Canberk Akçal’ın documenta 15 süresince kaleme aldığı 79 gün başlıklı yazı dizisi belirli anlardan kavramlara, söyleşilerden kafasını kurcalayan sorulara uzanıyor. Serinin dördüncü yazısı documenta fifteen'in inşa ettiği lügata yakından bakıyor
Yazı: Canberk Akçal
Fotoğraf: Nicolas Wefers
Elimde yakın bir arkadaşıma indirimli aldığım biletin faturasını tutarken gözüme documenta'ların birden itibaren yan yana dizildiği logoları gözüme çarpıyor. Her biri bir diğerinden küçücük bir detayla sıyrılan logolara göz attıkça bu yılın “sayı” taşımayan documenta fifteen'ini yeniden düşünmeye başlıyorum. Her birinin bir diğerinin ardında yepyeni bir arayışa girdiği bir küratöryel mizansen sunan documenta geçmişi ve her seferinde yepyeni bir dille gelmeye çalışan yeni bir beş yıl sonrası. Bir documenta öncesinde karşına böylesine bir tarihçeyi eline alan bir küratör, bu sefer küratöryel grup, bu fikir girdabı içerisinde kendine nasıl pozisyon bulmaya çalışır? Ya da soruyu şöyle değiştirelim sayın okuyucu, yarın telefonunuz çalıyor ve Frances Morris “Merhaba sayın okuyucu, biz sizin kürasyonu yapmanıza karar verdik.” diyor. Önce Tate Modern’e bu kadar yakın olmanın minik heyecanını yaşıyor sonra ise kendinizi toparlayıp teşekkürlerin farklı varyantlarıyla telefonu kapıyorsunuz. Peki o anda, karşınızda tahminen iki üç yıllık bir hazırlanma süreci varken ilk eliniz nereye gider? Tanıdığınız ve mutlaka çalışacağınız bir sanatçıya mı? Belki mentor sayılabilecek bir hocanıza mı? Yanınızdan eksik etmediğiniz bir kitabın her daim geri dönülüp okunan sayfasına mı? Daha doğrusu şunu soralım, sizin imzanız nerede başlar planlama sürecinde?
Bu sorulara tabii ki cevap vermek kolay değil, bir profesyonel olmak da hiç de zorunlu değil, bir izleyici olarak yolumuza devam edebiliriz. Fakat ben bu noktada logonun fifteen’ine bakarak aslında bu documenta’nın konseptinin belirli kelimelerle kurulmasına bir dokunma ihtiyacı hissediyorum. Sanki küratör grubu, ruangrupa, bir sanatçı kolektifi olarak da varolmalarının çokça yıl sonrası bu daveti aldıklarında ellerinde yılların içerisinden fırlamış birkaç kelime varmış ve onlara tutunarak yenilerine tırmanmışlar gibi geliyor. lumbung kelimesinin farklı türevleri documenta'nın sistemini inşa ederken aslında Nongkrong, Harvesting hatta ve hatta Türkçe Meydan da farklı açılardan documenta'yı inşa eden kiremitler aslında. Bir tür lügat meydana getirmeye çalışan küratöryel anlayış altyapıyı inşa etmenin yanı sıra bir izleyici olarak benim hangi açılardan bakarsam bu documenta’ya daha iyi dokunabilirim sorularına da cevap veriyor, "documenta’nın fotoğrafını nereden çekerim"in ipuçlarını sunuyor aslında. Bu doğrultuda küratöryel geçmişinde “kafayı yemek” tabirini Berlin’de 48h Neukölln festivali için konseptleştirmiş eşküratörlerden biri olarak, aslında o zamanlar da kafamı kurcalayan soruları yeniden sorar hale geliyorum: Bir kültürel bağlama başka bir dille gelmek seyirciye ne getirir? Bu kelime/kalıp nasıl ve ne şekilde kullanılmalı? Bir egzotikleşme kaygısından nasıl sıyrılır insan? Kendimce çözümü içinde bulunduğum şehrin bağlamına dokunan ve “olması gereken” bir kalıbı bir kültüre sunduğuma inanarak bulmuştum zamanında. documenta fifteen’de ise belki de bu soruların içine dalmadan önce kısa kısa kelimeler ve anlamlarını açıklamak gerekli:
lumbung:
Mantığı pirinç tarlalarında elde edilen katma değeri kendi arasında adaletli bir şekilde paylaştırmak, bir komün olarak yan yana ve emeğinin el verdiğince hareket etmek anlamına gelen lumbung, bir bakıma imece’nin Endonezyaca ruh eşi denilebilir aslında. Bütün documenta’nın temelini oluşturan bu konsept bir yandan da birçok önemli durumda da bir sıfat olarak kullanılıyor. lumbung press, documenta Halle’nin ortasında sanatçıların özgürce baskı yaptığı ve denediği alan, lumbung sanatçıları adı altında sanatçıların bu yılki kolektif duruşuna ithafen onlara verilen ek sıfat, lumbung kios ise Ruruhaus’ta(Ruruhaus ve Fridskul adı altında iki takma isimli mekân da mevcut belki bu kolektif yapılanmaya ayrıca başka bir yazıda girmeliyim.) ve Hübner’de bulunan lumbung sanatçıları ve “lokalleri”nin(Kassel’de bulunan bazı lokal dükkanlar, plakçı, tasarımcı, ikinci el kıyafetçi gibi.) satış yaptığı alanda lumbung farklı anlamlarda karşımıza çıkabiliyor.
harvesting:
İngilizce kökenli, Türkçe karşılığı “bir şeyi ekmek” olarak açıklanabilicek terim, aslında serbest çağırışımlar üzerine kurulu bir arşivleme metodu denebilir. Kendi documenta sürecimde de her girdiğimiz mekân sonrası farklı metodlarla mekânın, serginin bizde bıraktığı hissiyatı açıklamıştık. Bu doğrultuda harvesting geleceğe bırakılan bir not aslında, bir an, bazen bir ses kaydı da olabilir, bazense ilk kez bir sanatçıyı gördükten sonra çizilmiş bir eskiz, yazılan bir kelime. Sınıflandırılma kaygısı taşımadan geleceğe bırakılan notlar topluluğu aslında harvesting, sergi mekânlarında da bir anda karşımıza çıkıp bizi hiç düşünmediğimiz bir yere götürebilir. Harvesting’in nasıl arşivleneceğini merakla beklediğimi ayrıca belirtmek isterim, bu doğrultuda arşivleme mantığı ve bunun uygulanış biçimleri ile ilgili de bir başlığı da gelecekteki bir yazımda ele alacağım.
nongkrong:
Birlikte bir arada takılma, muhabbet etmek hatta bana sorarsanız tam tanımı “goygoy yapmak” olan nongkrong, ruangrupa’nın kurulmasından beri temelini oluşturan bir konsept. Endonezya’daki dikta rejimi içerisinde sanatsal ortamdaki yer edinmelerini oturma odalarına taşıyan ruangrupa, birçok farklı sanatçının geldiği, oturduğu, konuştuğu, sergi yaptığı hatta ve hatta rahatlıkla bir konuşmanın ortasında uyuyabilecekleri bir alan yaratıyorlar kendi oturma odalarında. Bu doğrultuda nongkrong da bu eylemlerin hepsinin birleştiği, arkadaş canlısı bir iletişim alanı aslında.
Sobat:
Endonezyaca arkadaş anlamına gelen bu kelime, documenta’nın eğitim ve kültür kısmındaki çalışanlar için konulan bir isim. Benim de içinde bulunduğum bu kısım, aslında sanatçılarla seyirci arasındaki etkileşimde yer alan birçok yapıda, sergilerin turlanma biçimleri, eğitim ve atölye programları gibi çeşitli alanlarda etkinlik gösteriyor. Belki de en çok nongkrong yapan kısmın da burası olduğunu söyleyebiliriz.
Meydan:
Türkçe’deki karşılığıyla birebir aynı anlamı taşıyan Meydan, documenta süresince bazı haftasonlarını kapsayan bir tür documenta içi bir festival serisi. Bu yazıyı yazdığım sıralar Meydan#2’ye katılalı sadece birkaç gün oldu ve bu Meydan’da açık havada kurulu bir müzik sahnesi, atölyeler, farklı dinleme ve hikâye anlatma metodları, Gloria sinemasında bir lumbung film seçkisi vardı. (Üstte eklemeyi unuttuğum lumbung film, Kassel’deki en eski ve ikonik sinemalardan biri olan Gloria sinemasında gösterilen, farklı sanatçılar tarafından önerilmiş, kürate edilmiş bir film kürasyonu. Farklı aralıklarla hem bu seçkiye hem de bazı lumbung sanatçılarının film gösterimi/arşivleri/söyleşilerine ev sahipliği yapıyor.)
(mini) Majelis:
Meclis, toplanma, bir araya gelme anlamları taşıyan Endonezyaca kelime (kökeni ise Majlis, arapçadan) aslında küratöryel sürecin hazırlanma aşaması ile ilgili bir tanımlama. Her sanatçı/sanatçı grubu documenta’ya hazırlık süreçlerinde daha öncesinde tanımadıkları başka sanatçılarla eşleşerek küçük gruplar halinde iletişimde oldular. Toplantılarına bazen ruangrupa içerisinden küratörlerinde katıldığı bu konsept aslında lumbung’un merkezinde olan dayanışma ve kolektif karar durumunun yansıyan eylemlerinden bir tanesiydi. Sanatçıların kendilerinin de başka sanatçıları davet etmesi üzerine kurulu bu yılki documenta serisinde(bu nedenden ötürü rekor bir sanatçı sayısı mevcut, basılan sanatçı kartlarının 1500’den fazla olduğu söyleniyor, daha öncesindeki maksimum sayı documenta 6’da 623 idi.) mini majelis bazen bir arada bu kararların verildiği bir yapıya bürünürken bazen de gelecekte birlikte çalışmak için sözleşen yeni arkadaşlıklara da zemin hazırladı. Birçok medya kuruluşunun “kolektif çalışmayı öğreten kolektif” diye tanımladığı ruangrupa majelis mantığı ile bunu belirginleştiriyor.
Bu kelimeleri aylardır kullanan birisi olarak artık onların bağlamına o kadar da yabancı hissetmiyorum aslında, bir oyun oynarken aklımda olan terimler gibiler, documenta’nın içinde bir refleks gibi ortaya çıkıyorlar. Bu doğrultuda bir terime gerçekten dönüştüler mi yoksa sadece kolektifin bu yeni bir şey, bu tanımlar artık sizin etrafınız demesi için kurgulanan ve anlamı başlangıçtan kopmuş bir dükkan ismi kadar alışılageldik bir lügat mı karşımızdaki bilmiyorum. Fakat kişisel olarak bazı kelimelerin başka dillerde karşılığını görmek ya da kendi lügatımda “normal”leşmiş bir konseptin üstünkörülüğünden çıkmasına tanıklık etmek bana iyi geldi.
Sizce?
Selin’e notlar:
Harvesting örnek fotoğraflar koyulmalı mı?
Bir Zoom’umuz da bizim harvestimiz olabilir Selin’le belki de?
En çok hangi kelimeyi tekrar eder oldum bu aralar?
Uyuz olduğum bir terim sanat tarihinde ne olabilir, bunun üzerine konuşmak gerekli.
Yarın Zoom’da farklı bilgi ve arşivleme metodları konuşulabilir.
Text ve dizayn kısmı için Özge ve Berk’le üçlü bir majelis mi yapmalı?
Comments