Erdal Ateş’in üçleme halinde hazırladığı Modus Operandi başlıklı yerleştirmesi geçtiğimiz aylarda Goethe-Institut Ankara’nın yan cephesindeki Galeri Vitrin’de sunuldu. Ockham'ın usturası ilkesinden hareketle, serinin yolculuğunu değerlendirdik
Yazı: Harman Şaner Çakmak
"Non sunt multiplicanda entia praeter necessitatem."
(Gerekmedikçe nesneleri çoğaltmayın).
Ockham'ın usturası
Bulvarlar, pasajlar, günümüzde AVM’ler boyunca sıralanan vitrinler, kent ölçeğinde uçsuz bucaksız tek bir yerleştirmedir aynı zamanda. Yüzyılı aşkın bir süredir birer ekran olarak yaşamlarımıza eşlik ederlerken ideolojik birer aygıt olarak da iş görürler. Kapitalist modernleşmenin entegre üniteleri arasında birer geçit işlevini de üstlenen boy/hiza aynalarıdır vitrinler. Gelgelelim kapısından girildiğinde kim bilir nelerle karşılaşabileceğine dair olumlu ve davetkâr mesajlar verirlerken, kronik bir eşik sorununu da barındırırlar içlerinde. Sistemin bu davetkâr alanı, onunla nasıl ilişkileneceğinizi bilmeniz gereğini şart koşar. Henüz/şimdilik içinde ol(a)madığınızla karşılıklı bir bakışma anı: “Misafirperverliğin” bıçak sırtı mesafelenişi.
Temkini elden bırakmadan belirtmeliyim ki örneğine pek rastlanmayan bir durumla; ele geçmiş bir eylem alanı olarak vitrin ve bu alanda gerçekleşen bir üçlemeyle karşı karşıyayız. Ardı ardına gerçekleşen bu bir dizi seri düzenlemenin ortak adı Modus Operandi.
Düşüncelerini eyleme bitiştirmeye soyunmuş bir sanatçının, vitrini mekân olarak seçtiği bir olay mahalli aynı zamanda modus operandi. Bu durum, praksisin bu kaçınılmaz seyri içinde anlamın neyle örtündüğü hakkında olay mahallinde gizlenmiş ipuçlarını değerlendirmek için önemli bir fırsat sunuyor bize. Gezinen düşüncenin -tam da adına uygun olarak- modus operandi’si.
Zincirinden boşalmış bir totalite olarak insanın, modernleşmeyle beraber -geçtiğinden pek emin olamasak da- koca bir yüzyıldır zenginleşen avadanlığının ona vadettiği mümkünlerle gereğinden fazla çoğalttığı "nesne-madde"lere odaklanarak geçirir zamanını sanatçı. Bu kaygılı girişkenin modus operandi’si ile öteki yüzünü barındıran “iz sürücü”nün modus vivendi’si, beraberce kimi zaman Ockham'ın usturası’na doğru ilerleyen üretim bandının mekanikçisine dönüşmüş, kimi zamansa o bandın kontrol masasında yer bulmuştur kendisine. Harekete geçtiğinde olup bitenlere "sanat" denmesi epey arkadan gelir. Failin -burada sanatçının- fiillerinin tek yönlü işliyor gibi görünmesi aldatıcıdır. Çamuru yoğuran kaygılı irade, çamur tarafından yoğrulmaktadır da. Fiil bu ortaklığın sonucunda ortaya çıkar. Fail ve maktül fiilde ortaktırlar.
Erdal Ateş, Modus Operandi #3 sergisinden genel görünüm, Fotoğraf: Serhat Şatır
Dönüp sıklıkla arkasına bakar Erdal. Sezdiği bu örüntüyü neredeyse yas düzeninde not eder sanatçı defterine. Uyanıktır: Bağlam arayışının kendisini de bir bağlam içinde düşünmeyi sürdürür. Geniş zamana ait kök bilgiye göre şimdiki zamanı güncelleyen bir edimle yol alırken modus ponens’e teslim olmaz. Hatırlamayı, bilmekle eş kabul eder. “Geleceğin uzun sürdüğü” fikrine yatkındır aynı zamanda. Tamamlanamadığını düşündüğü cümleleri tamamlamaya, kimilerini ise güncel olanıyla değiştirmeye yeltenen, atıfta bulunduğu tüm o göçmüş ustaların sorumluluk sahibi, çalışkan kalfasıdır bir yandan.
Erdal Ateş, Modus Operandi #2 sergisinden genel görünüm, Fotoğraf: Serhat Şatır
Modus Operandi'sinin merkezine doğayı topyekûn geri çağıran bir “gösteri”yi yerleştirmiş olmasına rağmen, serinin ilkinde sentetik bir malzemeyle boyutlandırdığı yirmi tuvalden oluşan bir düşey zemin panosu ve ona eşlik eden başlı başına bir yatay zemin yerleştirmesiyle kaygılı bir meydan okumaya girişir sanatçı. İlk “suç”unu işlemiştir...
Olay mahalli olarak seçilmiş olan vitrinin yüklenmiş olduğu işlevle ters orantılı hacminden ötürü, herhangi bir fazlalık ya da azlığın, içerdiği toplamı kolayca dekoratif kılabileceğinin farkındadır sanatçı. Düşey zemine asılı tuvallerde alçak gönüllü kimi önermeler getirmeye çalışmışsa da meselesini/malzemesini rahme yayarak anlamın gerçekte yatayda ilerlediği bir dengeye oturtmuş.
Terracotta’nın neredeyse insanlığa koşut uzun serüveninde zamanla ulaştığı en sert hali olan seramiği esnek bir yapıya kavuşturmuştur Erdal. Asla ampirik olmayan, üç yıla yaydığı uzun bir dizi kimyasal deneyle elde ettiği -aynı zamanda sanatçının endüstriyel bir icadı olan- elastik seramikler zeminde başlı başına plastik bir değer oluşturmaktadır. İzleyenin reddedemeyeceği bir renk cümbüşü saçılıdır ortalık yerde. Bir kamaşma. Nedendir aynı malzemeyle oluşturduğu başka bir işine Binbir Gece Masalları adını vermiştir Erdal. Evet, bu duyum heterodoksiyle ortodoksinin arafında durur, fakat ilkiyle akrabadır.
Zemine yerleştirdiği bu rengahenk öbeğin bir bütünü imlediği apaçık ortada. Zihinsel olarak bütünlenmeye muhtaç bu nesne yığınının sahip olduğu renk şiddeti, tamamen sönümlenmeden hemen önceki göz alıcı son kamaşmaya; uygarlığımızın sönümlenmeye yüz tutmuş “güzelliği”ne neden dikkat kesilmemiz, hayranlık beslememiz gerektiğini soruyor. Gerçekte yolumuza kazdığı bu kavramsal çukur pekâlâ başka bir olasılık zemininin tümseği, hacmince tepe, kim bilir (belki de) dağı olamaz mıydı?
Erdal Ateş, Modus Operandi #1, Fotoğraf: Harman Şaner Çakmak
Serinin ikinci ayağında güçlü bir “geri çağırma”ya tanık oluruz. İlkini elastik seramik yığını ve duvar işlerinden oluştururken bir sonrakinde herhangi bir dolayımlamaya başvurmaksızın bu kez doğrudan doğayı işe koşar Erdal. İlk serginin sentetikliğine, organik bir önerme ile yine kendisi karşı çıkar. Şimdi gördüğümüz, kurumakta olan biberler dizisidir. İlk bakışta oldukça sıradan, çokça aşina olduğumuz bu “manzara” sanatçının modus operandi’sinde asal bir anlam kazanır: Yeterince uzun yaşayabilirse bu “icatçı yetişkin”, düşünmeyi sürdürerek organik olana varabilecektir. Kurumayı sürdürmekte olma halinin, bir başka sosyolojinin; gelmekte olana hazırlanan, zamanı geldiğinde özü kabuğuna incelmiş ve artık ihmal edilebilir, yırtılabilir bir kesenin, kabuğun varlığından söz açar. Evet, arzusu hilafına buruşmakta olan insan doğasıdır bu.
Erdal Ateş, Modus Operandi #2 , Fotoğraf: Serhat Şatır
İpe serili yünler. Canlılığın zamandan azâde sür-gitliği.
Sanatçının üçüncü ve son hamlesi, can havliyle sarıldığı sağaltıcı kadim bilginin dışavurumudur. Bütün yaşam formlarının ortaklaştığı bir uzamdan seslenmekte, mimesisten vazgeçişinin kanıtını sunmaktadır.
Saltık haliyle yün ortalık yerdedir. Hiçbir koşula, hiçbir sınırlamaya, denetime bağlı olmayana seslenmekte, görmek isteyene kendisini göstermektedir. Sür-gitliğe, varoluşa aittirler. Çocukların ve düşkünlerin duyumlarındaki o zamandan bağımsız canlılığa.
Dışsal olandan başlayarak içeriye doğru üç katmanda gerçekleşen bu yolculuk bizlere dengede olmanın asli üç unsurunun soyutlanması olarak gösterilir. Sacayakları.
İnsanlığın, ta başından beri, sergiledikçe çoğalttığı gösterisinin modus operandi’si: Bir yanda Ockham'ın usturası’na sorarken, öte yanda tertium non datur'a verdiği doğurgan bir cevap olarak.
Sanatçı tahsilini bitirmiştir. Tahsilata gelen kamuya verecek “ne”si olduğunu bildirmektedir.
Komentáře