top of page

Başkentin hayalet “Yenişehir”i

Vehbi Koç Vakfı ve Koç Üniversitesi Vehbi Koç Ankara Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi (VEKAM) tarafından, Ali Cengizkan ve N. Müge Cengizkan’ın küratörlüğünde düzenlenen Bir Şehir Kurmak: Ankara 1923-1933 sergisi, 26 Ocak’a kadar CerModern’de ziyaret edilebilecek. Vehbi Koç Vakfı kuruluşunun 50. yılı kapsamında hazırlanan sergiyi değerlendirdik


YAZI: NEŞE GURALLAR


Bir Şehir Kurmak: Ankara 1923-1933 sergi görüntüsü, Cer Modern'in izniyle, Fotoğraf: Barek


Bir Şehir Kurmak: Ankara 1923-1933 sergisi, başkentin ilk on yılında kurulan ve neredeyse aynı hızla yok olan “Yenişehir”in kent dokusunu konu alıyor. Çok garip değil mi? Yeni bir başkent kuruluyor ve kentin on yılı içinde hızla inşa edilen dokudan bugün geriye kalan neredeyse hiçbir şey yok. Ali Cengizkan ve N. Müge Cengizkan, serginin küratörleri ve aynı zamanda sergi kitabının da editörleri olarak, kentteki bu büyük kayboluşun öyküsünü gündemimize taşıdılar. Yalnızca birkaç tekil nokta olarak iz bırakabilen bir hayalet, bu sergiyle canlandı. Yok olan bu kent dokusunu oluşturan ve serginin ana konusu olan 350 yapının günümüzde yalnızca -18’i kamu yapısı olmak üzere- 28’i ayakta.


Şehrin neredeyse doğar doğmaz ölen ruhunu geri çağırma işlemi; 350 yapının üç boyutlu olarak dijital ortamda ayağa kaldırılması, yapılara ait bilginin haritalarla çakıştırılarak kent dokusunun yeniden canlandırılması ve aralarından seçilen yapı örneklerinin üç boyutlu baskı (3D print) modelleriyle sağlanıyor. 350 yapı, Dersu Değer ve Büşra Öner’in emekleriyle dijital ortamda ayağa kaldırılmış. Bu işlem, titiz araştırmalardan kaynaklanan ve teyit edilebilen mimari bilgilere dayalı olarak gerçekleştirilmiş. Sergide dört büyük perde ekranda izlenen animasyon film serileriyse günlük hayata dair bir gerçeklik iddia ve çabası içinde değiller. Kurgusal detaylara prim vermeyen 350 yapının soyut, yalın, ciddi ve mesafeli duruşu, serginin ana konusu olan bu hayalet dokunun estetik dilini oluşturuyor. Bu plastik dil, bizi bir hayal dünyasına alıyor. Üç boyutlu baskı modellerin hem estetik hem de gerçek anlamda “plastik”liği ise bu soyutlamaya son derece uygun. Karşımızda duran üç boyutlu modellerin plastikliği/yapaylığıyla animasyonlardaki yalın dil, 350 yapıdan oluşan hayaleti başarı ile dünyaya geri çağırıyor.


Bir Şehir Kurmak: Ankara 1923-1933 sergi görüntüsü, Cer Modern'in izniyle, Fotoğraf: Duygu Tüntaş


Sergide yer alan animasyon filmler yakın çekimlerle yapıları tek tek tanıtırken, belirli güzergahlardaki yürüyüşlerde ise sokak sokak, cadde cadde bu kayıp doku içinde dolaşabiliyorsunuz. Yapıların yarattıkları ortak etkinin bize aktarımı, bu yürüyüşlerle de sınırlı değil. “Kuş uçuşu” filmler, bahçe içinde az katlı yapılardan oluşan bu kent dokusunun tümünü gözümüzde canlandırıyor. Hayaletin büyüklüğü ve oluşturduğu doku, oldukça şaşırtıcı.


Ancak sergi, bizi bu ruhani hava içinde bırakmamak ve hayaletlerin arasında kaybolabileceğimiz mistik bir ortam yaratmamakta ısrarlı davranıyor. Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Ankara romanından çok sevdiğim bir ifadesini kullanacak olursam “realite ile temas”ımızı asla koparmıyor. Öncelikle bu hayaletin gerçekliğinin delillerini, döneme ait emek isteyen detaylı araştırmalardan sağlanan, yüzlerce fotoğraf, kartpostal, fotokart; hava fotoğrafı, harita ve planlarla birlikte sunuyor. Hayaletin geçmiş varlığına ait deliller olmanın ötesinde, yıllara dayanan birikim ile oluşan bu değerli araştırma, farklı temalar/başlıklar altında bilgi ve değerlendirme de aktarıyor. Hayalet yapıların ardındaki aktörlere, konut sahiplerine, mimarlara, müteahhitlere, şehrin insanlarına, bu hayalet yapılarda denenen barınma modellerine, ürettikleri kentsel mekanlara, parklara, törensel alanlar ve siyasi ritüellerin yanı sıra, üretilen modern kamusallığa dair bilgi ve yorumlar taşıyor.


Bir Şehir Kurmak: Ankara 1923-1933 sergi görüntüsü, Cer Modern'in izniyle, Fotoğraf: Barek


Hayalet “Yenişehir” karşısında bizim realiteyle temasımızı koruyan bir diğer unsur tasarımı Fatih Yavuz ve Emre Şavural (FREA)’a ait olan sergi mekanının somutluğu. Sergi mekânı, sergi objesinin hayalet varlığıyla büyük bir tezat oluşturarak ayaklarımızın yere basmasını sağlıyor. Pek çok sergi mekânı, izleyiciyi gerçek dünyadan koparmak, bir hayal dünyası içinde kaybetmek için bildik teknikler kullanır. Bu tekniklerde sergileyici elemanların varlıkları ya yok edilir ya da öylesine soyutlanır ki, karanlıkta uçuşan objelerle bir rüya alemine dalarsınız. Oysa ana konusu gerçekten bir hayalet olan bu sergi, bizi kolaylıkla bir rüya alemine almak ve orada bırakmak şansı varken, böylesi bir tutumdan bilinçli bir şekilde uzak duruyor. Bunu da sergi mekânı ve sergi elemanlarının dünyeviliğiyle sağlıyor. Ahşabın ahşap, çeliğin çelik, camın cam, masanın masa, ayağın ayak olarak okunur olduğu, hiçbir soyutlamaya başvurmayan, hiçbir mesafe yaratmayan, dokunabilir ve hissedilebilir olan malzemenin sıcaklığı, bu devasa hayalet karşısında bizi her daim dünyada tutuyor.


Böylesi bir tezata rağmen sergi alanının somutluğu, sergi objesinin estetik diliyle bir ortaklık kurmayı da ihmal etmiyor. Bu ortaklığın ana unsuru yalınlık. Sergi mekânının tasarımında soyutlamaya varmayan bir yalınlık söz konusu. Bu yalınlık geometrinin kullanımda da görülüyor. Özellikle üçgen; hem yatayda hem düşeyde, hem sergi masalarının biçimlenmesinde, hem sergi duvarlarının tanımlanmasında, başarı ile kullanılıyor. Düşeyde kolonlaşan ahşap üçgen profil, serginin farklı temalarını ayırt etmek üzere duvarları tanımlarken, yine duvarda bu defa yatayda ahşap üçgen diziler oluşturarak, sergi panolarına dönüşüyor. Salon içindeki sergileme elemanlarında ise üçgen, hem sergi düzlemini, hem de bu düzlemin taşıyıcılarını biçimlendiriyor. Ahşap üçgen prizmalardan yatay düzlemler yaratabildiği gibi, eğik yüzeyler de yaratabiliyor. Bazen de boşaltılarak vitrinleşiyor/kabineleşiyor.


Bir Şehir Kurmak: Ankara 1923-1933 sergi görüntüsü, Cer Modern'in izniyle, Fotoğraf: Müge Cengizkan


Emrah Çiftçi, Damla Çiftçi ve Deniz Karagül (Barek), serginin ve sergi kitabının grafik tasarımını üstlenmiş. Bizi kırmızı bir duvarla “hoşgeldiniz” diyerek karşılayan ve kırmızıyı yalnızca serginin girişine saklı tutan grafik dil de kitabın okunurluğu ve özeninde olduğu gibi yalın.


Sergi bütününde pek çok soru ve yeni tartışma konusu açıyor. Serginin açtığı sorulardan belki de en önemlisi bir kent dokusunun nasıl böyle yok olabildiği. Kalıcı olmayı neden başaramadığı ya da böyle bir başarının hedeflenip hedeflenmediği. Sergide kısa biyografisine yer verilen, Cumhuriyetin ilk yıllarında Ankara’yı ziyaret eden İngiliz gazeteci Grace Ellison’ın kent dokusuna ait izlenimi de aslında bu geçiciliğin hissedilirliğini anlatırken şöyle diyor: “Ankara’daki villalar bana başkentlerimizde tek mevsim için inşa edilen yapı fuarlarını anımsatıyor.” Kitapta yer alan değerli metinler ve özellikle Yener Baş’ın doktora tezine dayanan araştırması, “Yenişehir”in kent dokusunun bu çarpıcı doğuş ve yok oluş öyküsüne ışık tutuyor.


Sergi, araştırmacıların besleneceği önemli kaynaklar sunduğu gibi, yeni araştırmaların kapılarını da aralıyor. Vehbi Koç Vakfı’na, Vekam’a ve emekleriyle çalışmayı hayata geçiren tüm ekibe tebrikler.



Comments


bottom of page