top of page

Hep özlemini duyduğumuz şey…

Hilal Polat’ın Mixer’de gerçekleşen Arzu Kadar Kadim başlıklı sergisi 6 Şubat’ta sona erdi. Sanatçıyla, kendi kurgusal mitolojisinden hareketle hikâyeleştirdiği ve deneyimsel bir mekâna dönüştürdüğü sergisinin ardından sohbet ettik


Röportaj: Yasemin Güney Erten


Hilal Polat, Fotoğraf: Aydan Çınar



İşlerinizle yüz yüze geldiğimde gözüme ilk çarpan “el emeği”nin yoğunluğu oldu. Teknik seçiminiz bu açıdan izleyiciye bir tanıdıklık sağlıyor. Eve dair, öze dair, hayatın başına dair bir şey var gibi işlerinizde. Tıpkı anlattığınız mitolojik hikâyede olduğu gibi bir tür öze dönme eğilimi teknik seçiminize de yansıyor mu? Sırtınızı zanaate dayadığınızı söyler miydiniz?

Ben işlerimde ilkel diye adlandırdığım bu formları ağırlıklı olarak kullanmayı bulana kadar çok dolandım, başka başka şeyler denesem de annemin öğrettiği el işi beni hep çağırdı. Zanaat, giderek unutulan, bize de unutturulan bir dünya. Artık istenen, herkesin her şeyi her an kolaylıkla tüketmesi... Oysa annemin daha on üç yaşındayken yaptığı bir el işi yatak örtüsü eteğinde kullandığı işlemeyi gördüğüm zamanı ve ona hayranlığımı hep hatırlıyorum. Zamansız işler bence el işleri ve belirttiğiniz gibi içten bir yerden huzur veren, eve ve belki hepimizin en içindeki öze çağıran bir tarafı da var.


Duvarlar mitolojik figürlerin işlendiği minyatür karakterli, iki boyutlu nakışlarla dolu. Diğer taraftaysa, sanki bu figürler o iki boyutlu yüzeyden çıkıp bize varlıklarını göstermek istercesine, boşluğu kaplayan, mekana hükmeden figürlerle karşılaşıyoruz. Duvarları kaplayan nakış işleriniz ve mekanı kaplayan heykelleriniz arasındaki perde sergide oldukça önemli bir rol oynuyor. Bu ilişkiler ağını sizden dinlemek isterim.


Perdeyle sergiyi ikiye bölme fikri Utku Kara’nındı. Ben bir şekilde bir hayali kuruyorum ve o hayalde bana omuz atan, yükümü hafifleten insanlarla çalışıyorum. Sergiye girdiğinizde, ilk kısımda gerçekten duvarlardaki iki boyutlu işlerle o mitolojiyi oluşturmayı hedefledik. O kısım biraz zamansız ve bu dünyayı bize küçük ve onların kendine özgü ifadeleri ile anlatıyorlar. Fakat perdenin arkasına geçtiğimizde, o alemin yok olma anına gidiyoruz. Burada gördüğümüz her şey üç boyutlu ve o anın hislerini bütün derinliği ile anlatmanın yolunun bu karşılaşma olacağını düşündüm. İlk gördüğümüzde mekanı ayıran ışık sayesinde ise yarı geçirgen olabilen bu perde zaman zaman hem ilk karşılaştığımız iki boyutlu dünyayı hem yok olma anı dediğimiz yerleştirme kısmını birlikte görmemizi sağlıyor. Şimdi yok ediliyoruz ama bu alem bir zamanlar tabiatın en güzel köşesiydi demenin görsel yolu gibi. Size, tüm yaşam amaçlarınızı ve varlığınızı yok saymaya dair gelen bir buyruk altında kaldığınızda çaresizlikle yaşamın ne olabileceğini perdenin arkasında, o alemin bütün gerçekliği ile hayal etmek istedim.


Hilal Polat, Arzu Kadar Kadim, Enstalasyon fotoğrafları,

© Mixer Fotoğraf: Nazlı Erdemirel



Eserlerinizde ve üretme pratiğinizde izleyicinin, yabancının, bakanın yeri neresidir? İzleyicinin deneyimi üretim sürecinde üstüne özellikle eğildiğiniz bir etken mi?


İzleyici deneyimi özellikle sergiyi kurgularken düşündüğüm bir noktaydı. Serginin ne olduğu tam anlaşılmadan hızlıca gezilsin istemediğim için, mekanda on dakika süren ışık, ses, ve hikayeden oluşan bir kurgu var. Yabancı canlılarla dolu bu mekanda uzun uzun kalın ve düşünün istedim. Gerçekten de odaya giren seyirci, odada var olan hikayeye göre bir insan olarak başka bir dünyaya adım atıyor. Biraz bu aleme “Merhaba, ben sizi kurtarmaya gelen elçiyim’ diyen kişi olarak. İnsanoğlunun mesnetsiz özgüveni, ben bunun doğrusunu bilirimci tavır biraz esprili bir şekilde bu yolla ortaya çıksın istedim.


Bize, bizim hikâyemizi anlatıyorsunuz. Hep beraber içinde var olduğumuz gerçekliği bir mit üzerinden düşünme ve sorgulamaya çağırıyorsunuz. Gerçekliği bütün hamlığı ve kendiliği ile ele almak yerine ona, özgün bir hikayenin sağladığı alternatif dil üzerinden bakıyoruz. Bu bağlamda hikaye anlatıcılığı üretme pratiğinizde nasıl bir konuma sahip? Size nasıl esneklikler sağlıyor?


Bence her insan bir şekilde hikâye anlatır. Yaşadığımız her gün bir hikâye konusu, hele de bizimki gibi bir ülkede yaşayanlar için. Ben biçimleri dönüştürmeyi, kendi bakış açımla anlatmayı doğru buldum hep. Bir olayın, bir anın şahitliği o anda orada olan her kişiye göre değişir ve hayal gücümüz bir yandan o hikâyenin nelere dönüşebileceğini söyler bize. Hayal gücü ve hikayeler bir araya gelince de her türlü üretim, her türlü formda mümkün sanki.


Hilal Polat, Arzu Kadar Kadim, 2020-21

© Mixer, Fotoğraf: Nazlı Erdemirel



Mitoloji bize genelde geriye dönük, eskiye ait olanı çağrıştırsa bile aslında her zaman ileri bakan, ütopik bir tarafı da var. Sizin işleriniz de bize bir ütopyayı, alternatif bir var olma biçimini hatırlatıyor. Herkesin kendi olduğu, herkesin kendini ifade edebildiği ortak bir varoluş. Doğaya, öze dönüş üzerine düşünmenin yanında; bizi içimize, insanlığa bakmaya davet ediyorsunuz. Kullandığınız mitolojik unsurlar hikâye anlatma pratiğinizde size nasıl bir alan açtı?


Mitler dünya tarihinde ki bence en doğru şey, yalan yok ama abartı var, tanımlayamadığı bir şeyi tanrılaştırma var çoğunlukla. Ama özünde doğada, var oluşta ne görüyorsa insanlar, dönem dönem çeşitli kültürel etkilerle bunları mitleştirmişler ya da başka deyişle hikayeleştirmişler. Ben mitolojik dünyalara girme zevkimden dolayı sanırım, kendim de bu bakış açısıyla işler, hikâyeler üretiyorum.


Zıtların birbirini var ettiği dünyada, bu zorunlu ikilikten kurtulmuş bir varoluş mu hayal ediyorsunuz? “Geçmiş de yoktu gelecek de, gündüz de yoktu gece de. Hep sıcak, hep serindi bu alem.” Belirli kabul edilmiş modellerin olmadığı, yan gözle başkasına bakmadığımız, karşılaştırma yapmadığımız, aynada kendimizi incelemediğimiz; sadece var olduğumuz bir hayat. Dünde değil, yarında değil; bugün, burada, kendimiz olarak sadece var olduğumuz bir hayat.


Aslında hayır, o saydığınız şeylerin hepsi de bu alemdeki canlılar tarafından yapılıyor olabilir. Ama burda kimse kötü niyetle ya da ötekinin alanını işgal etmek, fikrini değiştirmeye zorlamak için yapmıyor hiçbir şeyi gibi hayal ediyorum bunu. Her canlının doğal bir yaşam döngüsü var, bu alemdeki her canlı, ne yaparsa yapsın, önce başkalarına saygı duyuyor, kimsenin kötülüğünü istemiyor, var oluyor ama o varlık, beraber var olmanın uyumuna da hizmet ediyor, daha çok kastetmeye çalıştığım buydu. Günün sonunda, bütün insanlar birbirinden farklı, biliyorum. O farklılıklara saygı duymak, beraber yaşamaya çalışmak benim hayal etmek istediğim şeydi bu alem için, hep özlemini duyduğum şey bizim dünyamızda da...


Hilal Polat, Arzu Kadar Kadim, Enstalasyon fotoğrafları, 2020-21

© Mixer, Fotoğraf: Nazlı Erdemirel



Gerçekliği her anlamıyla işlediğiniz ve dönüştürdüğünüz eserler, bakışınızı izleyiciye aktarmak için bir araç niteliğinde mi? Üretiminizin izleyiciden bağımsız -kafanızı kurcalayan konuları çözümlemek gibi- bireysel bir tarafı var mı?


Var evet, insanlarla doğrudan bir şeyleri konuşmak çok zor, ya da fikrinizi arzunuzu hiç tanımadığınız birine anlatmak. Sanat eseri benim için bir araç, söylemek istediğimi anlatabildiğim, kendim olabildiğim özgür ve ve umarım başkaları için de özgürleştirici bir alan.


Arzu Kadar Kadim başlığının hikâyesini anlatır mısınız?


Ben bir sürü öneride bulundum -sınırsız saçmalayabilirim ucu açıksa meselenin- sonra Onur Karaoğlu, Utku Kara ve Mixer ekibiyle paylaştım. Tabii ki balya balya başlıklarım vardı. Aklıselim çevrem olasılıklar arasından bunu oy birliğiyle seçti. Ben biraz drama queen olduğum için seviyorum dramatik başlıkları. Bence ortak çabayla güzel bir isim kondu. İsimden hepimiz memnunuz.

bottom of page