top of page

Anıt Sayaç’ın bitmeyen tasarımı…

Zeren Göktan’ın Anıt Sayaçı bugün kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddetin arttığı, hukuki yaptırımların uygulanmadığı, Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekildiği bir ortamda bir karşı anıt gibi yükseliyor, varlığını, bitmeyen tasarımını sonlandırmak için…


Yazı: Özlem Altunok

Zeran Göktan'ın Anıt Sayaç'ından ekran görüntüsü


Jochen Gerz’in 2146 Taş - Irkçılık Karşıtı Anıt / Görünmez Anıt’ı (2146 Stones - Monument against Racism / The Invisible Monument), geleneksel anıt anlayışına itirazını hem içeriği hem de biçimiyle net olarak ortaya koyar. Almanya, Saarbrücken’de, kentin adını taşıyan kalenin önündeki kaldırım taşlarına “kazınan” bu görünmez işin varlığını, üzerinde Görünmez Anıt Meydanı (Platz des Unsichtbaren Mahnmals) yazan tabela işaret eder.


Görünmez Anıt Meydanı tabelası, Almanya, Saarbrücken

Öğrencileriyle birlikte Nazi Almanyası’nda gestapo merkezi olarak kullanılmış Saarbrücken Kalesi’nin avlusundaki taşları gizlice söken ve taşların altına bir zamanlar Almanya’da var olan 2146 Yahudi mezarlığının adını kazıyan Gerz, sonrasında

taşları yeniden yerlerine yerleştirir. (Nazi Almanyası’nda Yahudi mezarlıklarının neredeyse tamamı yok edilmişti. Mezar taşları ise kaldırım taşı olarak kullanılmıştı.) Her bir taş, küçük bir mezarlıktır artık. Hem izinsiz ve gizli yapılan hem de görünmez olan bu anıt yitirilen insanların “yokluğunu” işaret ederek güçlü bir etki bırakır. Bir süre sonra eyalet parlamentosu tarafından yasallaştırılan Görünmez Anıt, bulunduğu meydana da adını verir.


Yahudi topluluklarının da yardımıyla Nazi Almanyası öncesinde Almanya’daki Yahudi Mezarlıkları’nı listeleyen ve belirlenen 2146 mezarlığın adını toprağa “gömen” Gerz’in Görünmez Anıt’ı, ırkçılık karşıtı olduğu kadar bir karşı anıttır aynı zamanda. Devlet tarafından sipariş edilerek yaptırılmamıştır, ideolojik ya da siyasi bir zafer değil bir insanlık ayıbı söz konusudur; ortada ihtişam, abartı, büyük tarihi figürler yoktur, hatta hiçbir şey yoktur. Orada olduğunu bildiğimiz (tıpkı soykırımda ölenler gibi) ama göremediğimiz bir anıttır. Savaşı, ölümü yücelten anıtların karşısına yaşamı; baskın tarihsel anlatıların karşısına hafızayı, yüzleşmeyi koyar.


Jochen Gerz’in 2146 Taş - Irkçılık Karşıtı Anıt / Görünmez Anıt’ı

Devletlerin, iktidarların kamusal alanda propaganda yapmak ve ideolojilerini yaymak için araçsallaştırdığı anıtların karşısına yaygın olarak 80’lerde dikilmeye başlayan Holokost anıtları başta olmak üzere karşı anıtlar, didaktik bir yaklaşımla izleyiciyi pasifleştiren geleneksel anıtların aksine “kaybolan”, “yiten” şeyin hafızasını canlandırır, izleyiciyi hatırlamaya ve yüzleşmeye davet eder.


Gerz’in Görünmez Anıtı gibi anıt mezar formuna bürünmüş bir başka örnek de heykeltıraş Gunter Demnig’in 1993 yılından bu yana süregelen Stolpersteine (Almancada engel, ayak bağı, tökezleme anlamlarına geliyor) projesi. Mezarı olmayan Yahudilere adanan bu karşı anıt örneğinde, üzerinde anılan kişinin adı, doğum, sınır dışı edilme ve ölüm tarihiyle birlikte “Burada yaşadı ...” (Hier wohnte…) ibaresi yer alan pirinç levhalar, soykırım kurbanlarının yaşadıkları binaların önüne, sokak zeminine yerleştirilir.


Köln’de başlayan, önce Almanya’daki diğer kentlere ardından da diğer ülkelere yayılarak devam eden ve son olarak İngiltere’nin de dahil olduğu projede, şimdiye kadar 20’den fazla ülkede yaklaşık 75 bin “anıt dikildi”. Proje, bu tökezleten, ayak bağı olan taşlarla başka türlü bir anıt/anma önerisinde bulunmaya devam ediyor.


Jochen Gerz’in 2146 Taş - Irkçılık Karşıtı Anıt / Görünmez Anıt’ı


Ulusal kimliğin inşasında propaganda araçlarından biri olan soğuk, mesafeli anıtlar, kamusal alanda politik birer aktör olarak yükselirler. Eleştirel değil, dayatmacılardır. Ezilenin değil kahramanın hikâyesini anlatırlar. Buna karşılık karşı anıtlar karanlık olayları, şiddetin yıkıcılığını, zulüm görenleri konu edinir ve bunun üzerinden farkındalık uyandırır. Sanat üretiminin bütününe baktığımızda işlerinde yıkımla yaratımın, yaşamla ölümün, mücadele ve yasın yanyanalığını sıklıkla gördüğümüz Zeren Göktan’ın Anıt Sayaç adlı çalışmasıyla -kadın cinayetlerinin “görünmezliğini” vurgulaması, tuğla tuğla yükselen yapısı, bir tür iş birliğiyle hayata geçmesi ve sivil bir girişim olmasıyla- karşı anıtlar arasında bir göbek bağı olduğunu düşünüyorum. Mecraları, zamanları, içerikleri, ortaya koyuluş şekilleri başka olsa da ölümü yücelten anıtların karşısına yaşamı koyuyorlar.


Görece yeni bir kamusal alan olan dijital dünyada da özellikle 2000’lerden bu yana farklı anıt ya da kayıt tutan oluşum örneklerine rastlıyoruz. 2005 yılında, Hollanda’da soykırım zamanında zulüm gören ve ölenleri anan Yahudi Anıtı (Jewish Monument), kurbanları isim isim, haklarında ulaşılan her bilgiyi kullanarak anonimlikten çıkarıyor ve ayrıntılı bir veri tabanı oluşturuyor. Bunu da halkın katılımı ve katkısıyla kolektif bir çabaya dönüştürüyor. Irak Ceset Sayımı (Iraq Body Count Project) ise 2003 yılında Irak’a yapılan askeri müdahaleden kaynaklanan ölümleri kaydeden bir vatandaş girişimi. Irak’ta savaşın günlük katliamı medya raporları, hastane, morg, STK ve resmi kayıtlar incelenerek oluşturuluyor. Yukarıdaki örneklerin rehberliğinde tekrar Anıt Sayaç’a dönecek olursak Göktan’ın bu çalışmasının melez bir yapısı olduğunu söylemek mümkün. Anıt Sayaç dijital bir anıt, web sitesinin ana sayfası anıtın kendisi. Bir sanatçı tarafından yürütülen proje, aynı zamanda yaratıcısının sanatsal çalışmalarında da yer bularak konuya dikkat çekmeye, görünür olmaya çalışıyor.


Web sitesinde ana sayfada karşımıza tuğla tuğla yükselen bir duvar çıkıyor. Her bir tuğlada 2008 yılından bu yana Türkiye’de erkek şiddetinin öldürdüğü kadınların isimleri yer alıyor. Çünkü Anıt Sayaç adından anlaşılacağı üzere aynı zamanda çetele tutuyor, öldürülen her kadınla neredeyse her gün güncelleniyor. Sitede her bir kadının ismine tıklandığında basında çıkan haberler eşliğinde ne zaman, neden ve kim tarafından öldürüldüğüne dair bilgilere Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun desteğiyle düzenli olarak çapraz veri sağlaması yapılarak yer veriliyor. Zeren Göktan bir röportajında Anıt Sayaç’ın işlevini şu sözlerle aktarıyor: “Bu sayaç pek çok öğenin bir araya gelmesiyle anıtsallaşıyor. Anıt bir sonuç, bir sebep değil. En başta sayılar isme dönüşüyor; isimler de yan yana gelip anıtsallaşıyor. Yaşamaya devam eden bir anıt bu. Güncelleniyor, arşiv oluşturuyor, bellek yaratıyor ve linklere bağlanıyor. Burada çok önemli bir tezat var. Anıtın amacı kendi varlık sebebini yok etmek aslında. Önlenemeyen, durdurulamayan bir şiddet dalgasında hayat bulan anıt şiddetin sona ermesi için bir mesaj taşıyor. Kendi iflasını dileyen bir mekanizma var burada. Kısaca anıt öldüğünde ve kadınlar yaşadığında anıt amacına ulaşmış olacak.”


Zeren Göktan, “breadzone” [ekmek kuşağı] sergisi, Platform GSM, 2005, Salt Arşiv


Anıt Sayaç, Jochen Gerz ve Esther Shalev Gerz’in 1986 yılında Harburg’ta gerçekleştirdikleri Faşizme Karşı Anıt’ı (Harburg Anıtı) gibi kendini imha etme amacı taşıyor. Harburg Meydanı’nda 1986’dan 1993’e kadar kademe kademe yere doğru alçalan 12 metrelik anıt, 19 Kasım 1993’e gelindiğinde ortadan kayboluyor ve meydan boş kalıyor. Kaybolan anıtın üzerinde ise Hamburgluların, Harburg sakinlerinin, anıtı ziyaret edenlerin kazıdıkları isimleri yer alıyor. Sütun isimlerle yüklendikçe yok oluyor. Ardında bir diyalog, sorgulama ve yüzleşme alanı bırakıyor. Meydan bugün anıtın bir zamanki varlığını ve “yokluğunu” bulunduğu yerdeki boşluğuyla hatırlatıyor.


Zeren Göktan 2013 yılında aktif olan Anıt Sayaç’ı sadece Türkiye’de yükselen kadın cinayetlerine dikkat çeken kapalı devre bir işleyiş olarak değil, başka oluşumlar, mecralar ve disiplinlerle etkileşime geçerek kendini yok etmesi hedefiyle önce büyüyecek, ilişkilenecek bir yapı olarak da kurguluyor. 2013’te Zilberman Galeri’de açılan Sayaç başlıklı serginin bir parçası olarak aktive olan Anıt Sayaç, sergide sanalla gerçeği, boncuklarla pikselleri iç içe geçirerek devreye giriyordu. Antik Mısır’da ölüleri koruduğu düşünülen boncuktan yapılan kefenler, cezaevinde yapılan boncuk işleri ve Anıt Sayaç’ı QR kodlarla birbirine bağlayan sanatçı, sergide izleyiciyi sanal ortamdaki kadın cinayetleri sayacına yönlendiriyordu.


Ölümden sonra yaşam, yaşamı sonlandırılan kadınlar, tek tek dizdikleri boncuklarla zaman “öldüren” mahkumlar, tavandan sarkan boncuk bebekler yaşamla ölüm arasında salınırken boncuklara işlenmiş QR kodlar ise gerçekle sanal arasında bir bağ kuruyordu. Fiziksel bir mekândaki kurgu bir sergi, çevrimiçi mecrada çıplak bir gerçeği işaret ediyordu. Eskişehir OMM’da geçtiğimiz aylarda kapanan Maziye Bakma Mevzu Derin adlı grup sergisinde de Sayaç sergisindeki Bir İhtimal Daha Var adını verdiği çalışmasını izleyiciyle buluşturan Göktan, yine boncuktan kefeni QR kodla birleştirerek Anıt Sayaç’a yönlendiriyordu. Son olarak İpek Duben’in SALT’taki Ten, Beden, Ben sergisine eşlik etti Anıt Sayaç’ın kendisi. Web sitesi, izleyicinin mekânın merdivenlerini kat kat çıkarken aynı zamanda yıl yıl kadın cinayetlerinin artışına tanık olduğu bir kurguyla sunuldu. Anıt Sayaç’ın bitmeyen tasarımı… Göktan’ın 25 yıla yayılan sanat üretimine baktığımızda çalışmalarının içinde Anıt Sayaç’ın nasıl ortaya çıktığına dair ipuçlarını bulmak mümkün. Öncelikle neredeyse bütün işlerinde bir çoğulluk söz konusu: Erkek mahkumlar, kadın örgütleri, güvercin yetiştiricileri (Yerüstü, 2009), STK gönüllüleri (Hepimiz Gönüllüyüz, 2007- İdil Elveriş’le birlikte) …


Göktan’ın alt kültürler, farklı gruplar, oluşumlarla ilişkilenirken farklı öznellik ve anlatılara alan açma çabası taşıdığını görürüz. Bu minvalde 10. İstanbul Bienali kapsamında hazırladığı Hepimiz Gönüllüyüz belgeselinin sivil toplum kuruluşlarında gönüllü çalışanlar üzerine kurulu olmasıyla Anıt Sayaç projesini tasarlaması tesadüf olmasa gerek.


1999’da Kasa Galeri’de açılan Ekmek Adına Toprak Uğruna’da teneke levhalarla toplu mezar kuran, 2005’te Platform Garanti’deki Ekmek Kuşağı sergisinde ekmeğin küflenme sürecini dijital bir animasyona dönüştüren, görüntüyü piksellerine ayırarak soyutlamaya giden sanatçı, ekmek yığınlarıyla, dizi dizi boncuklarla, teneke levhalarla da bir çoğaltmaya, tekrara gidiyordu. Ekmek Kuşağı’nda dijital parçalanmayla flulaşan, anlamını yitiren piksel piksel ekmek, Sayaç’ta QR kod için piksel işlevi gören boncuklarla bir “parçalanmayı” sanal dünyada net bir biçimde isim isim görünür kılıyordu…


Anıt Sayaç’ı sahiplenen, işaret eden başka sanatçılar, yazarlar, şairler, yayınlar da oldu. Şair Birhan Keskin’le Aslı Serin’in birlikte yazdığı ve dijital anıtın adını taşıyan şiir, 2015 yılında 160. Kilometre’nin web sitesinde okurla buluştu. Sanatçı Meltem Şahin ise Anıt Sayaç için Performistanbul’un Stay LIVE at Home - ev performansları serisi kapsamında ve border_less iş birliğiyle bir canlı performans sergiledi. Anıt Sayaç şiirini bir buçuk saat boyunca Birhan Keskin ve Aslı Serin’in ses kayıtlarından dinleyerek çizimler yapan Şahin’in bu çalışması, şiirle birlikte geçtiğimiz yıl yine 160. Kilometre tarafından kitap olarak yayımlandı. Hemen ardından da Kıraathane İstanbul Edebiyat Evi’nde Birinin Acısı Öbürüne Geçmiyor başlıklı bir sergi düzenlendi. Sergide, Meltem Şahin’in çizimleri ve Anıt Sayaç kitabının editörü de olan Elvin Eroğlu’nun yaptığı arşiv çalışması sergilendi…


Zeren Göktan’ın Anıt Sayaç’ı bugün kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddetin arttığı, hukuki yaptırımların uygulanmadığı, Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekildiği bir ortamda bir karşı anıt gibi yükseliyor, varlığını, bitmeyen tasarımını sonlandırmak için…

bottom of page