top of page
Yazarın fotoğrafıUnlimited

Ah! Ama çok hazırlıksız yakalandım

Emel Başarık’ın ilk kişisel sergisi Geçerken (Passing by) Kadıköy’de yer alan Açık Alan’da gerçekleşti. Uzun süredir üzerinde yoğunlaştığı resim serisinden bir seçkiyi izleyicilere sunarken kalabalıkların sürekli hareket halinde olduğu, özellikle toplu taşıma istasyonları ve metro mekânları göze çarpıyordu. Sanatçı, Marc Augé’nin Yok-Yerler olarak tanımladığı kimseye ve bir yere ait olma hissini uyandırmayan bu mekânlardaki figürleri bu akış içinde yakalamaya çalışıyor


RÖPORTAJ: EGE IŞIK ÖZATAY


Emel Başarık


Metrodan indiğimizden beri onu bir avcı gibi takip ediyorum. O benim az sonra avlayacağım yüksek ökçeli, kırmızı paltolu bir ceylan. Ama bu yeterli değil. Daha fazla renge, daha fazla sahneye, daha fazla hikayeye, daha fazlasına ihtiyacım var. Beni fark etmemesi için gölgelere saklanıyorum; hatta gölge oluyorum. Tüm ayrıntıları kaydetmek için onu fotoğraflamaya başlıyorum. Art arda çekilmiş onlarca pozdan yalnızca biri beni derinden etkileyecek. Adımlarımı sıklaştırıyorum. Şimdi nefes nefese, karşıdan karşıya geçişini, mağazaların vitrinine yansıyan görüntüsünün geçişini, yanındaki insanlara teğet geçişini, geçişini izliyorum. Bir alt geçide giriyor. Alt geçidin kolonları aynayla kaplanmış. Şimdi burası bir lunapark oluveriyor. Tüm kırılmaları, tüm izdüşümleri, tüm sırları takip ediyorum. Bir an için göz göze geliyoruz. Yakalanıyorum. Gotcha! İstediğim poz işte bu. Kahverengi iri gözler, ıslak bir burun ve kırmızı palto. Sanatçı Emel Başarık’ın işlerini izlerken uyanan duyguların ortak noktası tam da bu; yakalama ve yakalanma. 


1983 Aydın’da doğan Emel Başarık, orta okulu bitirdiği yaz İstanbul’a taşınır. Dört yıl boyunca yatılı olarak Avni Akyol Güzel Sanatlar Lisesi’nde okur. Lise yıllarından “Kendimle kaldığım, en köklü arkadaşlıkları kurduğum, geçirdiğim en mutlu eğitim süreci olduğunu söyleyebilirim,” şeklinde bahseder. Lise eğitiminin ardından Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi İç Mimarlık bölümüne girer. Mezuniyetinin ardından okula asistan olarak alınır; temel eğitim gibi dersler vermeye başlar. Resim atölyelerine misafir öğrenci olarak giren Başarık, Neş’e Erdok atölyesinde zaman geçirdikçe resme yaklaşır.


2008 yılında ilk defa bir atölyesi olan sanatçı: “Burası Talimhane’de halamın arkadaşına ait kullanmadıkları bir ofisti. Muhit de benim çok hoşuma gitmişti. O atölyede büyük çalışmalar yapmaya başlamıştım. O sırada yüksek lisans tezimi hazırlıyordum. Tez başlığım Çağdaş Sanat Müzesi mekânlarında form ve işlevin negatif-pozitif etkileşimi idi. O dönemde Avrupa ve Amerika’da onlarca müze gezme şansı yakaladım,” diyerek kendini ifade ediyor.


Atölyesini bir süre sonra Talimhane’den Beşiktaş’a taşıyan sanatçı 2010-2012 yılları arasında oğlu Mert Ali’yi büyütmek için çalışmalarına ara verir. “Bir odam vardı, orada çalışmalarıma devam ettim. Bir atölyenin varlığı çok önemli. Atölyede sadece oturmak bile resim ile olan ilişkimi canlı tuttu. Her gittiğimde resim yapamıyordum. Atölyede olmak bana iyi geliyordu.”


Emel Başarık, Açık Alan’da izleyiciyle buluşan ilk solo sergisi Geçerken’i şu şekilde tarif ediyor: “Yaptığım şey; yolculuk sırasında tesadüfen karşılaştığım, bir yönüyle diğerlerinden farklı olanı takip etmek. Bu bir hareket olabilir, bir renk, leke etkisi olabilir. Sürekli değişen görüntülerin içinden bazen bir şey fark ediyorum ve bir avcı gibi onu takip ediyorum. Gizli olması hiçbir şeyin müdahale edilmeden aynen korunmasını sağlıyor. Olduğu gibi benim kadrajıma giriyor.”


Geçerken Emel Başarık’ın ilk kişisel sergisi ancak Aydın Kültür Merkezi’nde annesinin desteğiyle hazırladığı sergiyi de hatırlayarak sanatçıyla Geçerken’i, Marc Augé’nin Yok-Yerler kavramının işlerine yansımasını ve işlerinin hikâyelerini konuştuk.


Emel Başarık, Sağda Pantolonsuzlar, Solda İsimsiz, Tuval üzerine yağlı boya


İlk kişisel serginiz Geçerken Açık Alan’da gerçekleşti. Serginizin çıkış hikayesinden bahsedelim mi? 

Geçerken sürekli bir koşturma içinde çıktı aslında. En başta İstanbul’da Ortaköy’de yaşamak, akademik hayat, iş, atölye, ev hayatı derken resim üzerine düşünmek ya da üretmek sıkışık bir program yaratıyordu bana. Beni harekete geçiren kendimi o aralıkta nerede gördüğüme olan merakımdı belki. Sürekli bir yolculuk halindeyken çektiğim fotoğraflar; insanlara, durumlara bir bakış sağladı. Bir kadın görüyorum; yürüyor, üstünde kırmızı bir pardesü, mavi ceketi var, mekândan geçerken yarattığı bir etki var. Her zaman gördüğümden farklı bir şey… Onu zihnimde tutup takip etmeye başlıyorum kare kare… Takip edebildiğim kadar onunla ben de hareket ediyorum. Kendimi o an bir avcı gibi konumlandırıyorum. O sırada başka bir sahnede ilginç iki adamı birbirine bakarken görüyorum. İlişkileri kompozisyonu kurarken zihnimde koparabilirim. Atölyede bazen çektiğim fotoğraflardan kolajlar yapıyorum. Kağıtlar üzerinde önceden boyadığım ve fon tabir ettiğim lekeler oluyor, o lekeleri kullanarak sahneleri ortaya çıkarıyorum. Tesadüfi lekeleri barındıran bu fonları kağıt üzerine bazen spatulayla hızlı ve geçişli görünmesini sağlayacak şekilde hazırlıyorum. Sonra resimlerin üzerine çalışmaya devam ediyorum. Bazen yaptığım resimlerin resimlerini yapıyorum. Figürler mekân içinde kayboluyor sanki yaptığım resimlerin her biri oto-portrem gibi oluyor. Kurguladığım hikayede benden bir takım izler olduğunu fark ediyorum. 


Filmler etkiliyor bazen beni. Sahneler arası geçişler, o akış içinde istediğim yerde bazen sahneleri durduruyorum. Bu bazen çok kontrollü olabiliyor, tasarlanmış bir akış içinden ayıklanan kadraj müdahale edilmiş gibi gelebiliyor. Fotoğrafta daha tesadüfi bir şey oluyor. O an kadraja ne girdiyse. Sonradan incelediğimde bazı detaylar fark ediyorum. Bunlar çok sürprizli olabiliyor. Dolayısıyla fotoğraf daha heyecan verici olabiliyor. Burada Michelangelo Antonioni’nin Blow-Up (Cinayeti Gördüm) filmini anımsayabilirim. Gerçeklik ve gerçekliği olmayan birşey arasındaki karmaşayı öne çıkaran bir film. 


Emel Başarık, Tren Garı, Kağıt üzerine akrilik


Marc Augé’nin Yok-Yerler olarak tanımladığı kavramın işlerinizdeki yansıması hakkında konuşalım mı?

Heterotopik mekânları, insan, yer ve mekân kavramlarını, özellikle geçiş mekânları üzerinden yeniden yorumlamaya çalışıyorum. İstasyonlar, metrolar, garlar gibi aidiyetsiz, yüksüz ve geçici olma durumu ilgimi çekiyor. Mekân ve bireyin ilişkisini işlerime konu ediyorum. Sanatsal pratiğe dönüşme sürecinde bireyin deneyimine bağlı değişimini gözlemlemek, arada geçici ilişkiler kurmak ya da bazen bu ilişkileri birbirinden koparmak gibi bir yaklaşımım oldu. Tüm bunları düşünürken ben de arada olduğumu bir yere ait olmadığım hissini taşıdım. Bu his çekim yaparken bazen daha rahat hareket etmemi sağladı. Mekânlar aidiyetlik hissi olan kimliği olan yerler değil. Yapılıp bozulabiliyorlar. Benim için figür ve içinden geçtiği sahne mühim… Bu mekânları tercih etmemin sebebi çok yüksüz ve hiçbir anlam yüklenmemesi o anın yakalanması. Herkes gri ve içindeki rengi seçiyorsun. Bir yere ait hissetmeme durumu da benim daha rahat hareket etmemi sağlıyor. Kimliksizleşiyorum, o an beni niteleyen her tür sıfattan ayrılıyorum; “akademisyen” değilim “anne” değilim, tamamen yaptığım işe odaklanıyorum ve o yolculuk artık keyifli hale gelebiliyor. Telefonumun şarjı bittiğinde kendimi kötü hissediyorum. Tamamen fotoğraf üstüne bir şey değil bu aslında ama besleyen bir şey kesinlikle. Gerçek olan manzaralarla karşılaşmak onları kaydetmek… Atölyeye gidip onları bir diyaloğa sokmak, üst üste bindirmek bir sonraki süreç. Atölyeye gitmem de genellikle geceleri olabiliyor. Gündüz olduğunda belli saatlerde bir yerlerde olma zorunluluğum var. Sıkışık ve dolayısıyla hızlı bir program oluyor. Tansiyon bu nedenle hep yüksek. Resimlerimdeki tansiyonun yüksek olmasının da nedeni belkide bu. 


Geçerken için ürettiğiniz işler birbirleriyle iletişim halindeler mi? İşleriniz sergi mekânına nasıl yerleştirildi? 

Yaptığım işlerde öne çıkan ve hareket halinde olan bazı figürler var. Bu figürler bir yerlerde hareket etmeye devam ediyorlar. Bu devamlılık hissini aynı figürü farklı sahnelerde farklı hallerde ifade ederek vermeye çalışıyorum. Her biri bir filmin karesini oluşturuyor gibi. 


Birçok resim arasından seçtik resimleri. Bir büyük tuval ve eskizi gibi yerleşsin istemedim. Sergiyi izleyenlerin de “geçerken” uğramışlar  gibi hissetmelerini istedim. Alışılagelmişin dışında yerleştirmeyi arzu ettim. Mekân bizi yönlendiriyor. Farklı odalar olması iyi oldu çünkü içeride bir oda var mesela... O odayla ana salon arasında ilişki kurmaya çalıştık. İçeriye doğru bir avcı gibi bakış yöneltme fikri oluştu. Hatta bir grup geldi ve o grup oda içerisindeki resme bir süre uzaktan baktılar, içeriye girmeden sıra oldular, orada bir süre izledikten sonra içeri girdiler. Duvar arasındaki mesafeden kapı cephesindeki resmi içeriden de izlemek istediler. Farklı perspektifler vardı. Zihinsel süreçte, sanatsal pratiğimde de var olan şey; farklı bakış açıları. 


Emel Başarık, Sağda Merdivenlerden Çıkanlar, Solda Mavi Pardesü,

Kağıt üzerine akrilik


Evsiz, Biletçi, Mavi Kutulu Adam, Mavi Sokak, Oturan Kadınlar işlerinizin isimlerinden bazıları. Bu işlerin hikayelerinden bahsedelim mi? 

İnsan bir yerden geçip giderken görünen, izlenen ve bazen bir yönüyle diğerlerinden ayrılıp takip ediliyor. Fotoğraf çekmek benim için bir karşılaşma gibi. Resimlerde öne çıkan bazen bir figür ya da figürün içinde kaybolduğu bir mekân oluyor. Figürler o anda durağan bir fon önünde bir eylem içinde olabiliyor ya da hareketli bir ortamda sadece duruyorlar. Bu sırada gördüğüm şeylerle aramda bir karşılık doğuyor. Geçen zamanın bir karşılığı gibi… Onu kendi kadrajıma hapsetmek sonra da atölyeye gidip onu evirip çevirmek ve bir hale sokmak bana oyun gibi geliyor. 


Evsiz; New York’ta bir metro mekânından bir çalışma. Orada evsizler genelde metrolarda yatıp kalkıyordu ya da bazen sokakta, uyku tulumlarıyla sıcak hava çıkan mazgallar üzerinde uyuyorlardı. Bu sahnede orada uyuyan adam sanki kendi odasındaymışçasına ayakkabılarını, çantasını bir düzende belli yerlere yerleştirmiş, kendi mekânında gibiydi. Sanki biz onun odasına izinsizce giriyormuşuz gibi bir hisse kapılmıştım. 


Mavi kutulu adam; Lille’de karşıma çıktı. Tren garında sanki bir film sahnesi gibi oraya ya da o zamana ait olmayan ve elinde mavi bir kutu bulunan takım elbiseli zenci bir adam. Tez hazırlama döneminde araştırma yaparken müzeleri gezme sürecim vardı. Bu süreçte tıpkı bir köstebek gibi metro ya da tren çok kullandım. Bu manzaraları hikayeleştirmek iyi geliyordu. Lille’den bir sahne. Takip ya da diğerleri de biraz öyle, kendi kısa filmlerimin yönetmeni gibi olmak hoşuma gidiyor.


Instagram hesabınızın sıkı takipçisiyim. Çektiğiniz bu fotoğraf karelerini sergide izlemek mümkün mü?

Çektiğim fotoğrafları kullanıyorum. Fakat bazıları sadece fotoğraf olarak kalmalı dediklerim oluyor. Resim olmalarına gerek yok. Resme dönüşme süreci için fotoğrafın anlam olarak çok öne çıkmaması tercihim. 


Yolculuk nereye? 

Bilinmez bir yere, yolculuk etmek önemli olan benim için, bir yere varmak değil… Bir de devam edebilmek önemli. Devam ettirebilmek. Bu her şey için geçerli. Çünkü her şey değişim içinde, hiçbir şey aynı kalmıyor, tutamıyorsun. Bu sebeple belki bir şeyleri içinde bulunduğu anda hapsetme dürtüsü içindeyim. Geçişi bir an tutmak, duraklatmak. Serginin ismi, geçip gitme halini, hayatta arada olduğum durumunu anlatıyor. Bu geçiş anı hem geç hem erken olabilir, serginin ismindeki gibi.  


Emel Başarık, İsimsiz, Kağıt üzerine yağlı boya


Aynı zamanda MSGSÜ İç Mimarlık Bölümü’ne 2007’de araştırma görevlisi olarak girmişsiniz ve 2014 yılından bu yana halen aynı bölümde öğretim üyesi olarak çalışıyorsunuz. Akademik çalışmanın yaratıcılığı körelttiğini söylerler. Bu sizin için geçerli olmasa gerek. 

Akademik hayat sürekli araştırmayı, kendine yatırım yapmayı gerektiriyor. Bu anlamda bize sunulan güzel imkânlar var. Kullanabilme konusunda zaman ve yoğunluktan dolayı her zaman verim sağlayamıyorum. Ama resimle olan ilişkim bu anlamda sergilediğim tutum farklı kanallardan sürekli beslenerek gelişiyor. Birçok bölümden insanlarla birlikte yıllardır aynı çatı altında çalışıyorum. Onlarla diyalog içinde olmak iyi geliyor. Yani aslında akademik çalışma sanatsal üretiminle konu itibariyle kesişiyor ve onu ele alış biçiminle de paralel gidebiliyorsa destekleyici bir etkide oluyor. İşin yaratıcılığa ya da bilgi paylaşımına dönük olmayan memuriyet kısmı ise insanı bazen tüketiyor. Ama yeni kuşakla iletişim içinde olmak insanı diri tutuyor. 


Üretim sürecinizden bahsedelim mi?

Atölye süreci de benim için hızlı ve sıkışık diyebilirim. Bir tansiyon oluyor. Bir enerji patlaması gibi. Önceden boyadığım fonlarım var. Daha çok kağıt üzerine sürdüğüm bazı leke alanları vs. resimler bu lekeler üzerinden dönüşerek oluşuyor, tamamlanıyor.  


Gelecek serginizin çalışmalarına başladınız mı? Planlarınız neler? 

Üzerinde çalıştığım konuların biri bitip diğeri başlıyor gibi olmuyor. İlgimin bir dönem yavaş yavaş kaydığı anlar oluyor. Benim konum hep insan-mekân özelinde devam eder diye tahmin ediyorum. Çünkü asıl konu bu; benim için mekân dediğim kavram bazen bir yer olmuyor. Ya da kendi üzerimden gittiğimde çok başka ifadelerde karşılık buluyorum. Pek çok kanal var, hem zihnimde açılan hem de bize sunulan hayatın içinden akarken rastladığım pek çok manzara var. Her dönemde bunlara farklı yaklaşabiliyoruz. O dönem hassasiyet konuma göre başka detayları fark ediyorum. Daha önce görmediğim şeyler görünür hale geliyor. Zihnim, ruhum bir yerde durmuyor. Orada da yolculuk halindeyim. Her şey değişir başka bir şeye dönüşür. 


Emel Başarık, Sağda Ayaklar, Solda Takip, Kağıt üzerine akrilik


Comments


bottom of page