top of page

Bir An İçin Durdu

İnci Furni'nin Arter’de devam eden Bir An İçin Durdu adlı kişisel sergisinden yola çıkarak sanatçının önceki çalışmalarını da kapsayan bir söyleşi gerçekleştirdik


RÖPORTAJ: İBRAHİM CANSIZOĞLU


İnci Furni, Fotoğraf: Elif Kahveci


ARTER’in açılış sergilerinden biri olan Bir An İçin Durdu Eda Berkmen’in küratörlüğünde gerçekleşti ve Berkmen ile sergi kataloğu için diğer pek çok okur gibi benim de oldukça etkileyici bulduğum bir söyleşi gerçekleştirdiniz. Bu söyleşi, sergi isminin zamanı işaret etme biçimlerini konuştuğunuz bir anda bitiyordu. Ben de buradan başlamak istiyorum. Sanat pratiğinde zamanla kurduğun ilişkiye odaklanmak istiyorum. Sergi zamanı senin için nasıl anlamlar ifade ediyor?

Zaman diye ayırmıyorum. Ama performansın zamanla kurduğu bir ilişki var tabii. O anda, olmakta ilgili. Yani sürmekte olanla ilişki kurabilmek, zamana eşlik etmek gibi. Anda yapmak ve karar vermek, tesadüfe açık olmak. Performans sanatı zaman ve beden temelli. Odağı, şimdi gibi geliyor bana, şimdideyiz. Ve bu noktada da aslında yaptığım her şey o an ile ilgili. Zamanla böyle bir ilişki kurmayı deniyorum özellikle yapma halinde. Ama daha sonrasında sergi zamanına geçtiğimizde, sergi zamanı farklı işliyor. Sergi iç̧ içe gecen eşzamanlılıklarla oluşuyor ve artık yapılanın/kurgulananın kendi zamanı başlıyor. İlişkisel zaman… Bu ilişki de öngörmediğin şeylerin ortaya çıkmasına neden oluyor. Bence zaten bu yüzden sergi yapıyoruz. Öngörmediğimiz şeylerle karşılaşabilmek için… Çünkü̈ sergi verili bir zemin; o zemin diğer zamanlarla buluşuyor ve o süreçte sadece kendisi oluyor. Diğer yorumlar, gözler ve fikirlerle.


Sergide izleyiciyi davet eden iki iş veya alan var. Bunlardan ilki bir kurşun kalem ve kontrplak yüzey; diğeri de bir mikrofon ve hoparlör. İzleyiciler bu iki davete nasıl karşılık verdi?

Az önce de bahsettiğim gibi, serginin kendi zamanı var. Artık benim yaptığım bir şey değil o, benden çıkıyor, oraya girenlerin yaşattığı bir zaman başlıyor. Aslında ilk defa böyle bir şey yapmadım daha önceki sergilerden bir tanesinde de böyle bir önerme vardı. O önerme tam olarak izleyiciyi bir harekete davet ediyordu. Burada da basit bir kalemle yaptım o daveti. Son derece de klişe, o klişeyi yapıp yapmamak arasında kaldım. Ama herkesin kalem ve sesle kurduğu ilişkiyi, mikrofon çekingenliğini düşünerek bu daveti yaptım. Cevap olumlu oldu. Davetin nedeni sergiyi seyirlik bir alandan çıkarmaktı. Bir riski de var “Gerek var mıydı buna?” diyebilirsin, fazla görülebilir. Ama o fazlalık aslında insanların sergide vakit geçirmelerine neden oluyor. Ve o fazlalık o sergiyi kendilerini rahat hissettikleri bir yer haline getiriyor. Bence tam olarak neden bu. Bir tek ben değil, sergide duran arkadaşlar da burada herkesin çok rahat ettiğini ve vakit geçirdiğini söylüyor. Kolayca desenlere dokunabiliyorlar. Bütün bunlar çok önemli. Özellikle müze gibi bir mekanda böylesi bir deneyimin olmadığı bir coğrafyayı düşünürsen, sergilerle kurulan bedensel deneyimin ürkekliğini ve yapıtların yüceltilmesini, bu iyi bir deneme oldu. Bu açıdan mutluyum. Ayrıca kontrplaklara yapılan karalamalar da çok iyi oldu.


Ben de aslında karalama mevzusundan bahsetmek istiyorum. Yıllar önce yaptığın bazı desenlerde örneğin Sonsuz (2006), Bir Gün (2006) ve Perşembe Pazarı’nda (2007) hepimizin okulda sıkıldığımızda ve sayfanın kenarını süslemek istediğimizde defter sayfasının köşesi ile beraber zamanı da doldurmak için yaptığımız karalamalara benzeyen formlar kullanmıştın. Çizgiden yola çıktığını söylediğin sanat pratiğinde can sıkıntısı ile karalama eyleminin yeri nedir?

Tabii her seferinde bütün bu sorularda da ortaya çıkıyor ki mekânsal yerleştirmeler bunlar. 2007’de yaptığım Perşembe Pazarı da öyle. Karalama ile başladım işe. Karalama benim için şeylerin netleşmediği hareketlerden oluşuyor ve o hareketleri yapmayı çok seviyorum. Desenlerde de görülüyor bu. Perşembe pazarında gezersiniz o çizgilerde. Her ne malzeme olursa olsun yöntem pek değişmedi benim için.


Bu sergide de pazarda satılan şeylerle kurulan bir bağ var. Videoda gördüğümüz objelerin bir kısmı Dolapdere’de kurulan pazardan…

Evet, Cumartesileri… Cumartesi geceden kuruluyor. Pazar bağlantısı var evet, çünkü eşyaların insanların, rastgele birbirleriyle ilişkisi olmayan nesnelerin, anlamlarından ya da işlevlerinden kopuk yan yana iç içe durması, sadece kendileri olmaları; beni ilgilendiren şey bu. O hali tarif edemiyorum ama acayip bir hal o.


Bu hal Lorem Ipsum’un işaret ettiği şeye de benziyor aslında. Latince gibi duran anlamsız bir kelime öbeği Lorem Ipsum. Bunun yalnızca grafik tasarımda bir alanı doldurmak için kullanılan bir harfler grubu olmasından ve serginin girişinde yer alan videodaki performansla kurduğu bağdan da bahsedebiliriz ama ben zaman doldurma mevzusu üzerine konuşalım istiyorum. Önceki çalışmalarına geri dönmeliyiz belki de. Volume I (2014), Volume 2 (2015), Volume 3: Eros Nerede? (2016) Bir de Balık Tutma ve Rastgele serileri var diğer ismiyle Vol.4 (2017-2018).


Volume 1 sergisini ziyaret etme şansım olmuştu, çok güçlü̈ bir sergiydi. Sergideki vanitas imgeleri zamanın bizler için çizdiği sınıra işaret ediyordu. Volume 2'deki desenler arasında bulunan çay tepsisi, Volume 3: Eros Nerede? sergisinin en çok tekrarlanan formuna dönüştü. Caferiye Han’daki atölyen ve atölye komşularının çay içerek geçirmeyi sevdikleri zaman o serginin çıkış̧ noktalarıydı. Bir An İçin Durdu sergisinin merkezinde de balık tutarak geçirilen vakit var. Başkalarının zamanlarını nasıl geçirdikleri ile neden ilgileniyorsun?

Başkalarının zamanları meselesi değil de, zamanı kullanma biçimleriyle ilgileniyorum. Vol. 1, Vol. 2, Vol. 3 dedim çünkü o sergileri bir isimle tanımlamak istemedim. Bu nedenle volüm, hacim dedim. Sıralamayı da seviyorum. Varyasyona işaret ediyor. Vol. 1, - o zamanı kısaca anlatayım - Gezi sonrasıydı. Ben küçülerek devam etmeye karar verdim. Hem ölçeği hem de beklentiyi, ama iddiayı değil tabii :)


O sırada önüme çıkan meyve sandıkları -sergideki resimlerin tekrar eden konularından/temalarından bir tanesi- natürmortu yeniden yorumlamama neden oldu. Bir An İçin Durdu sergisinde de portre ve natürmort bir arada gösteriliyor. Bu defa videoda bir natürmort kuruyorum. Gündelik hayat konuları diye çevirebileceğimiz tür resmine (genre painting) bağlanıyor bu konular. Vol.1-2-3-4 sergileri gündelik hayata odaklanıyor.


Bir An İçin Durdu yerleştirme görüntüsü, 2019, Fotoğraf: Hadiye Cangökçe


Vol.1 sergisi sanat ekonomisi ile de ilgiliydi…

Evet Vol.1'in iddialı bir önerisi de vardı: yapıt ödünç alma kütüphanesi. Bir kişinin tek bir yapıta sahip olup onu izole etmesi yerine daha demokratik paylaşım modelleri üzerine düşünmeyi öneriyordu. Vol.2 ve Vol.3 bunun devamı…


Vanitas ise Hristiyan resim geleneğinde bir sembol. Kafatası İslam sanatında kullanılan bir sembol değil. Tabii ki ölüm üzerine düşünülüyor her iki tarafta da; benzer yorumlar da var. Ama başka türlü sembolleştirmeler ortaya çıkmış. İslam estetiğinde kullanılan ölüm sembollerine baktım. Mesela kuş, su, servi ağacı ya da yeşil... Sonsuza giden bir geometrik örüntü ile değil de bugün Bomonti’de yasayan ben olarak, sıradan gündelik nesnelerle bir yorum yapabilir miyim acaba diye düşündüm.


Vol.3: Eros Nerede? ise neşeli, gündelik ve hazcı idi. Dünyevilik, erotizm sembolleri çay tepsisi ve Eros bebeklerini tekrar eden bir leitmotif olarak kullandım.


Çay tepsisi de aslında bir yüzeyden ibaret. Askıda tutulan bir yüzey…

Evet, yüzey… İlginç bir tasarım o. Nasıl olmuş da o form nasıl ortaya çıkmış onu bilmiyorum.


Buradan başka bir konuya geçmek istiyorum, aylaklık mevzusuna… Senin başka bir işinde de ilgilendiğin, bir konuydu bu; bir videoda iki kadın kendi aralarında aylak bir adam hakkında kötü kötü konuşuyorlardı. İşlerinde genel olarak aylaklığı ve aylaklığa bakışı nasıl konumlandırıyorsun?

Onu 2013’te Viyana’da yaptım. Grup Praker ile davet edilmiştik. Üç kadın oyuncu ile çalıştım Viyana’da. İki arkadaş̧ bir kadını dinliyorlar kişisel aşk ilişkisiyle ilgili. Kadın karakter aşık olduğu tembel bir adamla ilişkisini anlatıyor ve o adamı yerden yere vuruyor çünkü ekonomik hayatın yükü aşkı yenmiş̧. Tabi bu aylaklığın geçen yüzyıl başı yorumu değil bugünkü yorumu.


Bir An İçin Durdu, sergide yer alan tüm desenler için kapsayıcı bir başlık olsa da İngilizceye çevrildiğinde, duran kim sorusunu akla getiriyor ve öznenin kadın olduğu anlaşılıyor. Bu tercihin aklıma ürettiğin estetiğin otobiyografi ile kurduğu bağı getiriyor. En başından beri sanat pratiğinde otobiyografinin önemli bir yeri vardı. Bu bağ̆ nasıl dönüştü? Bir An İçin Durdu bu dönüşümün neresinde?

Evet otobiyografik yönleri var. Bu doğru bir tespit.


Nesnelerle kurduğun ilişkide de hep otobiyografik bir boyut var. Ya da şahit olduğun durumlar diyelim, az önce bahsettik, çay içen adamlar, balık tutanlar.. Belki de şahit olduğun bu durumlarda otobiyografik anlar var.

Evet var. Hikayenin, kurgunun bütününü bağlamıyor ama tabii ki kişisel hayatımla da ilişkisi var. Gezip dolanan, keşfe çıkmış biri olarak ilişkim var. Kurgulayan olarak ilişkim var.


Kendi zamanın ile izleyicinin zamanı arasında nasıl bir bağlar kurmak istiyorsun? Aslında biraz bahsettin ama şimdi tekrar otobiyografik anlarla kurduğun ilişkiyi göz önünde bulundurarak buna tekrar geri dönelim mi?

Kendi zamanım...


Senin tekrar kurduğun otobiyografik anlar diyelim. Bu da dediğin gibi o anı tamamıyla tekrar kurgulama/sahneleme gibi olmuyor sende, o an bir şekilde sızıyor aslında desenin içine, nesnenin içine ya da sesin içine... Hangi formun içinden sızıyorsa sızıyor ve bulunuyor orada.

Evet orada bulunuyor. Doğaçlama olduğu için akışta ortaya çıkıyor.


O zaman serginin içine sızmış kendi anların ve izleyicinin anları arasında nasıl bir bağ̆ kuruyorsun?

Ben nasıl ilişki kurduklarına bakıyorum aslında.


Kafanda bir izleyici hayal ediyor musun bu işleri yaparken?

Evet etrafında veya içinde gezinmelerini hayal ediyorum. Gözükmese de burada da yönlendirmeler, akslar var ama kapatmadan. Bir yürüyüş rotası gibi ve o rota herkesin kendi belirleyeceği de bir şey.


Tekrar Volume sergilerine geri dönelim. Bir An İçin Durdu sergisinin diğer çıkış noktası da geçtiğimiz yıl katıldığın bir misafir sanatçı programıydı; ISCP New York’ta geçirdiğin zamandan bahsetmek ister misin? Programın sonunda açtığın sergi sonrasında nasıl geri dönüşler oldu?

New York’ta ISCP’de üç ay kaldım. O sırada bu serginin hazırlıklarına başlamıştık.

Fishing’den (balık tutma) devam ediyordum. Bazı karakterleri seçip büyütmeye karar vermiştim. New York’a gittiğimde tabii şöyle bir şey oldu, mekandan çıkıyorsunuz başka mekana gidiyorsunuz. Üzerinde çalıştığın şeyi nasıl oraya götüreceksin? Bu bir durum. Bir kayma oluyor ki bence mükemmel bir hal. O kaymayı nasıl karşılayacaksın bu bir soru, ki iyi ki gitmişim. Çünkü o kayma şöyle oldu: New York’un performans ile kurduğu ilişki inanılmaz. Özellikle gündelik hayatın. Buna performans baskısı da diyebilirim ama bana iyi geldi. Çünkü burada da tam tersi bir baskı var. Lütfen yapma kıpırdama, yeni bir şey asla deneme gibi :) Neyse, ben orayı tanımıyorum, bilmiyorum; onlar beni tanımıyorlar ve bilmiyorlar. Açık stüdyo var. Nasıl olacak? Yaklaşık 13 yıllık geçmişi, bütün sergiler, imajlar, videolar.. Bütün bunları toparlayıp bir sunum yaptım. Duvara bir kağıt astım. Boş yuvarlak bir rulo kağıt yere doğru dönüyor. O ruloya sergi görüntülerini yansıttım. Kağıdın üzerinde olması önemliydi. Sonra da orada yapmaya başladığım desenlerin bazılarını ve yazdığım She Waited For A While, not for image not for money sing la la… ifadesini duvara harf şablonları ile boyadım.


Bu ARTER ’deki sergi için önemli bir hazırlık olmuş gibi… Bir de Bir An İçin Durdu'nun aslında format olarak en çok benzediği sergi Vol.4 sergisi; Basel’de gerçekleştirdiğin sergi. Ondan bahsetmek ister misin?

Evet Öktem-Aykut Galeri ile Hong Kong Art Basel’in Discoveries bölümüne sunduk bu projeyi, bu serginin öncülü fishing kelimesini balıklama gibi çevirmek istiyorum. Kelime olarak bende öyle bir etkisi var. Eda ile yaptığımız sohbette de anlattım, aralıksız tekrarlanan gündelik bir ritüel, bir leitmotif. “Bu insanlar çalışmıyorlar mı tüm gün? Nasıl burada durabiliyorlar?” diye düşünmüştüm. Nasıl oluyor da, sabahtan akşama kadar balık tutabiliyorlar. Çünkü bu hiç bitmiyor, sen de biliyorsun. Sahil boyunca, denizle durmaksızın hareketli bir ilişki… Tekrar tekrar.


Sahil kenarı balık tutanların sosyalleştikleri de bir yer tabii…

Sosyalleştikleri bir yer evet ama ben daha çok zevk için kurulan o geçici mekancıklara bakıyorum. Hobi! Çok hafif. Hafif derken yani çok da dikkate almazsın, “Bu da konu mu bu ülke için?” diyebilirsin. Ama ben bu hafiflikleri çok zengin buluyorum.


O hafiflik belki aslında senin işlerine de hız kazandıran bir şey ve farklı formlar arasında atlamanı da kolaylaştırıyor. Bu söylediğin şunu hatırlattı bana: 2013 yılında yaptığın bir desende gördüğümüz – desenin ismi Kullan At idi- belki çay içmek için de kullanılabilecek karton bardak bu sergideki Bunu Yolda Buldum videosunda karşımıza nesne olarak çıkıyor. Benzer bir deseni yakın zamanda Mimar Sinan Üniversitesi’ndeki Temas sergisinde (2019) görmüştüm. Sergide mezunların işleri vardı. Vol.1'den beri kurduğun yerleştirmeler desen, nesne ve görüntünün bir araya geldiği, birinin diğerini işaret ettiği farklı katmanlardan oluşuyor ve bu katmanlar arasında boşluklar var. Berkmen ile yaptığınız söyleşide de bu boşluktan bahsetmiştin. Sergideki farklı katmanlar arasındaki boşluklar için neler söylemek istersin?


Sergide bir nesne olarak olta da duruyor. Aslında fikir olarak bütün desenleri organize eden oltayı sergide nesne olarak görüyoruz. Görüntü formatında olması, desenin içinde olması, fikir olarak aslında sergi mekanında hissedilir olması ve bütün bunların arasında bulunan boşluklar… Bunlar hakkında neler söylemek istersin?


Mimar Sinan’a bağlaman çok güzel. Bu takip için teşekkür ederim. Bizim için okul nedir? Kantindir. O çaylardan milyon tane içersin, o kağıt bardaklar vardı ben öğrenciyken de. Mimar Sinan’ın baykuş amblemi vardı üzerinde, çok daha güzelmiş̧. Kağıt bardaktı o da. 2013’te yaptığım o desen ki tuvale yapmıştım. Bir diğer benzer desen de Melankoli serisinin parçası, yolda gördüğümüz ezik karton bardak. Onun gibi bir takım nesneler vardı o sergide de. Sutyen, düdük, uyduruk bir saat... Serginin adı Her Gün Aynı Şey idi çünkü bir yıl boyunca her gün aynı şeyi çizdiğim bir günlük tutmuştum. O günlük Rampa Galeri’de sergilenmişti. Bence bir sözlüğüm var. Bu sözlük bir yandan genleşirken bir yandan da elemanlar arasında ağlar kuruluyor. Desen, nesne, görüntüsü veya fikri her kurulumda farklarla var oluyor. Olta orada bir nüve, bir başlangıç nesnesi…


Ve kullanılmış eşyalar… Kullan At tam da burada var oluyor aslında ama karton bardak biraz daha herkese açık, herkesin kullanıp attığı, çok kişiselleştirilemeyen bir nesne bir taraftan. O yüzden belki de diğerlerinden ayrılıyor. Diğerleri derken Her Gün Aynı Şey'den önceki desenlerinde pembe topuklu bir ayakkabı vardı.


O çok eskiydi, annemin ayakkabısıydı. O benim için önemli bir pembe topuklu, artık benim :) Çift değil tekti. Ama sergide botlarım da vardı, altına sakız yapışmış̧ bir botum vardı. Cak cuk sesi de çok komik ve zevkli. O sakızların da resimleri var. Pop konular :)


İnci Furni, Bir An İçin Durdu, 2019

Solda Fig. 3, Kağıt üzerine akrilik, 209.5 X 122.5 cm

Ortada Fig. 1, Kağıt üzerine akrilik, 210 X 123 cm

Sağda Fig. 2, Kağıt üzerine akrilik, 209.5 X 122.5 cm


Sakız da ağız boşluğunda dolaşan bir şey…

Hem öyle hem de işin mi yok dersin sakız çiğneyene. Hala da öyle. Sürekli sakız vardır evde. Oraya buraya yapıştırırım. Tıpkı onlar gibi yani, hafif ve flörtçü şeyler bunlar. Geçici, uyduruk, çok da önemi yok. Derinliksiz ,yüzey konuları bunlar, çok seviyorum.


Dikkatimizden kaçan şeyler aslında.

Evet genelde öyle. Önemsediğimiz şeyler değil.


Bu tercih bir taraftan aklıma Courbet’yi de getiriyor. Courbet’nin aslında dikkat edilmeyen figürlere bakması, dikkat edilmeyenleri resmetmesi… Bu, aslında modern resmin kökünde olan bir şey.

Resminin yapılacağını düşünmediğin şeylerin resimlerini yapıyorlar. Modern resim için çok önemli bir yaklaşım bu ve hatta hala devam ediyor. Neyin veya kimin resmi yapılır diye soracak olursan… Tabii ki o majör konuların sanat tarihinde nasıl ele alındığına dair bilgiye sahipler. Realist bir sanatçı Courbet. Sanatçı Stüdyosu resminde atölyenin içinde sosyal bir alegori kurar. Resmin merkezinde ressam, tuvali ve modeli durur. Kendini, gündelik hayattan tanıdığı tanımadığı sıradan insanlarla, soylu veya koleksiyoncu arasında duran çıplağın hemen yanında, çıplağın resmini yapan bir ressam olarak konumlandırır. Bakarsan okunamayacak bir şey değil bu. Kim bu kalabalık dersin. Yani ilginç bir an o, resimdeki… Stüdyo sonrasını (post-studio) yaşadığımızı düşününce yavaş yavaş izliyoruz yer değiştirmeleri ki o resim sanatçıların sokakla buluştuğu bir ana denk geliyor. Baudelaire de var o resimde…


Sen boşluklar dedin... Mesela figürlerin boşlukta durması, hikayeye girmemesi demek benim için. Hikaye mekanı ve zamanı tanımladığınızda başlar. Buradaki karakterlerin kendi mekanları yok, boşlukta duruyorlar hepsi. Mekan sergi boşluğu oldu. Sergi kendi mekanını kurdu. Bir serginin dekorlaşmadan mekanlaşması bence çok önemli özellikle yerleştirme olarak bir mekanı kurmaya çalışıyorsanız.


Sergi mekanında Fatih Özgüven ile bir söyleşi yapmıştınız ve ben çok keyif almıştım. Bu söyleşide de mekansızlık konusu ve Manet konuşulmuştu. Manet’nin flüt çalan çocuğu da mekânız bir yerde bulunuyor aslında, bir fonun önünde.

Aslında o tuvalin içinde bulunuyor. Bence onun mekanı tuval; o kadar.


Yine aynı söyleşide desenlerden hareketle hikayenin kapısında bekleyen figür diye bir tabir kullanmıştın. Bu tabiri biraz açmak ister misin?

Hikaye dediğim şey. Bedende bir hikaye var, görebilirsin. Hikaye derken onu yorumlamana bağlı tabii. Ama ben hikaye dediğinde konstrüksiyon anlıyorum, construction dediğinde mekan anlıyorum, mekan dediğinde de hikayeyi kuran, hikayeye neden olan, meydan veren bir zemin gibi düşünüyorum. Ama bu karakterlerin hiçbirinin mekanı yok. Mekanları yine kendileri bana kalırsa. Tek başına duruyor olmaları. Sergi salonunun karakterlerin mekanı olmasını istedim ki oldu.


Aynı söyleşide sanat pratiğinde nesneleri ve figürleri eşdeğer gördüğünü söylemiştin. Bu ifade aklıma Fernand Léger’yi getiriyor. Fernand Léger 1949’ta yazdığı bir kitapta insan figürünün kendi resminde ancak bisikletler ya da anahtarlar kadar önemli olduğunu söylemişti. Léger’ye göre figürü nesne olarak değerlendirmenin getirdiği duygusal kopuş̧ net görüş için önemli ve gerekliydi. Bu senin için de böyle mi yoksa böyle olduğu dönemler oldu mu? Her ne kadar paralellik varmış gibi dursa da sen nasıl ifade edersin figür-nesne arasındaki özdeşlik ilişkisini?

Her ikisinden de duyusal bir kopuş yaşamıyorum. Her ikisiyle de duyusal bir ilişkim var. Eşitlik derken ondan bahsetmiştim. Yani duyusal kopuş. O bence biçimsel bir şeyden bahsediyor. Bunu anlıyorum ama o şeylerle kurduğum ilişki onun kadar biçimsel değil. Salt bir biçimden bahsediyor duygusal kopuş dediği şey forma indirgemek. Forma indirgemeyi ben de yapıyorum ama duyusal olarak ilişki kurduktan sonra yapıyorum bunu. O da bunu böyle mi demek istemiş bilemiyorum. Çünkü ondan haz alıyor olması gerekiyor. Anlatabildim mi? Haz aldığı için duyusal veya zihinsel bir kopuş mümkün değil bence.


Dolapdere ile ilgili de konuşalım istiyorum. Sen Dolapdere’deki pazarı da serginin içine dahil ediyorsun. Bunu seninle beraber izlediğimiz ARTER’deki Maria Lind konuşması bağlamında yeniden düşünelim istiyorum. Maria Lind de konuşmasında Stockholm’ün banliyölerinden birinde Tensta’da bir güncel sanat merkezini nasıl işler hale getirdiğini anlatmıştı. Bu çerçevede neler söylemek istersin?

Maria Lind’in konuşması... Yani bana tabi şunu düşündürdü: yapıta hayranlıkla bakan dışarıda bırakılan bir izleyen yok o Tensta Konsthall sergilerinde. Sergi formunu, sanat formunu ve de kurumu dönüştürmüş. Ama bu tartışmalar yeni de değil bir yandan. Kurumun konumu ve çevresi ile kurduğu ilişki çok önemli. Hele bu ülkede daha da önemli çünkü kurumsal pratikler yerleşik değil. Ama tabii şu hakkı da gözetelim kişisel olarak ilişkici yöntemler kullanmak zorunda değil hiçbir sanatçı. Bu da bir baskıya dönüşmemeli. Yoksa kuru bir popülizme kayıveririz.


Dolapdere’ye gelince… Nasıl sorusu benim için önemliydi bu sergide. Mekanla nasıl ilişki kurulur? O nedenle hem benim için hem de ARTER için güzel bir çalışma yaptık. ARTER ekibi mekana taşındıktan bir hafta on gün sonra ben de onlarla birlikte oradaydım. İki buçuk aylık süreyi sergi mekanında geçirdim. Eda ile deneysel bir kurulum süreci geçirdik ve zaten kitaptaki konuşmamızda da bahsediyoruz. ARTER’in o sürecine eşlik etmek de çok güzeldi. Bunları yaparken şöyle sorular vardı aklımda: Değersiz bir şeyi değerli hale getirmek mi? Değer tartışmak mı? Değerli olanı değersizleştirmek mi? Bana kanaatler tartışması gibi geliyor bir taraftan. Hemen arka sokağında gerçekten kelime anlamıyla bir “sergi” kuruluyor. O sergiyle içerideki serginin ilişkisi nedir? Benim için daha çok böyle bir soruydu.


Bununla paralel bir soru daha sormak istiyorum. Kitsch öğeleri sanat pratiğinde cesurca kullanıyorsun ve onları ustalıkla dönüştürüyorsun. Bu benim izlemekten keyif aldığım bir şey ve pek sık karşılaştığımız bir durum değil. Kitsch’i herkesin bu ustalıkta kullandığını düşünüyorum. Kitsch kullanılıyor ve sanat eseri de kullanılan kitsch ile beraber aşağıya doğru çekiliyor. Senin işlerinde böyle olmuyor. Sen kitsch öğeleri başka bir yere taşıyorsun diye hissediyorum. Sanatçıların kaçındıkları bir şey aslında. Bunu kullanmak cesurca. Neler söylemek istersin?

Bence kitsch küfür gibi, avam. Kalp formu gibi. Daha önce parlak süsleme kâğıtları kullanmıştım. Süslemede kitsch öğeler kullanılabilir. Bu tarz süslemeyi modern düşünce sevmez, biliyorsun. Ama onun da kendi dili içinde süslemesi var tabii. Sanırım kitsch imajın veya formun kitle ile kurduğu bir ilişki var ve bu ilişkiyi de en iyi Pop sanatı kullandı.


Sergide yerde duran yuvarlak formu , sokakta gördüğüm o kalbi, oltayı ve deseni veya bir video görüntüsünü bir araya getiren diller arası hal birbirini iten ve çeken bir ilişki. Bu biçimler nasıl yan yana geldiler veya gelecekler? Bu soruyla çalışmak benim için çok önemli. O formun bazen kendi bağlamını hatırlatması veya ondan tamamıyla feragat etmesi… Dolayısıyla da modern veya kitsch değil de, formlar arasılık diyebilirim buna. Formları çekmek, çıkarmak, yeniden koymak, bozmak. Bu form ne, ne anlamı var? Nasıl çeşitlenmiş vb. bir dizi soru sıralayabilirim. Kitsch de bu konulardan bir tanesi, üzerine çalışmak mümkün. Arabesk de öyle. Yeniden düşünülebilecek bir şey. Arabesk duygulara sahip olman da gerekmiyor, bir form olarak bakmak yapısını anlamak da mümkün.


Bir durak noktası da yaratıyor kitsch. Gördüğünde ya hoşuna gittiği için ya da hiç hoşlanmadığın için..

Bence çok tanıdık bir şey. Hemen itiveriyor eğitimlileri. Kimileri için de gündelik bir motif aslında, o kadar. Sürekli sosyal medyada dönüyor. Ama bu hale formu aramızda dolaştırmamız olarak bakarsan çok da zevkli :)


Formu takip etmek daha önceki sohbetlerimizde de kendi pratiğinden bahsederken sürekli kullandığın bir tabir. Son olarak bu tabirden biraz bahsetmek ister misin?

Evet bu tabiri çok seviyorum. Formu takip etmek yani onun hayatta kalışını takip etmek. Hem kendi çalışmanda bazı formların ortaya çıktığını görüyorsun onun da hayatta kalışı, dönüp geri gelmesi var. Sergideki o kalp mesela, o form Ege Uygarlıklarında ağırlık birimi olarak kullanılmış̧. Sonra o form dünyanın başka bir yerinde başka bir şekilde kullanılıyor. Çok yaygın kullanılıyor. Mesela Dolapdere’de yukardan aşağıya doğru inerken gördüğüm bir marangozun duvarına astığı bir kalp formu var, içini boşaltarak koymuş̧. Ben de yıllar evvel desenlerini yapmışım, hatırlamıyorum niye? Form takibi, avı benim çok keyif aldığım bir şey. Avlanmak gibi. Onun üzerine düşünmek de çok zevkli.

bottom of page