top of page

İyi ki doğdun Komet!

14 Eylül, sanat tarihinin önde gelen isimlerinden Komet’in 81. yaş günüydü. Necmi Sönmez’in kaleminden Komet’in doğum gününü kutlarken, onun inişli çıkışlı, oldukça keskin dönemeçlerle dolu olan yaratı serüvenine dahil oluyoruz


Yazı: Necmi Sönmez


Komet, 1986, Maçka Sanat Galerisi, Fotoğraf: Necmi Sönmez


14 Eylül Komet’in 81. doğum günüydü. 1941’de doğduğu bilinse de günü ve ayı hakkında farklı bilgiler etrafta dolaştığı için Komet’e telefon ederek doğru bilgiyi almaya çalıştıysam da, ona bir türlü ulaşamadım. Araya giren aksilikler, tuhaflıklar onun doğum günü için kaleme alacağım yazıya son şeklini vermeme izin vermedi. Ancak 18 Eylül’ü 19 Eylül’e bağlayan gece o kadar açık ve net bir düş gördüm ki, uyanır uyanmaz, yüzümü yıkamadan bu yazıyı kaleme almaya başladım. Çünkü düşümde Café La Palette’te Komet’i beklerken konuştuğum Roland Topor vardı.

210, Boulevard Raspail sergi davetiyesi, 1992, Urart Sanat Galerisi, Yazarın arşivi

1990’ların başında her fırsatta Paris’e gitme bahanesi yaratarak mutlu olurdum. Bazen bir hafta, bazen iki gün süren bu yolculuklarda, yolum Türk Kolonisi’nin özellikle cumartesileri gözde buluşma yeri olan bu bistrodan geçerdi. Ya da ben bir yolunu bulur, oradan geçer bir şeyler içerdim. Bu tarihi mekânın yıldızı olan Roland Topor’la Yüksel Arslan beni tanıştırdığı için eğer müsaitse barda yanına tüneyerek konuşmamız mümkün olurdu. Benim allahlık Fransızcama gülerken o kadar güzel gülerdi ki, ben de acı acı ona eşlik eder, bu garip dilin cilveleriyle boğuşurdum. Roland benim yazı yazacağımı öğrenince, ben de onun için yazdım dediğinde şaşırmıştım. "Korkunç cahilim kusura bakma o yazını okumadım, ben entelektüel biri değilim," deyince sanki keyiflendi ve Komet’i beklerken, Komet için konuşmaya başladık. Bana söylediği bir cümle vardı ki onu bir türlü anlayamıyordum, galiba “yeteneği içine kaçmış” ya da “yeteneği karnında” bir tuhaf lakırdılar… Roland’ın yerli yersiz kahkahaları arasında ben etrafa bakınırken babası Abram’ı gördüm. O Jiddish biliyordu ve toplama kampındaki korkunçlukları en derinden yaşadığı için benim dil sorunlarımı da biliyor, yavaş konuşuyordu. Onun yanına gidip bu cümleyi anlamadığımı yardımını rica ettim. Komet adı her kapıyı açan anahtar olduğu için cümleyi tekrar ederken o da kahkahalara boğulunca artık yerin dibine geçmiş ve pancar gibi olmuştum. Abram Komet’in olağanüstü yetenekli olduğunu ancak bu yeteneğin içine, karnına kaçtığını söylüyordu. Bunu anlayacak durumda değildim, güldük geçtik. Komet eksik olmasın iki saat geç gelerek kendine özgü bir rekoru kırmış, ancak “bugün içkiler benden “diyerek benim Palette’e demir atmamı sağlamıştı. Güzel bir akşam üstü geçirdik, Komet’in hikâyeleri o kadar güzel, o kadar etkileyiciydi ki isteseydik sabaha kadar da konuşabilirdik.


Komet, 1979, Macka Sanat Galerisi davetiyesi, Yazarın arşivi


Komet’in 81. yaş günü için kaleme aldığım bu yazıya böyle bir noktadan başlamamın bir nedeni de, resimlerini, şiirlerini, yazılarını severek takip ettiğim bu ressama olan hayranlığım. Onun inişli çıkışlı, oldukça keskin dönemeçlerle dolu olan yaratı serüvenini anlamak için verdiğim mücadele uzun, çok uzun süre hayal kırıklıklarıyla geçti. Neden mi? Bir şekilde Komet resminin gelişim çizgisini arıyor, bulamıyordum. Nasıl başladı çizmeye? Akademi’deki eğitimi sırasında neler yaptı? 1972’de gittiği Paris’te nasıl bir şok yaşadı? Resmini olgunlaştırırken nelerden etkilendi? Figürsel anlatıma sinema kurgularındaki gerilimi katan fırça gücünü nasıl kazandı? Şiirleri ile resimleri arasındaki ilişkiler? Bu ve buna benzeyen sorulara yanıt ararken onun çok resmini gördüm. İtiraf etmem gerekirse bu resimlerin çoğu sıradan, ancak azınlıkta olanların hepsinin beni yerimden hoplatacak bir büyüsü, gücü vardı ki, onlara piyango bileti gibi rasladığımda uzun uzun bakıyordum. Bu nasıl oluyordu? Bu denli uçurumlar arasında kalan bir ressamla daha önce hiç karşılaşmamıştım. Ya da yaptıklarını anlayamıyordum. Kafamdaki soruların yanıtını bulmak için ona ait ne varsa toplamaya, onları yan yana koyarak bir resim çizmeye çalıştım.


Solda: Komet, Endişe, 1988, kağıt üzerine suluboya, guaj, 12,5 x 9 cm, Yazarın arşivi

Sağda: Komet hakkında Fransa'da yayınlanan ilk sergi broşürü, Galeri Jean Briance, 1985, Yazarn arşivi


Komet hakkında topladıklarım onu anlamama yardım etti. Her fırsatta atölyelerine giderek yaptıklarını yakından görmek, nasıl çalıştığına tanıklık etmek çok güzeldi. Asıl şaşırtıcı olan onun hayatı bir tür performans gibi kavrayarak, hiç beklenilmeyecek hareket ve düşünce sıçrayışlarını yapabilmesiydi. 1986’da Maçka Sanat Galerisi’ndeki ilk kez karşılaştığım resimleri o kadar etkileyiciydi ki, bu tablolara uzun uzun bakarak figürleri keşfetmeye, onun kompozisyonlarında sakladığı detayları yakalamaya bayılırdım. O sırada kendisini tanımıyordum, oyuncağım olan fotoğraf makinasını boynuma geçirince dünyaya farklı bakarken, insanların da bu makine karşısındaki tavırlarına şaşırıyordum. En şaşırtıcı davranış Komet’ten gelmiş, ben fotoğrafını çekmeye çalışırken yere çömelerek transa geçmişçesine debelenmeye başlamıştı. Bu anı yakalamaya çalıştıysam da pek başarılı olamadım, çektiklerime bakan bir fotoğrafçı arkadaşım, "elindeki kameraya rağmen flu çekiyorsun, sen bırak bu işi" demişti. Komet’in bu bulanık fotoğraflarını kendi kendime karanlık odada basarken gerçekten berbatlıklarla karşılaştım. Ama bastığım fotoğrafları atamadım, bir tarafa koydum. Çünkü Komet bu performansı benim için yapmıştı ve kafamdaki imgelerle ile kağıda basılı olan imge arasında büyük bir uçurum vardı.


Solda: Komet, Yazan II, 2007, kağıt üzerine çini mürekkebi, 9 x 8 cm, Yazarın arşivi

Sağda: Komet, Yazan, 2007, Kağıt üzerine çini mürekkebi, 6 x 6 cm, Yazarın arşivi


Gel zaman git zaman, Komet’in sergilerini gezerken, videolarına, kolajlarına, kağıt çalışmalarına, fotoğraflarına bakarken, bu kadar yetenekli bir ressamın neden tuval resmindeki anlatımını zenginleştirmek yerine “yerleştirmeler, performanslar, video heykelleri” yapmasını sorgulamaya başladım. Çünkü yüzlerce, hayır abartmıyorum binden fazla Komet resmi arasında tek tük öylesine aykırı işler, bambaşka kompozisyonlar çıkıyordu ki karşıma, hayretler, şaşkınlıklar içinde bu müthiş yeteneğin neden yeteneğinin tersine gittiğini anlayamıyordum.


Galiba Avrupa Pasajı’ndaki atölyesinde (2007 olabilir mi? Emin değilim.) üç ayaklı beyaz bir masa resmiyle karşılaşınca şaşırdım. Bu benim çok uzun süreden beri peşinde olduğum olgun bir resimdi ve her yönüyle büyüleyici bir bütünlüğü vardı. Şaşırmıştım. Bu gerçek pentür Komet’in belki de sadece sol elini kullanarak birkaç seansta hızlıca tamamladığı bir kompozisyondu. Demek ki yetenek böyle bir şeydi, bilinmeyen bir anda ve zamanda aniden çıkıveriyor, kendi dilinden konuşmaya başlıyordu.


Komet, Fiktiv Sergi Davetiyesi, 1997, Yazarın arşivi


81 yaşına basan Komet’in yeteneği sadece benim değil, onu tanıyan herkesin bir çırpıda duyumsayabileceği bir olgudur. Hayat karşısında tüm beklentilerin ötesinde hiç beklenilmeyen yollara 70’li yaşlarında sapma cesareti gösteren Komet’in 80'li yaşlarında daha özgür, daha Komet olacağını duyumsuyorum. Abram ile Roland Topor’un dile getirdikleri yetenek galiba böyle bir şey, dışarıya çıktığı zaman da, içeriye girdiği zamanda olağanüstü bir güce sahip.


İyi ki doğdun sevgili Komet!



bottom of page