top of page

Kayıt Dışı Cinayetler No:2 Pablo Picasso

Yazar Fatih Tan’ın sanat dünyasının tanınmış ressamlarını birer “maktul” olarak konuk ettiği Kayıt Dışı Cinayetler yazı dizisi iki ayda bir unlimitedrag.com'da okuyucuyla buluşuyor. Kayıt Dışı Cinayetler’in kriminal kurgu dünyasının sıradaki kurbanı: Pablo Picasso


Yazı: Fatih Tan


“Bir keresinde annem bana dedi ki, ‘Askersen general olursun, keşişsen papa olursun.’ Onun yerine ressamdım ve Picasso oldum.”


Pablo Picasso


Pablo Picasso, 1881 yılında İspanya’nın Málaga şehrinde dünyaya geldi. Ressam, heykeltıraş, şair, sahne tasarımcısı ve oyun yazarı olan Picasso, sadece kendi döneminin değil, kendi döneminden günümüze ismi neredeyse tüm dünyada ve herkesçe -bütün halk kesimlerince- bilinen yegâne sanatçıdır. Georges Braque ile birlikte başlattıkları Kübizm akımıyla 20. yüzyılın sanatına damgasını vurmuştur. Picasso’dan önce, sanat dünyasını bu kadar etkileyen ya da onun kadar büyük bir hayran ve eleştirmen kitlesine sahip başka bir sanatçı olmamıştır. Bu açıdan hayat hikâyesi ve sanat kariyeri en bilindik sanatçıdır. En az resim tekniği kadar, politik kimliği ve hayatına giren kadınlarla da her zaman ön plana çıkmıştır. Dolayısıyla Picasso’nun hayatının ancak çok kısa bir özetini ve onu da kronolojik bir metotla ilerletmeye çalışacağım.

Uzun kariyeri boyunca yirmi binden fazla resim, gravür, çizim, heykel, seramik, kolaj, asamblaj, kostüm ve tiyatro setleri gibi eserler üretti. Bir resim öğretmeni olan babası çocuk yaşlarda oğlunun yeteneğini fark edip ona resim tekniği ile ilgili dersler vermeye başladı. 11 yaşında yağlı boya, sulu boya ve illüstrasyon teknikleriyle resimler yaptı. 13 yaşında ilk kişisel sergisini açtı. Barselona’daki La Lonja’ya kaydını yaptıktan bir yıl sonra, 16 yaşındayken Madrid’deki en önde gelen ünlü San Fernando Kraliyet Akademisi sanat okuluna girdi. Manzara dersleri aldı ve Tarragona’ya bağlı olan Horta de Ebro köyü ona müthiş ilham verdi. 1897’de Málaga’daki Güzel Sanatlar Sergisinde “Altın Madalya” ile ödüllendirildi. 1900 yılının başlarında ilk kez Paris’i ziyaret etti. Fakat şehre diğer sanatçılar gibi Champs-Élysées (Şanzalize) caddesinden havalı girmeyi tercih etmedi. Tam tersine madunların, bohemlerin, yabancıların ve göçmenlerin yaşadığı bir mahalle olan Montmartre’nin dar kapısından girdi. Fransız asayiş bürosu tarafından hemen anarşist olarak etiketlendi. Polisin o günkü anarşist kodlaması, günümüzün “şüpheli terörist” tanımına denk geliyordu. Yabancı düşmanlığı dalgalarıyla sarsılan, Cezayir sömürge politikası ile zirve yapan ve ulusal safkan fikriyle takıntılı olan bir Fransa’da Picasso, bir yabancı, sözde bir anarşist ve bir avangart olmanın üçlü damgasını aynı anda yaşıyordu. Sanatını anlayan, değer veren ve destekleyen uyumsuzlar, özgür düşünürler, şairler ve diğer gurbetçilerle samimi ilişkiler geliştirdi. Paris’te, bir yabancı ve düzenli olarak yetkililerin dikkatini çeken potansiyel biri olarak hayatını sürdürdü.


1901 yılına gelince Picasso, bu dönem mavi, mavi-yeşil tonların hâkim olduğu tek renkten oluşan resimler yaptı. Sanatçının Mavi Dönem olarak anılan bu dönemin konuları, genelde kasvetli mekânların ve alt sınıfa mensup insanların yaşamlarındaki kesitlerden oluşmaktadır. Picasso için bu dönemin asıl başat öznesi Saint-Lazare Hastanesi’nin hastalarıydı; fakat bu hastaların yanında, şehrin yoksullarını, dilencilerini, sarhoşlarını ve fahişelerini de kompozisyonlarına önemli ölçüde taşıdı. Aynı yıl Arte Joven (Genç Sanat) dergisini kurdu ve ilk sergisini Paris’teki Galerie Vollar’ da açtı. Ekspresyonist ve Post-Empresyonist üslupları kullanarak resimler ve Femme Assise (Oturan Kadın) isimli ilk kil heykelini bu dönemde yaptı. 1904’te Montmartre’deki Bateau-Lavoir stüdyosuna taşındı ve sık sık Au Lapin Agile kabaresini ziyaret etti. Orada Fernande Olivier, André Breton ve dostlukları ölünceye kadar sürecek olan André Salmon, Maurice Raynal ve Guillaume Apollinaire ile tanıştı.


1905’te Hollanda’ya yaptığı seyahatlerde bir dönüşüm yaşayarak monokrom renklere yöneldi. Ünlü yazar Gertrude Stein’in portresini yine bu dönemde yaptı. Bu dönem, Picasso’nun Pembe veya Gül Dönem olarak adlandırılan ikinci önemli durağıydı. Esas bu dönemin belirleyicisi Au Lapin Agile kabaresinin yaşamsal atmosferidir. Picasso 1905 yılında, Au Lapin Agile isimli yaptığı kanvas üzerine yağlı boya tablosuyla kabarenin dünyaca ünlenmesini sağladı ve aynı zamanda Apollinaire’in yakın arkadaş çevresinden olan Fernande Olivier ile ilk burada tanıştı. 1906’daki yaz mevsimini, sembolizmle yeni keşif ve deneyler yaparak ücra bir Katalonya köyü olan Gósol’da geçirdi. Paris’e dönünce turuncu, pembe, gri ve kahverenginin ağırlıkta olduğu renkleri kullanmaya devam etti. Konularını Fransa’daki Les Saltimbanques olarak bilinen ünlü sirkten seçerek, oradaki hokkabazları, akrobatları, soytarıları, dansçıları vs. ele alarak vodvil dünyasının içini ve dışını resmetti. Bu dönemde Fransız ressam Henri de Toulouse-Lautrec’ten etkilendiği kompozisyonları üretmeye başladı. Genellikle kareli desenli ve yatay çizgili giysiler içinde tasvir edilen ve aynı zamanda bir komedi karakteri olan alacalı figür, Picasso için kişisel bir sembol haline geldi.


1907’de Apollinaire, onu Georges Braque ile tanıştırdı. O dönem Avrupa’da ışığın tuvale olan Empresyonist tahakkümünden sıkılan ve aynı zamanda Henri Matisse’in çiğ ve çok renkli fovist tarzından da büsbütün uzak duran yeni bir nesil yetişiyordu. Picasso ve Braque gibi ressamlar sanatta rasyonelliği savunuyorlardı. Sanatta görme duyusu yerine, aklın yetisini ön plana çıkaran bu yeni nesil sanatçılar, Paul Cézzane’ın izinden giderek, dış dünyanın nesnelerini sadece görünen yönüyle değil, görünmeyen tüm geometrik yönüyle ele alıyorlardı. Cézzane etkisiyle o yıl Picasso ve Braque önderliğinde Kübizm akımı ortaya çıktı ve akımın manifestosu da Apollinaire tarafından yazıldı. Manifestonun esas mottosu, sanatın bir taklit değil, bir tasarım olduğu ilan edildi. Yine aynı yıl, orijinal adı Le Bordel Philosophique (Felsefi Genelev) olan Les Demoiselles D’Avignon (Avignonlu Kadınlar) isimli ünlü devrimsel eser Picasso tarafından yapıldı. Eserin ismi, yaygın inanışın aksine Fransa’nın Avignon şehri değildir, Katalonya’daki Avinyó Kasabası’ndan gelmektedir. Bir genelevdeki beş hayat kadınını gösteren bu eser, bugün hala kübizm akımının en önemli başlangıç noktası olarak kabul edilir. Fransa’nın banliyölerinde yaşayan Afrikalı insanların onda bıraktığı derinlerdeki sarsıcı etkiyle yapılan bu eser, aynı zamanda “Afrika Sanatı” ve “İlkelcilik” dönemine denk gelen en önemli eseridir.


1908’de ağırlıklı olarak soyut manzaralar ve figürler çizdi. 1909 yılının yaz döneminde manzara resimleri yapmak için tekrar Horta de Ebro’ya döndü, fakat bu seferki kalışı çok uzun sürmedi. Paris’e dönüşünde Boulevard Clichy’ye taşındı. Anarşist görüldüğü için 1911 yılında Leonardo Da Vinci’ye ait dünyaca ünlü Mona Lisa tablosunu Floransa’ya kaçırmakla suçlandı. Ancak iddialar hiçbir zaman kanıtlanamadı. Aynı yıl Olivier’in yakın arkadaşı ve yeni sevgilisi Eva Goul ile tanıştı, birkaç ay sonra da ilk sevgilisi Olivier’den ayrıldı. 1910 ile 1912 yılları arasında Analitik Kübizm adlı bir stil geliştirdi. Ertesi yıl ilk kolajı olan Nature Morte a la Chaise Cannée (Baston Sandalyeli Natürmort) ve Guitars isimli kartondan gitarı yaptı. Boulevard Raspail’deki yeni stüdyosuna taşındığı bir zaman diliminde babasını kaybetti ve tekrar Barselona’ya döndü. Paris’e döndüğünde stüdyosunu Rue Schoelcher’a taşıdı. 1914’te Portrait de Jeune Fille (Genç Kızın Portresi) eserinde görülebileceği gibi noktacı bir tekniği kullanarak, Rokoko-Kübist sentezli bir stil geliştirdi. 1915 yılında Eva Gouel’ın ölümünden sonra Paris’ten Montrouge’a tekrar geçerek oraya yerleşti. 1916 yılına kadar çalışmalarını Paris’te sergilemeyi reddetti, Paris yerine New York ve Berlin’de sergiler açtı. 1917’de Rus emprezaryo Sergei Diaghilev tarafından Paris’te kurulan Ballets Russes (Rus Baleleri) isimli devrim niteliğindeki dans topluluğunu İtalya’ya kadar takip ederek, orada bir Rus balerin olan Olga Khokhlova ile tanıştı. Bale programlarını göstermek için noktacı stili kullandı ve kostümleri, dekorları ve sahne perdelerini tasarladı. Temmuz 1918’de Olga ile evlendi. O yıl Homme à la Guitare (Gitarlı Adam) isimli tuval üzerine yağlıboya çalışmasıyla Sentetik Kübizm stiline doğrudan geçiş yaptı. Kısa bir süre sonra Apollinaire öldü. Picasso, Rue la Boétie’ye taşındı. 1919’da Joan Miró ile tanıştı. Sonraki iki yıl boyunca, Londra ve Paris oyunları için daha fazla kübist set ve kostüm yarattı. 1920’lerden sonra tüm Avrupa’da faşizmin yükselişte olduğu bir dönemde hayatından korkan Picasso, 1935 yılında Fransız vatandaşlığına başvurmaya karar verdi, fakat bu talep polis tarafından askıya alındı. O günlerde faşizmle parçalanmış bir Avrupa’nın kalbinde sıkıntılı günler geçiriyordu. Ancak ilginç olan aynı dönemde eserleri MoMA’da sergileniyor ve oranın direktörü Alfred Barr, ondan bir deha olarak bahsediyordu.

1936 yıllarına geldiğinde ise Picasso için büyük bir dramın başlangıcıydı. İspanya İç Savaşı’nın yaşandığı bir sırada, küçük bir Bask kasabası olan Guernica ve onun sivil nüfusu, dönemin güçlü faşist rejimi olan Nazi Almanyası’nın 28 bombardıman uçağının bombalamalarıyla yok edilmişti. Picasso bu kötü zamanları değerlendirerek birkaç hafta içinde modern zamanların en ünlü sanat eseri olarak kabul edilen ikonik başyapıtı Guernica’yı yaptı. Picasso’nun arkadaşı, yazar ve antropolog Michel Leiris, bu olay için “eski dünya intihar etti” yorumunda bulundu. Bu süre içerisinde Guernica, Batı dünyasındaki müzeleri gezdi ve İspanyol Cumhuriyetçiler için para topladı. Picasso, dönemin önde gelen anti-faşist sanatçısı oldu. İspanya İç Savaşı başladıktan sonra Picasso, Cumhuriyetçi Parti tarafından Madrid’deki Museo del Prado (Prado Müzesi) müdürü olarak atandı ve müze koleksiyonunun Cenevre’ye taşınması için gerekli fonları sağladı. Savaş Picasso’nun ilk açıktan estetik ve politik çalışmasına fırsat yarattı. 1937 yılında propaganda ve bağış toplamak amacıyla satışa çıkardığı Franco’nun Rüyası ve Yalanı adlı 18 resimden oluşan çalışmasında Francisco Franco’ya ve faşistlere yönelik öfkesini doğrudan dile getirdi. Picasso gençliğinde Independentisme catalá (Katalan Bağımsızlık Hareketi) oluşumuna sempati duyardı, genel olarak desteğini her fırsatta ifade ederdi; fakat aktif olarak yer almazdı. Fransız polisi tarafından askıya alınan vatandaşlık başvurusu 1940 yılında reddedildi. Gerekçe olarak, komünizme doğru evrilen aşırılıkçı görüşleri nedeniyle vatandaşlık talebinin kabul edilmediği bilgisi “resmi belgesi” ile birlikte çok yakın bir zamanda 2003 yılında yayınlandı. 1944’te Fransız Komünist Partisi’ne girdi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Fransa’nın Modern Sanatlar Müzesi müdürü onunla temasa geçtikten sonra, Picasso, Fransız devletine on adet resim bağışlama cömertliğinde bulundu. Picasso, Fransa hakkında birikmiş tüm çelişkili duygularını bu küçük jestle özetliyordu. Bir zamanlar görmezden gelinen, dışlanan ve hatta parya olarak tanımlanan kişi, sanatın hamisi olmuş ve büyük bir vesayet figürüne dönüşmüştü. 1948’de Polonya’da yapılan Barışı Savunmak İçin Dünya Aydınlar Kongresi’ne katıldı ve 1949’da Dünya Barış Konseyi için çizdiği güvercin resmi dünya çapında, komünist hareketinin içinde ve dışında yaygın bir şekilde barışın sembolü olarak kullanılmaya başlandı. 1950’de Sovyet hükümetinden Stalin Barış Ödülü’nü aldı. Stalin’in ölümü üzerine parti yayın organı için çizdiği Stalin portresi yeterince gerçekçi olmadığı gerekçesiyle eleştirilere maruz kaldı. Bu olaydan sonra Sovyetler Birliği’ne yönelik sempatisi zayıflamakla birlikte, yine de bu bağ güçlü bir şekilde devam etti ve ölümüne kadar Komünist Parti’nin sadık bir üyesi olarak kaldı. Yine aynı yıllarda Fransız müesses nizamı onu gönülsüzce kabul etse de, Paris’e sırtını döndü. 1955’te bir daha geri dönmemek üzere Güney Fransa’ya gitti. Orada seramik ile uğraştı ve seramiği yüksek bir sanat haline getirdi. Kariyerinin sonlarındaki bu yaratıcılık patlaması, onun dehasını yeniden teyit etmekle kalmadı, aynı zamanda onu yerel zanaatkârlarla beceri olarak aynı hizaya getirdi. Güney’i Kuzey’e, zanaatkârları Güzel Sanatlar Akademisi’ne, taşrayı da Paris’e tercih etti ve uluslararası ününü her zaman ait olduğu havzaya, çok kültürlü Akdeniz’e bağladı. 1962’de ise tekrardan Sovyetler Birliği tarafından onurlandırılarak bu defa Lenin Barış Ödülü’ne layık görüldü. Kısacası Picasso, 20. yüzyılın siyasi istikrarsızlığına, İspanya İç Savaşı’na, İki Dünya Savaşı’na ve birde Soğuk Savaş’a doğrudan şahit olmuştu.

Leyla Bedirxan

Tüm bu yaşananları göz önüne aldığımızda hiç şüphesiz Picasso’nun hayatı ve kariyeri çok uzun solukluydu. İnsan okurken bile bir baş dönmesi yaşamaktadır. Picasso, içinde bulunduğu tarihin her veçhesinin kronolojisiyle paralel hareket eden çok yönlü bir avangarttı. Picasso hiç tartışmasız, 20. yüzyılın en kolay eserleri sergilenebilen ve sponsor bulabilen sanatçısıydı. Sanat ve politik kariyerinin yanında korkunç bir aşk hayatı vardı. Hayatına sayısız kadın girdi, bunlardan bazılarıyla evlendi ve çocukları oldu, çoğunu sürekli aldattı; ancak bazıları da onun hayatında derin izler bırakarak doğrudan tuvaline yansıdı. Bugün modern müzelerde gördüğümüz birçok Picasso resimlerindeki portre ve figür o kadınlara aittir. O isimler aynı zamanda onun hem modelleri hem de ilham perileriydi. O isimlerin Picasso ile geçirdikleri yılların kronolojik sıralamasını yaparsak; Fernande Oliver (1907-1912), Eva Gouel (1911-1915), Olga Khokhlova (1919-1955), Marie-Théresé Walter (1927-1935), Dora Maar (1935-1944), Françoise Gilot (1943-1953), Syvlette David (1954-1955), Jacqueline Roque (1954-1973). Hayatına giren bu sayısız kadınlardan hareketle veya onlardan ilham alarak, Picasso ile ünlü bir kadın sanatçıyı bu eksende yeni bir etkileşimin ve ilişkiselliğin başlangıç kurmacasına götürdüm. Bu kurmacanın sonunda Picasso’nun ölümü gerçekleşiyor. Ünlü ressamın gerçek -nesnel- ölümünün mekânını ve geniş zamanını anakronik olarak değiştirdim.


Pablo Picasso, Kayıt Dışı Cinayetler serisinin No:2 maktulü olarak dosyada yer buluyor. Cinayetin birinci dereceden şüpheli faili olarak, Kürt Prensesiolarak bilinen ve anılan modern dansçı Leyla Bedirxan ismiyle karşılaşıyoruz. Picasso ile Leyla, Milano’da tarihi bir opera binasının kulisinde girdikleri resim ve özgürlük tartışmasının sonucunda, ortaya bir cinayet anatomisinin kriminal başlangıcı çıkıyor.


-Kayıt Dışı Cinayetler No:2-


Yer: La Scala Opera Salonu’nun Kulisi – Milano

Tarih: 4 Nisan 1973

Maktul: Pablo Picasso

Şüpheli: Leyla Bedirxan

Ölüm nedeni: Cinayet


Resmi kayıtlar, Pablo Picasso’nun, 8 Nisan 1973'te Güney Fransa'nınMougins köyünde, eşi Jacqueline ile akşam yemeği için arkadaşlarını ağırladıktan sonraki sabah, akciğer ödemi ve kalp krizinden öldüğünü yazar. Oysa Picasso hayranı olduğu Leyla Bedirxan’ın bir gösterisini izlemek için İtalya’nın en büyük opera salonunun kulisinde karnından vurulmuş ve yüz üstü uzanmış bir şekilde ölü bulunur. Program öncesi Leyla Bedirxan ile kuliste kayıtlara düşmeyen kriminal hadisenin, Kayıt Dışı Cinayetler dosyası sayesinde gerçekte ne konuşulduğunu ve orada neler yaşandığını öğreneceğiz.


La Scala – 1778


PROLOG – DEKOR

Picasso, ilk kez 1917 yılında balet sevgilisi ve ileride karısı olacak olan Olga Khokhlova için geldiği La Scala Opera Salonu’na, 56 yıl aradan sonra bu sefer Leyla Bedirxan için gelir. Picasso, şanını ve şöhretini kullanarak binanın sorumlu müdürünün ona yardımcı olmasını ister, müdür gerekli yardımı yapar ve Picasso, Leyla’nın kulisine gizlice sızar. Leyla’nın kulisinin duvarındaki Don Kişot tablosu anında dikkatini çeker. Tablonun kompozisyonu, Don Kişot ile bir kadın figürünün köşeli formundan oluşmaktadır. Kulisteki makyaj aynasının önünde “Hawar” dergisinin 24. sayısı durmaktadır. Picasso elini dergiye attığı sırada, elinde bir bardak Martini ile Leyla Bedirxan bütün ihtişamıyla kulis kapısından içeriye girer ve yüzyılın en büyük sanatçılarından Pablo Picasso’yu oracıkta görür.


-Leyla: Kimsiniz, ne işiniz var burada?

-Picasso: Beni tanımadınız mı?

-Leyla: (Leyla biraz bekledikten sonra) Evet, şimdi tanıdım. Bruno’nun babası değil misiniz? Bay Jorge.

-Picasso: (Picasso sırıtarak) Bildiniz, buraya baca temizlemeye geldim. Operanın bacalarını...

-Leyla: Ne bacası, operada baca falan yok. Yaşlı bunak benimle kafamı buluyorsun... Yoksa bir şey mi ima ediyorsun?

-Picasso: Bacanın olmamasına sevindim. Tesadüf, bende bacacı değilim zaten. (Picasso gülmeye başlar) Ayrıca hiçbir şeyde ima etmiyorum sevgili bayan ve bunak da hiç değilim!

-Leyla: Kimsiniz? Zorluk çıkarmayın lütfen! (Leyla gerilir)

-Picasso: (Picasso, gerilen atmosferi fark eder) Leyla Hanım, lütfen sakin olun, izin verirseniz size kendimi takdim edeyim. Ben Pablo Picasso efendim.

-Leyla: Hım... Demek Pablo Picasso… (Leyla sırıtarak) Peki, hangisi? Ressam olan mı, kadın düşmanı olan mı yoksa komünist olan mı, hım, hangisi?

-Picasso: Aşk olsun... Kadın düşmanı mı?

Projeksiyon 1: Leyla, elindeki Martini’den bir yudum alır, bardağı masaya koyar ve kapıyı açarak, o sırada koridordan geçen tanımadığı bir kadına kapı aralığından içerdeki kişinin gerçekten Picasso olduğunu sorar. Picasso o sırada [Hawar] dergiyi eline almış göz gezdirmektedir, Leyla ile kadının diyaloğunu fark etmez. Kadın ona çantasından bir şeyler gösterir. Leyla onun gerçekten Pablo Picasso olduğuna inanır.

-Leyla: Sizin gerçekten Picasso olduğunuza şuan ikna oldum. Sizi tabii ki biliyorum, sizi bu evrende tanımayan mı var? Takdir edersiniz ki, sizi birden kulisimde görünce hiçbir anlam veremedim, doğrusu kim olduğunuzu algılayamadım. Çünkü sizinle hiç tanışmıyoruz. Sahi, burada benim kulisimde neden bulunuyorsunuz? Dünyaca ünlü Pablo Picasso’nun bu sürpriz ziyaretini neye borçluyum?

-Picasso: Fransa’yı, evimi, oradaki yaşamı mı geri dönmemek üzere terk ettim. Çok bunalmıştım. Neredeyse depresyona girdim. Üç aydır Milano’dayım. Burası bana her zaman iyi gelir. Genelde iki hafta kalıp dönerim. Bu sefer dönmeyi düşünmüyorum. Oyununuzun afişini de tesadüfen gördüm. Bundan yaklaşık bir ay önce, sanırım Mart ayının başı olacak, Barselona’daki “Özgür Katalonya” gecesine çıkmıştınız. Sizi ilk orada gördüm. Dansınızla adeta beni büyülediniz. Dansınız bende bir tutku yarattı. Sordum soruşturdum. Kürt olduğunuzu öğrendim. O geceye olan doğal hassasiyetinizi çok iyi anlıyorum. Özgürlüğe düşkünsünüz, çünkü özgürlüğün ne olduğunu bilmiyorsunuz! Benim gibi! O yüzden özgürlüğü istiyoruz, çünkü ne olduğunu -ikimizde- gerçek anlamda bilmiyoruz. İnsanlar özgürlüğü hovardalık zannediyor. Aslında haklılar, onlar için öyle! Ama bizler, özgür birer yurttaş olmanın hovardalık olmadığını çok iyi biliyoruz. Özgürlük ontolojiktir! Bir yerden bir yere savrulan bedenin tüketime yönelik hazzı değildir! Maalesef üzülerek söylemeliyim ki, ontolojik özgürlüğün ne olduğunu ikimizde hala bilmiyoruz! (Picasso o sırada masada duran Martini bardağını havaya kaldırıp ışığa tutar, bardaktaki ruj izine detaylıca bakarak konuşmasına devam eder) Dolayısıyla küçük bayan, buraya sizinle sevişmeye gelmedim. Birazdan başlayacak olan müthiş sanatınızı izlemeye geldim. Sizin dansınız benim ontolojimi-ruhumu özgür kılıyor.

-Leyla: Vaoov! Çok şiirsel konuştunuz... Kadınları etkilemeyi biliyorsunuz, kadın ruhundan anlıyorsunuz. Şuan etkilenmedim desem yalan olur. (Leyla gülerek) Kadın düşmanı ithamı mı şimdilik geri alıyorum. Ayrıca sanatıma dizdiğiniz ince övgüler için de teşekkürlerimi sunuyorum. (Leyla, Bale terimi olan “Frappe” hareketiyle teşekkürünü sunar) Doğrusunu isterseniz, Barselona’daki o gecede olduğunuzu bilmiyordum. Özgürlük konusundaki düşüncelerinize eksiksizce katılıyorum, benim için dans, insan ruhunu bütün imgesel sarmalların dışına atıyor, boşluğun dışında hissediyorum kendimi. Boşluğun dışı, neresi ve ne olduğunu tam olarak bilmiyorum, tarif edemiyorum. Sanatı o yüzden seviyorum. Tarif edemiyorum çünkü. Sanatın diğer şeylerden farkı, sayısız tepkiyle özgürleşmesidir. Gelişmesi değil, özgürleşmesidir. Elinizdeki [Politika-Tarih] dergiden farkı budur. O derginin içeriğini tartışırsanız, içeriği bir diyalektik olarak gelişir. Sanat ise sadece özgürleştirir. Sizin resimlerinizi bizler -izleyici olarak- tartışarak geliştiremeyiz. Komünist Picasso’yu geliştirebiliriz, ama Ressam Picasso’yu asla geliştiremeyiz. Çünkü o ontolojiktir. Ve bizim elimizde değildir. O dergiyi Amcazadelerim ve çok sayıda saygın arkadaşlarıyla beraber çıkarmaya çalıştılar. 1932 ile 1943 yılları arasında Suriye’nin başkenti Şam’da o günün koşullarında toplam 57 sayı çıkarabildiler. Her ne kadar kısa da olsa, bence devrim niteliğindeydi. Kürtlerin “Modernizm ideolojisi”nin referans noktasıdır. O derginin içeriğini her zaman tartışmalıyız, kavramlarına eğilmeliyiz, bunlar göz ardı edilecek şeyler değil, gelişim böyle sağlanır, diyalektik böyle işler. Dolayısıyla evet, Barselona’da dans ettim hem de deliler gibi! Katalonya’yı özgür kılmak için ve Katalonya’yı özgür kıldım dansımla, sanatımla. Çok haklısınız, çünkü özgürlük ontolojiktir!

-Picasso: Bir konuda sizinle ayrışıyorum. Ressam Picasso konusunda... Mesela Avignonlu Kadınlar eserim şimdi algılandığı şekilde Kübizmin ya da modern sanatın kırılma noktası olarak birdenbire mi ortaya çıktı sizce? Kesinlikle hayır, herkes kusursuz ele alır bu eseri kavram ve alımlama noktasında. Oysa bu eser sayısız tepki ve eleştirel okumanın ve ilerleyen zamanların kurumsal ilişkileri sonucunda bugünkü noktaya varmıştır. Aslında Avignonlu Kadınlar ile bu derginin diyalektiği birbirinden hiç uzak değil.

-Leyla: Pardon, Braque ile resmin mantığını altüst etmediniz mi? Ben mi yanlış biliyorum? Ve bunu tüm eleştirilerden muaf yapmadınız mı? Önce siz yaptınız. Sonra eleştiri geldi. Eleştirinin doğuşunu ve ölümünü siz belirliyorsunuz. Duvardaki resmi görüyor musunuz? Çok sevdiğim ressam bir dostumun tablosu. Fark ettiyseniz sizin izleriniz dolanıyor resmin yüzeyinde, resme olan etkiniz dolaylı da olsa, az da olsa yine de yadsınamaz. Figürlerin hatları sizin görüngünüz. Dolayısıyla Pablo, sevgili dostun Braque ile birlikte bir formu, görülür olanın herhangi bir belirişi karşısında, başka bir formla karşılık verdiniz. “Görünmeyenin” formuyla karşılık verdiniz, ki müthiş bir şey! İrrasyonel olanı rasyonel olarak acımasızca gösterdiniz. Daha fenası bunun aslında en başından beri irrasyonel olmadığını duyumsal olana izah ettiniz. Önce siz yaptınız, sonra biz konuştuk. Bizim konuşmamız perspektifin boyutunu, yüzeyin şeklini, formun yapısını, ışığın yansımasını, boyanın tonunu değiştirmedi ve değiştirmeyecek. Gözün ve fırçanın analiz ettiği nesnenin her türlü veçhesini tuvale aktardınız. Soruyorum, kompozisyonunuz ilk günkü gibi öylece durmuyor mu? Duruyor. Biz ne yaparsak yapalım değişmeyecek. Bin yılda geçse değişmeyecek. Ama biz konuştuğumuz sürece o dört kadın, o genelev ve Avignon özgür olacak ve bin yıl geçse de. Sizin tabirinizle ontolojik olarak özgür olacaklar.

Projeksiyon 2: Leyla, programının yaklaştığını söyleyerek, paravanın diğer tarafına geçer ve dans kostümünü giymeye başlar. Picasso’dan korsesini bağlaması için yardımda bulunur. Picasso bir yandan korsesini bağlar diğer yandan anatomisini süzer. Derin derin nefes alır. Leyla, Picasso’nun nefesini ensesinde hisseder. O an kapı açılır ve tekrar kapanır.

-Picasso: (Picasso gülerek) Şuan beni ikna ettiniz galiba. Ama şunu tekrar belirtmeliyim, kadın düşmanı asla değilim, o önyargınızı kabul etmiyorum.

-Leyla: Kadın bedenleri karşısında acımasız formlar geliştirdiniz. Özellikle sayıklayan, işkence çeken bedenler karşısında; eril bakışınızın, hâkim mekânın ve kendi fallusunuzun buyruğunu onların üzerinde sürekli gütmeye çalıştınız. Çoğu defa onların zaaflarını karikatürleştirdiniz. Erkekliği bir maçoluk olarak, bir boğa imgelemi olarak, genital bölgelerin parodisi üzerinden resmettiniz.

-Picasso: Ben hiçbir zaman kadın bedenini neyse... Mekânı parçaladım, bunu yaparken, beden ve mekân, yeni ayrımsal formlar olarak yeniden türedi. Yani yeniden ürettim. Ayrımsal formların yeniden üretimi genital bölgelerden yapılır. Bu ister mekânın mahremi olur ister bedenin hiç fark etmez. Mitoz bölünme yumurtalıkta başlar, sonrasında gelişme ve üreme sağlanır.

-Leyla: Kapı mı açıldı?

-Picasso: Sanırım, ama kim olduğunu göremedim. Duvardaki şu resim Don Kişot, kimin eseri demiştiniz?

-Leyla: Şerif Kino, Kızıltepeli bir dostum. Yılı hatırlamayacağım ama, sanırım İsveç’teki bir solo sergisinde olacak, orada hediye etmişti. Hayır, eminim Stockholm değildi, Borlänge’ydi. O da sizin gibi, hafif kübik çizgiler kullanmış. Ama ondaki kadın çok mahcup ve de çok narin. Bir kadının kırılgan ve asil duruşu var. Her ne kadar karşısında çağın en budala ve şizofren karakteri -Don Kişot- duruyor olsa da, onu en vakur noktaya çekmeyi başarmış. Bunu da, kendi hareketi ve bakışı ile sağlamış, diyalektikleştirmiş yani.

-Picasso: 1907 yılında bu tarzı keşfettim. O zamanlar daha 26 yaşındaydım. Yüzeyin ufuk veya arka planını komple işgal ettim. Yeniden yapılandırdım. Figürü yüzeyden, yüzeyi de diğer parçalardan ayırdım. Parçalara ayırarak ayrıştırmayı (kopuşu) bütünlükle noktaladım. Evet, bunu ben yaptım. Fakat artık bu benden çıktı, Kino’da kullanıyor. Başkası da kullanacak. Zaten sanatın tarihsel evrimi bu değil midir? Tıpkı bugün Cervantes’e ait olmayan Don Kişot imgesi gibi. Aynı imgeyi (Don Kişot’u) 1955’te çini mürekkeple bende çizmiştim. Heyhat! Aslında artık yeni bir şeyler denemek istiyorum. Sevgili dostum Jean Arp, Fransa, İspanya ve başka ülkelerde maruz kaldığım bazı durumların -devlet kurumlarının- belgelerini “utanç vesikaları” olarak sergilememi istiyor. Dadaistler, her şeyi bir sanat nesnesine çevirmeyi politik bir imge olarak görüyorlar. Belki de haklılar! Kim bilir?

Projeksiyon 3: Leyla kostümünü giymiş, programına az kalmıştır. Picasso ile program sonrası yemek için sözleşir. Son hazırlıklar için, son bir kez kulisin içindeki tuvalete girer.

Leyla: Sevgili Pablo, üzülerek belirtmeliyim ki, benim saatim geldi ve yavaş yavaş çıkmam gerekir. Bence sizde gidip gösteri için yerinizi alın derim. Bu en son anlattıklarınızı düşüneceğim.

-Picasso: Yanlış anlamazsanız, program sonrası bir yerde oturup bir şeyler yiyebiliriz, hem orada kaldığımız yerden devam ederiz. Gece uzun... Hım, ne dersiniz?

Leyla: (Leyla biraz düşündükten sonra, saate bakar, program vaktinin çok daraldığını görür) Anlaştık, çıkışta buluşuruz. (Leyla gülerek) Gece uzun...

-Picasso: (Picasso heyecanlı bir şekilde elindeki dergiyi önünde duran masaya bırakır) O zaman ben hemen çıkıyor ve koltuğuma geçiyorum.

-Leyla: Lütfen, bende son hazırlıklarımı yapayım. (Leyla tuvaleti işaret eder ve içeri girer, tebessümle görüşürüz der. Tuvaletin kapısını kapatır)

Projeksiyon 4: Leyla tuvalette, tamponunu, çorabını, jartiyerini düzelttiği sırada içerden BAM BAM BAM diye üç el silah sesi gelir. Kurşunlardan bir tanesi makyaj aynasına, diğeri tuvalet kapısına, en sonuncusu da Picasso’nun karnına gelmiştir. Leyla kapıyı açar, ama bakamaz, biraz bekler, cesaretini toplar, derin derin nefes alır ve önce aynaya bakar. Kırık aynadan yüzüstü yığılmış kanlar içindeki Picasso’yu görür. Kırık aynalar arasında Picasso’nun bedeni geometrik ve parçalı görülür. Yüzyılın ressamı Kübizm ekolunun avangart sanatçısı Pablo Picasso, “Kübik” bir çerçevenin içinde oracıkta hayata veda eder.


Kriminal Soruşturma:


Bu olaydan 6 ay sonra Leyla Bedirxan, delil yetersizliğinden dolayı denetimli serbestlikle bırakılır. Leyla Bedirxan’ın iddiası o ki, koridorda konuştuğu kadının Pablo Picasso’nun eşi “Jacqueline Roque” olduğudur. Ancak bu iddia hiçbir zaman ıspatlanmaz. Çünkü Jacqueline Roque’un o gün Milano’da değil, Mougins’te olduğu bilinir.


Leyla Bedirxan’ın ikinci iddiası ise, Jacqueline Roque’un çantasından Picasso ile ilgili Fransız vatandaşlığına talep belgesini kendisine gösterdiği ve bundan dolayı da kulisinde bulunan kişinin gerçekten Pablo Picasso olduğuna inandığıdır, fakat soruşturma kapsamında bu iddianın da bir türlü kanıtına varılmaz. Kulisin kapısı ikinci kez kimin tarafından açıldığı bir muamma olarak kalır. Milano Polisinin kriminal dosyasında, Pablo Picasso cinayetinin failinin kim veya kimler olduğunun bilinmediği yazar. Olayın failleri ortaya çıkmaz ve cinayet hiçbir zaman aydınlanmaz. Fakat bu olaydan birkaç yıl sonra Jacqueline Roque, bir sabah kendisini vurarak öldürür.


Kriminal Dokümantasyon:


Dulcinea del Toboso, 100 x 90, Tuval Üzerine Akrilik Boya, 2005 ( Hikâyede geçen Şerif Kino’nun Don Kişot tablosu)



Pablo Picasso, 1935 yılında Fransız vatandaşlığı için başvurduğu talebinin 1940 yılında reddedildiğinin resmi belgesi. (Leyla Bedirxan’ın hikâyede iddia ettiği belgedir)



Jacqueline Roque, Picasso’nun eşi ve ilham perisi. (Hikâyedeki şüpheli faillerden biri, belki de en şüphelisi!)


Dipnot: Dosyanın kapanmasından sonra, Opera Binasının müdürü Milano’daki Polis departmanına yeni bir ifade verir. Binaya o gün Leyla’nın diasporada yaşayan bazı tanıdıklarının geldiğini personeller tarafından görüldüğü söylenir. Müdür, bunların daha önce de Leyla’nın sahneye çıkmaması konusunda onu tehdit eden kişilerle aynı kişiler olabileceğini belirtir.



bottom of page