top of page

Hatırlamaktan usanmayan bir sergi

Neriman Polat’ın bugüne kadar açılan en kapsamlı kişisel sergisi olma özelliğini taşıyan Mührü Kırmak: 1996’dan 2019’a bir Seçki 12 Ocak 2020 tarihine dek Depo İstanbul’da devam ediyor. Mahmut Wenda Koyuncu ve Derya Yücel küratörlüğünde gerçekleşen sergiyi ve Polat’ın üretimini değerlendirdik


YAZI: NAZLI PEKTAŞ


Neriman Polat, Mührü Kırmak sergisinden, Depo İstanbul'un izniyle,

Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz


Neriman Polat’ın üretimi, ona bakana yeryüzünün imge, insanın da özne olduğunu her seferinde hatırlatır. İmge olarak yeryüzü, onu oluş içine salan bedeni ve tüm eylemlerine hem mekân hem tanıktır.


Depo İstanbul’da açılan Mührü Kırmak sergisi, 1996’dan bugüne yıllar içinde Neriman’ın peşine düştüğü bu tanıklığın dökümü… Küratörler Derya Yücel ve Mahmut Wenda Koyuncu, bugünün kapısına dayanan tüm tanıklıkları Neriman’ın izleğini birbirinden hiç koparmadan hatta sıkıca bağlayarak yan yana getirmiş. Depo’nun tarihine ve bugününe de ilmek atarak... Çünkü yangı hâlâ devam ediyor…


Neriman Polat mührü kırıyor. Peki bu çok katmanlı mühür neleri imliyor? Yasakları, tabuları, izinsiz girilen herhangi bir yeri, gösterilmeyene/gösterilemeyene bakmayı... Yahut tüm canlılığıyla süren tanıklıklara ait bellek çekmecelerinin mühürlerinin kırılıp çevreye saçılmasını... Bir metafor olarak mühür, tam da bugün, 90’ların tanığı bir sanatçının belleğini yeryüzüne fırlattığı “oradaydım” ve şimdi de “buradayım” diye haykırdığı oluşunun hayali bir imgesine dönüşüveriyor.


Neriman Polat, Mührü Kırmak sergisinden, Depo İstanbul'un izniyle,

Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz


Sergi, kronolojik olmamakla birlikte Neriman’ın 30 yıla yaklaşan sanat üretiminde neredeyse dokunduğu bütün konulara yer veriyor. Tematik bir okumayla bir araya gelen işler kısaca sanatçının baktığı, gördüğü, duyduğu her şey: Şiddet, iktidar, kadın, çocuk, savaş, kent, konut, beden, ölüm, kimlik, cinsiyet, ekoloji, devlet, militarizm, baskı, sansür, toplum gezi… 90’lardan bugüne Türkiye’de güncel/çağdaş sanatın konuştuğu ve konuşmaya devam ettiği konular. O günlerden bugüne hem toplumsal hem de tarihsel sorunlar didik didik edildi. Sanatçılar içinden geçtikleri zamanı tüm gerçekliğiyle işlerine taşıdılar. Neriman da 90’ların ortasında üretmeye başlayan bir sanatçı olarak bu konular hakkında düşündü ve üretti. Zaten aksi de düşünülemezdi zira hem coğrafya hem de politika bir yanıyla aktivist diyebileceğimiz Neriman ve doksanların sanatçıları için zemini hep hazır tuttu. Böyle bir zeminde bağımsız sanatçılar olarak gruplaşmak, birlikte düşünmek, açılan sergilerde tek bir eser bile satamamak gerçek durumlardı. Yıldız olmak, herhangi bir galeri tarafından temsil edilmek yerine zamanın içinde olmak, tartışabilmek, sahici sorular üretmek önemliydi. Neriman da böyle bir ortamda hem bireysel üretimine devam etti hem de kolektif çalışmalar yaptı; feminist örgütlerle çalıştı, sanatçı gruplarına dahil oldu... Hafriyat grubunda dokuz, Sanat Tanımı Topluluğu’nda yaklaşık üç yıl bulundu. Arzu Yayıntaş ile birlikte sergiler yaptı, Arada grubunda (Gül Ilgaz, Nancy Atakan, Gülçin Aksoy) yer aldı.

Neriman’ın Depo İstanbul’daki sergisi -katalog metninde de söylendiği üzere- 1990’lı yıllardan bugüne sanatçının kişisel ve kolektif hafızasının bir dökümü olarak izleniyor. Lakin dahası var: Bu sergi bize doksanlardaki üretimi o zamanın ruhunu ve bugün de hiç değişmeyen gerçeklikleri Neriman Polat’ın izleği üzerinden yeniden hatırlatıyor.


Üretimi yer aldığı yılların gerçekliği üzerine kurulu olan ve Adnan Çoker atölyesinden mezun Neriman Polat hiç sergilemediği resimler de yaptı. Çünkü Neriman, tam da az önce yazdıklarım eşliğinde, yeni mecralar keşfetmişti. Bu yeni mecralar da (video, fotoğraf, duvar, kumaş ya da baktığında güçlü bir sezgiyle sanatına dahil ettiği her şey) olan bitenin ve düzenin karşısında olduğunu kuvvetli sözlerle anlatıyordu. Gerçeklikle, toplumsal olanla, çatışmalarla, çelişkilerle ve kadın olma durumlarıyla kurduğu ilişki için resim yapmaya ihtiyacı yoktu. Yeni keşfettiği mecralar hayatın içinde zaten kendi gerçekliklerini yansıtabilen, taşıyabilen ve çoğaltabilen alanlardı. “Elime ihtiyaç duymuyordum,” diyordu bu sergi için buluştuğumuzda…

Neriman Polat, Mührü Kırmak sergisinden, Depo İstanbul'un izniyle,

Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz


Neriman’ın sanat üretimine başladığı yıllar “bağımsız sanatçıların” her şeye rağmen var olma mücadelesi verdiği yıllardı ve Neriman o günden beri bağımsızlığını korumuş ve üretimine hiç aksatmadan devam etmiş bir sanatçı. Resim yerine, başka mecralara yönelmesi, sokağın dilini sergi alanın içine sokup bağlamını ve anlamını değiştirerek toplumun politikayla dönüştürülen, buruşturulan, kavrulan tenini yeniden okutması, maruz kaldıklarımız ve mağdur olanlar arasında yeni bir dil yaratıyor kuşkusuz. Neriman Polat üretimi içinde Neriman’ın bakışı daha önce pek çok kez işaretlenen yerlere başka bir bakış bırakıyor. Kadın ve çocuklara dair işlerde gözün vicdanını hatırlatıyor. Adaletsiz, çelişkilerle dolu gerçeklikleri işlerine davet ettiğinde hakikatten mührü kırıyor gözün perdesini açıyor.


Mührü Kırmak; doksanlardan günümüze toplumun çepeçevre kuşatan statükoyu açığa vuran, arzu ve hakikati türlü yollarla gösteren, gerçeği sokaktaki sıradan olanın ifşasıyla su yüzüne çıkaran yahut kurgu bir fotoğraftaki metaforik bir imgeyle/imgelerle kadraja alan, felce uğramış hayatlarımızı usanmadan hatırlatan bir sergi. 2019 tarihli işler de 1990’ların ortasında bir fotoğraf da aynı yaraya kabuk bağlıyor.


Toplumun ikiyüzlülüğünü hatırlatıyor kimi işlerinde Neriman. Mülk Allah’ındır (2007) yazıyor betebeli bir duvarda. İstanbul’un kimliksiz sokaklarını kuşatan sayısız apartmandan devşirme bir görüntüyle. Kendi gerçekliğimizi hatırlatıyor sık sık. Bakışı kendimize, kendi gözümüzü içimize çeviriyor. En zoru da bu, sergiyi gezerken… Durum Duvarı’nda (1997) bembeyaz bir duvarın önünde suçlu gibi poz veren çocukları görünce onlara yüklediğimiz tekinsizliği gözlerimize bırakıyor. Ceylan Önkol’un annesinin sözlerini duvarda okuyunca da “Kızımın parçalarını eteğimde taşıdım” (Ceylan, 2011) aklımızı Türkiye’deki adaletsizliğin kubbesinden ellerimize bırakıyor.


Neriman Polat, Mührü Kırmak sergisinden, Depo İstanbul'un izniyle,

Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz


Daha önce Kasa Galeri’de Nurcan Gündoğan ile birlikte açtığı Çiçek Yarası sergisinde izlediğimiz perde yerleştirmesinde; Çiçek Yarası (2019) çiçekli pazen bir kumaşı tersinden çiçeklerini kazıyor, oyuyor adeta bir yaraya çeviriyor: “Benim için Türkiye’deki kadın cinayetleri için fallik olmayan bir anıt bu. İsmi çiçek yarası çünkü bu bir yara ve sürekli kanayan ve çoğalan bir yara…” diye anlatıyor bu işini Neriman. Kurşun deliğine varıyor izler, çiçek yarasından koparak kaçarak, bağlanan kabuğu soyarak…


Kadın ve bedeni arasında cinsiyeti okuyan işler üretirken Neriman kadın olarak varlığını, mücadele eşliğinde var olma düzenini diğer işlerinden daha sert bir tonla bağırıyor. Bir kadın boynuna gerdanlık gibi takılmış Kemer, (2013) ya da bir piknik alanında ailesinden uzaklaşan küçük bir kız çocuğu, Adım (2013) duyguları farklı ama uzak kederleri yakın. Kadına bakışı erkek şiddetinden azade tutamayacağımız bir duygu. Türlü kaygılara gebe hayatlarımız…

Yasaklanan, görülmeyen tabu görüntülere eşlik eden 2002 tarihli Bozuk serisi. Neredeyse hiçbir zaman fotoğraflanması arzulanmayanı gösteren tekinsiz türlü çağrışımlara açık imgeler.


2015 tarihli çiçekleri solmuş pazen Elbise. İpek Duben’in 1981 tarihli Şerife isimli tablosuyla uzun bir sohbete dalmış olduğu kesin. Metin Kemal Kahraman kardeşler’in, Sırdır şarkısı bir kadın sesiyle eşlik ediyor Elbise’ye. Gökçe Deniz Balkan söylüyor şarkıyı. Nasıl bir öykü yazarsınız üstüne, nasıl bir ağıt yakarsınız yahut? Hiç fotoğrafı olmamış bir kadın mıdır içindeki? Soldurulmuş nice hayatın karanlıktaki sesi midir pazen çiçekleri soldurulmuş…

Sergide yer alan farklı zamanlara tutunan işler, kimi acının, ölümün ve yaranın tutunduğu şiire kaptırmış kendini, kimi cinnet anını, temizlik metaforu eşliğinde kesilmiş bir penisle sonlandırıyor. Ruhsal ve Bedensel Sağlığı Bozulmamıştır (2009) videosunda olduğu gibi. Ya da Özel Güvenlik (2013) isimli fotoğrafta yatağa sere serpe uzanmış güvenlik üniforması giymiş bir kadının akla getirdikleri tüm serginin direnç yüklü imgesi. Kadın nihayetinde kendini ve diğer tüm kadınları korumaya ant içiyor gibi. Feminist bir kadın sanatçının, dilini erkek sözüne bulandırmamış, Neriman’ın artık kendi kendinin her şeyi olan bir kadından yarattığı çağdaş bir “uzanan çıplak!” Tersyüz edilmiş bir çıplak bu. Hem kameranın bize gösterdiği açıdan hem de seyirlik değil seyreden olarak…


Neriman Polat, Mührü Kırmak sergisinden, Depo İstanbul'un izniyle,

Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz


Farklı okumalara açık bir sergi olmakla birlikte Mührü Kırmak; Neriman’ın feminist ve aktivist kimliği eşliğinde olan biteni nostaljik bir anlatıya sokmadan kimi zaman yükselen tonda, kimi zaman hınzır bakışla sorgulayarak, kimi zaman izleyeni ağır yükümlülükler altına sokan bir yüzleştirmeyle Depo’nun iki katına yayılıyor.


Galerinin ikinci katında yer alan İstikrarlı Ölüm (2016) Neriman’ın Arzu Yayıntaş ile yaptığı bir iş. 2015 yılında ölen sivillerin, kadınların, mültecilerin ve işçilerin ölümlerini çiviler eşliğinde sivri uçlu bir belgeye çeviriyor. Gerçek Ailesi (2003) isimli mezar fotoğrafı ise sergideki tüm sözlere kuşbakışı bir bakış fırlatıyor. İnsanlık kirliliğine eşlik eden çevre kirliliğini işaretleyen fotoğraflar, kurgulanmış fotoğraflar, şehrin manzarasından koparılmış hayalet gibi duran siyah çamaşır fotoğrafları, tuğla duvara yerleştirilmiş, başka evler, sallanma hayali olan salıncak fotoğrafı… Neriman’ın melez İstanbul estetiği dediği estetiğin kaydı. İstanbul’un hiç de turistik olmayan gerçekliği bu şeyler. Nereyi gördüğünüz değil, nereye baktığınız önemli bu imgelerde. Boğazın sırtlarında da karşınıza çıkabilir bu melezlik, Nişantaşı’nın arka sokaklarında da, Sultanbeyli’de de…


Neriman Polat, Mührü Kırmak sergisinden, Depo İstanbul'un izniyle,

Fotoğraf: Kayhan Kaygusuz


Geldiler (2016) tarihli iş Bambi desenli bir çocuk battaniyesi. Çatışmaların yaşandığı dönemde yapılmış. Öğretmenlerin telefonlarına “şehri terk edin” mesajlarının geldiği, gitmenin de kalmanın da zor olduğu bir çelişki... Neriman bu çelişkiyi kelebekleri yarasaya dönüştürüp pembe battaniyeyi siyaha boyayarak ifşa eder. Battaniyenin üzerineyse “Öğretmenin şehri terk etti,” yazar. Bambi’nin gözüne ise dokunmadan bırakır.


Mührü Kırmak sergisi Geldiler yerleştirmesi eşliğinde; sesin, kumaşın, kiremitin, ölümün, çivinin, çamaşırın, doğanın, kadının, battaniyenin, yazının, umudun, havanın, denizin, ağacın, bedenin en çok da çocuğun politik olanla kuşatılan varlığını resimliyor. Zira iktidarlar, kelebekleri yarasa diye anlatıyor, yarasaları da korkunç birer canavara dönüştürüyor. Mühür, burada Bambi’nin gözünde kırılıyor. Görmeyi değil, bakmayı seçiyor Neriman; usanmadan hatırlamasına rağmen umudu Ceylan’ın gözünde saklıyor.

bottom of page