top of page

Anda kaybolmayı öğrenmek


Performans sanatını bir disiplin olarak tanıtmayı, yaygınlaştırmayı ve de bu alanda işler üretmek isteyen sanatçılara olanaklar yaratmayı kendine misyon edinmiş uluslararası bir platform Performistanbul. Performans sanatı denince ‘dönüşüm’ akla gelen ilk ve en kilit kavramlardan biri. Performistanbul, henüz bir seneyi aşkındır faaliyet göstermesine rağmen, İstanbullu sanat izleyicisine yoğun bir program sunarak çatısı altında gerçekleşen performans işleri ile onları çoktandır dönüştürmeye başladı bile. Bu dönüşüm pek de öyle basitçe analiz edilebilecek, kağıt üzerinde salt sözcüklerle tanımlanabilecek bir dönüşüm değil; her şeyden önce performansları ‘o anda ve orada’ bulunarak deneyimlemek şart. İlla bu o işleri sevmek zorunda olduğunuz anlamına gelmiyor, ne de olsa hayat ve sanat arasındaki sınırları kaldırmaya niyet etmek kesinlikle tartışılması gereken bir konu. Ama performans sürecinde izleyicide oluşan, olumlu veya olumsuz, farkındalık da işte bahsi geçen bu dönüşümün bir parçası. Yani her koşulda sizi deneyimleye davet ediyor; ‘önce deneyimleyin, sonra düşünün.’ Şubat ayında bu platformun başka etkinliklerinin yanı sıra Zilberman Galeri'de Performistanbul’un genç sanatçılarından Ata Doğruel’in 48 saat süren bir performans işi yer aldı. Mart ayında ise Sanatorium ve Pera Müzesi’nde İstanbulluları farklı performans deneyimleri bekliyor olacak. Bu platformun kurucusu Simge Burhanoğlu ile bir araya geldik; sonu performans sanatına çıkan kişisel yolculuğu ve kendisinin, hem de bir performans küratörü olarak, performans sanatına yaklaşımı üzerine sohbet ettik.

Simge Burhanoğlu, Fotoğraf: Elif Kahveci

Bize biraz Performistanbul’un kuruluşundan bahsedebilir misin? Bu platform bir ihtiyaçtan mı ortaya çıktı yoksa bir platform oluşturma fikriyle mi yola koyuldun ve ardından birlikte çalıştığınız performans sanatçılarını buldun?

Ben hayatta hiçbir şeye didaktik yaklaşmıyorum. Hayatım çoğunlukla plansız, spontane ve duygusal ilerledi. Bu da öyle oldu. Ben kendim bir performansçı ve dansçı olarak 12 sene bale yaptım. Bu süreçte kendi bedenimde neler değişti bir kere onu gözlemledim. Balenin kurallarıyla benim bedenim nasıl hareket ettiğini ya da balede bedeninin sınırları nasıl zorlandığını gözlemledim.

Londra’da bale üzerine Master yaparken karşılaştığım performansla ilgili bir dersim vardı: Performance Heritage. Bu ders için 8 dakikalık performanslar istediler. Ben o zamana kadar hiç performans üretmemiştim. Ve daha çok kurallı taraftan bakıyordum yani bedenin kullanımına hazır bir alfabesi olan, koreografisi olan bir yoldan ilerliyordum. Bu performans benim için tamamen bir zıt taraf oldu. Ben de onu bu zıtlığı ile kullanmak istedim. Ne yaptım? Bedenini dansta, performansta kullanmamış ama bedenini iyi tanıyan bir art model buldum. Modeli nü olarak kullanmak istedim o ve ona sadece bir outline verdim. ‘Bu kadar dakikan, böyle bir müziğin var, büyük bir vajinadan çıkıp, doğacaksın, hareket edeceksin, bir karnın var, ona unla suyu karıştırıp hamur yapıp bebeğini temsil eden bir şey koyacaksın, etrafa hamurları dağıtıp öleceksin. İstediğin gibi yapabilirsin’ dedim sadece. Ve onun yorumu, orada çıkan o anlık, hiçbirimizin bilmediği ve hepimizin onunla beraber keşfettiği o süreç beni kalbimden vurdu diyebilirim.

Başta hiç performans sanatı diye başlamadım. Tamamen derdim insanlara dokunmak, gerçek bir şey yapmak, o anda olmak yani şimdiki zamanı kullanmak ve beraberce titreşmekti ama bu zaten hayat boyu derdim oldu. İnsanlar gülsün, tepki versin, hep başkalarının ne hissettiği ile ilgilendim. Lisedeyken falan ders dinleyemezdim, mesela hocanın mimiklerini izlemekten ya da ayağına açık ayakkabı giydiyse yürürken parmaklarını nasıl sıkıp kapatıyor diye bakmaktan. Bu böyle bir süreç; hep bedenle ilgileniyorsun, bedenin etkileşimleriyle ilgileniyorsun, insanların duygularının bedenlerindeki yansımaları ile ilgileniyorsun ve toplumsal güce inanıyorsun. Performans sanatçıları var, etraftalar, kimse onlara sahip çıkmıyor, onların yapmak istedikleri benim oluşturmak istediğim etki ile örtüşüyor.

Her şey çok hızlı şu anda günümüzde. Her şey çok dijital, sanal, anı kaybetmiş durumdayız, sürekli telefona bakıyoruz, başka bir ana gidiyoruz, Instagram'da başkasının hayatına müdahil oluyor, onu yaşıyoruz. Sürekli etrafta dikkat dağıtan etkenler var, o yüzden de anı unutuyor insan. Bu çok tehlikeli bir şey. İşte depresif olmanın birinci aşaması. Hiçbir zaman andan tatmin olamıyorsun, hep planladığın şeyle tatmin olmayı bekliyorsun, plan kadar tatmin oluyorsun. Yazıp çizilen şeyler bunlar zaten. Bizim yapmak istediğimiz ise biraz insanları ana çekmek. Bu sanallığa karşı her şey gerçek olsun, bu hıza karşı bir şeyleri yavaşlatmış olalım ve insanların bu konsantrasyon bozukluğuna karşı mücadele edelim. Göz göze gelip sanatçıyla, canlı nefes alan biriyle, daha hızlı ve daha yoğun bir etkileşim yaşasınlar. Ben, insanlara nasıl ulaşırım onları nasıl etkilerimin derdindeyken bu disiplinle karşılaştım.

Derdimiz insanları performans sanatı ile bir yolculuğa çıkarmak. Yani bir galeriye girdiğinde hızlıca duvarlara bakıp elinde içkin ‘merhaba, merhaba’ diye boy gösterip çıkmak yerine gel yaşamayı dene diyoruz biz. Adı performans sanatı da, başka tarafları da var. İyileştirici bir tarafı da var, birlikteliğe yol açan, paylaşımı kuvvetlendiren ya da o paylaşıma kapı açan, senin hayatında yeni kapılar açan, sana yeni bir deneyim katmayı da hedefleyen bir tarafı da var. Performans sanatını izlemeyi ve yaşamayı bilmek gerekiyor.

İngiltere’de aldığın bale eğitimi esnasında Performans Sanatı ile tanışmış oldun ve sonra da kendi kişisel sürecinde mesele edindiğin şeylerin onunla fazlasıyla kesiştiğini, hatta ortaklaştığını fark ettin. Ama Performistanbul’u hemen hayata geçirmedin; Türkiye’ye döner dönmez böyle bir platform kurmadın.

Hemen olmadı. Türkiye’ye döndüğümde ben bir bale topluluğu kurmak istedim, ama derdim yine topluluk oldu, hep bir birlik ve güç. Sonra Zorlu’da Performans Sanatları Merkezi’nde, işin içinde performans sanatları olduğu için çalışmaya başladım. Bu süreç çok güzel geçti ve diğer yandan da işin ‘business’ tarafını öğrendim; işin finansal tarafını kontrol ediyorsun, bütçeleri, fatura kesmeyi, ilişkileri, sözleşmeleri… Bu da benim bu anlamdaki açığımı kapatmakta çok iyi bir rol oynadı.

O süreçte Performistanbul’un ilk sanatçısı Ekin Bernay ile arkadaşça tamamen dans bazlı konuşuyorduk ki, Ekin sen bana sen benim küratörüm ol ve beraber çalışalım dedi. Bir kıvılcım oluştu çünkü bu işler şöyle oluyor; birinin sana inanması lazım, neden inanması lazım, çünkü sen o zaman kendi kendine diyorsun ki ben işe yarıyorum, demek ki benim fikirlerim birilerine yarıyorsa demek ki bir ümit var. O zaman dedim ki bunu bir topluluk gibi düşünelim, bir platform olsun, performans sanatları yapmayalım, sahneden uzaklaşalım. Prova olmasın ve biz bunu performans sanatına çevirelim çünkü baktım performans sanatı daha az görünür. Yurtdışında, ne kadar 60’ların başlarında ortaya çıkmış olsa da, nedense şimdiki yüzyılda tekrar alevleniyor. Orada alevleniyor ama burada kimse farkında değil, o zaman bu bir açıktır ve performans sanatçılarına sahip çıkmak gerekiyor. Ben de bir model yaratayım, yatırım gerekmesin, hemen faaliyete geçelim dedim.

Biraz tez canlıyım. Herkes konuşuyor ama ortada hiçbir hareket yok. O zaman dedim ki, başlangıçta yatırıma ihtiyacımız olmasın, kendi kendine döndürebilen bir sistem yapalım ve amaç performans sanatçılarını bir araya toplamak olsun. Kira vermeyelim, ilk önce bir hub oluşturalım sonra da sanatçıların ihtiyaçlarına göre onları proje bazlı doğru yerlerle buluşturalım. Böyle çıktı fikir. İşin birinci kısmı küratörlük. İkincisi bir yere ait hissetme ve bir topluluğun parçası olmak. Üçüncüsü de farklı mekânlarda bunu sunmak. Bunların hepsini birleştirince, bu bir platform olmalı dedik.

Kısaca özetlersek Performistanbul ne yapıyor?

Çatısının altında performans sanatçılarını, ama sadece performans sanatçılarını topluyor. Bazıları ile proje bazlı çalışıyor, bazıları ile kontratlı çalışıyor.

Neden kontratlı?

Çünkü sanatçıların referanslarını, ilerdeki projelerini, takvimlerini kontrol etmek adına. Ben bunu tercih ediyorum. Sanatçıları hem var olan projelerine uygun mekân ve kaynak buluyoruz hem de mekânlara özel işler üretebiliyoruz ya da herhangi bir proje için gene sıfırdan iş üretebiliyoruz.

Nasıl kaynak buluyorsunuz?

Anı satılabilir kılmakla yola çıkarak başladığımız bir şey. Ben performansı izlediğin anda değerinin karşılığını vermen gerektiğini düşünüyorum. Bu işte dokümantasyon tarafı, fotoğraf, video, satılır satılamaz onu bilmiyoruz ama sen onu o anda izlemiş oluyorsun. Diyoruz ki içeriği satın alabilirsiniz, yani projeyi. İlla haklarını satın almak zorunda değilsiniz, sadece bir seferlik gerçekleştirilmesinin de değerinin karşılığını verebilir. Bu en sevdiğimiz ve bizim için en değerli model. Zaten hep buna yönlendirmeye çalışıyoruz. Diğer modeller de sponsorluk ve bilet. Ama şu anda sponsorluk zaten bu ülkenin bu şartlarında çok sağlıklı ve kolay gitmiyor. Bilet ise hep riskli.

Gerçekleştirdiğiniz performanslar da bilet satışı oluyor mu?

İlk performansımızı biletli yaptık ama sponsorumuz da vardı. Bir kurum sponsor olduğunda, kültür ve sanata yatırım yapmış gibi görünse de maalesef hepimizin aşina olduğu bir gerçek var ki, o da aslında kendisine görünürlük kazanmanın peşinde.

Bugüne kadar size sponsor olmuş kurumlar nasıl bir görünürlük talebinde bulunuyorlar?

Hepsinin görünürlülük derdi var. Ama biz birinci senemizi daha yeni tamamladığımız ve sonuçta Performistanbul daha çok yeni bir platform olduğu için, Performistanbul’un ismiyle değil bizim iş birliği yaptığımız yerler sayesinde onlara görünürlük teklif ediyoruz.

Böyle bakıldığında aslında mekânlar ciddi anlamda Performistanbul’a destek vermiş oluyorlar; doğru tanımlamış oluyor muyum?

Yüzde yüz böyle tanımlayabiliriz. Bu konuda minnettarız mekânlara çünkü bizim bir mekânımız yok ve mekânsızlığı savunuyoruz. Bir performansı içinde yer alacağı yeni bir mekânda var etmek bizi heyecanlandırıyor. Mekânlar bizim her şeyimiz, bizim en önemli iş birlikçilerimiz. Biz zaten onları sadece mekân olarak da görmüyoruz; beraber hareket ettiğimiz ortaklarımız oluyorlar. Onlar da zaten bize ‘al mekânı ne yaparsan yap’ demiyor, biz de ‘bize mekânı ver gerisine karışma’ demiyoruz. Hep hayalimiz beraberce bir şeyler üretmek; onların takviminde güzel bir yer alsın ya da sergi programına otursun, ya da onların ulaşmak istediği bir noktaya değinsin. Hep beraber bir dinamik içerisinde yürütmeye çalışıyoruz.

Mesela şimdi yeni projelerden biri Pera Müzesi’nde yer alacak ve oradaki sergi ile ilişkili bir performanslar serisi gerçekleştireceksiniz. Biraz bundan bahsedebilir misin?

Müzenin var olan koleksiyonlarını canlandırmak, performatif bir bakış açışı getirmek üzere bir fikirdi. Genelde müzelerde yeni sergilere koşarak gidilir. Var olan sergi ise zaten orada durduğu için biraz daha üvey evlat olur; ya uğranılmaz, ya da sonra gideriz denilir, ya da zaten gitmişsindir ve bir daha gitmezsin. Biz de koleksiyon sergilerine yeni bir bakış açısı getirmek üzere, 31 Mart – 2 Nisan tarihleri arasında Pera Müzesi’nin Oryantalist Resim, Anadolu Ağırlık ve Ölçüleri ile Kütahya Çini ve Seramikleri koleksiyonlarından esinlenen Yeniden Bak başlıklı performans programı adı altında Performistanbul sanatçıları AslieMk, Ekin Bernay ve İ. Ata Doğruel ile üç ayrı performans gerçekleştireceğiz.

Pera Müzesi ile beraber bir iş üretiyoruz, çünkü derdimiz şu aslında; bir şov yapmak değil, biz yapalım, insanlar görsün alkışlasın, böyle bir şey değil performans sanatı. Sadece izlenmek için yapmıyoruz, beraber yaşamak için yapıyoruz. Herkes ondan ne alırsa, o deneyimin üzerine konuşmak için yapıyoruz. Mesela şimdi ülke bu halde iken daha iyileştirici performanslar yapmaya çalışıyoruz. Ya da sanatçılar zaten günümüzün durumundan etkilendiği için onlar böyle bir içerikle geliyorlar. Aynı içeriği şimdi başka bir ülkede yapsan başka bir etki alırsın ama burada yapınca başka bir tepki ile enerji ile karşılaşıyorsun. Bu hep seyirci ile temasta olduğumuz ve birlikte ürettiğimiz, keşfettiğimiz bir süreç. O yüzden yaptığımız bütün içerikler de hem seyirci hem mekânla birleşerek, onlar için yapılan işlere dönüşüyor. Sanatçının kendi başına zaten bir anlamı yok ve tek başına var olan bir iş yapmıyor. Seyircinin, katılımcıya dönüştüğü işlere ve sanatçı ile seyirci arasında ortaya çıkan enerjiye odaklanıyoruz.

Yani sen bu performans işlerinde küratör olarak mekânla iş birliği içinde geliştirilebilecek projeleri mi tasarlıyorsun?

Evet. Performistanbul’un kurucu direktörü diye geçiyorum ama benim aslında olmak istediğim taraf hep yaratıcılık tarafı ve performansın kürasyonu diyebiliriz. Performans küratörlüğü. Umarım yarın öbür gün Performistanbul’un direktörlüğünü hakikaten bu işi seven biri çıktığında ona teslim edip daha çok bu işe konsantre olabilirim. Yani zaten şimdi de yapmaya çalıştığım şey şu; hem sanatçıyı buluyorum hem onu kariyerinde doğru tarafa yönlendiriyorum hem de gelen projeleri doğru kişi ile birleştiriyorum çünkü bu sanatçıların hepsinin uzmanlık alanları ya da ilgilendikleri alanlar bambaşka.

Bale denildiğinde çok klasik ve konvansiyonel bir biçimden söz ediyoruz. Performans sanatı ise tam da bunun karşıtı bir yerde duruyor. Sen kendi bedenini hiçbir performans işinde kullanmayı düşündün mü?

Güzel bir soru ama şu anda başka bir taraftayım. Baleyi bıraktığımdan beri daha çok sahne arkasındayım. En son Master yaparken çok ufak hareketlerle bedenimi kullandığımı hatırlıyorum ama kafam zaten sahne arkasına geçmişti. Şimdi küratörlük tarafından gitme nedenim aynı. Şu anda bizim çatımızda yer alan her bir iş ve sanatçı için fiziksel olmasa da zihinsel olarak orada olduğumdan dolayı, kendimi performans tarafında göremiyorum. Böyle bir lüksüm yok. Şu anda ben gerçekten var olan sanatçıların seslerini duyurmaları için çalışmaktayım. Ben kendime konsantre olursam, ulaşabileceğim sayı daha az gibi geliyor. Hedefim hep daha çok insana ulaşmak. Ve bunu ancak bir yerde kontrol edip, bir şeyin başında olup ve birçok kola değerek yapabilirim gibi geliyor.

Peki, bu platformu oluşturduktan sonra tanıştığın performans sanatçılarının profilinden bahsedebilir misin biraz?

Daha çok dans, tiyatro veya güzel sanatlar alanından geliyorlar… Bu platformdaki performans sanatçılarının hepsi çok umutlu, inançlı, özel ve de kuvvetli insanlar. Yüzde yüz bunu söyleyebilirim.

Onlar mı seni buldu sen mi onları buldun?

Değişiyor. Son zamanlarda onlar da geliyorlar. Zaten ben tanınmış sanatçıya gitmediğim için benim bulma şansım daha düşük; ben onlara kolay kolay ulaşamıyorum. Aslında amaç burada ismi bilinmeyen, ismi bilinmediği için de yer verilmeyen sanatçıların güçlerini ortaya çıkarmak olduğu için biraz onların beni bulması gerekiyor. Ben daha çok tanıdıklara ya da tanıdığım biri bir başkasını önerebilirse ona gidebiliyorum.

Bir tanışma ve birlikteliğe adım atma süreci. Tamamen göz göze geldiğimizdeki enerji, iletişim ve ilişkiyle başlıyor. Çünkü bu iş CV işi değil. Kişi bu işi tamamen kalbinden geldiği ve kendi kendine iyi gelmek, kendini keşfetmek için, ya da bir şeylerden arınmak üzere, gerçekten terapi gibi ya da bir meditasyon gibi yaparken, benim ona ‘sen daha önce bir yerde bir şey yaptın mı diye sormam’ bence yaptığımız işe çok aykırı. O yüzden ben CV’sine bakmıyorum ki baksam bile ondan önceki işleri çok iyi diyelim, 48 saatte gene ne olacağı belli değil. O yüzden her zaman hazır olmak ve inanmak çok önemli. Bu yüzden de Performistanbul sanatçılarının hepsi çok kuvvetli ve inançlı. Bu gibi bir disiplinde gerçekten tutku, inanç ve duygu çok önemli. Ben kendimdeki o enerjide, kendimde ne arıyorsam karşımdaki sanatçıda da onu arıyorum. Ve sanatçıda bu oluyor ki bir sonraki işte ben onun bu tutkusuna, bu inancına güvenerek o işe gireyim. Her zaman hazır olmak diye bir terim kullanıyoruz biz. Çünkü performans sonsuz kombinasyonlara açılan bir yola giriyor. İyi metotlar var tabii ki, egzersizler, ama içinde o enerji yoksa o egzersizin değebileceği bir yanan bir top yoksa içinde, o hiçbir şekilde alevlenemez. O inanç olduğu için bu sanatçılar umutsuz değil. Güçlü olmaları gerekiyor ki, o gücü insanlara da geçirsinler ve insanlar da o aynalamayla sanatçının gözlerine baktıklarında kendilerini görebilsin. Bunu yapabilmesi için de bir insanın o iki kişiye daha fazlasına yetebilecek güçte olması gerekiyor…

Peki, bugüne kadar gerçekleştirdiğiniz performanslarda rastladığın izleyici profilinden bahsedebilir misiz?

Performans sanatçısı izleyicisi başka. Bu yurtdışında da gözlemlediğim, kendim izleyici olarak katıldığımda da hissettiğim bir şey. Normal bir sergiye gittiğimde, iki boyutlu üç boyutlu işlere baktığımda ki hissimle, canlı bir işe baktığımdaki hissim aynı olmuyor. Buraya baktığımda şöyle bir şey görüyorum. Bu olay insanlara gerçekten yeni geliyor, yani bilmiyorlar. Bilmemek çok ilginç bir şey. Nasıl konumlandıracağını bilmiyor. Mesela, sessiz konuşmaya başlıyorlar, kenara çekilmeye çalışıyorlar. Çekinme, ne olduğunu anlamamaktan gelen bir kendi içinde kaybolma hali. Dokunmama, yaklaşmama, işte orada da haddini aşma endişesi çıkıyor ortaya; sesini de o yüzden kısıyor mesela. Sahne sanatlarında uzaktan bakmaya sadece seyirci olmaya, o hiyerarşiye çok alışmışlar, burası sahne, işte çizgi, sen de o taraftasın, seyircisin.

Hâlbuki biz öyle bir şey istemiyoruz. Biz istiyoruz ki ortada seyirci ve sanatçı diye bir şey kalmasın, gelsin hep beraber herkes istediği gibi o anı yaşasın. ‘Bak burada ceviz var, bu ceviz fotoğrafı sen de burada cevizi gör’ demiyoruz, özgür bir alan açıyoruz. Şimdi yeni yeni şunu fark ediyorum; aynı yüzler geldikçe, ikinci, üçüncü kez gelişlerinde, bu sefer sanatçının yanına kadar gidiyorlar ya da 360 derece etrafında dönüyorlar. Zamanla biraz daha içine girmeye başlıyorlar ama en güzeli eğer performans, başarılıysa ki biz zaten başarısını öyle anlıyoruz, eğer iş seyirciye geçebildiğiyse , o zaman hakikaten neredeyse gözle görülür bir enerji çıkıyor ortaya. En sevdiğim kısım, o aynı anda titreşebilmeyi görebilmek. İşte o olduğu an, diyorum ki bak başardık. Ortada canlı bir olay olduğu için o anda normal bir sergi gezer gibi herkes aynı anda farklı birçok şeye bakmıyor, herkes aynı anda aynı şeye ve aynı bilinmezlikle bakıyor. Herkes ilk defa orada aynı şeyi gördüğü için ve sanatçı da, o seyircinin ona bakışıyla gidişatını değiştirdiği için, seyirci kendini değerli hissetmeye başlıyor. Zaten seyirci bunu anladığı an biz performans sanatını kurtaracağız. Seyirci buradaki rolünün kuvvetini anladığında biz onları bağımlı hale getirmiş olacağızJ. Yavaş yavaşta bu yöne doğru ilerliyoruz. İnsanlara bu işi sevdirmek, bu işten zevk almayı öğretmek… Öğrettikten sonra gerisi çorap söküğü gibi gelecek.

Peki, bu seyirci, çoğunlukla, sanat galerilerine gidenlerden mi oluşuyor? Dans tiyatro takip edenlerden mi?

Bence buradaki en güzel taraf herkes olması. Sanat camiası diyebileceğim bir topluluk değil, sergi açılışlarına giden aynı suratlar değil. Tabii ki onlar da var, olsun da ama bizim derdimiz bütün halk. Biz öyle yüksek sanat gibi bir şey yapmak istemiyoruz. Derdimiz, aynı yüzler gelsin, bu konuda bilgili, söz hakkına sahip insanlar izlesin değil. Çocuklar da yaşlılar da, herkes geliyor. Hiç sanat etkinliklerine katılmamış kişiler de geliyor; “bu neydi çok etkilendim” diyor ve bir daha geliyor.

Belki bugün ülkemizdeki var olan koşullarda ve mevcut sanat politikaları kapsamında zor ama hiç kamusal alanda performans işleri gerçekleştirmeyi düşündünüz mü? Veya uygun bir zaman gelsin o zaman gerçekleştiririz dediğin projeler var mı?

Şu anda güvenlik açısından riskli olduğu için rahatça sokaklara parklara yayılamıyoruz ama benim her zaman hedefim performans sanatını beyaz küpün dışına çıkarmak. Diyoruz ya yaşamsal bir şey, o yüzden beklenmedik anlarda karşına çıkartmak, hem de o alanın etkisiyle beraber var etmek. İşte mesela birinci yaş performansını…

Hava muhalefetinden gerçekleşemedi maalesef..

Polonezköy’de, açık havada yapmak istememizin nedeni de buydu. Doğanın etkisi ve doğanın sesi ile beraber o birlikteliği, o titreşimi daha kuvvetli hale getirmek. Çünkü her şey doğal olacaktı; insanlar duvarların içinde değil o ağaçlarla çevrili bir yerde bembeyaz karların üstünde, o ısı değişimi ile birbirlerinin ellerini tutarken… Bunun etkisi bambaşka olacaktı. Bir de bu şekilde olasılıklar katlanarak çarpılmaya başlanıyor. İşte yağmur mu yağar, kar mı yağar, korna mı çalar, kuş mu pisler, var olan bilinmezliği bir de bunlarla birleştirmiş oluyorsun. Tabii kamusal alanda performanslar yapmak için kaynağa ihtiyacımız var. İşi birinin sahiplenmesi ve sunması gerekiyor. Biz işleri galeriye, müzeye sunduğumuzda onlar içeriği satın alabilir ama kamusal alanda kim sahiplenecek? Bu işin duygusal tarafını bir yana koyunca bir de maddi taraf ve finansal bir gerçeklik de var tabii. Bizim hedefimiz sürdürülebilir olmak. Çok şanslıyız bir seneyi geçtik ama bu işin senelerce ve büyüyerek, başarılı bir şekilde devam etmesi derdindeyiz, çünkü sürdürülebilirlik problemi çok var bizim ülkede. Her şey açılıyor kapanıyor, açılıyor kapanıyor. Bu işin gücünü kanıtlamamız gerekiyor ki bu işe kaynaklar yaratılsın, bir değere dönüşsün ve biz de bunu büyüterek daha çok insana dokunarak devam ettirelim.

Son olarak, bugüne kadar izlediğin ve seni en etkileyen performans işi neydi?

Bu soruya tek bir işle cevap vermek zor. Ama mesela en sevdiğin bale nedir dersen biliyorum çünkü müziği, koreografisi belli. Ama en etkileyen performans dediğinde, her dönemimde farklı işler beni etkilemeye başlıyor. En son Venedik’te performans haftasına gittiğimde beni en etkileyen iş, bir çocuğun koluna beyaz bayrağı zımbalayıp vantilatörün önünde elini kaldırıp bayrakla durması, bayrağın dalgalanması, sonra o zımbaları tek tek kolundan çıkartıp kanını beyaz bayrakla silip bayrağı tekrar vantilatöre asmasıydı. Çünkü şu andaki psikolojimden ve şu andaki durumumdan dolayı. Çünkü benim şu anda lüks için izleyecek bir enerjim yok. Yani estetik anlamda beğeneceğim bir durumda değilim demek ki. Estetik anlamda da kuvvetliydi bu iş ama çok basit ve normalde aslında beni etkilemeyecek bir işti. Tamamen simgelediği şeyden dolayı etkilendim. Bir de vodoo yapan bir performans vardı. Performansçı beni kaldırdı, dâhil oldum performansa. Göz göze bakıştık 15 dakika; dudağıma eğildi, dudağımdan öpecek sandım, sonra ağzıma dili girdi, peki herhalde bu şekilde öpüşeceğiz diye düşünürken, ağzımın içinde soğuk ve büyük bir şey hissettim metal gibi tadı olan, sonra elime tükürdüm. Boş bir kovan. Bu da beni çok etkiledi ama performans etkilemedi; o an etkiledi. Zor bir soru dediğim bu. Bir performans bütünüyle etkiledi mi sorusu çok kolay yanıtlayacağım bir şey değil. Bir şey beni çok kolay etkilemiyor. Ama bir dakika, tamam. Aklıma geldi, cevap vereyim. Marina Abramovic’in, yani MAI’nin Neon iş birliği ile Atina’da yaptığı As One diye bir performans sergisi vardı.

Evet, ben de izlemiştim.

Sayı sayan kadını hatırlıyor musun. Virginia’yı. Kırmızı giyinmiş. Hayatımda bugüne kadar en etkilendiğim iş oydu diyebilirim. En etkilendiğim performans etkileşimi. Performans sanatçısıyla yaşadığım. Ağladım. 4 gün oradaydım. 4 günün 6 saatini onunla orada geçiriyordum. Çünkü onun bana ihtiyacı olduğunu düşünüyordum. O kızın bana verdiği enerji, onun bakışı beni etkiledi. Bir performans sanatçısı değildi. Daha önce böyle zor bir performans yapmamıştı ve çok zor bir iş seçmişti. Bu arada performansı çok ufak açıklayayım. İnsan saati. Yani saati sayıyor. Sürekli. Günde 8 saat ve 7 hafta boyunca. Haftanın 6 günü. 1,2,3,4… diye saniyelerle saati sayan bir kadın. Ondan çok etkilenmiştim . Ama performanstan değil. Performansçı ile aramdaki o iletişimden.

Bir de şöyle bir şey oldu; son gün ben çok kötüyüm, gideceğim, anladı mı ne oldu, bilmiyorum ama yanıma geldi. Oturdu. Ben böyle önüme bakarak oturuyorum. Bana baktı, ben de ona baktım. Biraz gözüm doldu. Elimi tuttu. O sırada 1,2… sayıyor. Arada çok ufak, sadece nefes alacak boşlukları var. 1 dedi, ‘teşekkürler,’ dedi, '2' dedi. O aradaki nefes alışı bana teşekkür etmek için kullanmış oldu. Sonra arkadaş olduk. İşte böyle bir şey performans. Biraz içinde kaybolmayı öğrenmek gerekiyor bence. İnsanlara da söyleyeceğim şey biraz kendilerini serbest bıraksınlar. İyi düşünelim. Enerji çok önemli bir şey; gerçekten iyi hisler ve iyi enerji büyüdüğünde bunun bir şey değiştirebileceğine inanıyorum. O yüzden her röportajda söylüyorum bunu; sanat camiasının egosu ve birbirine yardım etmeyi sevmeyişi bir tek beni korkutan ve üzen durum. Bu duygusallıkla, bu kadar inanç ve enerji tarafında kalarak işin, ne kadar hayatta kalabilirim bilmiyorum ama sonuna kadar işin his tarafında kalacağımı söyleyebilirim.

bottom of page