top of page

Güneş’e yeniden merhaba

Buradayız, Ayaktayız sergisi Sinematek/Sinemaevi’nde gerçekleşen İranlı Kadınlar Konuşuyor: Tarih, Sanat, Direniş başlıklı film gösterimine paralel olarak izleyiciyle buluştu. Saliha Yavuz küratörlüğündeki sergide sunulan işlere ve kurdukları diyaloğa yakından bakıyoruz


Yazı: Esra Melike Çuluk


Buradayız, Ayaktayız sergisinden görünüm. Fotoğraf: Metehan Özcan


Sinematek/Sinemaevi’nde gerçekleşen İranlı Kadınlar Konuşuyor: Tarih, Sanat, Direniş başlıklı film seçkisine paralel olarak kurgulanan Buradayız, Ayaktayız, adından da anlaşıldığı üzere bu topraklarda yaşayan herkesin farklı açılardan güçlü tanıklığı bulunan direniş teması etrafında gelişen bir sergi. Öyle ki, sergi adını film seçkisinde yer alan ve Claudine Mular’ın yönetmenliğini yaptığı İranlı Kadınların Kurtuluş Hareketi: Milat isimli belgeselde anlatılan, Humeyni’nin iktidara geçtiği 1979 yılında kadınların örtünmesinin zorunlu hale getirilmesi kararı ve bu karara tepki olarak yaşanan protestolarda atılan sloganlardan alıyor. Buradayız Ayaktayız, yakın geçmişimizde böylesine kilit konumda bulunan İran Devrimi ve beraberinde yaşanan sürecin etkisiyle oluşan üretimlerin ışığında, mücadelenin coğrafyalardan bağımsız ortaklıklarını şiirsel bir dille ifade edebilmenin imkânlarını sunuyor.


Pegah Derakhshan Rokni, The Wind Will Blow Our Hair Away, 2023, Sanatsal baskı kağıdına renkli baskı 16 x 21 cm, Fotoğraf: Metehan Özcan



Baskı, video, fotoğraf gibi farklı tekniklerde üretilen işler, farklı coğrafyalarda yaşayan sanatçıların ortak ritmiyle mekânda konuşuyor. Daha ilk anda, zemin kattan galeriye doğru inerken, duvarda saçları savrulmakta olan bir kadınla aynı yöne bakarak rüzgârı arkamıza alıyorum. Fulya Çetin’e ait bu çizim ana mekânda Pegah Derakhshan Rokni’nin bir anıt sayılabilecek baskı resmiyle ilişkileniyor. Tüm metanetiyle gözümüzün içine bakarak saçlarını kesmekte olan bir kadını gösteren bu baskı, İran’daki “Kadın, Yaşam, Özgürlük” hareketinin ana karakteri haline gelen Mahsa Amini’ye ve tarih boyunca özgürlük ve eşitlik için mücadele eden tüm kadınlara selam veriyor. Yalnızca işler değil, mekânın kendisinin de söylemek istediği bir şeyler var. Duvarların köşelerinde, işlerin kenarlarında, başımızı çevirdiğimizde gördüğümüz, sessizliğini işittiğimiz dizeler, Füruğ Ferruhzad’ın hiç duymadığım sesiyle zihnimin içine fısıldanıyor. İçimden “Biz öğlenlerin sisli sıcağında, tozlu sokaklarda aşkımızı haykırırdık” derken Ata Kam’ın 2014 tarihli fotoğrafı başka bir köşede beliriyor. Here and Now isimli işi, Gezi Parkı protestolarına ait bir fotoğraf ve o fotoğrafın pelür kâğıt üzerine serigrafi olarak basılmış bir başka görüntüsünden oluşuyor. Pelür, selülozdan üretilen ve saydam, pürüzsüz ama deforme olmaya açık bir malzeme. Pelürün üzerinde yer alan görüntü de tıpkı malzemenin doğasında olduğu gibi, belirli bir anı ve onun temsil ettiği her şeyi bugüne taşırken, imge ise kendini her tekrarda yeniden tanımlıyor, zamanın posasını muhafaza ediyor.


Buradayız, Ayaktayız sergisinden görünüm. Fotoğraf: Metehan Özcan


Bahar Samadi’nin video yerleştirmesi, serginin farklı disiplinlerle ortaklaşarak kurgulanan yapısına dair çok fazla şey söylüyor. Birleşme/Assembly isimli videoda, tanımsız zaman ve mekanlardan koparılmış kalabalık insan gruplarına ait görüntüler, görüntüyle karşılaşan izleyiciye pek çok soru bırakırken kendi hafızasını çalkalaması için de tetikleyici bir rol üstleniyor. Bilinmezi tanımlamak için bize tanıdık gelen imgeleri kullanarak topluluğun içindeki suretlerden birine dönüşmek hiç de zor değil. Samadi, işin devamında videodaki her bir yüzü ayrı kâğıtlara basarak, özneleri mevcut mahallerinden daha da uzağa taşıyor. Duvarın bitişiğindeki zeminde, siyah mürekkeple boyanarak peşi sıra dizilen bu yüzler artık yeni bir kalabalığın öznesi, tahayyülün gerçekliği zapt ettiği bir oyunun oyuncuları. Başka bir oyun Bahar Samadi’nin mürekkeple boyanmış suretlerinin hemen önünde konumlanmış ayrı bir yerleştirmede devam ediyor. Sophie Keir & Kate Millett ikilisi ve Claudeine Mulard’ın 1979 protestoları sırasında çektiği arşiv fotoğrafları, küratoryal bir tercihin sonucunda transparan yapıda kumaşların üzerine basılmış. Mekânı boydan boya saran kumaşlar meydanları, tüm kalabalığı mekâna taşıyor.


Fulya Çetin, Salınan, 2022, Kağıt üzerine kalem, 30 x 30 cm, Fotoğraf: Metehan Özcan


Film seçkisinde yer alan filmleri izledikçe, işler ve mekân da farklı bir gözle deneyimleniyor. Maryam Tafakory’nin İran Çantası isimli filmi “temas etmenin” aslında ne demek olduğunu, eylemin gerçekleşememe anı üzerinden okumamızı sağlıyor. Devrim sonrası İran’da sosyal düzenin kuralları değişirken, sinema da nasibini alıyor ve filmlerde kadınla erkeğin birbirine dokunurken gösterilmesi yasaklanıyor. Tafakory bu yasakla beraber sinemasal dilin nasıl dönüştüğünü, “çanta” formu üzerinden birbirleriyle temas kurmaya çalışan insanların gösterildiği eski filmlerden sahneleri, yeni bir kurguyla birleştirerek anlatıyor. Bu kadar insani bir jest için sistemi atlatma mekanizmaları geliştirmek zorunda kalan insanlar, şartlar ne olursa olsun devam edebilmek için her zaman bir yol buluyor. Ancak devam edebilmek için verilen tavizler ve bunları hazmetmenin hiç de kolay olmadığı bir gerçek. Yerleşmiş toplumsal kodları tepeden inen kararlarla ters düz etmek, o toplumun paydaşlarına sonradan yerleşen bir aidiyetsizlik ile geri dönüyor.


Sophie Keir & Kate Millett, Devrimin cesur kadınlarını hatırlamak, İran, 1979, Fotoğraf: Metehan Özcan


Program süresi içinde Sinematek’te söyleşisi yapma imkânı da bulan Mania Akbari’nin Ne Cüretle

Bunu İstersin isimli filmi, aidiyetsizliğin tanımını ve bu duyguya karşı direnişi kişisel bir anlatı üzerinden inceliyor. Akbari, İran filmlerindeki kadın temsilini, ilk dönem sinemasından devrime kadarki süreç içinde farklı filmlerden kliplerle, kendi göğsüne çiçek dövmesi yaptırırken ki görüntülerle birleştirerek yeni bir kurgu ile aktarıyor. Eril bakışın kadın bedenine uyguladığı sömürüye ve değersizleştirmeye, kendi bedenini üzerinden kafa tutuyor. Mevcut düzene ait olmayı reddederken, bugün hepsi yasaklı olan filmlere ait görüntüleri kullanarak geçmişe ait deneyimi karşı hafıza üzerinden yeniden yazıyor.


Yeşim Paktin, Mavi Çiçekler, 2022-2023, kağıt üzerine Cyanotype baskı, 30 x 50 cm

Akbari gibi çiçek imgeleriyle konuşan Yeşim Paktin ise, Mavi Çiçekler ve Ateş Çiçek serilerinden cyanotype tekniği ile üretilen baskı işlerinde, dünyanın farklı yerlerindeki protestolarda yaşanan şiddet görüntülerini yeni bir kompozisyonla birleştiriyor. Her türlü kanaldan yeni bilgiye maruz kaldığımız böyle bir dönemde, sayısız imge ve hikâyenin ortasında gördüklerimize karşı duyarsızlaşırken, Pakti’nin mavi çiçekleri sahiden neye baktığımızı fark etmemizi sağlıyor. Kullandığı tekniğin sonucunda oluşan mavi tonu ise şiddetin dilini bozarak, Füruğ Ferruhzad’ın “Yeniden merhaba diyeceğim Güneş’e” dediği, umudun yeşerdiği noktaya taşıyor bizleri. Zaten ihtiyacımız olan ve unutmamamız gereken de biz birbirimizi fark ettikçe, tüm güneşlerin içimizden ve birbirimize tutunurken doğacağız.





bottom of page