top of page

Kendi ışığını bulmalısın


Shakespeare oyunlarında orman metaforu her zaman önemli bir yere sahip olmuştur. Bir Yaz Gecesi Rüyası komedyasında da Shakespeare bizleri büyülü bir ormanın derinliklerinde, aşıklar aleminde bir rüya yolculuğuna çıkarır. 2014/15 sezonunda İstanbul Şehir Tiyatrolarında Makedon yönetmen Alexander Popovski’nin rejisiyle ve Sven Jonke’nin kırmızı orman tasarımıyla sahnelenen ve sahnelediğinden beri tiyatro severler tarafından büyük bir ilgiyle karşılanarak birçok ödül almış olan Bir Yaz Gecesi Rüyası bu sezonda da Biraderler Yapım yapımcılığında yeniden İstanbul izleyicisiyle buluşuyor. Oyunun başrollerinin ikisinde birden rol alan ve oyunculuğu kadar hayattaki duruşuyla da dikkatleri üzerine toplayan Levent Üzümcü ile tiyatro ve hayat üzerine sohbet ettik

Bazı araştırmacılara göre Shakespeare’in Bir Yaz Gecesi Rüyası’nda, Elizabeth döneminde hüküm süren ataerkil düzeni, üstü örtük olsa bile, eleştiren unsurlar bulunmaktadır. Popovski’nin rejisinde de benzer bir izleğe rastlıyoruz. Bize biraz Popovski’nin rejisinden bahsedebilir misiniz?

Aslında metinler duruyorlar durdukları yerde, 1500’lerde yazılmış bir metinden bahsediyoruz. Özellikle son 40 yılda metinlere daha farklı bakılmaya başlandı. Bunu biraz açarsak, bu metinler dünya klasiği olduğu için her yeni jenerasyon için tekrar izlenmek üzere yeniden düzenlendiler. Evrensel oyunlar da diyebiliriz. Mesela Suç ve Ceza yazıldığı tarihten beri tüm dillere çevrildi ve hala okunuyor, hala satılıyor. Ya da Kürk Mantolu Madonna. Bunu bir kenara koyalım istiyorum. Klasik hikayeden bahsederken de bunu kastediyorum. Yıllarca üç aşağı beş yukarı aynı yapıldı bu oyunlar. Sözleri aynıydı, kostümleri değişti, dekorları değişti. Fakat son zamanlarda daha radikal rejiler yapılmaya başlandı. Rejiler daha esnek tutuldu. Bir yazarın tüm külliyatı göz önünde bulundurularak oyunlar yapılmaya başlanıyor. Onun için, bir Shakespeare oyununa, Bir Yaz Gecesi Rüyası’na gittiğin zaman Hamlet’ten ya da Macbeth’ten de bir replik duyabiliyorsun. Tıpkı Büchner’in bir oyununa gittiğin zaman, zaten üç tane oyunu var, işte üçünden herhangi bir şeyi diğerinde duymak gibi. Dramaturji biraz bu yönde ilerledi. Dekor ve kostüm açısından tabii çağımızın, olanakları daha da arttı. Avrupa tiyatrosu ekip halinde çalışıyor. Bir oyunun bir yönetmeni var ama o yönetmenin arkasında dramaturgu var, dekorcusu var, dekor tasarımcısı, kostüm tasarımcısı hatta perukacısı ve ışıkçısı var, hepsi birlikte çalışıyorlar. Herkes fikrini söylüyor, yönetmen de onları buluşturuyor. Bu şahane bir yöntem. Ben Roberto Ciulli ile de çalışırken bunu görmüştüm. Alexander ile çalışırken de bunu gördüm. Benim çok sevdiğim bir esneklik bu. Çünkü tiyatro, evet disiplinli bir iş; elbette biz çalışırken son derece disiplinli çalışıyoruz ve bunu da unutmamak lazım.

Öte yandan bizler çok eğlenceli insanlarızdır; çalışırken çok eğleniriz ama Alexander ile olan çalışmalarda hep çalışmaya odaklanıyorum. Tehlikeli İşler de öyleydi. Orada Fransız aristokrasisini oynuyorduk. Ömrü hayatımda en keyif aldığım oyunlardan biriydi. Zor bir tekniği vardı, keza oyunculuklar çok zordu. Hem zorlayıcı hem keyifli. Bir Yaz Gecesi Rüyası’nda Alexander’ın rejiye bakışı yine serbest bir bakıştı. Oyuncunun kendi yaratısına ve kendini oyunda hissetmesine izin veren bir yapısı vardı. Zaten oyunlar bir çok şeyiyle, bir çok dinamiğiyle seni içine çeker. Zaten Shakespeare oynuyorsun... Bu oyunun özelinde söylüyorum, zaten çok iyi bir dekorun içinde harika kostümlerle ve son derece teknik bir oyunda oynuyorsun. Yönetmenin sana gösterdiği yolda özgürce gidebilme şansına sahipsin. Çünkü yönetmen bir yol yapabiliyor, bir yol çizebiliyor sana. Ne istediğini bilen, onu oyuncudan alabilen bir yönetmenden bahsediyoruz. Rejiyi görebilen, oyuncunun farklılığına göre rejiye şekil veren ve onu yine oyunun içinde tutabilen bir yönetmenden bahsediyoruz. Çok özel biridir Alexander. Aşağı yukarı aynı jenerasyondan geliyoruz. O Makedonya’da, eski Yugoslavya’da büyümüş, biz de Türkiye’de büyüdük. Yunan televizyonundan izlediğimiz programlar bile ortak. O bölgedeki tek demokratik cumhuriyetti Yunanistan. Birlikte büyümüşüz, aynı müziklerden hoşlanıyoruz. O zaman dünya görüşün de birbirine benziyor. O da kendi ülkesinde çok muhalif bir tip. Biliyorsun Makedonya da faşizmle yönetiliyor, diktatörlükle. Çok benzer yanımız var.

Peki siz karakterlerinizi oluştururken yönetmenin size açtığı bu özgür alandan biraz söz edebilir misiniz?

Elbette. Oyunculukta bu neye benziyor biliyor musun? Şimdi ben oyuna ilk başladığımda karanlık bir odanın içindeyimdir ve elektrik düğmesini ararım. Alexander ile olan çalışmada, Alexander dışarıdan hep ışık tutar. O elektrik düğmesini bulabilmem için. Bazen onun dışarıdan getirdiği ışığın loşluğuna kapılabilirsin. Ama mutlaka kendi ışığının düğmesini bulmak zorundasın. O yüzden de aramalısın.

Peki Popovski oyun içinde oyunları nasıl ele aldı Bir Yaz Gecesi Rüyası’nda?

Aslında oyun içinde oyun yerine, rüya içinde rüya gibi düşündük biz bu işi. Yaşananlar gerçek mi yoksa rüya mı? Theseus’un tiradı var, "anlatılanlar çok garip," diyor. Hippolyta da diyor ki; “Garipten de garip yani gerçekten de öte. Ama böyle geçmişten kalmış acayipliklere, peri masallarına falan inanmam ben asla. Çünkü bu, aşıklarla kaçıkların fantezileri biçimlendirmede öylesine ateşli bir beyinleri vardır ki, görürler soğukkanlı mantığın göremediklerini.” Şahane bir replik; "orada ne olduğunu biz bilemeyiz bunlar zaten manyak, aşık, bunlar her şeyi görür," diyor. Rüyalara karşı. Çünkü, bilmiyorum bilir misin çocuklar büyürken sorarlar; “Anne Allah var mı?” İnsanların kökleşmiş inançlarıyla ilgili ciddi soruları olacaktır. Ben her zaman şöyle söylerim; “Oğlum inanıyorsan var.” Bu kadar basit. Theseus gibi insanların -oyundaki Atinalı Tiran’dan bahsediyorum- öyle bir fantezi dünyası yoktur. Onlar çok gerçekçi ve direkt bakarlar hayata. Rüya mı? O da ne? Hayal mi? Geç bunları, bunlar manyak, bunlar aşık. Gerçekçi değil.

İnsanın empoze ettiği düzende belki rüyalara yer yok ama doğanın düzeni rüya görmeye devam ediyor. Hatta bu oyunda hepiniz orman perisi Puck’ın rüyasının içindesiniz.

Evet Puck’ın rüyasının içindeyiz. Çünkü Atina ayrı bir yerde, orman ayrı bir yerde. Ormanda cinler var, aşıklar var. Onların durumu var. Bana rolüme nasıl hazırlandığımı soruyorlar. Orman cinini oynuyorum. Gideceğim orman cini mi bulacağım kendime? (Gülüyor) Neyse, orman ciniyle konuştuk. Rolü nasıl ele almam gerektiği hususuyla ilgili beni uyardı.

Aslında Shakespeare’in tragedyalarında da orman metaforu hep çok önemli bir metafor olmuştur. Buradaki kırmızı ormandan, Sven Jonke’nin yaptığı sahne tasarımından biraz söz edebilir misiniz?

Sven çok ilginç bir insan. Sahneyi her zaman için üç boyutlu düşünüyor. Sahne her zaman üç boyutlu ama dekorlar genellikle tiyatro oyunlarında hareketsizdir. Ama tiyatro oyunundaki dekor oyuncu kadar hareketli olmalı, metin kadar kıvrak olmalıdır. Sven bir küp olarak düşünüyor sahneyi. Sahnenin yüksekliğini de tıpkı derinliğini kullandığı gibi kullanıyor ve biz sahneye çakılı oyunlar oynuyoruz. Yer çekimi diye bir şey var. Fakat bütün oyunlarında yer çekimine de karşı koyar. Oyuncular iplerde olurlar, yukarıda olurlar. Onu öyle sağlayamıyorsa bile görüntüsüyle sağlar. Mutlaka o sahnenin üç boyutunu kullanır. Bu benim çok hoşuma giden bir şey. Dekor da hareketlidir. Tıpkı Sven’in Popovski’nin bir diğer oyunu İmparatorluk Kuranlar yahut Şümürz’de yaptığı gibi. Daracık alanları şahane bir biçimde kullanıyorlar. Mekan kısıtlayıcı olmuyor onlar için aksine yeni bir fikre yol açan, yeni bir zorluğun üstesinden gelmelerine yol açan bir engel gibi ya da bir yardımcı gibi görüyorlar yeri geldiğinde sahneyi.

İmparatorluk Kuranlar yahut Şümürz’de de çok ufacık bir mekanda bambaşka dünyaların kapılarını açacak bir dekor tasarlamıştı Sven Jonke. Peki Popovski’nin Bir Yaz Gecesi Rüyası’nda ön plana çıkardığı aşıklar ve esnaf zümresine dair neler anlatabilirsiniz?

Oyun üç, hatta dört tane ana basamaktan oluşuyor. Popovski oyunu kurarken Atina’da kuruyor olayı. Bütün zorlukları Atina’da belirtiyor. Ondan sonra ormanın dünyasına giriyoruz ve ormanın dünyasından sonra tekrar Atina’ya dönüyoruz. Bir günlük zaman zarfı içerisinde olup bitiyor her şey, esnaflar da zaten dünyada çok ele alınmış bir gruptur. Yeteneksiz bir yönetmenleri ve yeteneksiz oyuncularıyla tam bir komedidir esnaflar Shakespeare’de. Aşıkların durumu da çok komiktir. Oyunun içerisinde bunların hepsi bir denge unsuru. Aşıklar ve esnaflar kendilerini iyi göstermelilerdir ki Atina’da kurulmuş o sertlik, o korku imparatorluğu ve bunun yol açtığı durumu biz anlayabilelim. Sonra orman var. Ormanda kakara kikiri bir hayat var. Millet birbirine kumpaslar kuruyor, eşek şakaları yapıyor, orman kraliçesi eşeğe aşık oluyor. Sihirli çiçekler var, gözlerine damlattığın gözlerine herkes havale geçiriyor. Mesela dans sahnesini hatırlıyor musun bilmiyorum, çok eğlencelidir, çok keyifli şeylerdir bunlar.

Söz ettiğiniz Popovski’nin muhalif duruşu, bu oyunda kendini azıcık da olsa gösteriyor mu acaba?

Hayır. Bu politik duruş hikayesine genellikle biz düz ayak insanlar siyaseten bakarlar. Yani süregelen burjuva siyaseti üzerinden bakarlar. Ama hikaye öyle bir şey değildir. Politik bakış açısı dediğimiz şey bildiğimiz politikacılar anlamında bir bakış açısı değildir. Her sanatçının bir ideolojisi olmalıdır. Siz, eğer ideolojiniz olmazsa, hayata bir evin içerisindeki pencereden bakabilme yeteneğiniz yoksa, gördüklerinizi kime nasıl anlatacaksınız? Hiçbir şey göremezsiniz ki. Bunun için ideolojisi olması zorundadır sanatla uğraşan insanların. Bir yerden hayata bakmalılar ki sonradan gidip onu başkalarına anlatabilsinler. Bu oyunu böyle yapabilecek bir kafa zaten sana çok şey söylüyor. Artık bu kadar klasik bakma diyor hayata en azından. Ama işte bu oyunun söylemi yok. Aşk kadar evrensel bir şey var mı? Aşkın içindeki o aldatma, onun yıkımı, kabul edilemez durumu, aşkın hırsı, cinselliğin çekiciliği, her şey bu oyunda anlatılıyor. Bunlar yok mu hayatta? Ve bu oyunu böyle anlatıyorsun. Çok yenilikçi ve devrimci bir şekilde. Bunlar çok özel şeyler. İlle de bir oyunun çıkıp da dünyadaki herhangi bir siyasi yapıyı, devleti eleştirmesine gerek yok. Bu da bir politik duruştur.

Sanırım biz bunları biraz karıştırıyoruz. İlle de ‘politik tiyatro’ diye tanımlanan şeyi yapıyor olmanın bir politik duruş olduğu zannediliyor. Oysa bahsettiğiniz gibi baktığınız pencereden gördüğünüz şeyleri izleyiciye gösterebilmek yeterince devrimci bir mantık.

Evet hatta politik bir şey. Biz 1960’lı ve 1970’li yıllarda politik tiyatroyu çok yanlış algıladık. Çok güzel örneklerini verdik ama tiyatroyu bir slogan tiyatrosu, bir provokasyon aracı olarak kullandılar. Ben öyle görmüyorum tiyatroyu. Tiyatro bir sanattır. Söylemek istediğin sözü sanat yoluyla güzelce söylersin. Tıpkı Anlatılan Senin Hikayendir’de yaptığım gibi. Hayata dair inandığım her şeyi o oyunla, sanat yoluyla hiç kimseleri kırmadan şahane bir biçimde söylediğimi düşünüyorum.

Biraz Anlatılan Senin Hikayendir’den söz edebilir misiniz?

Anlatılan Senin Hikayendir’in yazarı Cengiz Toraman. Tek kişilik bir gösteri. İki saat sürüyor fakat seyirci bir türlü ikna olmuyor iki saat sürdüğüne. "Aaa bitti mi? Ne çabuk" diyorlar. İki saattir bir tane adam sahnede ses patlatmış ve "Bitti mi?" diyorlar. (Gülüyor) "Bitti tabii, iki saattir izliyorsun." diyorum.

Peki siz hayata baktığınız o ideolojik pencereden neler görüyorsunuz?

Kısa söz edeceğim; kıblem insan.

Bir Yaz Gecesi Rüyası’na geri dönersek; bu oyun İstanbul Şehir Tiyatroları’nda 2014-2015 sezonunda da sahnelendi. Hatta sonrasında Afife Jale’den ve birkaç yerden daha ödül aldı ve birçok dalda aday gösterildi.

Ben Sadri Alışık’tan en iyi oyuncu olarak ödül aldım. Arda ve rahmetli Yavuz Ağabey Afife Jale’de adaydılar. Yavuz Ağabey aldı. Aday olduktan sonra vefat edip ödülü alan tek oyuncu.

Şimdi ise gene Popovski rejisi ile oyunun prodüksiyonunu Biraderler Yapım üstlendi ve oyun yeniden sahneleniyor. Bunun sebebini açıklar mısınız?

Ben 2013 yılında başlayan süreçte göstermiş olduğum tavır nedeniyle Şehir Tiyatroları’ndan atıldım. Memuriyetime, bir daha memuriyete dönmemek üzere, son verdiler . Dava açtım ve dava şu an devam ediyor. Oynadığım son oyun Bir Yaz Gecesi Rüyası’ydı. Oynadığı sezonda otuz iki gösterimle sezonun içerisindeki en çok izlenen oyundu. Toplam yirmi sekiz bin kişiye oynadık iki oyunu Açıkhava Tiyatrosu’nda. Bugüne kadar Açıkhava Tiyatrosu’nda en kalabalık seyirci grubu tarafından izlenmiş tiyatro oyunu oldu. Hatta bir takım konserlerden bile daha fazla seyircimiz vardı. Pek çok arkadaşımızın içinde kaldı bu. Oyunu oynamak istediler ama olmadı.

Bu arada oyunculardan Arda Aydın da OHAL’den dolayı açığa alındı.

15 Temmuz’la gelen süreçte Arda da başka bir grup arkadaşımızla birlikte atıldı. Ama onlar üç ay içinde döndüler. Neden atıldıklarına dair bir sebep ya da kanıt bulunamadı, saçma bir durum. Ortam muhalif olan herkesi dışlamaya meyilli. Nuriye ile Semih terörist mi Allah aşkına? Biz oyunu tekrar oynamak istedik. Arda ile girdik işe. Sonra Şehir Tiyatroları’nda orijinal oyunu oynayan ekipten bir kişi hariç herkes oynamak istedi. Alexander’a durumu anlattık ve oynamak isteyen herkesin oynayabileceğini söyledi. Sonra oyuna girdik, diğer arkadaşlarımız gelip provalarını yaptılar ve izin başvurularında bulundular. Ancak izin çıkmadı. Dilekçeleri resmi olarak kabul edilmedi. Çünkü tiyatroda şöyle bir kural vardır; tiyatrocu olarak dışarıda yapacağın bir işin yönetmenini, oyuncularını, konusunu yazarsın, onlar da "asıl işinizi aksatmamak kaydıyla dışarıda bu işi yapabilirsiniz" diye bir belge verirler. Bu arkadaşlarımız başvurdu fakat hepsi ret cevabı aldılar ancak resmi olarak değil. Çünkü resmi olarak ret cevabı verebilecekleri bir durum yoktu. Yani üçüncü sınıf dizilerde oynamaya izin veriyorlar ama bir Shakespeare klasiğinde oynamalarına izin vermiyorlardı. Bunu söyleyen Kültür İşleri Daire Başkanı’nı başka nedenlerden dolayı görevden aldılar. Arkadaşlarımız işten atılmakla, kadro verilmemekle tehdit edilerek Kültür İşleri’ndeki muhtelif yöneticiler tarafından böyle bir şeye maruz bırakıldılar. Biz de oyunu, zaten çalışıyor olduğumuz yeni kadromuzla sahneledik. Bu bir inattı. Bu bir borçtu. Hem tiyatro seyircisine karşı hem kendimize karşı.

Deutsche Welle kanalı için verdiğiniz bir röportajda da size aynı soruyu soruyorlar ama ben de sormak istiyorum; sizin gibi özel tiyatro yapan sanatçılara karşı Türkiye’de baskı var mı?

Bir kere şuna açıklık getirmek istiyorum: Ben dışarıda da çok fazla iş yapan bir tiyatro oyuncusuyum. Maddi olarak Şehir Tiyatroları’nda aldığım maaşın çok ötesinde para kazanabilme ihtimalim var ve bu ihtimalimi her zaman değerlendirdim. Fakat Şehir Tiyatroları için çok fazla mesai harcıyordum. Yılda bir iki tane oyunum oluyordu. Ve bunun karşılığında çok makul bir ücret alıyordum. Bana, "şöhrete kavuştuğumda" arkadaşlarım dediler ki, "Oğlum ne yapıyorsun burada? Zamanının çoğunu harcıyorsun. Dışarıda kazanabileceğin olası paraları reddediyorsun." Ama Sadri Alışık ödül töreninde de söyledim; "ben Şehir Tiyatroları’nda seyircilerin 5 liraya, 10 liraya benim tanınırlığımdaki bir aktörden bir dünya klasiği izleyebilmeleri için çalışıyorum." Çünkü bazı şeyler sözle olmaz. Ben gerçekten buna inanıyorum. Kıblem insandır dediğim zaman bunu lafın gelişi söylemiyorum. Hayatını da buna göre oturtmuş bir insanım. İnsanlar kolayca konuşabiliyor: “Sen yanmazsan, ben yanmazsam, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa?” Sonra ufak bir zorluk karşısında hemen kaçıyorlar. Mesela günün yirmi dört saatini ibadet ederek geçiren insan da gün geliyor türlü rezillikler yapabiliyor. Ne kadar fazla söylediğin değil hayatında neyi uyguladığın önemli. Şehir Tiyatroları’nda durma hikayesini böyle anlatabilirim sanırım. Konudan mı uzaklaştım?

Özel tiyatro yapmakla ilgiliydi.

Şehir Tiyatroları’ndan atıldıktan sonra özel tiyatro yapmaya başladım. Ama özel tiyatroda bilet fiyatlarının en ucuzu 40 lira. Öte yandan sahne bulmakta zorlanıyorum. Mesela Anadolu’da sahne bulmak kolay değil. Örneğin İstanbul’da, Maltepe Belediyesi yıl içerisinde tiyatro jürisi tarafından ödül almış, takdir edilmiş, izlenip onaylanmış tiyatro oyunlarını, belediye cüzi bir paraya satın alıyor. Sonra Maltepe’de yaşayan bütün vatandaşlarını oyundan haberdar ediyor. Biletler İnternet üzerinden vatandaşlık numarasıyla alınıyor ve oyun belediyenin bir hizmeti olarak izleniyor. Ama Anadolu'nun bazı yerlerinde durum farklı. Oralarda valiler ve belediye başkanları sempati duymadıkları oyunlara sahne vermiyor. Ben aslında belediye oyun alsın da istemiyorum. Sahne verseler biz de gişe açabiliriz ancak sahne vermiyorlar.

Popovski veya Biraderler Yapım ile geleceğe dönük yeni projeleriniz var mı?

Şu an yok ama neden olmasın? Biraderler Yapım benim gördüğüm kadarıyla Türkiye’deki yenileşen tiyatro izleyicisini ve ihtiyaçlarını çok iyi kokluyor. Çok büyük işler çıkacak oradan. Alexander, Arda ve ben mutlaka tekrar bir araya geliriz burada ya da başka bir yerde.

bottom of page