geliyor. Ne kadar sessizse, o kadar kalıcı.
İşlerin sınırlarını belirleyen bu çerçeve dili, zamanla kurulan ilişkiyi de biçimlendiriyor. Zaman, Karatoprak’ın işlerinde tekdüze bir çizgi olmaktan çok, katlanmış bir kumaş gibi duruyor. Kayseri’de geçen çocukluk yıllarının izleri, bugünün atölye rutiniyle yan yana açılıyor. Ne nostalji var bu işlerde ne de geleceğe dair bir kehanet. Daha çok, bir elin belleğiyle tuttuğu, öbür elin hâlâ şekil verdiği bir zaman katmanından bahsedebiliriz. Bu yüzden sergideki işler yaş almış değil, sadece yer etmiş duruyorlar. Kimi duvarda, kimi raf üstünde, kimiyse neredeyse göz hizasının dışında, ama hepsi orada. Sabitlenmeye değil, eşlik etmeye gelmiş gibiler. Kır İğdesi adı da bu zamansızlığı taşıyor zaten. Ne çiçek açtığıyla bilinir bu ağaç, ne de gölgesinde oturulduğuyla. Ama hâlâ kokusu duyulan bir hatırası vardır Anadolu’nun. Karatoprak, bu kokunun peşinden gitmek yerine onu bulunduğu yere yerleştiriyor: Biraz resme, biraz çerçeveye, biraz da izleyicinin belleğine.
Solda: Mahmut Karatoprak, İsimsiz 36, Ahşap üzerine akrilik boya, 52x40 cm, 2025 Sağda: Mahmut Karatoprak, İsimsiz 2, Ahşap üzerine akrilik boya, 81x71 cm, 2025
Karatoprak’ın illüstrasyonları, resimlerine nazaran biraz daha serbest, biraz daha “oynama alanı” bırakılmış gibi. Karakalemin hassas dokunuşları ve bazen pastel, bazen canlı renklerle beslenen çizgiler, kadın figürlerinin melankolisini kırıp eğlenceli bir espri alanına çeviriyor. Öyle ki sıradan nesneler bazen absürt bir mizah unsuru gibi dururken, bazen de beklenmedik bir anlam kazanıyor. Karatoprak burada çizgiyi sadece figürün sınırlarını belirlemek için değil; o sınırları yumuşatmak, eğmek ve hatta bazen gülümsetmek için kullanıyor. Bu çizgisel dil, tıpkı sanatçının kendine özgü çerçeveleri gibi, illüstrasyonların da sınırlarını sürekli zorlayan bir karaktere sahip. Kimi zaman sayfadan taşan dallar, kimi zaman da figürlerin içinde saklanan küçük sürprizler, izleyiciyi yeniden ve yeniden dikkat kesilmeye davet ediyor.
Heykeller ise bambaşka bir dil konuşuyor. Ahşap, metal, seramik gibi farklı malzemelerin pürüzleri, yüzeyin dokusu ve formun organik akışı izleyiciye dokunsal bir deneyim sunuyor. Karatoprak’ın heykellerinde de resimlerinde gördüğümüz o mizah ve bilgelik formun içinde gizlenmiş; atık malzeme ve doğal formlar, klasik heykel kalıplarının dışına çıkıyor. Sanatçı burada malzemeyle adeta bir diyalog kuruyor. Atık ve yeni, doğa ve insan, katı ve yumuşak arasında gidip gelirken heykeller hem çağdaş hem zamansız bir tavır takınıyor. Sınırları zorlamaya çalışırken yapaylaşmamak; hassas ama inatçı bir denge içinde var olmak. Tam da Karatoprak’ın diliyle örtüşen bir tutum.
Kır İğdesi, Mahmut Karatoprak’ın nevi şahsına münhasır üretim biçiminin sessiz ve kararlı bir özeti. Dikenli ama sarkmayan, eğri ama sağlam duran bir sergi. Gözle görünmeyen bir şeyin, yıllar içinde toprağa sinmiş hafızasının kokusunu ağır ağır bırakması gibi.
Comments