top of page
  • Yazarın fotoğrafıHuo Rf

Huo soruyor, Antonio Oba


Huo Rf beş sorusunu bu defa Breazilyalı sanatçı Antonio Oba'ya yöneltti.

Fotoğraf: Janne Morales

Öncelikle kişisel deneyimlerini sormak istiyorum sana, büyüdüğün yer, aldığın eğitim ve ailen. Daha çok yaşadıklarının ve karşılaşmalarının seni nasıl şekillendirdiği üzerinden konuşmak istiyorum. Çünkü işlerine baktığım zaman kişisel hafızanı görebiliyorum.

Koyu Katolik bir ailede dünyaya geldim. Bu aslında araştırma sürecime son derece katkıda bulunan bir etken çünkü bu yapının içinde büyüdüm; ve böylece Brezilyalı Hristiyan dini imgesini oluşturan geleneklerin ve ritüellerin bilgisini edindim. Özellikle iç kısımlardaki şehirlerde gördüğümüz hac, tören alayları gibi. Çok karakteristik bir kültür olduğu için nihayetinde dini referansları, etnik önyargı, bağnazlık, şiddet ve zulme uğramış Afro-Brezilya geleneğiyle bağlantılı tarihsel ve güncel olaylarla kesiştiren performanslar üretmeye başladım. Bunun içinde kendi milli kimlik fikrimin yansıması da var: Ben, bir siyahi olarak, harmanlanmış, karıştırılmış halde, belirli bir dini gelenek içinde beni yok sayan bir başka dine zarar verecek şekilde duygusal temeller inşa ettim. Bu istisnai bir durum değil daha ziyade tarihsel bir koşulun röprodüksiyonu.

Birbirinden çok farklı medyumlarla / tekniklerle / malzemelerle çalışıyorsun. Kendi bedeninle, veya başkalarının bedeniyle. Fikrin ve malzeme arasında nasıl bir bağ kuruyorsun?

Bedenin bu bağın kendisi olduğuna inanıyorum. Resimle, çizgiyle, objelerle, performansla olsun vücudun varlığını öne sürmek gibi bir dürtüm hep vardı, nihayetinde bu medyumları kullanarak daha samimi bir hikaye anlatma dürtüsü... Dilin içine yerleşmiş duygusal sorular hakkında kafa yormak için,. Bazen, bu sorular ait olduğu sosyo-tarihsel bağlam uyarınca, beden ve şekil değiştirmiş başka bir şeye dönüşmüş bir şahıs arasındaki yerleşmiş bir krizle ilgili oluyor.

Atos Da Transfiguraçao’dan bahsetmek istiyorum. Bir ayin sahnesi gibi veya meditasyon yapıyor gibisin. Göstermek istediğin hikaye bize direkt bir okuma verebilir ve algılanabilir aslında. Sen kafanda nasıl kurguladın ve sonuca ulaştırdın? Senden dinlemek daha şiirsel olacaktır.

2015’ten bir performans. Ama tabiri caizse gebelik süresi çok daha uzun. Bu eylemle ilgili bir seneden fazla düşündüm; sürekli zihnimden geçen bir görüntüydü: kutsal bir heykelciği (bir azize heykeli) rendelemek. Bununla beraber anlamından tam emin de değildim. Yaratıcı süreçte bir çok şey isimsiz olarak gelir, ki daha sonra nihayet onun çevirisini yaparsın. Beni bir anlamda meydana getiren eve, aileye, milli geleneklere dönüş; şefkatle ilgili bir dönüşü betimleyen işlerle alakalı düşünüyordum zaten. Daha önce söylediğim gibi, ailem koyu Katolik’tir; ben de bunun bir parçasıydım: panayır, hac, folklorik dini ayinler gibi ritüelleri biliyordum. Ritüel fikri hep ilgimi çekmiştir zaten. Brezilya bağlamında konuşmak gerekirse, melezleme ve senkretizmin kökleri belli ki bu örf ve adetlere dayanıyor. Köklerim bilhassa bedenim (siyahi ve melezlenmiş) üzerine düşünürken, bu tarihsel bedenin miras olarak aldığı ve hala istemeden devralmaya devam ettiği bütün durumlar sanat üretimimde benim için araştırma tanecikleri ve deneyim haline geliyorlar. Bir keresinde Camdomblé’de dini nesneler satan bir dükkana girmiştim ve girer girmez ilk gördüğüm şey bir Our Lady of Aparecida resmiydi. Bu Katolik ikonu o bağlamda görmüş olmak, Atos Da Transfiguração’daki performansın tüm karakterini belirledi. Siyahi bir azizeymiş güya. Böyle söylüyorum çünkü Afrika dinleriyle hiç bir alakası olmayan bir tarihsel-dini gelenekten geliyor mesela.

Senkretizm meselesi hayli hassas bir konu haline geldi. Nereden geliyor? Tarihsel olarak bakıldığında, bütün kültür zaten ötekileştirilmişken sözde eşitlik fikrini savunmak çok kolay. Bu mesela 19. Yüzyılda Brezilya’yı tanımlayan insanları “beyazlaştırma” projesiyle ilgili. Siyahi bir azize heykelinin rendeleyip, beyaz toza dönüştürmek, tozu üzerine sürmek, yorucu bir işlemden sonra her tarafını kaplamak, derini, kimliğini neredeyse yok etmek... tüm bunlar performansın değdiği noktalar. Gerçi hepsi bu kadar değil; bu iş sonunda farklı anlamlar kazanıyor: vücudunu beyaz tozla kaplamak bazı Afrika medeniyetlerinde bedenini tanrılaştırmak anlamına geliyor. Performansın adı “Atos da Transfiguração: desaparição ou receita para fazer um santo” Candomblé’deki azize heykelinin yapım ritüeline referans veriyor. Başka deyişle, bir eleştiri olduğu gibi bir coşkunluk da var. Antagonistik bir kutlama gibi.

Fotoğraf: Janne Morales

Bende seni Atos Da Transfiguraçao işin ile tanıdım, akılda kalıcı bir performans. Bedenin ve kafandakiyle kurduğun ilişki çok rafine aslında. İzleyicinin tepkisini sorguluyorum kafamda, bu performansın için izleyicinin etkisi seni yönlendirebilir mi? Öncesinde ya da şimdi her hangi bir sansüre maruz kaldın mı?

İzleyiciyle olan ilişki her zaman meşru. Evet performans esnasında ne yazık ki rahatsız olan insanlarla olmasa da bir iki kişiyle konuşma şansım oldu. Bu aynı zamanda estetik cehaletin yansıması. İlk başta performans fikri kimseyi rahatsız etmek için değildi; bir ilham olarak kullandığım bir şey değildi, aksiyonun kendisinin hayli eleştirel bir karakteri var ve çok da bariz değil diye düşündüm. İşte bu mesele içinde cehaleti sezinliyorum. İzleyicinin büyük bir kısmında neden sanat işinin bu kadar rahatsız edici olduğunu anlama kaygısı yok. Bu rahatsızlık oluyorsa eğer, kendi başına bile dikkate alınması, düşünülmesi, anlaşılması gerekiyor. Bir “like” veya “delete” tuşuna basmaktan daha fazla zaman istiyor. Bir keresinde Facebook sayfama performansın fotoğraflarını koymuştum ve yanına da yorum içeren bir metin. Altındaki diğer yorumlardan birinde bir kişinin benim yazdığım hiçbir şeyi okumadığını fark ettim. Bu eğitimle alakalı olsa gerek gerçekten! “Görsel bir nesil” olduğumuz söylense de, görmekle ilgili hiçbir eğitimimiz yok. Ben bir sanat öğretmeni olduğum için, sınıfta da bunu fark ediyorum; bunu değiştirmeye çalışan eğitim metotları bulmak hayli meşakkatli bir iş. Yine de öğrencilerle performans hakkında konuşma şansım oldu ve gerçekten benim için de onlar içinde tatmin ediciydi. Sanat dilinin kişinin kendisinin, geldiği yerin, geçmişinin bilinirliğini teşvik etmek için kullanılmasının, bireyin otonomisinin belirtildiği anları yüreklendirmek için önem taşıdığına inanırım.

Dünya’da giderek garipleşen zihinsel bir iklim var, bitmek bilmeyen savaşlar, hızla gelişen teknoloji, sosyal medyanın gücü... Bir sanatçı olarak tüm bu olanların neresindesin, nasıl bir geleceğin inşa halinde olduğunu düşünüyorsun?

Sanırım bu soru daha önce bahsettiğim konuyla ilgili. Sanatın, diğer diller gibi, duyarlı bir uyarılma olarak kullanılmak üzere orada olduğuna inanıyorum. Bu yapılabilir ve yapılmalı da ama muhakkak bir aracı olmalı. Tamamen ne yaptığınla ilgili, zevk için ne yaptığınla ilgili, içsel bir ihtiyaçtan dolayı ne yaptığınla ilgili. Bunun bulaşıcı bir etkisinin olduğuna inanıyorum. Sanat temastır, bulaşıcıdır. Ve bir defa bulaşırsa, insanları müzeye, dansa, kitap okumaya gitmek üzere hareketlendirir; bu da umut vericidir. Aslında sonuçların doğrudan doğruya görülmediği bir teklif bu. Örneğin, bir öğrencinin algısına ne kadar esin kaynağı olduğunu hiç bir zaman tam olarak bilemezsin; ötekinin bir şeyi nasıl aldığını ve kavradığını bilemezsin. Ama bu bir süreçtir, asla bir son değil.

bottom of page