top of page

Bir hayatta kalma metodu olarak fotoğraf


Çalışmalarını New York’ta sürdüren İstanbullu fotoğrafçı Rehan Miskci, azınlık kimliği ve mekânsal farkındalık dürtüsüyle yola çıkıp fotoğrafın arka planında gerçekleşenleri sorgulayan işler üretiyor. Miskci ile projeleri, çalışma biçimi ve sergileri hakkında konuştuk

Rehan Miskci, Rita Hair, Portre

Son projeni ve çıkış noktasını anlatabilir misin?

Şu an üzerinde çalıştığım proje, Foto Yeraz. Foto Yeraz, hayali bir fotoğraf stüdyosu fikri. School of Visual Arts’ta yüksek lisans tez projem, Maryam Şahinyan’ın Foto Galatasaray arşivi üzerine bir araştırma ve bunun sonucunda ortaya çıkan bir fotoğraf serisiydi. Orada düşündüğüm kavramlar mekân, fotoğraf ve Ermeni kimliği oldu. İstanbullu bir azınlık ve fotoğraf sanatçısı olarak bu konuların bir araya nasıl geldiği ilgimi çekti. Bir de iç mimarlık eğitimi almıştım. Bunları birleştirince stüdyo fotoğrafçılığı üzerine çalışmak benim açımdan çok doğruydu.

Maryam Şahinyan’ın arşivinden mekânsal olarak stüdyonun nasıl işlediğine dair önemli fotoğrafları seçip oradaki figürleri, Maryam’ın stüdyosuna atıfta bulunduğum kendi stüdyomda hazırladığım mekânlara yansıtarak fotoğrafladım. Yani bu figürler, orijinal stüdyolardan çıkıp soyut stüdyolarda biraz daha parçalanıp, bozulduktan sonra tekrar beliriyorlar. Aslında Ermeni kimliğinin uğradığı erozyon ve azınlığın geçirdiği kırılmaya dair kafamda canlanan benzetmeydi bu. Sonrasında daha hayali bir ortama girmeye karar verdim ve hayali fotoğraf stüdyosu fikri ortaya çıktı. Bu fikri, Beyrut Art Residency’ye sundum. Beyrut, Ermeni stüdyo fotoğrafçılarının yerleştiği ve hala çalıştığı bir yer. O nedenle bu projeye orada başlamak besleyici oldu.

Yeraz, rüya demek. Hem zamanın fotoğraf stüdyolarının hülyalı isimlerine gönderme, hem de aslında gerçeklik ve sanallık arasında gidip gelen bir proje olduğu için bu ismi tercih ettim. Foto Yeraz’da mekânın kendisi, figürlerin yerine geçip aktif rol oynamaya başlıyor. Beyrut’ta yaptığım yerleştirmede iki tane arka fon vardı. Bir tanesi, Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı Bourj Hammoud’da çektiğim fotoğraflardan yaptığım dağ kolajının kullanılması üzerine. Bir de hala çok klasik şekilde çalışan George Dervishian adlı fotoğrafçının stüdyosu, Foto Yeraz’da tekrar başka bir fona dönüşüyor. Dekorlarda kullanılan farklı objelerin, stüdyo fotoğraflarında bir araya gelip poz vermesi fikri var. Objeleri, ayna karşısında sanki poz veriyorlarmışçasına konuşlandırarak o mekânın pozisyonunu değiştirmeye çalıştım. Seride, şu anda bir parça daha var. Babamın, zamanında Foto Galatasaray’da fotoğraf çektirdiğini öğrendim. Binlerce fotoğraf içinde günler geçirdikten sonra o fotoğrafı buldum. Çalışmamda o fotoğraf ikiye bölünüyor ve stüdyo mekânıyla ilgili kurduğum fantezi, o iki imajın arasına giriyor. Yüzleri göremiyoruz. Figürden mekâna doğru bir uzaklaşma var. Foto Yeraz, hala devam eden bir proje.

Rehan Miskci, Foto Yeraz

Gizli Özne (Null Subject) adlı projende de objelerin fotoğrafları terk etmesi söz konusuydu. Sence çalışmaların arasında nasıl bir bütünsellik var?

Kafamdaki fikirler hep aynı, sadece konu ya da form değiştiriyor. Sınırlar, sınırlardan taşma ve aslında normalde baktığımız yerin dışını da görebilmekle ilgileniyorum. Mekân, işin hep önünde. Fotoğraflarla mekân nasıl etkileşiyor, mekânlarda fotoğraflar nasıl kullanılıyoru sorguluyorum.

Arşivlere odaklanma fikri, kendi geçmişinle ilgi yaptığın araştırmalar sonucu mu ortaya çıktı, yoksa bu noktaya stüdyo fotoğrafçılığı üzerinden mi geldin? Bu iki olguyu birbirine nasıl bağladın?

Arşivlerle aslında küçüklüğümden beri ilgiliyim. Herkesin yaptığı bir şeydir aile fotoğraflarına bakmak. Fotoğrafla hep ilgiliydim. Üniversite zamanında onları, kolajlara dönüştürmeye başladım. Kolajla absürt durumları fotoğraflara iliştirmek ilgimi çekiyordu. Yüksek lisans yaparken kamusal arşiv nedir ve genel olarak fotoğraf arşivi ne demektir kavramlarıyla ilgilendim. Genel olarak hâli hazırda var olan fotoğrafların üzerine düşünmek ilgimi çekiyor. Stüdyo fotoğrafına baktığımız zaman biri orada poz vermiş evet ama, onun ötesinde yapılacak çok fazla okuma var. Fotoğrafçı var, fotoğrafın çekildiği mekân var, o stüdyonun hangi şehirde olduğu, o sırada dışarıda neler olduğu, oradaki insanın nereden geldiği, nereye gideceği...

Rehan Miskci, Olmadığın Yerler

İşlerin en son nerede sergilendi ve karşımıza tekrar nerede çıkacak?

İstanbul’da en son 2017 Eylül ayında Kasa Galeri’de sergilendi. Sergideki diğer arkadaşlarımla ve onların işleriyle uyumu bence çok iyiydi. New York’ta son olarak 24 Mart’ta There Is No Threat isimli pop-up sergide bir işim vardı.

Geldiğin coğrafyadaki olaylara uzak, New York gibi çok kimlikli bir şehirde yaşıyorsun. Karşılaştığın farklı durumlar neler?

Konuyu her zaman aynı şekilde anlatabildiğimi henüz düşünmüyorum. Bu işi Türkiye’de ve burada anlatmanın çok büyük farkları var. Türkiye’de herkesin aşina olduğu bir durum. Burada işin görsel kısmı biraz daha ilgi çekiyor. İşinin farklı taraflarını öne çıkararak anlatabilmek gerektiğini düşünüyorum. Tek katmanlı şeyler yapmıyoruz aslında. Birçok farklı elementten bahseden işler yapıyoruz.

Rehan Miskci, Göründüğü Gibi Değil

Stüdyo fotoğrafçılığına farklı bir bakış açısı getiren Pink-Yellow Studio isimli bir çalışmaya başladın. Bunu besleyen fikirler nelerdi? Bu oluşumla gelmek istediğin nokta nedir?

Sinan Tuncay ile başlattığımız bir proje Pink-Yellow Studio. Yaratıcı fotoğraf video stüdyosu fikri üzerine kurulu. Yeni yeni ortaya çıkıyor, ancak kafamızda belirli hatlar var. İkimiz da kavramsal işler üretiyor, bir yandan profesyonel olarak fotoğraf ve videoyla uğraşıyoruz. Şimdilik portfolyo oluşturma üzerine yoğunlaştık. Yavaş yavaş bunları ortaya döküp ciddi işlere girişme aşamasındayız. İyi bir ekip olduk, o da önemli.

Stüdyo fotoğrafçılığı, Ermeniler arasında oldukça yaygın olan bir meslekti. Kendine burada nasıl bir yer buluyorsun? Bu, bir yere ait olma isteği ya da bir yeri arama duygusu mu?

İlgilendiğim dönem Osmanlı’dan başlıyor. O dönemde kadın fotoğrafçı çok yok. Mekân ve şehirlerin yanı sıra kadın olmam, daha da bağlanmamı sağladı. Fotoğraf çekmeye başlamak içimden gelen bir şeydi. Yüksek lisans yaparken araştırınca gördüm ki Ortadoğu’da Ermeniler, fotoğrafın öncülerinden. O yüzden eski stüdyoların nasıl bir dönüşüm geçirdikleri benim için önemli başka bir konu oldu. Sivas ve Merzifon’da stüdyoları olan Dildilian Kardeşlerin arşivlerinin sergilendiği bir sempozyuma katılma olanağı buldum yakın zamanda. Orada da gördüm ki fotoğrafçılar, biraz daha şanslı. Devletin fotoğrafçılara ihtiyacı olduğundan korunanlar olmuş. Başka yerlere taşınan fotoğrafçılar, bu işi yapmaya devam etmişler. Dünyanın diğer ucunda da olsa bunu tutkuyla devam ettirmek çok acayip bir şey bence. Bu konuya ilgimi biraz da fotoğrafın, onlar için hayatta kalma metoduna dönüşmüş olmasıyla ilişkilendiriyorum.

Rehan Miskci, Studio Sunset

bottom of page