top of page

Anılar Yıkılmaz: HAH’ın Vesile sergisi üzerine


Çocukluğumuzda, bahçelerde buluşurduk. Mevsimine göre kiraz, dut toplardık. Koştururduk, bisiklete binerdik, oyunlar oynardık. Yazlar uzundu, akşam üstleri serin eserdi. Herkes birbirine emanet edilirdi. Dizlerimiz çürüktü, gurur duyardık. En yüksek duvara tırmanmak, hızlı koşmak mutluluktu, başarıydı bizim için. Evlerimizin sınırı mahallemizdi.

Yıktılar, yıkıyorlar, yıkacaklar. Arka odanın akşam üstü ışığında huzurlu bir şekilde uyuduğumuz bahçeye bakan geniş balkonlu evde acil uyandırıldık. Yumuşak bir anneanne veya babaanne sesi yanaşmadı yanağımıza sonra öpüp kulağımıza "Haydi uyan" diye fısıldamadı. Çay demlendi, kirazlar papatyalı beyaz tabaklarda değil artık, dışarısı toz duman, vinçler sokaklarda. Ağaçların gölgeleri vardı, kuşların sesleri. Her şey yumuşacık ve şefkatliydi. Yıkıldılar. Hiç ölmeyecekmiş gibi duran o nesil, üzüntüsü içinde gizli, güler yüzü buruşuk dudaklarında bazen bir dua, bazen bir nasihatti, yıkıldılar. Belki de biz içimizde onları bu Vesile'yle yaşatıp, yeşerteceğiz.

-

Pembe mermerli içi serin esen binaya girdim. Anneannemdi benim için pembe mermer, çocukluğumun geçtiği balkonuna ağaçlar uzanan, çok ışık alan huzur odalı evdi. Bu evde onlardan biriydi, yine kiraz mevsiminde buluşmuştuk. Sıcacık insanlar vardı içeride. Duvarlarda eserleri, belli ki aynı apartmanın çocuklarıydılar. Saf ve temiz. Birbirlerine tanıdıktılar. Sevgi, Ahu, Gizem, Ayça, Defne, Murat. Önce bir masa etrafında bir araya gelmişler, beraber üretmek, paylaşmak, hareket etmek için ve Ocak 2017’de Kalamış’ta HAH’ı kurmuştular. Kalamış’taki bina yıkılınca Mart ayında Öztürk Palas’ta HAHmekan’a yerleşmişler. Bu bina da belirsiz bir tarihte yıkılacakmış.

Bir araya gelerek, yıkıntıya karşı duruyorlar. HAH’ın yeni yerlerindeki ilk sergileri Vesile’yi de bu temelin üzerine inşa etmişlerdi.

Sevgi Aka, İkinci Şans adlı eseriyle bahçede bir yaşam alanı diriltmiş, yapay çiçekler ile itinalı bir şekilde yaşattığı sarmaşıkları iç içe geçirmişti. Yoldan geçen arabaların sesini, farklı kuşların ötüşlerini kaydettiği ses enstelasyonu ile örtmüştü. Sevgi, HAH’a belki de bir cennet bahçesi hediye etmişti.

Sevgi Aka, “İkinci şans”, 2017, Bitkiler, hamak, poster, ses, mekana özgü müdahale, değişken boyutlar

Evin girişinden çocukluğun özgürlüğü geçmişti. Çocukluğa ait o duyguyu başlatan ve bu serginin temel dokusunu sağlayan sanırım Murat’ın bu işinde gizliydi. Çerçevesizliğiyle duvarın sınır belirleyiciliğini yıkan Murat Yıldız, yaşadığımız dönemde izlerin yitimine karşı, evin önceki sahiplerinden kalan her çizginin üzerinden geçmiş, onları renklendirerek görünür kılmıştı.

Murat Yıldız, İsimsiz, 2017, Duvar üzerine renkli kalem, pastel, marker ve kömür, Mekana özgü müdahale

Bitişik odada, Ayça’nın yine duvara itina ile harfleri tek tek mürekkep baskıyla yazdığı rüya anlatımını andıran metni vardı. Çocukluğunun geçtiği babaannesinin yazlığının terasındaki kiraz ağacının altında anımsadığı hayalleriydi yan yana dizdiği harfler. Esere ismini veren ‘teras’ da oradan geliyordu. Metni yazarken belki de doğru anımsamanın imkansızlığını, harfleri doğru basmanın imkansızlığıyla anlatmıştı. Hatalı harfler tüm hikayeyi değiştirmişti.

Ayça Telgeren, “Teras”, 2017, Mekana özgü yerleştirme, değişken boyutlar

Lara Ögel, Selim Birsel ve Etem Şahin, bu serginin davetlileriydiler. Evin iç odalarına yerleşmişlerdi.

Lara babaannesinin dolabının kapaklarıyla Evler Odalardı Unuttum adlı işini HAH’ın arka balkonuna gizlemişti. Ama bu süreçte, dolap kapaklarının yedisi çalınmıştı. Lara’nın kurduğu lavanta kokulu dünyaya girdiğimde kaybın birçok katmanıyla yüzleştim. Babaanne evindeki akşam üstü uykusu ışığı bembeyaz kenarları ahşaptan işli dolap kapağına vuruyordu. Önümde uzayan kapaklardan yarattığı patika, eseri bir mezar taşı, anıt hissiyatına büründürüyordu. Babaanneyi ve dolabının kapaklarını kaybetmiştik.

Lara Ögel, “Evler Odalardı, Unuttum (Varyasyon I)”, 2017, Led ışık, dolap kapağı, kuru lavanta, keseler, seramik, Mekana özgü yerleştirme

Selim Birsel sergideki eserlerin hissiyatını soyut bir dille anlatmıştı. Mavi; geçmiştir, dibe dalmaktır. Akvaryum gibi kapalı mavi odanın içerisine dışarıdan bakıyorduk. Tüm bu sıvı, yoğun, soyut bulanık denizde, suyun dibinden çıkarılmış bize bakan belki de tutunabileceğimiz tek bir kayaydı, geçmişimiz. Derinlik Dengesi adlı esere bakarak, sürekli aynı kelimeyi tekrarladım ‘dalmak’.

Selim Birsel, “Derinlik Dengesi”, 2017, Mavi kâğıt, ışık, taş, Mekâna ve zamana özgü müdahale

Etem Şahin’in işleri kapıların ardında gizliydi, meçhul bir bahçeye açılıyordu içeriyi yansıtan penceresi.

Etem Şahin, “Duvarda Ayna", 2015, Detay, 6 adet tuval üzerine yağlı boya, değişken boyutlar

Gizem ‘Bir yere ait olduğumu hissetmek için önce oraya sevdiğim yerlerin fotoğraflarını asarım.’ dedi. Apartmanın girişindeki pembe mermerlerle, Haussman binalarının çatılarının fotoğrafları yan yanaydı. Olduğu yer ile olmayı arzuladığı yeri tek bir zeminde birleştirmişti. Büyükannelerimizin evinde görebileceğimiz çevirmeli siyah telefon, hatıramızda kalan numaralarla, artık aramadığımız geçmişimizdeki evlerimizi bize hatırlatıyordu. Gizem bir aidiyet dolabı yerleştirmişti. Sevdiği kitaplar, pikap, duvara asılı çerçevelerle, belki de suyun üzerinde yaşamayı düşlemişti. Göründüğü Gibi Değil yerleştirmesiyle geçmişinde yüzüyordu.

Gizem Karakaş, “Göründüğü Gibi Değil", 2017, Mekana özgü yerleştirme, 330 x 240 x 47 cm

Tüm bu süzülüş duvarının ardında Defne Tesal’ın video yerleştirmesi yansıyordu üç duvara. Çocukluğunun geçtiği ve sonra atölyesi olarak kullandığı Kalamış’taki yıkılan ev, anneannesine aitti. Anneannesinin kaybının kara yasını belki de anısı hiç kaybolmasın diye elleriyle duvarlara sürüyordu videoda. İçindeki acının son izini bırakıyordu evin her yerine, kalorifer aralarına, ıslak akıyordu siyah boya. Bana ‘eve son defa dokunmak istedim, şefkatlice’ dedi. Kalamış’taki evin duvarlarından, Levent’teki eserin yansıdığı duvarlara geçiliyordu. Anı zamansızdır, yıkılamaz.

Defne Tesal, “İnterlüd”, 2017, 3 kanallı video yerleştirmesi, 04’09’’

Ahu’nun hikayesi, serginin tüm ana anısını oluşturduğundan, onun eserlerini en sona bıraktım. Çünkü mekanın belleğini bu dairenin onun dört beş yaşlarında geldiği anne ve babasının mimarlık ofisi olması belirlemişti. Bu çocukluk duygusunu HAH’ın kalbine işleyen onun anısıydı. Dayanışış eseri isminden de belli olarak, mimarinin planlığına, hesaplılığına, öngörülebilirliğine Ahu’nun bir meydan okuyuşunu, ölçülebilir olanı değil de, ölçülemeyen hayale dair sanatı seçişini anlatıyordu.

Ahu Akgün, “Dayanışış”, Detay, 2017, Kasa fişi rulosu ve aydınger üzerine kara kalem, Mekana özgü desen yerleştirmesi, değişken boyutlar

Dayanışış, HAH’ın belki de öteki adı. İçlerindeki çocuğa sahip çıkarak, mekanla ilk tanıştıkları akşam dolaba saklanışları, mekana hep beraber birbirlerine alan açarak sığmaları... Ahu’nun karakalem işinde, üst üste birbirini omuzlamış insanlar var. Yıkılacak binalara karşı, birbirine sahip çıkarak, taşıyarak, danışarak ve dayanarak inşa etmek ve yükselmek… Çocuklukta yaşanan şefkatli, huzurlu altın çağa imrenme ve hatırlama, belki de onu sağlayanları anma. Anneanne ve babaannelerin kuşağının üstlerindeki yüklere, baskılara, acılara, yaşadıkları dönemin savaşlarına rağmen hayata tutunmalarından kuvvet alma. Bir yıkımın, kayboluşun, bu hayattan göçüşün, bir neslin yok oluşunun, unutulmaya yüz tutmuşun, dalınıp derinlerden yüzeye çıkarılması. Bu dönemde, aidiyet duygumuzu pekiştirecek olan en sağlam kayayı önümüze koymak, altın çağımız çocukluğumuza bakarak, bir hayale dalmak.

HAH, ''Sefertası'', 2017, Dijital Baskı, 236 x 77 cm

bottom of page