Resim ve Heykel Müzeleri Derneği ve Akbank Sanat iş birliğiyle düzenlenen; Kerem Ozan Bayraktar, Derya Bigalı, Tuçe Erel, Gönül Nuhoğlu, Aslı Seven’den oluşan jürinin seçtiği eserleri bir araya getiren Akbank 42. Günümüz Sanatçıları Ödülü Sergisi 31 Temmuz 2024 tarihine kadar Akbank Sanat’ta devam ediyor. Gelecek-Geçirmez: Kanıt, Prova, Direnç temasıyla düzenlenen serginin küratörlüğünü de üstlenen Aslı Seven’le serginin genç sanatçılar için önemi, gelecek tahayyüllerimiz ve daha fazlası üzerine konuştuk
Röportaj: Selçuk Çelik
Aslı Seven
Küratör olarak üstlendiğiniz etik ve estetik sorumlulukları ve kendi sanatsal vizyonunuzu bu sergiye ne ölçüde yansıtabildiniz?
Akbank Günümüz Sanatçıları Ödülü Sergisi, bir yarışma sergisi olduğu için sanatçı ve eser seçimi başvuranlar ve onların önerdikleri eserlerden oluşan bir havuzu temel alıyor. Dolayısıyla küratör için tamamen serbest bir seçim söz konusu değil ama ben bunun da verimli bir çalışma biçimi olduğunu düşünüyorum. Şu anki sistemde davet edilen küratör öncelikle açık çağrının temasını belirleyerek küratöryal bir bakışın ana hatlarını çizmiş oluyor. Etik ve estetik bir sorumluluk ilk olarak bu noktada devreye giriyor. Ben mümkün olduğunca kapsayıcı ve esnek, biraz da genç sanatçıların ilgisini ve aklını çelebilecek bir tema sunmaya çalıştım. Gelecek-geçirmez başlığı altında, bugünkü toplumsal koşullar içinde gelecek öngörülerimizi kolektif bir hayal gücü alanına nasıl yeniden çekebileceğimize dair sorular içeren kısa bir metin önerdim. İkinci aşamadaysa yapılan başvuruları değerlendirirken önerdiğim temanın başvuran sanatçılar için değişik yönlerden algılanması ve cevaplanması ihtimaline açık olmak, başvurulara belli bir esneklikle yaklaşmak ve yeri geldiğinde temayla bağlantısı zayıf görünen ama sanatsal niteliği yüksek önerileri de kapsayabilecek şekilde temayı esnetebilmek benim için önemli bir sorumluluktu. Sınır çizen bir otorite mercii gibi hareket etmek yerine benim de onlardan öğreneceğim bir şeyler olduğu varsayımıyla yaklaşmanın ve süreci beklenmedik gelişmelere açık tutmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Her şeyin baştan öngördüğüm gibi ilerlediği, hiç şaşırmadığım bir süreç ne sanatsal ne de etik veya estetik anlamda tatmin edici olmuyor, izleyici açısından da en doyurucu sonuçları doğurmuyor. Sonuçta bu yarışma genç sanatçılara hitap ediyor ve bazılarının ilk sergi deneyimi oluyor. Sert, mükemmeliyetçi ve eleme odaklı bir yaklaşımdansa bazıları henüz oluşum aşamasındaki önermelere merakla yaklaşan, cömert, kapsayıcı, besleyici ve açık fikirli bir yaklaşım benimsemenin etik ve estetik açıdan önemli olduğunu düşünüyorum.
Akbank Sanat’ın sembolik düzendeki bağlamı ve eserlerin yerleştirildiği fiziksel mekân serginin algılanma süreçlerini nasıl etkiliyor sizce?
Yalnızca fiziksel mekân konusunu ele alacak olursak, benim bu sergi özelindeki kişisel deneyimimde iki önemli nokta oldu. Birincisi mekânın Taksim Meydanı’na yakınlığı. Bu mekâna gelmek, Taksim Meydanı’nın son yıllarda geçirdiği dönüşüme bakmak ve hem yakın hem uzak tarihi hatırlamak zorunda bırakıyor insanı. Eğer sergi gezmek ritüel bir deneyimse, sergiyi gezmeye gelen izleyicinin mekâna varana kadar karşılaştığı deneyim, sergi deneyimini de etkiliyor. İkincisiyse mekânın iki katlı yapısı. Kat planını düşünürken bu iki katlı yapıya yaslandım, seçilen eserler arasında bu düzeneği takip ederek iki farklı sanatsal yöntem sezdiğim için ilk katta belgesel yöntemler kullanarak araziye ve yapılı çevreye bakan işlerin ağırlıkta olduğu, ikinci kattaysa daha karanlık bir ortamda, insan türünün ve dilin gelecek dönüşümlerine dair spekülatif önermelerin yer aldığı bir düzen kurguladım.
Seda Gecü, Baraj Arkeolojileri / Ocak, Eşel ve Kitap, Akbank 42. Günümüz Sanatçıları Ödülü Sergisi
Sergide yer alan sanatçıların seçimi sürecinde jüri tarafından kullanılan değerlendirme ölçütleri ne kadar objektifti ve bu objektiflik nasıl sağlandı?
Sanatçıların seçimi sürecinde ilk aşamada yarışma koşullarını yerine getirmeleri ve dosyaların eksiksiz oluşu üzerinden teknik bir eleme söz konusu oluyor. İkinci aşamada bu sene teknik elemeyi geçen yaklaşık 400 eser beş jüri üyesi tarafından önce bireysel olarak değerlendirildi. Kendi alanlarında yetkin beş farklı göz ve zihnin bağımsız elemesinden geçen başvurular bir puanlama sistemiyle seçildi, objektiflik sağlanmasında önemli bir etmenin bu olduğunu düşünüyorum. Üçüncü aşamadaysa beş jüri üyesi bir araya gelip puanlama sistemiyle seçilmiş eserleri tartışarak tekrar değerlendirdi. Bu tartışmanın da belki “objektif” değil ama adil ve kapsayıcı bir seçim sağlamada önemi var. Bu noktada her birimizin özellikle beğenmiş olduğu ancak fazla puan toplayamamış bazı işler yeniden ele alınıyor, birbirimizi ikna etmek için birtakım eserleri savunuyoruz ve görüş paylaşıyoruz. Kısıtlı bir sürede 400 başvuruyu değerlendirirken her birimizin atladığı bir şeyler olabiliyor. Burada gerçekleştirilen eşitlikçi bir tartışma, jüri üyelerinin birbirine tanıdığı özen ve dikkat ortak bir seçkiye varmakta önemli bir yöntem. Son kriter olarak sergi biçimini ele alacağım. Bu yalnızca ödül dağıtılan bir yarışma olmadığı ve seçilen eserler sergide bir araya geleceği için bu düzenekte eserleri potansiyel bir sergi kurgusu içinde değerlendirmek de önemli. Bu durumun da ölçek, mecra ve malzeme seçimlerini kriter olarak devreye soktuğunu söyleyebilirim.
Pierre Bourdieu’nün kulaklarını çınlatarak soruyorum: Sanatçıların bu sergi aracılığıyla elde edecekleri sembolik sermaye nedir? Bu sermayenin onların kariyerine nasıl yansıyacağını ön görüyorsunuz?
Sembolik sermaye konusunda yatay ilişkilerin önemini vurgulamak isterim. Bu sergide Türkiye’nin birçok farklı şehrinden sanatçılar bir araya geliyor ve birbirleriyle tanışıyorlar, birbirlerinin işlerini görüyor ve yorumluyorlar. Kurulum günlerinde ve açılış sonrası konuşma etkinliklerinde derinleşebilen diyaloglar oluşuyor. Sanatsal bir kariyer için aynı nesilden, benzer meseleleri ve farklı yöntemleri benimseyen sanatçılar arasında kurulan diyaloglar ve karşılıklı destek ağları, ortak üretim ihtimalleri, yan yana durabilmeleri bence kurumlar indinde görünürlük kazanmaktan çok daha önemli bir sermaye. Bununla birlikte, Akbank Sanat, İstanbul’un en eski sanat kurumlarından biri. Bu kurumun bir organizasyonu olan Günümüz Sanatçıları Sergisi 40 yılı aşkın bir süredir düzenleniyor. Bugün Türkiye’de kariyerinin ileri noktalarında olan, isimlerini ve işlerini iyi bildiğimiz birçok kişi kariyerlerinin başlangıcında bu yarışmaya ve sergiye katılmış sanatçılar. Burada yalnızca bu yarışma ve serginin yaratmış olduğu bir süreklilikten ve kurumlaşmadan bahsetmek mümkün. Örneğin, bu sene jüriye davet ettiğimiz sanatçı ve akademisyen Kerem Ozan Bayraktar, 2008 yılında, mezun olduktan bir yıl sonra bu sergiye katılmış bir sanatçı. Özellikle Türkiye gibi kurumsal sürdürülebilirliğin zor olduğu, çok fazla kopuş ve hafıza kaybı olan bir ortamda bu aktarımın, genç sanatçıların deneyim kazanması, izleyiciyle ilişki kurması, sanat emekçileri ve diğer kurumlar tarafından fark edilmesi, görünürlük kazanması için önemli bir çerçeve oluşturduğunu düşünüyorum.
Ekin Keser, Bir Faşistin Alametifarikaları, Akbank 42. Günümüz Sanatçıları Ödülü Sergisi
Derrida’nın différance olarak adlandırdığı orijinal ve kopya ayrımı ve Deleuze’ün différence olarak adlandırdığı fark ve tekrar ayrımı bağlamında, sergide yer alan eserlerin özgünlükleri hakkında neler söylersiniz?
Sergide yer alan işlerin genelinde ve çoğunun üretim sürecinde bu iki kuramsal bakışın uygulamalarını, pratik denemelerini gördüğümüzü söyleyebilirim. Hatta bunlara üçüncü bir ikilik olarak niyet ve kaza terimlerini eklemek isterim. Kopya, fark, tekrar, kaza gibi kavramları sergide yer alan işlerin bazılarında çok net okumak mümkün. Örneğin, Nejbir Erkol ve Baran Efe Öztürk’ün fotoğraf serilerinde, Ekin Keser’in kolajlarında, yöntem olarak Seda Gecü’nün baraj arkeolojilerini ele alan araştırma odaklı işinde veya Yusuf Özcan’ın yerleştirmesinde… Post modern dönemde, meta anlatıların dünyasında özgünlük, sanatsal biçimin kendinde mutlak bir değer olarak değil, yapıt kendi bağlamını da oluşturduğu ve taşıdığı ölçüde, izleyiciyle karşılaşmasında ve buna koşullu olarak ele alınabilir. Sergide bunun en net örneklerini Kıvılcım S. Güngörün ve Can Yıldırım’ın eserlerinde yakalamak mümkün.
Geleceğin felaket senaryoları etrafında şekillenmesi ve bu senaryolarda geleceği kontrol altına alma çabaları, gerçek ve kurmaca arasındaki sınırı nasıl etkiliyor? Değişen sınırlar, toplumsal algılarımızı ve gelecek tahayyüllerimizi nasıl dönüştürüyor?
Bu sorunuzu cevaplamaya bir yöntem olarak spekülatif çeviri konusundan başlayabilirim. Bu serginin teması ve başlığı aslında Anglosakson dünyada kullanımı son yıllarda giderek yaygınlaşmış İngilizce bir terim olan future-proof”un Türkçede yaygınlaşmış çevirisi “geleceğe hazırlık” deyiminin, orijinal terimin içerdiği çelişkileri temize çekişinden duyduğum rahatsızlıktan yola çıktı. Küresel düzeyde iklim değişikliği, yapay zekâ yazılımları, lojistik ve mimari gibi farklı alanlarda üretilen çözümleri ve gelecek öngörülerini tam anlamıyla “gelecek-geçirmez” kılma pratiklerinden söz ediyoruz. Geleceğe yönelik çözümlerin sanki geleceğe karşı bir yalıtım içermeleri gerektiği, bugün üretilen herhangi bir tasarımın veya kurumun ileride güncelleme gerektirmeyecek şekilde düşünülmesi gerekliliğini vurgulanıyor. Bunun geleceğin barındırdığı bilinmezliği ve dönüşüm olgularını ortadan kaldırmaya çalışan tehlikeli bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum. Gerçek ve kurmaca ilişkisi tam da bu bilinemezlik karşısında devreye giren antropolojik bir hat aslında. Geçmişte henüz keşfedilmemiş kıtaları ve denizleri betimlerken haritalarda kullanılan fantastik canavar tasvirlerinde veya geleceğe dair bilinemeyenle başa çıkmak için insanlığın başvurduğu hikayelerde ve mitolojilerde kurmacanın yerini anlayabiliriz. Aynı ilişki bugün de geçerli, aslında gelecek-geçirmezlik ve bu terimin kapsadığı yalıtım fikri de bir kurmaca ama kurduğumuz gerçekliği tanımlamaya ve biçimlendirmeye başladığında tehlikeli bir alana girdiğimizi, insanlığın temel bir özelliği olan hayal gücünü ve toplumsal gerçekliği ortak hayal gücümüz ile dönüştürme ihtimallerimizi kısıtlamaya başladığımızı hissediyorum. Bugün üretilen tasarımların biçim değiştiremediği, yazılımların hiçbir güncelleme gerektirmediği, sanki asla gelmeyecekmiş gibi tasarlanan bir geleceği istiyor muyuz gerçekten?
Nejbir Erkol, Evergreen serisi, Akbank 42. Günümüz Sanatçıları Ödülü Sergisi
Büşra Aydagün, Hamide Çelik, Beyza Durhan, Nejbir Erkol, Seda Gecü, Ekin Göre, Güler Güçlü, Serenay Gülyağcı, Kıvılcım S. Güngörün, Akın Güreş, Tekin Karakuş, Ekin Keser, Ecem Dilan Köse, Sıla Sevcan Örün, Nazan Özaras, Yusuf Özcan, Anı Ekin Özdemir, Baran Efe Öztürk, Edanur Sabuncu, Berk Şenol, Can Yıldırım, Damla Yücebaş'ın eserlerinden oluşan Akbank 42. Günümüz Sanatçıları Ödülü Sergisi 31 Temmuz 2024 tarihine kadar Akbank Sanat’ta ziyaret edilebilir.
Comments