top of page

Cinayet mahalli de insansızdır

Yazı: Ateş Alpar


Ateş Alpar, Untitled, 2022


Görüntüyü temel alan çalışmalar özellikle “normal” olmayan zamanlarda başkaları adına konuşmayı nasıl mümkün kılar? Dahası diğerleri adına konuşmak ve yazmak mümkün müdür? Kelime ve görüntü yaşananları kayıt altına almakta yeterli araçlar mıdır? Peki ya yaşananlar karşısında sessiz kalmak çözüm müdür? Bu sorulara çeşitli yanıtlar verilebilir. Her yanıt da çeşitli argümanlarla desteklenebilir. Sara Ahmed, “(…) yaptıklarımız ötekilerle olan temaslarla şekillenir”[1] derken duyguların toplumsal ilişkilerdeki payını açık şekilde ifade eder. Bununla birlikte başkasının acısını hissetmek ancak çelişkilerden müteşekkil olabilir. Bazı durumlarda -farkında bile olmadan- başkasının adına konuşmak, yeni temsil biçimleri geliştirmek, yaşanılanları bir görselde ifade etmeye çalışmak riskleri barındırır. Ancak bazı durumlarda kayıt altına alma edimi çatlaklardan sızanları somutlaştırma ve olayları sorunsallaştırma ihtimallerini içerir. Özdüşünümsel bir perspektiften hareketle görüntünün kendisi, üretim süreci ve paylaşım yöntemi üzerine düşünmek bizi bir nebze olsun teknolojik rasyonellikten uzaklaştırabilir. Fakat her bireyin her imgeyi farklı yorumlama olasılığını düşündüğümüzde, bu hareket noktası bile sadece tanıklığa yakınlaşmamızı ve/veya hiyerarşik konumlanmaları aşındırmamızı sağlayabilir.


İmge dolaşımının hızı farkında olma ve harekete geçme potansiyellerini artırırken, 6 Şubat Depremi ve sonrasını düşündüğümüzde ise depremin etkileme/etkilenme kapasitesini azaltmaya, yabancılaşmaya, gerçeklikten kopmaya da yol açabileceği söylenebilir. Bir zamanlar çeşit çeşit yaşamın olduğu mekânların yıkıntılarına ikinci derece şahitlikle bakmak, bir süre sonra gözün ve zihnin imgelere alışmasına, imgeleri aynılaştırmasına belki de -son kertede- imgeleri “görmemeye” doğru giden sürece evriliyor. Deprem sürecinde çektiğim fotoğraflara baktığımda, sadece yıkılmış ya da hasar görmüş yapıların bir süre sonra fotoğrafı çeken kişi olarak bana bile “aynı” görünmesi söz konusu olabilir mi diye endişeleniyorum. Ancak fotoğraflama sürecimi düşündüğümde bir nebze olsun ayağım yere basıyor: Yanımdan geçen bir insan, üşümeme sebep olan rüzgâr, yıkıntıların kokusu deklanşöre basma anımı hatırlamamı sağlıyor. Hafızamın bir şekilde sabitlenmesine vesile olan anlar ve/veya duygular benim ve çektiğim fotoğrafların canlanmasına yaşam bulmasına yardımcı oluyor.


Walter Benjamin, Eugène Atget’nin görüntülerine ilişkin şöyle der: “Onun, Paris caddelerinin resmini birer cinayet mahalli gibi çektiği söylenmiştir – son derece haklı bir saptamadır bu. Cinayet mahalli de insansızdır.”[2] Salt yıkıntılardan ibaret çektiğim görüntüleri düşündüğümde hem alıntıdaki gibi metaforik hem de kelimenin gerçek anlamıyla cinayet mahalli ile karşı karşıya olduğumuzu söyleyebilirim. Yine de bu durumu aktarmakta çoğu kez yetersiz kalacağımı da biliyorum. Bu nedenle ve ısrarla yüzeysel bakmanın ötesine geçmeyi, dil sürçmelerini ve sanat pratiğimi siyasetin alışılagelmiş kodlarıyla düşünmemeyi önemsiyorum.


 

*Bu yazı Art Unlimited’ın Mayıs-Haziran 2023 - 75. sayısında yayımlanmıştır.

[1] Sara Ahmed, Duyguların Kültürel Politikası çev. Sultan Komut (İstanbul: Sel, 2015), 13.

[2] Walter Benjamin, “Teknik Olarak Kopyalanabildiği Çağda Sanat Yapıtı” çev. Mustafa Tüzel, A. Artun (Ed.). Sanat Siyaset: Kültür Çağında Sanat ve Kültürel Politika (İstanbul: İletişim, 2011), 102.

bottom of page