My Items
I'm a title. Click here to edit me.
Yas ve itaatsizlik
Erinç Seymen’in felaket ve risk kavramları etrafında dönen son dönem işlerini içeren kişisel sergisi Kīpuka 18 Mayıs-2 Ağustos tarihleri arasında Zilberman İstanbul’da gerçekleşti. Sosyopolitik güç mekanizmalarını odağına almasıyla sanatçının bugüne kadarki işleriyle bütünlük içinde olan ancak estetik ve materyal anlamında ise yenilikler barındıran sergiyi değerlendirdik Yazı: Seda Niğbolu Erinç Seymen'in Kīpuka sergisinden yerleştirme fotoğrafı, 2024 Erinç Seymen’in son kişisel sergisi Kīpuka ’nın işitsel alanına girdiğimizde bizi karşılayan Trubadurlar videosundan mekâna yayılan drone müziği oluyor. Uzatılmış seslerin ve tek bir tonun hâkimiyetindeki bu müzik çoğu zaman bir felaketi, yavaş yavaş küle dönüşen bir dünyanın sonunu andırıyor. Ancak giderek derinleşerek, minimalist döngülere konsantre olarak, bu dünyanın dibini kazıyarak onun içindeki mutlak sükûnet anlarını bulan, yani mutlaka ümitsizlikle bağdaştırılması gerekmeyen bir felaket senaryosu bu. Serginin ismi de Hawaii dilinde kaos ve felaketin ortasında hayatta kalan ve korunan, magma akıntılarının arasında oluşan kara parçası anlamına geliyor. Tıpkı drone müzikte olduğu gibi her an risk altında olduğumuzu hatırlatan, tedirgin eden ama huzur anlarını da dışlamayan, hatta bu tedirginliğin yarattığı uyanıklıktan zevk bile almaya gidecek kadar gerilimli bir bölge. Seymen’in sergisine ismini veren işi Kīpuka , böylesi bir felaket anındaki sükûnet anını belgeliyor. Bir volkanik bir patlama esnasında hamakta uyuyan bir çocuk görüyoruz eserde. Yas, kayıp, karanlık gibi kavramların yanı sıra otorite ve gücü de simgeleyen siyah renkteki bir yastık resmin etrafını çevreliyor. Bu çocuğun bilinmezlik karşısındaki sakinliğine, nevrotik tepkilerden uzak duruşuna imrenebilir ve bunu bir güç ya da güç toplama anı olarak değerlendirebiliriz. Ama aynı zamanda günümüzdeki sağcı yükselişten iklim ve finans krizlerine, depremler ve savaşlardan sosyal medya sansürlerine her yeri kaplayan felaketlere karşı konfor alanından çıkmayan ya da kendini koruma amacıyla her şeyi bilinç dışına itenleri hatırlayıp rahatsız da olabiliriz. Sergi her anında bu ikiliklerden besleniyor ve seyirciyi tek ya da didaktik bir cevapla baş başa bırakmıyor. Eserdeki dekoratif tabaktaki kırık da cevapların kolay olmadığını, öncelikle soruları görmemiz gerektiğini, bunun için de belli bir irritasyonun gerekliliğini ortaya koyuyor. Belirsizlik ve şüphe merak ve ilgi ile iç içe geçiyor. Seymen içinse belirsizlikle başa çıkabilmenin yolu belli ki toplumsal, politik ve sanatsal duyarlılığını korumaktan, yani korku ikliminin yarattığı nevrozlara kapılmak yerine etki alanı içerisinde eyleme geçebilmekten geçiyor. Erinç Seymen, Kīpuka , 2024, Kâğıt üzerine mürekkepli kalem ve kuru boya kalemi, üç boyutlu model çerçeve, müze cam, 176 x 130 x 24 cm, Resim: 61 x 61 cm Post-gerçeklik çağında şüphe Şüphe serginin bütünü için önemli bir kavram. Çünkü post-gerçeklik çağında yalanlara inanmamak ve korku kültürünün bir parçası olmamak büyük bir irade gücü istiyor. Hatta şüphe gerçeğin peşine düşmek yerine daha çok onlardan kaçarak sorumluluğu bir kenara itmek için aracılaştırılıyor. Tanık olunan gerçekler ve verilerin değil de duygular, tahminler ve söylentilerin yönlendirdiği bir ortam tam da demokratik olarak tanımlanan sistemlerde politik ve kişisel hayatın gidişatını belirliyor. Seymen serginin merkezindeki Tanrılar ve Felaketler serisinde bunu katmanlı bir şekilde anlatıyor. Eserin alt yarısında 18. yüzyılda özellikle harita ve atlaslarıyla bilinen yayıncı Pieter von AA’ya ait illüstrasyonları görüyoruz. Sepya tonlarıyla sanatçının daha önceki işlerine de bir göndermede bulunan bu illüstrasyonlar belki salt bir manzara tasviri olarak ortaya çıkmışken Seymen’in ellerinde bir işçi sınıfı anlatısına dönüşüyor. Çünkü resmin üst yarısında çizgi romanlardan miras bir estetik aracılığıyla söylem ve eylemleriyle özellikle proleter sınıfları kaosa ve sefalete sürüklemeye kadir canavar Tanrıları yani otoriteleri görüyoruz. Felaket Tanrı’nın lütfudur anlayışının karşısında Tanrıların safsatalarına şüpheyle yaklaşma fikri duruyor. Almancada “gençlik neşesi” anlamına gelen Jugendglück işini de aynı bağlamda değerlendirebiliriz. İntihar eden figürün arkasında yatan felaket, Dünya Sağlık Örgütü’nün 2019’da yayınladığı istatistiğe göre 15-29 yaş arası insanlarda 4. ölüm sebebinin intihar olması. Oysa Z kuşağının toplumsal olaylara karşı vurdumduymazlıkla suçlanabildiği, gençlerin (en azından pandemi ve güncel savaşlar öncesinde) tarihin en güvenli, konforlu ve savaşsız döneminde yaşadığının otoriteler ve medya tarafından iddia edildiği bir dönemdeyiz. İstatistik biliminin onu yayan güçlere göre nasıl eğilip bükülebileceğini, ona karşı da şüpheyle yaklaşmamız gerektiğini de hatıra getiriyor eser. Sanatçının doğru yerleştirmeler ve mekânın akıllıca bölünmesiyle de ziyaret deneyimini iyiden iyiye duyusallaştıran sergisindeki üç video işinden biri olan Alle gegen alle ’de (Almanca “herkes herkese karşı”) sıkışık bir alanda zıplayan sincapların hareket güdüsü içerisinde birbirlerinin özgürlüklerini adeta sabote etmeleri de aynı şekilde bir felaket ve korku ikliminin özgür düşünceye nasıl ket vurduğunu düşündürüyor. Kīpuka’nın mitoloji, sosyoloji, psikoloji gibi farklı kaynaklardan beslenen düşünce dünyası, Seymen’in sosyopolitik güç mekanizmalarının işleyişini sorgulayan önceki sergilerinin tutarlı bir devamıyken (özellikle de Tanrıların her şeyi bilip bilmediğini sorgulamasını sonsuz bir işkence cezasıyla ödeyen Tantalus’un Kolları işinde), yeni imgelere ve malzemelere de alan açıyor. Tanrılar ve Felaketler ’in çizgi roman benzeri çizimleri, yine bir felaket (bu sefer uçak kazası) anını hepimize çizgi filmlerden tanıdık gelen bir civciv figürüyle bir araya getiren İsimsiz eserinin pop etkisi, farklı işlerinde kullandığı siyah çerçeveler ve videolar gibi. Konusunun ağırlığına rağmen popüler kültürün hafif ve çocuksu anlarını dışlamıyor Seymen, onları anlatısını güçlendirmek için kullanıyor. Ne de olsa popüler kültür duyguların en gelgitli olduğu ve yalanların en rahat genişleyip yayınladığı bir alana tekabül ediyor ve çocukluk üzerindeki etkisiyle hem bilinç hem de bilinç dışı üzerinde büyük bir rol oynuyor. Erinç Seymen, Trubadurlar, 2024, Video, 5’43’’ sonsuz döngü, Ed: 1/5 + 2 A.P Risk durumunda eyleme geçmek Seymen’in sergiye hazırlık sürecinde ilham aldığı felsefeci ve psikoanalist Anne Dufourmantelle Risk’e Övgü kitabında “İtaatsizlik serapların aşılmasıdır, bağları gönülsüzce koparmanın bir yoludur, çünkü kişi yaşam dahil her şeyi kaybetmeyi kabul etmiştir.” diyor. Seymen, serginin girişindeki işi Iskarta ’da volkanik bir patlamada yanan bir piyanoyu, felaket anlarında en kıymetli, en kişisel nesnelerimizi, sığındığımız limanları kaybettiğimiz bir anı gösteriyor. Bu kayıp sergiyi hem bir yas süreci hem de bir itaatsizlik eylemi olarak imliyor. Kendisi de bir riski göze alarak çalkantılı sularda boğulma tehlikesi yaşayan iki çocuğu kurtarırken hayatını kaybeden Dufourmantelle'e göre risk, yaşama yönelik dışsal bir tehditle değil, itaatsizlik, tutku, bağımlılık, aileden ayrılma ve yalnızlık gibi sıradan risklere yaklaşımımızı koşullandıran yaşamın içinde gizli bir şeyle karşılaşmayı gerektiriyor. Ve hayatta kalmak için yüzleşilmesi gereken gerçek bir tehlike durumunda eylem, adanmışlık ve kendini aşmak için güçlü bir dürtü ortaya çıkıyor. Seymen de işte risk ve felaket anları karşısında eylem almanın mümkünlüğünü izleyiciyi sergiden uğurlarken gösterdiği “tünelin sonundaki ışık” ile, Plan C isimli işiyle görselleştiriyor. İşler yolunda gitmediğinde her zaman bir seçim şansımız olduğunu hapishanede işkence mi gördüğü ya da kutsal bir nesnenin önünde saygıyla mı eğildiği belli olmayan, çıplak sırtı bize dönük bir insan figürünün sırtına yerleştirdiği bir planla (belki de bir çıkış haritası) hatırlatıyor. Holokost’tan sağ kurtulan varoluşçu psikolog Viktor E. Frankl’ın İnsanın Anlam Arayışı’ndan bir sözü akla geliyor: “İnsandan bir şey dahil her şey alınabilir: Özgürlüklerden sonuncusu – insanın içinde bulunduğu şartlarda nasıl davranması gerektiği ve kendi yolunu seçmesi.” Seymen bunu izleyicisine eseri tarihteki en büyük mücadele aktörlerinden biri olan LGBT’nin sembolik renkleriyle donatarak geçiriyor. Plan C , krizin yaratıcı bir süreç olduğunu, önemli olanın felaketin nahoş tadını ondan almak olduğunu söyleyen yazar Max Frisch’in dediğini yapıyor tam olarak. Seymen kaosun ve felaketin doğurduğu risklerin sanatında da farkında olan bir sanatçı. Bazen alt metnini kolayca belli etmeyen ve uzun düşünce/araştırma süreçleri gerektiren işleriyle, bazen didaktiklik riskine rağmen (ama bu tehlikeye asla düşmeden) politik olabilmesiyle, karamsarlığı anlatırken umudu dışlamaması ve aslında umut duyulanın ardındaki kasvetli arka planları anlatmasıyla da. Serginin bir de kişisel bir yönü var. Kimi eser isimlerinin Almanca olması tesadüfi değil. Seymen, Alman ekolünün melankoli ve kasveti içselleştiren ve tarihi travmaların yarattığı acıyı ve vicdani soruların yükünü başkalarının omuzlarına yükleyen eğitim politikalarının içinden geçmiş bir sanatçı olarak bizi tarihin ve insan ruhunun en karanlık yerlerinden bazılarına ziyarete götürürken onların içinden çıkmamız için tek çözümün sadece içsel/bireysel olmadığını, sanat ve politika gibi kitlesel platformların da bizi güçlendirebileceğini hatırlatıyor.
Yeni sezonda Zorlu PSM
Zorlu PSM, 12. sezon programını duyurdu. Zorlu PSM sahneleri bu sezon da müziği, tiyatroyu, dansı, operayı, baleyi ilgileriyle buluşturmanın yanı sıra dezavantajlı kesimleri sanatla tanıştırdığı ve kültür sanat sektörünün eğitimini desteklediği sosyal fayda projelerine devam edecek Zorlu PSM Türkiye’nin kültür sanat hayatına katkı sunacak global bir sahne olma vizyonuyla kategorisinde Avrupa’nın en büyük ve donanımlı performans sanatları merkezlerinden olan Zorlu PSM’nin yeni sezonu tantıldı. Zorlu PSM’nin yapımcısı olduğu ve bu sezon Zorlu PSM sahnelerinde olacak Afife , Hayalperest, Yastık Adam ve İnsanlar, Mekanlar ve Nesneler yeni sezonda sahnelenecek. Afife müzikli tiyatrosu Demet Evgar’ın boşrolünde olduğu ve Serdar Biliş’in yönetmenliğinde 14 Eylül’de seyircisiyle buluşacak bir kadın hikâyesi Hayalperest, Enis Arıkan’ın, onlarca dansçı eşliğinde sahneye taşıyacağı kendi hayatının kesitleri Yastık Adam Selahattin Paşalı’nın başrolünde olacağı ve İbrahim Çiçek’in yönetmenliğinde sahneye uyarlanan oyun İnsanlar, Mekanlar ve Nesneler ise Merve Dizdar’ın başrolünde olacağı dokunaklı bir hikâye Her yıl olduğu gibi dünyaca ünlü müzikaller ve şovlar da bu sezon Zorlu PSM sahnelerinde olacak. Her yaştan izleyiciye hitap eden, sanatseverleri karlarla dolu büyülü bir yolculuğa çıkaran Slava Snow Show , The Phantom of the Opera 'nın ardından Broadway'de en uzun süre sahnelenen ikinci müzikal olan, 6 Tony ödüllü Chicago Müzikali , İsveçli dansçısı ve koreograf Alexander Ekman’ın Göteborg Opera Dans Topluluğu için yarattığı ve 20'den fazla ülkeden 38 dansçının yer aldığı Hammer sınırlı sayıdaki gösterileriyle Zorlu PSM Turkcell Sahnesi’nde olacak. Geniş ve multidisipliner içerik yelpazesi sayesinde farklı kitlelere ulaşarak bir performans sanatları merkezinden beklenenin ötesinde kolektif bir yaratıcı düşünme, üretme, ilham alma ve deneyim edinme alanına da dönüştü. Zorlu PSM’nin, her anlamda beklentileri çok yukarı taşıması Grubumuzu gururlandırırken, kültür-sanat ekosistemine ve yaratıcı endüstrilere olan sorumluluğumuzu da artırıyor. Buradan hareketle Zorlu PSM’yi, Zorlu Grubu’nun toplumsal yatırımlarının merkezi haline getirmeyi hedefliyoruz.
- Cem Köksal, Zorlu Holding CEO Lansmanda ayrıca kültür sanat sektörüne eğitimli iş gücü kazandıran PSM Atölye ve PSM Sahne Teknisyenliği Eğitim Programı ile toplumun dezavantajlı kesimlerini sanatla buluşturan İlk Tiyatrom İlk Konserim ve Zorlu Çocuk Tiyatrosu’nun turneleri projelerinin artarak devam edeceğini belirtildi. Müzik Ghostly Kisses Her sezon farklı türlerde dünya çapında ses getirmiş müzisyenlerin yer aldığı Zorlu PSM uluslararası konserlerinde bu yıl; Tony Ann, UK Pink Floyd Experience, Salif Keita, Apocalyptica, Billie Marten, Estas Tonne, Ghostly Kisses, Gustavo Santaolalla, José González, Monica Molina, mehro, Soen ve Zbiegniew Priesner gibi isimler sezon boyunca sahne alacak. Müzikaller Slava’s Snow Show John Malkovich'in gerçek hayattan alınmış hikâyeler ve müzik eşliğinde izleyicileri yolculuğa çıkaran The Infernal Comedy , dünyada 250’den fazla şehirde perdelerini açan Broadway’in en popüler müzikali, 6 Tonny Ödüllü Chicago , Rambert Dans Tiyatrosu’nun çarpıcı sahne uyarlamasıyla Peaky Blinders: The Redemption of Thomas Shelby , dünyaca ünlü koreograf Alexander Ekman’ın eseri Hammer , Fransız ikonu Charles Aznavour’un hayatı, kariyeri ve şarkılarına duygu dolu bir saygı duruşu Formidable! Aznavour ve geçtiğimiz sezon büyük ilgi gören, Londra Times tarafından “Dünyanın en iyi palyaçosu” olarak tanımlanan Slava’nın ilham verici kar gösterisi Slava’s Snow Show , Zorlu PSM’de yer alacak. The Whisper of the Waves Zorlu PSM'nin yüksek katkılı mek â n sponsoru olduğu 28. İKSV Tiyatro Festivali de Turkcell Sahnesi'nde seyircileriyle buluşacak. Çağdaş tiyatronun dehalarından biri kabul edilen Thomas Ostermeier ile topluluğu Schaubühne Berlin’in, 10 yılın ardından III. Richard oyunu ile Japonya’nın evrensel kültür mirasına kazandırdığı butoh dansının insanı derinden etkileyen dünyasıyla Utushi , 28. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında Zorlu PSM’de sahne alacak olan diğer uluslararası yapımlar arasında yer alıyorlar. İstanbul Fringe Festival kapsamında ise The Whisper of the Waves Zorlu PSM’de olacak. Yeni Zorlu PSM prodüksiyonları 1923 müzikali Zorlu PSM prodüksiyonu olarak hayata geçen yapımlara bu yıl çok sayıda yenisi ekleniyor. Demet Evgar’ın başrolünde ve Serdar Biliş’in yönetmenliğinde, Zorlu PSM ve Afife Tiyatro ortaklığıyla 14 Eylül’de seyircisiyle buluşacak yeni yapım Afife ; Enis Arıkan’ın kendi hayatından kesitlere yer yer mizah ve dram öğeleriyle yer vererek onlarca dansçıyla gerçekleştireceği büyük şovu Hayalperest ; İbrahim Çiçek’in yönetmenliğinde, Selahattin Paşalı’nın başrolünde sahneye uyarlanacak Yastık Adam ve Merve Dizdar başrolü Kerem Arslanoğluyla paylaşarak dokunaklı bir hikâyeye hayat verecekleri İnsanlar, Mek â nl ar ve Nesneler oyunu bu yıl ilk kez ve sadece Zorlu PSM’de seyircisiyle buluşacak. Zorlu PSM’nin sahnelerindeki sevilen prodüksiyonlar devam ediyor. İbrahim Çiçek’in yönetmenliğinde, Enis Arıkan, Şebnem Bozoklu, Yağız Can Konyalı, Helin Kandemir ve Emine Evirgen’in rol aldığı Zorlu PSM ve Freestage ortak prodüksiyonu Balina oyunu; Melisa Sözen, Ülkü Duru ve Müfit Kayacan’ın oynadığı ve Hakan Emre Ünal’ın yönettiği, Toy İstanbul ve Melisa Sözen ortak yapımı Aile Yalanları ve Cumhuriyet’in kuruluş sürecini teknolojinin tüm imkanlarını kullanarak, sahne üstünde ve sahne arkasında 200 kişilik bir ekip çalışmasıyla unutulmayacak multimedya öğeler, dans ve müzikle anlatan 1923 ise bu yıl temsillerine devam edecek olan diğer yapımlar. Canavar, Don Kişot, Kurtulma Hızı, Mağrur Fil Ölüleri, Neyzen Tevfil “Hiç”, Nora, Güzel Son, Amadeus, Chaplin, Sidikli Kasabası Müzikali, Cimri, Aşık Shakespeare, Bir Terennüm, Toz, Kel Diva, Aşk Biter Mi?, Küheylan, Cırcır Böcekleri İtler ve Biz, Mahallemizin Eşrafı, Ben Çoktan Gidersiniz Sanmıştım, Verona Çıkmazı ve Muskat isimli sevilen yapımlar da yine sezon boyunca izleyicilerle buluşacak olan yapımlar arasında olacak. Kahkaha dolu bir sezon Cem Yılmaz Geçtiğimiz yıl her gösterisi kapalı gişe seyredilen ve biletleri aylar öncesinde tükenen Cem Yılmaz’ın sevilen gösterisi CMXXIV, Ata Demirer Gazinosu, TolgShow ve Kaan Sekban Saçmalar sezon boyunca Zorlu PSM’de gösterilerine devam ederken, Doğu Demirkol, Gökhan Ünver, Bengi Apak, Çağla Alkan, Sarp Apak ve Tuz Biber Stand-up gibi isimler de Zorlu PSM’de sezon boyunca gösterileriyle sahne alacak. Heyecanla beklenen MIX Festival Odağında müzik olan ama farklı disiplinlerden beslenen MIX Festival; özenle belirlenen programıyla hem yerli hem de uluslararası müzik sahnesinin başarılı isimlerini bu yıl yine sanatseverlerle buluşturuyor. Sekizinci edisyonu ile 2 ve 3 Kasım 2024 tarihlerinde gerçekleşecek olan MIX Festival’de bu yıl; Altın Gün, Digitalism (Live), Local Natives, Milky Chance, Starsailor, Trentemøller, Balthvs, Bedük, Catching Flies, Cem Yildiz, Hissikablelvuku, Lucky Love, Monday In Neptune (Live), Σtella, Temples ve Yīn Yīn sahne alıyor. Sónar Istanbul 2025 Yaratıcılık ve teknolojiyi birleştiren Sónar Istanbul, 9-10 Mayıs 2025 tarihlerinde dokuzuncu edisyonu ile 20’den fazla farklı disiplinlerdeki sanatçıyı binlerce müzikseverle bir araya getirecek. PSM Loves Summer by %100 Müzik İlk edisyonundan itibaren müzikseverlerden büyük ilgi gören ve dünya starlarını müzikseverlerle buluşturan, dev isimlerin ağırlandığı PSM Loves Summer by %100 Müzik serisi, 2025 yılının yaz aylarında 4. edisyonunda sürpriz isimleri ağırlamaya hazırlanıyor. PSMLoves2Dance & PSMLoves2Dance Festival PSMLoves2Dance kapsamında ise Adana Twins, Afriqua, Fejka ve daha birçok sürpriz isim elektronik müzikseverler ile buluşacak. PSMLoves2Dance Festival bu sene ikinci yaşını Şubat ayında kutlayacak. Binlerce müziksever görsel ve işitsel bir şovu Zorlu PSM sahnelerinde deneyimleyecek. Geçtiğimiz 11 sezonda 7 milyondan fazla misafirimizi birbirinden farklı, eğlenceli ve ilham verici deneyimlerle buluşturduk. Birlikte geçirdiğimiz bu büyülü yolculuğa yepyeni bir sezonla devam etmenin heyecanını ve gururunu yaşıyoruz. Sanatın sadece bir eğlence aracı değil, aynı zamanda toplumları birleştiren, hayal kurmaya sevk eden ve izleyicilerini derinden etkileyen bir güç olduğuna inanıyoruz. En son yapılan araştırmaya göre Türkiye’de, her 2 kişiden 1’i PSM’yi biliyor. İstanbul’daysa bu oran yüzde 90’a ulaşıyor: İstanbul’da her 10 kişiden 9’u ya Zorlu PSM’nin ismini duymuş ya da buradaki etkinliklere katılmış olduğunu söylüyor. Bu rakamlar doğru yolda olduğumuzun kanıtı.
- Filiz Ova, Zorlu PSM Genel Müdürü Yerli Sahne Yerli müziğin sevilen isimlerinin yer aldığı konserlerde bu yıl Barış Demirel, İnsanlar, Duman, İncesaz, Büyük Ev Ablukada, Yedinci Ev, Emir Yargın, Sıla, Mert Demir , İnsanlar, Melike Şahin, Chromas by Başak Doğan, Ezginin Günlüğü, Ferhat Göçer, Madrigal, Yeni Türkü, Gece Yolcuları, Lara Di Lara, Rashit, Mela Bedel, Ekin Beril, Emir Yargın - Klas Pop, Second, The Away Days, Akın Sevgör Reveries , Depeche Mode Party, Soft Analog, Barış Demirel, Sedef Sebüktekin ve daha birçok isim dinleyicilerle buluşacak. Ayrıca dünyaca ünlü piyanist ve besteci Fazıl Say, Patricia Kopatchinskaja için yazdığı bir keman konçertosuyla 12. sezonda Zorlu PSM'de sahne alacak. İlk Tiyatrom İlk Konserim ile sosyal fayda Herkesin hayatında sanata daha fazla yer açabilmesini sağlamak için bugünde kadar İstanbul’da dezavantajlı bölgelerde yaşayan, hayatında hiç konsere ya da tiyatroya gidememiş sayıları 2 bini geçen yetişkinleri, gençleri ve çocukları, alanında uzman STK’lar ile İlk Tiyatrom İlk Konserim projesi kapsamında bu yıl da ağırlamaya devam ediyor. Dördüncü yılında PSM Atölye Zorlu PSM, Akıllı Hayat 2030 stratejisine uyumlu olarak sanatın ve sektörün sürdürülebilirliğini sağlamak, sektörde insanlara alan açmak, yüzde yüz Zorlu PSM prodüksiyonuyla yeni oyunlar çıkarmak, tiyatroya yeni yetenekler kazandırmak ve tiyatro külliyatının özgün içeriklerle zenginleşmesini sağlamak amacıyla Zorlu PSM’nin ilk yetenek geliştirme programı olan PSM Atölye’yi bu yıl da devam ettiriyor. PSM Atölye, ilk 3 yılında toplam 69 mezunu ile 26 özgün tiyatro oyununu hayata geçirdi. PSM Akademi ile sahnelere istihdam Zorlu PSM’nin sektöre yeni insan kaynağı sağlamak, sahne arkasındaki yetenekleri yetiştirmek ve sektörün sürdürülebilirliğine katkı sunmak için sürdüğü çalışma, bugüne kadar 45 öğrenciyi mezun etti. PSM Sahne Teknisyenliği Eğitim Programı, Bahçeşehir Üniversitesi iş birliğiyle bu yıl da devam edecek. Zorlu Çocuk Tiyatrosu her yerde! Zorlu Çocuk Tiyatrosu, yüzbinlerce çocuğu tiyatroyla tanıştırmasının yanı sıra deprem bölgesine düzenlenen turnelerle de onbinlerce çocuğa ulaştı. Zorlu Çocuk Tiyatrosu yeni sezonda düzenleyeceği turnelerle ve Zorlu PSM’deki gösterileriyle çocuklara moral ve umut vermeyi amaçlıyor. UNSEEN ve UNSEEN Extreme Zorlu PSM’nin sahne arkasında merak edilen dünyasını sergilediği UNSEEN Tour ’un adrenalinle genişletilmiş konsepti UNSEEN Extreme Tour , bu sezon da devam ediyor. Sahne arkasının tüm detayları ve anılarının sergilendiği UNSEEN Tour ’a ek olarak Vinç Katı, Grid Katı ve Ana Sahne Kedi Yolu gibi daha yüksek ve dar alanların eklendiği yeni rotalarıyla UNSEEN Extreme Tour , misafirlerini sezon boyunca heyecan dolu bir yolculuğa çıkarıyor. Zorlu PSM Youtube kanalı Müzisyenlerin samimi performanslarını gerçekleştirdiği PSM On Air Sessions , performans sanatları profesyonellerinin birbirlerine uzmanlık soruları yönelttiği serisi Sahne Tozu Yutanlar bu sezon da devam edecek. Muazzez İlmiye Çığ ile Büşra Sanay’ın aynı isimli kitabından uyarlanan hem YouTube’da hem Turkcell Platinum Sahnesi’nde takip edilebilen Yaşadım Demek İçin Ne Yapmalı? Beyhan Budak moderatörlüğünde devam edecek. Sezon içinde Zorlu PSM Youtube kanalında sürpriz isimler ve programlar da olacak. Üyelik Zorlu PSM’nin kültür sanatın ayrıcalıklı dünyasında misafirlerini ağırlamaya başladığı ve Star , Elite ve Friends olmak üzere üç farklı kategoride çok özel fırsatlar sunan yeni PSM Üyelik Programı bu sezon da devam ediyor. Üyelik programında kart modeline göre, bilet alımlarında özel indirimler, öncelikli bilet satışı, Zorlu PSM kürasyonundaki etkinliklere özel davetler, sezon boyu sürpriz kampanyalar, etkinliklere sıra beklemeden girme olanağı, ücretsiz vale ve otopark kullanımı, üyelere özel lounge alanları gibi kişiye özel avantajlar da bu sene sanatseverlerin ilgisine sunuluyor.
On the intersection of technology and nature
We spoke to both the director of Scorpios and the artists of the exhibition, Random International and Sougwen Chung, about Evolving Perspectives , the Encounters program exhibition running at Scorpios from July to September 2024 Interview: Merve Akar Akgün Scorpios Bodrum. Fotoğraf: Georg Roske The Encounters programme, now in its second year, builds on the success of the inaugural edition in 2023. That year featured Turkish AI artist and director Refik Anadol in collaboration with the Yawanawa Indigenous communities of Brazil’s Amazon, attracting over half a million attendees, raising $1.5 million for the preservation campaign and generating $3 million in artwork sales. The manager of Scorpios The renowned beach concept and creative gathering place Scorpios has its new place in Bodrum and makes collaboration with HOFA Gallery. Your summer cultural arts program, Encounters is started. What is the story behind this project? Encounters was born in 2023 as an exploratory project and cultural initiative aimed at bringing together contemporary artists, musicians and the public through a series of live performances. It was inspired by the desire to expand and redefine Scorpios’ signature beach experience and informed by co-founder Thomas Heyne’s personal interest in the fields of art and technology. As the name suggests, the initiative is all about facilitating thought-provoking encounters between creatives from different fields. With a strong focus on the intersection of technology and nature, last year, for example, Encounters hosted newly commissioned works of art by a selection of six contemporary artists who collaborated with eight musicians. The program is curated by HOFA Gallery and hosted by Scorpios. Scorpios Bodrum. Fotoğraf: Georg Roske Running for four weeks, the program will feature immersive installations in Scorpios' new purpose built multicultural temple, a ritual space designed to inspire contemplation and creative experimentation. You think that the unique environment of Scorpios will merge ancient local knowledge with visual art and offer visitors an opportunity to engage deeply with the artists' visions. This is amazing. How do you think art transforms venues? What is art to you and how you reflect your vision into this program? (Including the choice of the partner as well as artists…) We are interested in the kind of art that puts different ideas and sensitivities in conversation, raising new questions about ourselves and the world around us. Among other things, the idea is to encourage conversations and collaborations with unexpected results. There is a lot of beauty and energy in this. The Ritual Space makes the perfect backdrop and container for this kind of work. The monumental, structure and signature design ignite contemplation, while welcoming different types of practices. Art becomes a popular bridge between many disciplines and I think it’s creates a very enriching environment. And how it is when it comes to commercial concerns? Do you think art could stay neutral even if it’s in a lavish Mediteranean sanctuary? As Thomas Heyne, co-founder of Scorpios, notes, the nature of hospitality and luxury environments is changing: "These places are growing up, and so are the tastes of those spending time here. The very idea of luxury is changing". By making space for immersive installations and panel talks, Scorpios is exploring notions of community and wellbeing that go beyond traditional beach and wellness experiences to encompass art and creative exchange. This shift is an opportunity for guests to broaden their experience at Scorpios—unwind but also connect with the views of pioneering artists, and leave feeling inspired. At the same time, Encounters welcomes people beyond the Scorpios community and may be enjoyed for free, upon reservation. Random International: Random International Random International is an art collective known for creating innovative works that explore the intersection of art, technology, and human perception. You are particularly renowned for your immersive, interactive installations that often incorporate digital technology to engage viewers in unique ways. What motivated you about summer and Bodrum, Turkey for your art? First of all, the location (by which we mean the very room at the Scorpios compound in which we get to show the work) was an immediate motivation. What a beautiful analogue space to work in! Then the way the project evolved was very organic and more of a dialogue between Elio and his team, Scorpios and the studio is always motivating. To work with partners that are aligned with the studio’s lust for experimentation… Overall, When Tomorrow Comes at Scorpios gave us the opportunity to develop the wider eco-system that the algorithm that is at the core of the generative interactive work lives in. We have been busy all summer breeding a collection of hundreds of different digital and printed art works that are celebrating different aspects of the mother work and we can’t wait to launch the entire suite together! The famous Rain Room (2012) installation where visitors can walk through a field of falling water without getting wet, as the water automatically stops wherever a person is detected was an unforgettable experience. This piece highlights their interest in human interaction with technology and the natural world. Another notable work of you is Living Room (2022), which explores the choreography between humans and machines. Your art often challenges the boundaries between the viewer and the artwork, making the audience an active participant in the experience. What would Scorpios visitor should expect from your artworks? When Tomorrow Comes is in many ways a response to the ritual qualities of the very space it’s shown in; as a species, human kind has not yet created many physical rituals that help us engage with all the weird (and possibly soon superior) other kinds of intelligence that we see emerging at the moment. So we might as well try to familiarise ourselves with tomorrow’s strange new entities, which is what we are playing with in the work we present here. We feel that our encounters with third kind of (artificial) intelligences will be very different from what we expect, and we also believe that it’s going to be a different kind of experience entirely once we are engaging with physically embedded forms of intelligence. That’s where we pick up the conversation in building an emotional playful prototype for those encounters and an entire suite of beautiful collectibles to memorise the experience. How do you balance your art with commission works? What is your perception of independent art? There’s no difference for the studio…all our work is self initiated, and most of the work is brought to life together with partners - be that an institution, a gallery, a collector or any other commissioning entity. What is your perception of independent art? In a time where attention is hyper-commodified, asking people to give theirs to our work is something we are very conscious of, grateful for and try to honour by creating the most unconditional experience of the art itself for our audiences. If the art itself is in fact independent is something to argue about…the experience of the work however should be! Sougwen Chung Sougwen Chung. Fotoğraf: Alex-Kwan Your unique ability to merge traditional art techniques with advanced technology sets you apart in the contemporary art world. Your work not only challenges the boundaries of creativity and authorship but also sparks important conversations about the role of technology in our lives. By collaborating with machines, your art offers a glimpse into the potential future of human-robot relationships, making you one of the most forward-thinking and influential artists of our time. What motivated you about summer and Bodrum, Turkey for your art? It has been many years since I've been in Turkey to perform -Istanbul was and continues to be one of my favourite cities. While I've not visited Bodrum yet, I'm eager to visit and absorb its atmosphere for the first time. For me, art is ritualistic and relational – a process of continuous creation and re-creation, like seasons coming and going. Sharing the world of the work through performance is a gift. It's a way to keep the process of making constantly in-flux; shaped by where we share and the traces it leaves. Like seasons coming and going. All rituals, old and new, are vital forms of world-building.It 's been the joy of my life to create worlds within my work, to be able to set my own trajectory for my creative and technical curiosities. Part of what I believe is that the borders between what we call traditional and what we call advanced should be fundamentally challenged, and reinvented. Tradition, like technology, is relational. That which is called traditional art has so much to say about our current moment, and advanced technology is often steeped in a complex history. The radical physicality of art movements like the Gutai collective in post-war Japan and the history of cybernetics that informs how we use technology today. These inspirations are all laden in my work with robotics, biosensors, machine learning and spatial data. If my childhood self learned of what I do every day in my life now, they would have never believed it. A lot of what I do now is shaped by my early life. I learned musical instruments and drawing at a young age alongside code and digital culture. To an extent they were one and the same, to me. They were and they still are. There is something unique to that period of life: That childhood mental porosity. Sometimes it's called innocence or wonder That I've been thinking about lately. How do you envision the evolution of your collaborative relationship with D.O.U.G. (Drawing Operations Unit Generation) in the next decade, and how might advancements in AI and robotics influence the direction of your artistic practice? In the past 10 years of drawing with D.O.U.G. has been a journey – challenging the concepts of authorship, agency, collaboration and control through artistic engineering and creative expression. The project grew from what could have been simple robotic automation into something more – I feel like we’re just getting started. It started with breaking the idea of what a robotic arm was meant to do. I like to say that Artists are good at breaking things. And from that, we can change, grow, and reimagine new possibilities... Looking ahead, I’m excited about continuing this journey, particularly with the incubation of R.O.S., a project inspired by research into xenobots and bioengineering and bombyx mori silk fibroin as a bio-conductor. I’m inspired by engineering as growth, as dynamic as a living ecosystem. This project, along with the development of the Flora Rearing Agricultural Network, represents the next phase of my work—exploring the intersections between robotics, nature, and art. These endeavors are a continuation of the same ethos that drives my work with D.O.U.G., but they also open new avenues for exploring the potentialities of nature and technology. I've been thinking about this quote by Giles Simondon “"One of the great myths of modernity is the robot metaphor, a machine that is untouchable and self-oriented. A robot does not exist, it is not a machine, as much as a statue is not a living being, but only a product of imagination, of fictive fabrication, and of the art of illusion." It resonates with me because it is about unlearning what you know about machines in order to engage in a deeper understanding about machines. Like the saying by Robert Irwin goes “Seeing is forgetting the name of the thing one sees”. Your work often explores the interplay between human creativity and machine intelligence. In your view, what are the ethical implications of co-creating art with AI, and how do you navigate the balance between human input and machine autonomy in your projects? The term "AI" is often misunderstood or oversimplified. What do we mean when we invoke a term like "AI?" Certainly, there is no such thing as a single "artificial intelligence" because there's no such thing as a single "natural intelligence". In my work, I build machine learning systems, AI systems, that comprise a suite of technologies that can be explored in myriad ways. My work with D.O.U.G. has been about deepening my engagement with my own data -- about my drawings, environment, and my own meditation in the form of brainwave states. Through creative expression the work explores different modes of criticality, communication and subjecthood. Caution should be exercised when flattening the term AI as the reality is often far more complex, provocative, and true. It’s essential to avoid flattening the concept of AI into something monolithic or simplistic. Instead, I approach AI systems as a way to engage in an embodied dialogue between human and machine—a dialogue that challenges our preconceived notions of cybernetics and subjecthood. The hope is that through art we can collectively navigate the prevalent questions of our time regarding technology, philosophy and society with the criticality, creativity and the care they deserve.
Teknolojinin ve doğanın kesişiminde
Temmuz-Eylül 2024 tarihleri arasında Scorpios'ta düzenlenen Encounters programı sergisi Evolving Perspectives üzerinden hem Scorpios'un yöneticisiyle hem de serginin sanatçılarından Random International ve Sougwen Chung ile konuştuk Röportaj: Merve Akar Akgün Scorpios Bodrum. Fotoğraf: Georg Roske Şu anda ikinci yılında olan Encounters programı, 2023'teki ilk edisyonun başarısından besleniyor. O yıl, Türk yapay zeka sanatçısı ve yönetmen Refik Anadol, Brezilya'nın Amazon bölgesindeki Yawanawa yerli topluluklarıyla iş birliği içinde girdi ve yarım milyondan fazla katılımcının ilgisini çekti. Koruma kampanyası için 1,5 milyon dolar ve sanat eseri satışlarından 3 milyon dolar elde edildi. Temmuz-Eylül 2024 tarihleri arasında Scorpios'ta düzenlenen Encounters sergisi Evolving Perspectives , sanatsal ifade ve inovasyonun sınırlarını yeniden şekillendirmeyi amaçlıyor. Hem Scorpios'un yöneticisiyle hem de serginin sanatçılarından Random International ve Sougwen Chung ile konuştuk. Scorpios yöneticisi Ünlü plaj konsepti ve yaratıcı buluşma mekânı Scorpios, Bodrum'da yeni bir yere kavuştu ve HOFA Gallery ile iş birliği yaptı. Yaz kültür sanat programınız Encounters da başladı. Bu projenin arkasındaki hikaye nedir? Encounters, 2023 yılında; çağdaş sanatçıları, müzisyenleri ve halkı bir dizi canlı performans aracılığıyla bir araya getirmeyi amaçlayan keşifsel bir proje ve kültürel girişim olarak doğdu. Scorpios'un imza plaj deneyimini genişletme ve yeniden tanımlama arzusundan ve kurucu ortaklardan Thomas Heyne'in sanat ve teknoloji alanlarına olan kişisel ilgisinden ilham aldı. Adından da anlaşılacağı gibi, girişimin amacı farklı alanlardan yaratıcılar arasında düşündürücü karşılaşmaları kolaylaştırmak. Örneğin, teknoloji ve doğanın kesişim noktasına güçlü bir şekilde odaklanan Encounters, geçen yıl sekiz müzisyenle iş birliği yapan altı çağdaş sanatçının yeni sanat eserlerine ev sahipliği yaptı. Encounters’ın küratörlüğünü HOFA Gallery tarafından üstleniyor ve program, Scorpios aracılığıyla herkesle buluşuyor. Scorpios Bodrum. Fotoğraf: Georg Roske Dört hafta sürecek programda, Scorpios'un yeni ve özel olarak inşa edilmiş çok kültürlü tapınağında, tefekkür ve yaratıcı deneyleri teşvik etmek için tasarlanmış bir ritüel alanı olarak sürükleyici yerleştirmeler yer alacak. Scorpios'un benzersiz ortamının, kadim yerel bilgiyi görsel sanatla birleştireceğini ve ziyaretçilere sanatçıların vizyonlarıyla derinlemesine etkileşim kurma fırsatı sunacağını düşünüyorsunuz. Bu harika bir düşünce. Sanatın mekânları nasıl dönüştürdüğünü düşünüyorsunuz? Sizin için sanat nedir ve vizyonunuzu bu programa nasıl yansıtıyorsunuz? (Ortak seçimi ve sanatçı seçimi de dahil olmak üzere…) Farklı fikirleri ve hassasiyetleri iletişime sokan, kendimizdeki ve çevremizdeki dünya hakkında yeni soruları gün yüzüne çıkaran bir sanat türüyle ilgileniyoruz. Diğer şeylerin yanı sıra, fikir, beklenmedik sonuçlarla sohbetleri ve iş birliklerini teşvik etmek. Bu düşüncede çok fazla güzellik ve enerji var. Ritüel Alanı, bu tür çalışmalar için mükemmel bir arka plan ve alan oluşturuyor. Anıtsal eserleri, yapıları ve imza tasarımları, farklı uygulama türlerini memnuniyetle karşılarken tefekkürü ateşliyor. Sanat birçok disiplin arasında popüler bir köprü haline geliyor ve bence çok zenginleştirici bir ortam yaratıyor. Peki ticari kaygılar söz konusu olduğunda durum nasıl? Sanatın gösterişli bir Akdeniz sığınağında bile olsa tarafsız kalabileceğini düşünüyor musunuz? Scorpios'un kurucu ortağı Thomas Heyne'in belirttiği gibi, misafirperverliğin ve lüks ortamların doğası değişiyor: "Bu yerler büyüyor ve burada vakit geçirenlerin zevkleri de büyüyor. Lüks fikri değişiyor." Sürükleyici yerleştirmeler ve panel konuşmaları için alan yaratarak Scorpios, geleneksel plaj ve sağlıklı yaşam deneyimlerinin ötesine geçerek sanatı ve yaratıcı alışverişi kapsayan topluluk ve refah kavramlarını araştırıyor. Bu değişim, misafirlerin Scorpios'taki deneyimlerini genişletmeleri için bir fırsat; rahatlayabilir, aynı zamanda öncü sanatçıların görüşleriyle bağlantı kurabilir ve ilham alarak ayrılabilirler. Aynı zamanda, Encounters, Scorpios topluluğunun ötesindeki insanları da ağırlıyor ve rezervasyonla ücretsiz olarak deneyimin keyfi çıkarılabiliyor. Random International Random International Random International, sanat, teknoloji ve insan algısının kesişimini araştıran yenilikçi çalışmalar yaratmasıyla tanınan bir sanat kolektifi. Özellikle, izleyicilerin ilgisini benzersiz şekillerde çekmek için genellikle dijital teknolojiyi birleştiren sürükleyici, etkileşimli enstalasyonlarınızla tanınıyorsunuz. Yazın ve Bodrum ile ilgili sanatınıza dair sizi motive eden neydi? Öncelikle, konum (yani, çalışmayı sergilediğimiz Scorpios yerleşkesindeki oda) bir motivasyondu. Çalışmak için ne güzel analog bir alan! Ardından, projenin evrimleşme süreci çok organikti ve bu süreç, Elio ve ekibi, Scorpios ve stüdyo arasındaki bir diyalog gibiydi. Stüdyonun deney yapma arzusuyla uyumlu ortaklarla çalışmak... When Tomorrow Comes , Scorpios’da bize, üretken etkileşimli çalışmanın merkezinde yer alan algoritmanın yaşadığı daha geniş bir ekosistemi geliştirme fırsatı verdi. Tüm yaz boyunca ana çalışmanın farklı yönlerini kutlayan yüzlerce farklı dijital ve basılı sanat eserinden oluşan bir koleksiyon üretmekle meşguldük ve tüm paketi birlikte paylaşmak için sabırsızlanıyoruz! Ziyaretçilerin ıslanmadan akan su dolu bir alanda yürüyebildiği, suyun bir kişi algılandığı her yerde otomatik olarak durduğu ünlü Rain Room (2012) yerleştirmesi unutulmaz bir deneyimdi. Bu yapıt, insanların teknoloji ve doğal dünya ile etkileşimine olan ilgilerini vurguluyor. Sizin bir diğer önemli yapıtının, insanlar ve makineler arasındaki koreografiyi inceleyen Living Room (2022). Sanatınız genellikle izleyici ile sanat yapıtı arasındaki sınırları zorlayarak izleyiciyi deneyimde aktif bir katılımcı haline getiriyor. Scorpios ziyaretçileri yapıtlarınızdan ne beklemeli? When Tomorrow Comes , birçok yönden gösterildiği alanın ritüel niteliklerine bir yanıt; bir tür olarak, insan, şu anda ortaya çıkan tüm tuhaf (ve muhtemelen yakında üstün) diğer zeka türleriyle etkileşime girmemize yardımcı olacak fiziksel bir ritüel yaratamadı. Bu yüzden, burada sunduğumuz işte yaptığımız gibi, yarının tuhaf yeni varlıklarıyla kendimizi tanıştırmaya çalışabiliriz. Üçüncü tür (yapay) zekalarla karşılaşmalarımızın beklediğimizden çok farklı olacağını hissediyoruz ve ayrıca fiziksel olarak yerleştirilmiş zeka biçimleriyle etkileşime girdiğimizde bunun tamamen farklı bir deneyim olacağına inanıyoruz. Bu karşılaşmalar için duygusal ve eğlenceli bir prototip oluşturma ve deneyimi hatırlamak için bir dizi güzel koleksiyonluk nesne oluşturma sohbetine buradan başlıyoruz. Sanatınızı komisyonlu çalışmalarla nasıl dengeliyorsunuz? Bağımsız sanata dair algınız nedir? Stüdyo için bir fark yok. Tüm çalışmalarımız kendi inisiyatifimizle gerçekleşiyor ve çalışmalarımızın çoğu ortaklarla birlikte hayata geçiriliyor; ister bir kurum ister bir galeri ister bir koleksiyoncu veya başka bir komisyoncu kuruluş olsun. Bağımsız sanata dair algınız nedir? Dikkatin aşırı metalaştırıldığı bir zamanda, insanlardan kendi dikkatlerini işimize vermelerini istemek, öneminin çok farkında ve minnettar olduğumuz, izleyicilerimiz için sanatın kendisinin en koşulsuz deneyimini yaratarak onurlandırmaya çalıştığımız bir istek. Sanatın kendisi gerçekten bağımsızsa, tartışılacak bir şey varsa, eserin deneyimi öyle olmalıdır! Sougwen Chung Sougwen Chung. Fotoğraf: Alex-Kwan Geleneksel sanat tekniklerini gelişmiş teknolojiyle birleştirme konusundaki benzersiz yeteneğiniz sizi çağdaş sanat dünyasında farklı kılıyor. Çalışmalarınız yalnızca yaratıcılığın ve yazarlığın sınırlarını zorlamakla kalmıyor, aynı zamanda hayatımızda teknolojinin rolü hakkında önemli sohbetleri de başlatıyor. Makinelerle iş birliği yaparak, sanatınız insan-robot ilişkilerinin potansiyel geleceğine dair bir bakış açısı sunuyor ve sizi zamanımızın en ileri görüşlü ve etkili sanatçılarından biri yapıyor. Yaz ve Bodrum özelinde sanatınız için sizi motive eden şey neydi? Türkiye'de bir performans sergilemeyeli yıllar oldu - İstanbul en sevdiğim şehirlerden biriydi ve öyle olmaya devam ediyor. Henüz Bodrum'u ziyaret etmemiş olsam da ilk kez ziyaret edip atmosferini özümsemek için can atıyorum. Benim için sanat ritüelistik ve ilişkiseldir; sürekli bir yaratma ve yeniden yaratma sürecidir, tıpkı gelip geçen mevsimler gibi. Çalışmanın dünyasını performans yoluyla paylaşmak bir armağandır. Sürekli akış halinde yaratma sürecini sürdürmenin bir yoludur; bu, paylaştığımız yer ve bıraktığı izler tarafından şekillendirilir, gelip geçen mevsimler gibi. Tüm ritüeller, eski ve yeni, dünya inşa etmenin hayati biçimleridir. Çalışmalarım içinde dünyalar yaratmak ve hem yaratıcı ve hem teknik meraklarım için kendi yörüngemi belirleyebilmek hayatımın neşesi oldu. İnandığım şeylerden biri de geleneksel dediğimiz şey ile gelişmiş dediğimiz şey arasındaki sınırların temelden sorgulanması ve yeniden icat edilmesi gerektiği. Gelenek, teknoloji gibi ilişkiseldir. Geleneksel sanat olarak adlandırılan şey, içinde bulunduğumuz an hakkında çok şey söyler ve gelişmiş teknoloji genellikle karmaşık bir tarihe dayanır. Savaş sonrası Japonya'daki Gutai kolektifi gibi sanat hareketlerinin radikal fizikselliği ve bugün teknolojiyi nasıl kullandığımızı bilgilendiren sibernetiğin tarihi… Bu ilhamların hepsi robotiktir, biyosensörler, makine öğrenimi ve mekânsal verilerle ilgili çalışmalarımda yüklüdür. Çocukluğumdaki ben, şu an hayatımda her gün yaptığım şeyleri öğrenseydi, buna asla inanmazdı. Şu anda yaptığım şeylerin çoğu erken yaşamım tarafından şekillendirildi. Küçük yaşta kod ve dijital kültürle birlikte müzik aletleri ve çizim öğrendim. Bir dereceye kadar benim için aynıydılar. Ve hala öyleler. Hayatın o döneminde benzersiz bir şey var: O çocukluk zihinsel gözenekliliği. Bazen buna masumiyet veya merak denir -ki bunu son zamanlarda düşünüyorum. D.O.U.G. (Drawing Operations Unit Generation) ile iş birliğinizin önümüzdeki on yılda nasıl evrileceğini öngörüyorsunuz? Yapay zeka ve robotikteki gelişmeler sanatsal pratiğinizin yönünü nasıl etkileyebilir? Geçtiğimiz 10 yılda D.O.U.G. ile çizim yapmak bir yolculuktu; sanatsal mühendislik ve yaratıcı ifade yoluyla yazarlık, temsilcilik, iş birliği ve kontrol kavramlarına meydan okumaktı. Proje, basit bir robotik otomasyondan daha fazlasına dönüştü ve daha yeni başladığımızı hissediyorum. Bu proje robotik bir kolun ne yapması gerektiği fikrini kırmakla başladı. Sanatçıların şeyleri kırmakta iyi olduklarını söylemekten hoşlanıyorum. Bunun üzerinden değişebilir, büyüyebilir ve yeni olasılıkları yeniden hayal edebiliriz İleriye baktığımda, özellikle ksenobotlar ve biyomühendislik ve biyo-iletken olarak bombyx mori ipek fibroin araştırmalarından ilham alan bir proje olan R.O.S.'un kuluçkalanmasıyla bu yolculuğa devam etmeye heyecanlıyım. Mühendislikten, büyüme olarak, canlı bir ekosistem kadar dinamik bir ilham alıyorum. Bu proje, Flora Yetiştirme Tarım Ağı'nın geliştirilmesiyle birlikte, çalışmalarımın bir sonraki aşamasını temsil ediyor: Robotik, doğa ve sanat arasındaki kesişimleri keşfetmek. Bu çabalar, D.O.U.G. ile yaptığım çalışmaları yönlendiren aynı ethosun devamı niteliğindedir, ancak aynı zamanda doğanın ve teknolojinin potansiyellerini keşfetmek için yeni yollar da açıyorlar. Giles Simondon'ın şu sözü üzerinde düşünüyordum: "Modernliğin en büyük mitlerinden biri, dokunulmaz ve kendine odaklı bir makine olan robot metaforudur. Bir robot yoktur, bu bir makine de değildir, tıpkı bir heykelin canlı bir varlık olmaması gibi, sadece hayal gücünün, kurgusal üretimin ve illüzyon sanatının bir ürünüdür." Bu sözler benimle ilişkileniyor çünkü makineler hakkında daha derin bir anlayışa ulaşmak için makineler hakkında bildiklerinizi unutmakla ilgili. Robert Irwin'in dediği gibi "Görmek, gördüğün şeyin adını unutmak demektir". Çalışmalarınız genellikle insan yaratıcılığı ile makine zekası arasındaki etkileşimi araştırıyor. Sizce, yapay zeka ile sanatın ortak yaratılmasının etik etkileri nelerdir ve projelerinizde insan girdisi ile makine özerkliği arasındaki dengeyi nasıl sağlıyorsunuz? "Yapay zeka" terimi genellikle yanlış anlaşılıyor veya aşırı basitleştiriliyor. "Yapay zeka" gibi bir terimi kullandığımızda neyi kastediyoruz? Elbette, tek bir "yapay zeka" diye bir şey yoktur çünkü tek bir "doğal zeka" diye bir şey yoktur. Çalışmalarımda sayısız şekilde araştırılabilen bir dizi teknolojiyi içeren makine öğrenimi sistemleri, yapay zeka sistemleri oluşturuyorum. D.O.U.G. ile çalışmam, çizimlerim, çevrem ve beyin dalgası durumları biçimindeki kendi meditasyonumla ilgili kendi verilerimle olan etkileşimimi derinleştirmekle ilgiliydi. Çalışma, yaratıcı ifade yoluyla farklı eleştirellik, iletişim ve öznellik modlarını araştırıyor. Yapay zeka terimini düzleştirirken dikkatli olunmalıdır çünkü gerçeklik genellikle çok daha karmaşık, kışkırtıcı ve gerçektir. Yapay zeka kavramını tekdüze veya basit bir şeye indirgemekten kaçınmak önemlidir. Bunun yerine, yapay zeka sistemlerine insan ve makine arasında somut bir diyaloğa girmenin bir yolu olarak yaklaşıyorum; sibernetik ve öznellik hakkındaki önyargılı fikirlerimize meydan okuyan bir diyaloğa. Umarım sanat aracılığıyla, teknoloji, felsefe ve toplumla ilgili zamanımızın yaygın sorularını eleştirellikle, yaratıcılıkla ve hak ettikleri özenle ele alabiliriz.
İzmir sergiler ajandası / Eylül-Ekim 2024
İzmir kültür-sanat ortamının aktörleri; inisiyatifler, kolektifler, kamu ve özel sanat kurumları, bağımsız ve değişken mekânlar şehrin merkezinden ve periferilerinden takip edilesi bir sanat programı sunuyor. Alanın yeni nesil galerileri Commune Art Space ve Hayy Open Space, Unlimited okuyucuları için aylık sunulan İzmir Ajandası'nda güncel sanatı odağına alan sergi ve etkinlikleri sanatseverler ile buluşturuyor Arkas Sanat Alaçatı Arkas Koleksiyonu’nda Victor Vasarely (1906-1997) Arkas Sanat, beşinci sanat merkezini İzmir’in Çeşme ilçesine bağlı Alaçatı’da ziyarete açtı. Çeşme Belediyesi desteğiyle hayata geçen Arkas Sanat Alaçatı, kalıcı ve süreli sergi salonları, her disiplinden kültür-sanat etkinliklerine zemin olacak atölye alanlarıyla İzmir’de çağdaş sanat buluşmalarına ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor. Merkezin Lucien Arkas Sergi Salonu’nda kalıcı olarak izleyicilerle buluşan Arkas Koleksiyonu’nda Victor Vasarely (1906-1997) isimli sergisi, sanatçının form ve çizgileri izleyicide “hareket” olgusuna nasıl dönüştürdüğünü gündeme getiriyor. Yeni Topraklar 13 Temmuz - 3 Kasım 2024 Arkas Sanat Alaçatı’nın Yeni Topraklar başlıklı ilk süreli sergisi Dr. Necmi Sönmez küratörlüğünde 40 yaş altındaki 155 genç sanatçının resim, heykel, desen, fotoğraf, video ve yerleştirme gibi farklı tekniklerle ürettiği eserleri bir araya getiriyor. Türkiye ve dünyadaki özel koleksiyonlardan derlenmiş uluslararası çağdaş sanat seçkisinden oluşan sergi, ayak sesleri duyulan genç sanatçı kuşağının tüm farklı eğilimlerini ve Türkiye sanat ortamında daha önce görülmemiş deneyimlerini ilk kez kurumsal olarak tartışmaya açıyor. Ziyaret: Pazartesi hariç her gün, 11:00-19:00 Adres: Alaçatı Mah. 12500 Sokak No: 2 Alaçatı / İzmir Detaylı Bilgi: https://www.instagram.com/arkassanatalacati/ BAYETAV Sanat Mahsul Vakaları 26 Nisan - 29 Eylül 2024 Dünya ile kurulan ilişkilere dair tarifleri yeniden ele alan Mahsul Vakaları, iş birlikleri ve bir aradalıklara dayalı bir sergi ve kamu programı olarak BAYETAV Sanat’ta gerçekleştiriliyor. Mahsul Vakaları , Çukurova’da başlayan ve İzmir’de devam eden, Anadolu’nun Akdeniz kıyılarındaki kırsal modernleşme sürecinin çevresel, kültürel ve toplumsal mahsullerini araştıran Dilşad Aladağ’ın Mahsul Projesi’nin bir mahsulü. 2022 yazından bu yana süren, coğrafya gezileri, arşiv ziyaretleri, görüşmeler ve kayıtlarla beslenen araştırma, eş zamanlı olarak genişleyen çevrim içi bir arşiv denemesi de sunuyor. Adana ayağı CultureCIVIC: Kültür Sanat Destek Programı, İzmir ayağı BAYETAV Bir Arada Yaşarız Destek Programı kapsamında desteklenen Mahsul Projesi , ekolojiyi türler arası ilişkilerle kenetlenen çok katmanlı ve devingen bir ağ olarak ele alıyor. Mahsul Vakaları sergisi, bugünün devinimlerini coğrafyadan hikâyelerle hatırlayarak, yeniden seslendirerek ve türler arası birliktelikler hayal ederek düşünmeyi öneriyor. Sanatçılar: ANATOPIA, Ali Cindoruk, Aslıhan Demirtaş, Aslı Özdoyuran, Dilşad Aladağ, Eylül Şenses, Fatma Belkıs & İz Öztat, Yasemin Ülgen Yan Etkinlikler: Sergi kapsamında 14 Eylül'de Weaving collective practices with a changing planet – the Anthropocene Commons network başlıklı bir konuşma gerçekleşecek. Program 18:00'da Bayetav Sanat'ta Haus der Kulturen der Welt (HKW) ve Max Planck Bilim Tarihi Enstitüsü (MPIWG) ortaklığında başlatılan Antropocene Commons disiplinler ötesi araştırma ekibinin kurucularından Carlina Rossi'nin sunumuyla başlayacak. Sonrasında Patagonya'daki iklim aktivistlerini konu alan “Ese Ajeno Sur" isimli bir kısa filmle devam edecek. Ziyaret: Pazartesi hariç her gün, 11:00-19:00 Adres: Erzene, 80. Sk. No:26, 35040 Bornova/İzmir Detaylı Bilgi: https://www.bayetav.org/tr Darağaç Volta Highlight 10-14 Eylül 2024 Sergi, konser, atölye ve konuşmaların gerçekleşeceği bu etkinlikte sokak sanatında kadın sanatçıların görünürlüğünü artırmak ve dayanışmayı büyütmek için Almanya ve Türkiye’den kadın sanatçılar bir araya geliyor. Mina Mania, Tali, Dizy, Hülya Özkan, Ju Mu, Sanan Budak, Molektif, Servera, Sibel Ediş’in işleri ile toplumsal cinsiyet eşitliğini, disiplinler arası iş birliğini ve sanatın sokağa taşan enerjisinin beraber kutlanacağı bu etkinlikte, “Sınırları zorlamaya, görünmez olanı görünür kılmaya hazır olun” diyor Darağaç. Kendine ait bir odayı kendi kendine aydınlatmak: Aydınlık Bir Oda 10-28 Eylül 2024 Bir kadının asgari ihtiyaçlarını karşılayabilmesi, tutunabilmesi ve dahi delirmemesi için kendine ait bir odaya ihtiyacı olduğu artık ortak bir kabul. Peki bu oda nasıl bir yer? Dört duvardan müteşekkil bağımsız bir alan mı, tepesinde çatısı olan bir mesken mi? Peki kadın kadının yurdu olduğu gibi odası da olabilir mi? Aydınlık Oda, farklı teknikler ve üsluplarda üretim yapan kadın sanatçıların eserlerinin birbiriyle temas kurduğu, bu temastan doğan asgari müştereklerinin bile bir 'oda' inşa edebileceğini iddia ediyor ve bu bunu bir adım öteye taşıyor. Bu oda, güvenli alan olmanın ötesinde, kadın sanatçıların bireysel dışavurumlarıyla dışarıdaki karanlığın aksine kendi mekanını aydınlatıyor. Bireysel ve birbirinden bağımsız sanatsal ifadeler, hem sanatçılar arasındaki bağı hem de sanat ile direniş arasındaki köprüleri kuvvetlendiriyor. Kadınlar birbirinin yurdu, birbirinin feneri, birbirinin odası olabilir, bu kolektif çağrıya ve bu inşa çabasına herkes davetli. Ziyaret: Her gün, gün boyu Adres: Umurbey, 1532. Sk. No:12, 35230 Konak/İzmir Detaylı Bilgi: instagram.com/daragacizmir/ Galeri Kırmızı Gülderen Depas, Göründüğü Gibi /&Değil 08-30 Eylül 2024 Gülderen Depas, Göründüğü Gibi/&Değil adlı sergisinde izleyiciyi hem ilk bakışta görülen hem de yüzeyin ardında gizlenen anlamlarla baş başa bırakıyor. Sanatçı 10. kişisel sergisinde klasik yağlı boya tekniklerinin ötesine geçiyor. İzleyici, sergiyi gezerken, ilk bakışta savaşların, yıkımların ve felaketlerin etkileyici görüntüleriyle karşılaşıyor. Oysa asıl yüzleşme panoların ışıkları açılınca yaşanıyor. Kaosun arkasındakiler tüm yaşananların çaresizlikleriyle kurbanları, duyarsızlıklarıyla failleri ve sessiz tanıkları olarak beliriyor. Depas, bu yenilikçi yaklaşımıyla sadece bir sanat eseri sunmuyor, aynı zamanda çağımızın kaosunun mahvettiği hayatlara ve bu kaosun sorumluluğunu taşıyan tüm insanlığa güçlü bir mesaj veriyor. Sergi, izleyiciyi hem gördüğü hem de göremediği gerçeklerle yüzleşmeye davet ediyor. Ziyaret: Salı-Pazar, 13:00’ten itibaren Adres: İçmeler Sahili, 1001 Sokak, No: 64, Urla / İzmir Detaylı Bilgi : www.atolyekirmizi.com/ / instagram.com/galerikirmizi Hayy Open Space İkilemeler 12-14 Eylül 2024 Ezgi Yakın’ın Culture Civic’in Sanatsal Üretim Fonu desteği ile gerçekleştirdiği İkilemeler vi deo gösterimi Hayy Açık Alan’da. İkilemeler, egemen kent düzeni ve kurumsal yapılarla ilgili deneyim ve ifade problemi üzerine gelişen bir video projesidir. Video projesinde geçen mekân, İzmir’de sanatçının akademisyen olarak çalıştığı üniversite ile ev arasındaki mesafede tekrar eden gidiş gelişlerde kullanılan çevre yolu güzergâhıdır. Çalışma, seçilen bu yerdeki perspektiften İzmir’in şehirleşme problemini, tarihi geçmişe uzanan kent kültürü ve mimarisinin ülkenin sosyopolitik süreçleri sonucu kimliksizleşmesini tartışmayı hedefler. Proje, bireysel ve toplumsal katmanlarıyla kent ve çevre olgusunu incelerken rutinlere farklı bir deneyim yoluyla yaklaşmaktır. Bunu yaparken eleştirel ve yaratıcı düşüncenin aktarımını engelleyen baskı süreçlerine dışavurumsal bir ifade geliştirmektir. Projede bu dışavurumu yansıtan şey ise videoda göreceğimiz yürüyüş deneyimiyle birlikte kulağımıza çalınan ikilemelerdir. Etkinlik:12 Eylül Perşembe günü 18.00’den itibaren video gösterimi ve ardından Çiçek Tezer ile Pınar Boztepe Mutlu kentsel mekan, hareket ve yaratıcılık üzerine Çeperi Deneyimlemek isimli konuşma gerçekleştirecek. Kendine Ait Bir Oda İskele Sergileri: Zamanın Hafızası 28 Ağustos - 2 Ekim 2024 İskele Sergilerinin dördüncüsü Karşıyaka Vapur İskelesi’nde Zamanın Hafızası ile Diyarbakır'da yaşayan sanatçı Erkan Özgen’in tarihsel hafıza, kültürel miras ve savaşın şiddeti arasındaki ilişkileri irdeleyen aynı adlı videosu ile devam ediyor. Ziyaret: Her gün, gün boyu Adres: Karşıyaka Vapur İskelesi, İzmir Detaylı Bilgi: instagram.com/kendineait1oda/ Tohum Sanat Alanı bulut I kaldırım taşı I ıslık 19 Ekim -24 Kasım 2024 Bir Yunan tarihçi, coğrafyacı ve yazar olan Heredot İyonların yerleştiği coğrafyanın kentleri için, yeryüzünde bildiğimiz en güzel gökyüzünün altında, en güzel iklimde kurulmuşlardır der. Ona göre ne daha kuzeydeki bölgeler ne de daha güneyde kalanlar İyonya ile bir tutulamazlar. 12 antik İyon kentinden biri olan Klazomenai’nin de içinde bulunduğu Urla ilçesi coğrafyasıyla, iklimiyle, sosyo- kültürel ve toplumsal dokusuyla, tarımsal üretimi ve deniz ticaretiyle Akdeniz havzasında yüzyıllardır önemli bir konumda var olmuştur. Urla’nın son yıllarda geçirdiği değişim ve dönüşüme, kamusal alanları odağına alacak şekilde, tarihsel geçmişi ışığında bugün bulunduğumuz yerden bakmak niyetiyle kurgulanan sergi, tarihsel perspektifte kamusal alanları üzerinden Urla’yı merkezine alıyor. Sergideki yapıtların fotografik imge/belge, hazır ve buluntu nesnelerden oluşan duvar, yer ve/veya tavan enstalasyonları olması bekleniyor Sanatçılar: Sezgi Abalı, Behçet Aktaş, Neda İsmail Atar, Selin Atik, Levent Ayata, Günseli Baki, Ali Kanal, Hakan Kırdar (ve Tohum Atölye Kolektifi: Paulina Özlem Pazarlıoğlu, Dane Rasgen, Cenk Macar) Küratöryel Organizasyon: Sezgi Abalı, Hakan Kırdar Ziyaret: Salı-Cumartesi 12.00-18:00 Adres: Yenice Mah. Park Sokak No:8/5, Urla / İzmir Detaylı bilgi : instagram.com/tohumsanatalani/
YEL, TOZ, PORTRELER: Georg Baselitz
Kütüphanesinde yer alan sanatçı portreleri, fotoğraflar, davetiye, desen gibi görsel malzemeleri tekrar elden geçiren Necmi Sönmez, daha önce yayınlanmamış olan bu malzemeler üzerine YEL, TOZ, PORTRELER başlığı altında hazırladığı yazılara devam ediyor. Serinin bu haftaki yazısının odağında yüze yakın eseri yakın zamanda Sakıp Sabancı Müzesi’nde izleyiciyle buluşacak olan sanatçı Georg Baselitz var Yazı: Necmi Sönmez Georg Baselitz Hasret isimli Karadeniz türküsünü icra ederken, 22 Haziran 2002, Schlo ß Derneburg, Fotoğraf: Necmi Sönmez 22 Haziran 2002 tarihini yoldaşımla birlikte Georg Baselitz’in atölye ve yaşam alanı olan Schloß Derneburg’ta geçirmiştik. Alman taşrasındaki şatoya gidişimiz bir yanlış anlaşılmaya dayanıyordu. 2002’in ilkbaharında Yapı Kredi’nin bir Georg Baselitz retrospektifi hazırlayacağı haberinin ardından bir davet almıştım. Kendisiyle sergi kataloğunda yayınlanacak bir konuşma yapma teklifi ilginçti. Ama 1988’den beri resimlerini takip ettiğim Georg Baselitz’e karşı tuhaf bir çekingenliğim vardı. Galericisi Michael Werner o zaman Çağdaş Sanat Bölümünü yönettiğim Folkwang Müzesi’ne geldiğinde sevgili müdürüm Georg W. Költzsch mutlaka beni çağırır, kelimenin tam anlamıyla sevimsiz olan Michael Werner’e neden Baselitz sergisi yapamayacağımı söylememi isterdi. Çünkü kendisi de böyle bir sergi yapmak istemiyordu. Michael Werner’in papağan gibi tekrarladığı, bu Alman müzesinde neden Alman sanatçılarının gösterilmediğiydi. Benim aksanlı Almancam, ismim, hazırladığım sergiler onun için sorundu ve bunları pişkin bir utanmazlıkla dile getirmekten çekinmezdi. Ben de usturuplu şekilde karşılığını verdiğimde kibar kavga alevlenir, müdürüm biz çarpıştırırken konyağını yudumlardı. Kaderin tuhaf çilvesi olarak müdürümün ilk eşi Galerie Michael Werner’de yönetici olarak çalıştığı için, her konuşmadan sonra masama son derece kibar bir mektupla Baselitz katalogları yığılır, son çalışmalarının ne kadar ilginç olduğu, bunları sergileme teklifi tekrarlanırdı. Kelimenin tam anlamıyla bıkmıştım bu tiyatrodan. Georg Baselitz, Atölyesinin kitaplığında, Schloss Derneburg, 22 Haziran 2002, Fotoğraf: Necmi Sönmez Hani yağmurdan kaçarken doluya tutulmak diye bir deyim vardır. İşte bu kaçıncı olduğunu unuttuğum bir Michael Werner ziyareti sonrası Veysel Uğurlu’nun telefonuyla başıma geldi. Eski kulağı kesiklerden, Yapı Kredi’nin sergi koordinatörü Veysel’e karşı gençliğimden beri sempatim vardı. Benim efemera topladığımı bildiği için eline geçen eski sergi davetiyelerini, broşürleri gösterir, kahvelerimizi içerken Mübin Orhon’a, Abidin Dino’ya veya Hadi Bara’ya ait hiç bilmediğim detay bilgilerini anlatırdı. Ben bu sohbetlerin hastası olmuştum, çünkü argoyu seven Veysel bir zamanlar Akademi öğrencisiyken Beyoğlu’nda duyduğu en has İstanbul argosunu kullanır ve beni güldürürdü. Bunları henüz yazılmamış sanat tarihinin hikâyecikleri olarak dinlerdim. Telefonun ucunda onun sesini ve İstanbul’daki ilk Baselitz sergisi haberini duyunca, teklifi kabul ettim. Randevuları ayarladıktan sonra Braunschweig yakınlarındaki şatoya doğru yola çıktık. Ne konuşacağımı bilmiyordum, içimden hazırlık yapmak da gelmedi. Belleğimde Michael Werner’le olan tatsız konuşmalar, masamda bir kuleyi andıran Baselitz katalogları vardı. Georg Baselitz'le Konuşma sırasında kitap arayışı, Schloss Derneburg, 22 Haziran 2002, Fotoğraf: Necmi Sönmez 22 Haziran 2002 tarihinde şatonun iç avlusuna girdiğimizde faşist karakterli bina bize tüm azametiyle saygılı olmayı telkin ediyordu. Basamakları çıkarken kemençe sesi kulağıma geldi. Garipsedim, kemençe sesinin ne işi vardı burada? İlerleyince büyük bir salonda Georg Baselitz’in dizine dayadığı kemençeden Hasret isimli Karadeniz şarkısını bizim için çaldığını gördüm. Şaşkınlığım bir yana, zarif kemençeden çıkan melankolik notalar söylemek istediklerimi bana unutturdu. Sessizce dinledikten sonra Baselitz’in birçok resmine modellik eden eşi Elke elindeki çay tepsisiyle salona girdi. Bu karşılama beklentilerimin üstünde olduğu gibi şaşkına çevirmişti beni. Ne diyebilirdim ki? Herr Baselitz’ten başka bir parça çalmasını rica ettim. Şansımıza müthiş bir Horon havası çıktı. Belki de bize ayrılan zamanın tamamını kemençe müziği dinleyerek geçirebilirdik ama konuya girmek adına mecburi sorularla başlayan konuşmamız inanılmaz bir akış ve heyecanla geçti. Konuşmayı teybe aldığım için hızlıca ilerliyorduk. Birkaç soru nedeniyle kitaplığına gitmesi gerektiğinde Herr Baselitz’e eşlik ettiğimde şimdiye kadar gördüğüm en kapsamlı kütüphane ile karşılaştım. Laf lafı açtı, son derece keyifli bir konuşma yaptık. Fark ettim ki, Michael Werner’in kabalığı bu olağanüstü sanatçıyı tanımamı engellemişti. Kişisel etkileyiciliği bir yana, Baselitz tarihsel bir figür olarak Sanat Tarihi’nde yerini almıştı. Ben emekleme dönemindeydim. Beraber yürüyebileceğimiz yol yoktu. İkimiz de bunun farkındaydık. Georg Baselitz ve konuşmamızı gerçekleştirdiğimiz masa, 22. Haziran 2002, Schloss Derneburg, Fotoğraf: Necmi Sönmez Konuşmayı çözüp yazılı hâle getirmem epeyce zaman aldı. Herr Baselitz’in sekreterine onayı için yolladığımda aldığım yanıtlar arasında beni şaşırtan sergi kataloğunun baskıda olduğu haberiydi. Kendimi tutamayıp sordum, konuşma bana katalog için sipariş verilmişti... Olumsuz yanıtı alınca yapacak hiçbir şey yoktu. Bu kadar zaman ve emek harcayarak hazırladığım konuşmayı istemeye istemeye Sanat Dünyamız dergisinin Yaz 2002, 84. sayısında yayınladım. Daha sonra müzenin kapısını aşındırmaya devam eden Michael Werner’le konuşmak istemediğimi müdürüme bildirdim. Ama tuhaf tesadüfler sonu, Baselitz ziyaretimden bir ay sonra, daha önce mektuplaştığım küratör ve ressam Johannes Gachnang’la Bern’de buluştum. 1950’lerde Türk Alman Galerisi’ni kurarak dönemin öncü sanatçılarının sergilerini açan efsanevi Goethe Enstitüsü müdürü Robert Anhegger sayesinde tanıştığım Gachnang İstanbul, Roma ve Amsterdam’da ressam olarak çalıştıktan sonra 1974’ten 1982’e kadar Kunsthalle Bern’in müdürlüğünü üstlenmişti. Burada Neue Wilden akımına ait Alman sanatçılarının tamamının (Baselitz, Lüppertz, Penk vb) kapsamlı sergilerini hazırlayarak ünlenmişti. Daha sonra kurduğu Verlag Gachnang & Springer yayınevinde bibliyofil kitaplar yayınlıyordu ki, bunlara tutkundum. Daha ilk cümlesinde ona ön ismiyle hitap etmeme izin veren Johannes’e Baselitz ziyaretimi anlattıktan sonra onun resimlerinin bu kadar şişirildiği kadar önemli olup olmadığını sordum. Bu sorunun yanıtı olarak altı saat boyunca bana özelde Baselitz resminin, genelde Neue Wilden ’in neye karşılık geldiğini anlattı. Sanki eski üniversitemde bir seminere katılmıştım. Johannes’i soluksuz dinlerken not tuttum. İyi ki de duyduklarımı yazmışım, şimdi bu yazıyı kaleme alırken o günkü defterimi önüme alıyor ve kimi notları olduğu gibi aktarıyorum: Doğu Alman topraklarında doğmuş, ilk gençliği Rus baskısı altında, yoklukla geçmiş. Doğu Berlin’de sanat okuyor. Sonra Batı Berlin’e zorunlu göç. İlk adı Georg Kern sonra Georg Baselitz ismini alıyor. Soyut sanatın zirvede olduğu yıllarda inatla yakın arkadaşı Eugen Schönebeck’le manifestolar yayınlayarak figür üzerine eğilmişler. Nasyonal-sosyalist geçmişle uğraşmaya başlamaları da önemli. Soyut sanat dekoratif kalıyor, figürler Alman dışavurumculuğunun devamı. Evet faşizmle uğraşıyorlar ama faşist değiller. İşlerini ve kimlerle diyalog kuracaklarını çok iyi biliyorlar. Baselitz’in ilk sergisini Belçikalı fotoğrafçı Benjamin Katz’la kurduğu Galerie Werner & Katz ’da bizzat Michael Werner 1963’te açmış. Aynı sergi daha sonra 1970’de Köln’de Galerie Franz Dahlem ’de gösterilmiş. O yıllarda müthiş bir çarpışma var: Bir yanda Harald Szeemann ve Germano Celant, yerleştirme, neon , doğal malzemlerin ağır bastığı Arte Povera, When Attidutes Becomes Form diğer yanda dışavurumcu klasik resim ve heykelin öne çıktığı Alman ressamlarından oluşan Neue Wilden . Bir Baselitz Retrospektifi 1958-2001 sergisi Yapı Kredi Kazım Taşkent Sergi Salonu’nda 2002’de gösterildiğinde ne yazık ki sergiyi göremedim. Ama Herr Baselitz’in kemençe almak için İstanbul sık sık geldiğini, üstelik Tünel’de önünden binlerce geçtiğim bir dükkanda çok zaman geçirdiğini bizzat kendisinden duymuştum. Sergisi yerine müzik aletleri satan bu dükkana uğradığımda satıcılar çok iyi kemençe çalan Alman müşterilerini hemen hatırladılar. Çektiğim fotoğraflara bakıp şaşkınlıklarını bana aktardılar. Şimdilerde Sabancı Müzesi Georg Baselitz Son On Yıl sergisini sunuyor. Elbette uğrayacağım bu şenliğe. Ama daha önce kemençesi eşliğinde Karadeniz havalarını dinlediğim ressamla yaptığım konuşmanın birkaç bölümünü son olarak aktarmak istiyorum: "Önceleri (1990’lara kadar) resimlere duvara dayayarak çalıştığımda, bir duvarcı gibi yaklaşırdım, yani kazırdım, tabakalar oluşturur boyardım her resmi yavaş bitirirdim. Bu durum resimleri yerde yapmaya başladıktan sonra değişti. Çabuk sonuca ulaşmak, hızlı resimler yapmak istiyordum. Yaptıklarımdan hemen kopmak, ayrılmak istiyordum; daha iyi, daha farklı yapmak, tekrar tekrar yapmak istiyordum. Kaçmak her zaman benim ilkem oldu aslında. Kırmızı lale resimleri gibi, ya da sanat tarihinde hep kitsch olarak tanımlanan bu pornografik şeyler gibi… Bunu genç değil, yaşlı bir adam olarak yapıyorum, orta yaş krizimi deklare etmiş oluyorum. İyi bu bence, olması gerektiği gibi ortaya çıkıyor. Georg Baselitz'le konuşma sırasında, Schloss Derneburg, 22 Haziran 2002 Fotoğraf: Necmi Sönmez Daha sonraki yıllarda hep bana ait konulara yöneldim: Eller, ayaklar, yumruklar, üst bedenler, uzuvlar… Ama bunları saldırgan yapmadım, saldırganlığım bitti çünkü. Hepsini daha ziyade süsleme olarak yaptım. Öğrenciyken otostopla Paris’e gitmiştim. Paris Ekolünü tanıdık ve neler yaptıklarını gördük. Ama Paris merkez olmaktan çıktı ve Amerika’nın etkisi atmaya başladı. Benim buradan çıkarak geliştirdiğim çok büyük bir öfke, çok büyük bir direniş ve başka türlü olma gereksinimiydi. Onlara katılamayacağımı düşünüyordum. Buraya ait değildim, geri çekilmeli, başka türlü yapmalıydım. Bu tepkilerle büyük geceyi (Die Großer Nacht im Eimer isimli ikonik resmini kastediyor, NS), ayakları ve bu resimleri yaptım."
Unlimited Kitap Kulübü #3
Düşündüren, soru soran, yeni bir söz söyleyen, irdeleyen, merak ettiren, ilham veren yayınlardan editörlerimiz tarafından oluşturulan bir seçkiyi Unlimited Kitap Kulübü'nde sizinle paylaşıyoruz Bir Gün Tek Başına Vedat Türkali Yayınevi: Ayrıntı Yayınları Yayın dili: Türkçe Yayın yılı: Vefatının 8. yıldönümünde Vedat Türkali’yi edebiyatımızın yapı taşlarından birini oluşturan yapıtı Bir Gün Tek Başına ile anıyoruz. Yazarın ilk romanı olma özelliğini de taşıyan ve bu yıl 40. yaşını dolduran Bir Gün Tek Başına , 27 Mayıs 1960 darbesi öncesi Türkiye’sinde yaşamını sürdüren Kenan karakterinin gizli komünist partiye katılma suçlamasının ardından çevresinden kopuşuyla ve kendini korunaklı bir yaşamın içinde bulmasıyla başlıyor. Bir gün karşısına çıkan Günsel, Kenan’ın içindeki ateşin fitilini ateşliyor ve Kenan, kendini bir kez daha hayatın içinde buluyor. Yayını incelemek ve satın almak için; https://www.ayrintiyayingrubu.com/ Postane: Bir Bina Arkeolojisi Liana Kuyumcuyan, Murat Tülek Yayın dili: Türkçe Yayın yılı: 2024 1859 yılında inşa edilen Postane binasının bugüne dair biriktirdiği hafızasından bir seçki sunan Postane: Bir Bina Arkeolojisi başlıklı sesli sergi, geçtiğimiz yıl Postane’de gerçekleşmişti. Mekânlar Festivali kapsamında hazırlanan sergide Liana Kuyumcuyan ve Murat Tülek’in mekânın belleğine dair anlattığı hikâyeler; CultureCIVIC’in desteklediği ve yürütücülüğünü Mekânda Adalet Derneği’nin üstlendiği Bir Binada Kozmopolit Kenti Aramak projesi kapsamında Postane: Bir Bina Arkeolojisi adıya bu yayında bir araya geliyor. Postane hakkında bilgi edinmek için; https://postane.co/ Güldüğüme Bakma “Mehmet Güleryüz Kitabı” Ayşegül Sönmezay Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları Yayın dili: Türkçe Yayın yılı: 2004 Geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Mehmet Güleryüz’ün söyleşisinden oluşan Güldüğüme Bakma “Mehmet Güleryüz Kitabı” , Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından Nehir Söyleşi dizisinin bir parçası olarak yayınlandı. Kitapta Ayşegül Sönmezay tarafından gerçekleştirilen söyleşi aracılığıyla Güleryüz’ün ağzından sanatçının Türkiye’deki kültür-sanat ortamına bakışını, sanatçı olarak durduğu yeri, kendi kariyerini ve daha fazlasını öğreniyoruz. Yayını incelemek ve satın almak için; https://www.iskultur.com.tr/ On the Edge of Language, at the Shores of the Body Deniz Başar Yayın dili: İngilizce Yayın yılı: 2023 Akademisyen, oyun yazarı ve kukla yapımcısı Deniz Başar’ın çalışmalarını bir araya getiren On the Edge of Language, at the Shores of the Body ’nin tasarımı Informal Project’ten Beyza Ceylan ve Gökçe Genç tarafından yapıldı. GMK tarafından gerçekleştirilen Grafik Tasarım Sergisi ’nde geçtiğimiz yıl ödül alan yayın, kukla teorisi ve politik performativite ile ilgilenen Başar’ın çalışmalarına kapsamlı bir bakış sunuyor. Yayını incelemek için; https://informalproject.co/ The Cosmic Dance Stephen Ellcock Yayınevi: Thames & Hudson Yayın dili: İngilizce Yayın yılı: 2022 Kendini “görüntü simyacısı” olarak tanımlayan Stephen Ellcock tarafından hazırlanan The Cosmic Dance , evrenin parçaları arasındaki görsel ilişkiyi irdeliyor. Kozmosun tüm canlılara yansıdığı düşüncesi üzerine kurulu yayın, tarihten dikkat çekici ve şaşırtıcı görüntülerden oluşan bir koleksiyon sunuyor. Her parçanın kendi içinde bir evren barındırdığını gözler önüne seren görsellere, Möbius şeridi ve Mandelbrot kümesi gibi temel kavramların bilgi notları eşlik ediyor. Yayını incelemek ve satın almak için; https://thamesandhudson.com/ Hayvan Özgürleşmesi Hemen Şimdi Peter Singer Çeviren: Akın Emre Pilgir Yayınevi: Ayrıntı Yayınları Yayın dili: Türkçe Yayın yılı: 1975 yılında yayımlanan Hayvan Özgürleşmesi Hemen Şimdi , yazılmasının ardından uzun yıllar geçse de -insanlık çok değişmemiş olacak ki- içinde barındırdığı tüm öğretilerle güncelliğini koruyor. Peter Singer tarafından yazılan kitap, endüstriyel çiftliklerden hayvan sömürüsüne birçok sosyal ve politik sorunu ele alıyor. Yayını incelemek ve satın almak için; https://www.ayrintiyayingrubu.com/ Atlas of Never Built Architecture Sam Lubell and Greg Goldin Yayınevi: Phaidon Press Yayın dili: İngilizce Yayın yılı: 2024 Atlas of Never Built Architecture , 20. ve 21 yüzyılda tasarlanan fakat inşa edilmeyen yüzlerce yapı fikrini bir araya getiriyor ve bunları coğrafi olarak kategorilere ayrılmış şekilde sunuyor. Sam Lubell ve Greg Goldin tarafından hazırlanan yayın, söz konusu yapıların eskizlerinin, gravürlerinin ve dijital çizimlerinin görsellerini içeriyor. Bu yayınla benzer konuları irdeleyen Unbuildings: Remnants, Devicings, Chancings, Hollowings, Leavings sergisi, 29 Eylül 2024 tarihine kadar Versus Art Project’te ziyaret edilebilir. Yayını incelemek ve satın almak için; https://www.phaidon.com/ Homo Narrans İsmail Gezgin Yayınevi: Pinhan Yayıncılık Yayın dili: Türkçe Yayın yılı: 2024 Homo narrans , Homo sapiens ’i temel alarak oluşturulan Homo economicous , Homo sociologicus gibi çeşitli terimlerden biridir. Bu terim, Homo sapiens 'i Homo cinsinin diğer türlerinden ayıran özelliğin hikâye anlatımı ve dolayısıyla dili kullanma ve akıl yürütme becerisi olduğunu ileri sürer. İsmail Gezgin tarafından yazılan Homo Narrans: Mit, Masal ve Hikâyenin Arkeolojisi de tam olarak “İnsan niçin hikâye anlatır?” sorusuyla yola çıkıyor ve bu soruyla beraber gelen çeşitli düşünceleri irdeliyor. Yayını incelemek ve satın almak için; https://www.pinhanyayincilik.com/
Kazasız belasız Kommagene Bienali
Zeynep Nur Ayanoğlu'nun 20 Ağustos’ta Adıyaman’da açılan 2. Kommagene Bienali’ni "bir sanat kazası" olarak niteleyen Murat Alat'ın sunduğu çerçeveye itirazlarını ve hemfikir olduğu noktaları sunduğu yazısıdır Burhan Yılmaz, Çember: Emeğin Zaman Döngüsü Bienal yönetiminin amaç odaklı bir davetli listesi hazırlamak yerine kimi çağıralım diye sorarak isim toplaması kısmen dağınıklığa yol açmış görünüyor. Yoksa en güçlü yanı sanatçıları iki haftalık bir misafir programına davet etmek olan bienalin bunu bir “iletişim teranesi” gibi satmaya çalıştığını düşündürecek hiçbir emare yoktu. Keza sosyal medyada da böyle bir şişirmeyle karşılaşmadık. Aksine depremden ötürü göç verdiği bilinen, evsiz kalanların ise bir ölçüde konteynırlarda barınmayı sürdürdüğü şehre diyelim ki “sanat turisti” olarak gelip en iyi otelde konaklayarak, en iyi yemekleri yiyerek zaman geçirmek mümkün olamaz. İyi zamanı sadece bizleri birer dost olarak konumlandırmayı seçen misafirperver karşılama için müteşekkir olmayı bildiğimizde geçirebiliriz fakat bu, ancak içten gelebilir ve eleştirel akla galebe çalamaz. Bienale iş üreten sanatçılara belli ki bir anlayış ortamı sunulmuş olduğunu, onca zorluğa rağmen rahatlarının sağlandığını, ihtiyaçlarının giderildiğini vurgulamadan geçemem. Ortaya çıkan işlerin sözde vasat (altı) niteliğini zaman kısıtına bağlamak anlamlı değil. Sormak gerekir, baştan belirtilen iki haftalık sürede iş üretemeyeceği için davet aldığı hâlde önerisini geri çeken tek bir sanatçı bile var mı? Bu bienal kim için, diye soran Murat Alat tam olarak kim için hayıflanıyor? Haksızlık etmek istemediği geçmiş iyi sergiler için mi? Kötü bir sergi görmenin izleyicide bırakabileceği kekremsi tat ile sanatçının o işi üretmek için girdiği misafir programının süresi arasındaki bağlantıyı olsa olsa sanat ekosistemi içinden değer temelli bir okumayla anlamaya çalışmalıyız. Küratör Erőss István'ın bienaldeki işleri ortak bir temele oturtan bir metin yazmamasını (ki mühim bir eksikliktir) “gönül indirmemek” olarak değerlendiren Alat'ın üslubuna bakılırsa şehirde çekilen büyük sıkıntıları anlamaya aslen kendisi gönül indirmemiş belki de. Mustafa Duymaz, Adıyaman Çağdaş Sanatlar Müzesi Şehrin toplu taşıma sorununu göz önünde bulundurarak bienalin topluluk odaklı ve angaje bir politika izlemesini bekleriz. Sergiyi bir iki gün içinde gezmek üzere yola koyulanlar için zorlu bir parkur sunan programda belirli sıklıkta servis araçlarının ve turların bulunmaması ciddi bir noksan. Ne ki Kahta Kalesi'ne gezmeye gelenlerin tesadüfen işlerle karşılaşıp onlarla etkileşime geçtiğini de gördük. Bienalden neden haberdar olmadıkları muhakkak ele alınması gereken önemli bir mesele. Öte yandan karşılaştıkları işlerle rahatlıkla iştigal edebildiklerinin hakkını vermek isterim; bu da herhalde işlerin “cazibesine” dair asgari bir şey söyler. Yarası kanayan bir şehri romantize etmekten kaçınarak, keza ona zorunlu bir iyileşme misyonu da yüklemeden yumuşak bir sanat yörüngesi nasıl sağlanabilir? Bienalleşme eğilimi bir vaka olarak karşımızdayken, şehirler-aşırı kültür sanat etkinlikleri söz konusu olduğunda gerek düzenleyenler gerekse ziyaret edenler için yatay metodoloji tartışmalarına ihtiyaç duyuyoruz. Bizi turist estetiğinden çıkaran ve turizm etiğinden koparan yaratıcı unsurlar neler olabilir, bunu şehir çalışmaları bağlamında irdelemeliyiz. Söz gelimi, basın toplantısında Alat’ın dile getirdiği “Bende soru bitmez/Bu soruyu İstanbul'da da sorardım,” gibi ifadeler kulağa gerçekçi gelmemekle birlikte, aradaki açık hiyerarşiyi ve eşitsizliği başkası pahasına ve kendi lehine yok sayma çabası şeklinde bile okunabilir. İstanbul'da deprem olmadı, buna rağmen İstanbul Bienali yönetsel sorunların ateşlediği değer krizleri yüzünden ertelenmiş bulundu. İstanbul için de sorabileceğimizi iddia ettiğimiz soruların ne kadarını "zorla değil mecburen" kendimize saklıyoruz, fakat yeri gelip ne kadarını Adıyaman’da kolayca dudak bükerek soruyoruz, eğri oturup doğru konuşalım. Her şeye rağmen yapılan 2. Kommagene Bienali bu sene gerçekleşmeyebilirdi, sanıyorum birkaç kişi hariç kimse akıbetini sormazdı. Alat’ın ne bienal ekibini ne küratörü ne de sanatçıları gücendirme niyeti taşıdığını sanmam. Tanıştığımız hâlde kendisine şunu mu kastettin diye sormadım, yazısı yeterince sarih. Ayrıca böyle bir yazının geleceğinden haberdardık; Alat gün içinde lisan-ı hâl ile de, doğrudan lisan ile de bir “haşlama yazısı” yazacağını aklımıza kazımış oldu. Adıyamanlı başka bir grupla dolaştığım açılış günü boyunca yer yer aralarına katıldığım kafile içinde rahatlıkla işitebileceğimiz bir sesle memnuniyetsizlik belirtmek, prodüksiyona harcanan parayı konu ederek işleri açıkça hor görmek eleştirmenlik kimliğinden ziyade kişinin kendisiyle ilgili olsa gerek. Dicle Akça Gonca, Amulet Sadece basın davetlisi olmanın eleştirel akla düşürebileceği potansiyel gölgeyi değil, aynı zamanda şehir içi ve şehirler-aşırı sergi gezme etiğini de yeniden değerlendirmeye, böylece kimlik, miras, sömürgecilik gibi temaları daha derinden kavramaya ihtiyaç duyuyoruz. Üslup arayışı bakımından not düşeyim; bazen bir sergi basbayağı kötüdür ve ona kötü demek borçtur. Nitekim bir bienalin iyi olması Alat'ın isabetlice belirttiği gibi küratoryal ve direktoryal çerçeveyle sunulması beklenen bütünlüğe karından bağlı. Buna karşın Türkiye'de sadece eleştirmenden değil aynı zamanda izleyiciden de samimiyet, fedakarlık ve özveri beklemeyen hiçbir sanat seyahatine çıktığımı hatırlamıyorum (bir ölçüt olacaksa, ultra hızlı programlara tabi tutulan basın kontenjanından nadiren yararlandığımı, neredeyse her zaman kendi imkânlarımla seyahat ettiğimi belirteyim). Yazardan umulan anlamlandırma çabası planlama sürecine verilen emekle yarışır hâle bile gelebiliyor; güzelleme denebilecek niteliksiz yazılar da herhalde bu beklentiye hizmet ediyor. Ancak Alat'ınki gibi kimilerince karalama olarak algılanabilen yazıların da pekala benzer bir kolaycılıkla sakatlanabildiğini unutmayalım. Hepimiz biliyoruz ki bu yazı birkaç isim değiştirilerek yayımlansa herhangi bir bienal için rahatlıkla geçerlilik taşıyabilir; bir ölçüde çok haklı olup evrensel konulara değindiğinden, bir ölçüde ise karikatürizasyon içerdiğinden. Bu seneki Mardin Bienali esnasında (bambaşka bir bağlamda ve gerekçelerle) şehre başka yerlerden gelerek katılan veya orada yaşayıp paralel işlerle varlık gösteren bağımsız sanatçılara fikirleri sorulmadan (onlar adına ve kim için) belirli düşünceler giydirilmeye çalışıldığına şahit olmuştuk. Bu iki bienalin yarattığı tartışmaları ortak bir düzleme oturtarak benzeştirmeye zorlamak bu yazının maksadını aşar ancak bir noktaya değinmek istiyorum. Mayıs Haziran aylarında yaşanan fikri çekişmelerde, araçsallaştırıldıkları kanaati taşıyan birkaç sanatçı "Bizim adımıza konuşmayın" minvalinde paylaşımlarda bulunmuştu Instagram’da. Şimdi de yine gördüğüm kadarıyla (ilkin ve en çok) katılımcı sanatçıların huzuru kaçıyor; özellikle yazının kapak fotoğrafında işine yer verilen Rukiye Peyzo yazarın kaza olarak nitelediği bienali temsil edercesine, işinin künye verilmeden paylaşılmasına sitem etti. Yapılan yorumlardan okuduğum ve diyaloğa girdiğim kadarıyla, sanatçılar karşılarında hangi çıtayı yakalamaları gerektiğini kendilerine belletmeye çalışan çatık kaşlı bir öğretmen var gibi hissetmiş. Birtakım değerlere ve süreçlere işaret ederken üslup sorununa takılan kurumsal eleştiri sanıyorum yine en kırılgan ve yapısallık zırhından en mahrum olanları, yani sanatçıları vuruyor. (Gerçi bu durum Türkiye gerçeklerinden kaynaklı. Alat’a veya herhangi bir eleştirmene fatura edilemez.) Sözlerimin sonuna gelirken, ben bu yazıda kendi hararetine fazla kapılmış, yer yer idealizmi-hangi dünyada yaşadığımızı sorgulatan hiper-entelektüel bir tutum içermenin ötesinde bir fenalık görmedim; hatta söz konusu etkinliğe has olmayıp her zaman giderilmesi gereken önemli eksiklik ve yetersizliklere değinildiği de malum. Ancak bu yazı iyileşmek temasıyla bienal yapılan, yarası zonklayan bir şehir özelinde kimilerince sözlü bir şiddet eylemi kimilerince ise bir sabotaj girişimi gibi algılandı, yazara yarayı kanırtmaya yönelik bir art niyet atfedildi. Eleştirinin hizmetine her daim inanıp güvenen soğukkanlı bir tavırla bakınca, okurun zihninde oluşmuş olabilecek bir yanlışı düzeltme sorumluluğu duydum. Kalem kılıçtan keskin olsa da baş kesmez, inancım o ki korkulanın aksine Kommagene Bienali’nin de başı gitmeyecektir.
Bir sanat kazası: II. Kommagene Bienali
İyileşmek temasıyla bu yıl ikinci kez düzenlenen Kommagene Bienali, kapılarını 24 Ağustos’ta açtı. Küratörlüğünü Prof. István Erőss 'ın üstlendiği bienalde 20 farklı ülkeden 53 sanatçının yapıtları yer alıyor. Peki, Bienal neyi anlatmak ve kimi iyileştirmek istiyor, anlamaya çalıştık II. Kommagene Bienali'nden görüntü Ağustos ayının sonlarına doğru II. Kommagene Bienali’nin açılışına katılmak için davet aldım. Basın gezilerine gitmek bir sanat yazarı olarak işimin asli bir parçası ama açıkçası bir süredir sergi görmek için basın ekiplerinin parçası olarak şehir dışına çıkarılmayı, göreceğim ve hakkında yazmakla mükellef olduğum sergilerin vasat çıkma ihtimali nedeniyle pek sevmiyorum. Üstüne üstlük bu ihtimal hayli yüksek zira uzunca bir zamandır sanat dünyasında dolanarak şu fikre ulaştım ki Türkiye’deki sanat etkinliklerinin gözardı edilemeyecek bir kısmı vasat ve ben bir yazar olarak bu olamamış sergileri eleştirmek ve dolayısıyla duyurmak amacıyla davet edilip pamuklara sarılarak misafir edildiğimde işimi etik bir şekilde icra etmekte zorlanıyorum. Bu kişisel dertten daha önemlisi, bilhassa İstanbul dışında, binbir zorlukla ve çoğunlukla iyi niyetlerle gerçekleştirildiğini varsaydığım ve de oldukça kıymetli olduğunu düşündüğüm etkinlikler hakkında olumsuz yazı yazmanın bu etkinliklerin yoluna taş koyacağına dair kaygım elimi kolumu bağlıyor. Yine de Kommagene Bienali’nin birinci edisyonuna dair okuduğum, duyduğum olumlu yorumlar ve 2022’de gerçekleşen sergiden gördüğüm etkileyici görseller beni bu ikincisi için epey heyecanlandırdı; bir de ne yalan söyleyeyim Nemrut Dağı’nda güneşin doğuşunu izlemek fikri çok cazipti. Ama ne yazık ki hevesle iştigal etmeyi kabul ettiğim bu iki günlük kısa seyahat benim için tahammülfersa bir deneyime dönüştü. Umarım gördüklerimi layıkıyla aktarıp eleştirimi yapıcılığa izin verecek bir dozda tutabilirim. II. Kommagene Bienali'nden görüntü Şahit olduklarımı bir cümlede özetlemem gerekirse Kommagene Bienali olarak tanıtılan etkinlik, dünya hakkındaki şahsi ve -ne yazık ki- çiğ olmaktan kurtulamamış basmakalıp kanaatlerin zayıf illüstrasyonları olmanın ötesine geçememiş; gerek kurgularıyla gerek de uygulamalarıyla en ufak bir duygulanım yaratmaya muktedir olmayan “şeylerin” Adıyaman’ın kıymetli coğrafyasına lakayıtça serpiştirilmesinden ibaret esef verici, adına sergi demenin bile gördüğüm sergilerin önemli bir kısmına ihanet olacağı aciz bir çabadan ibaretti. (Bu ifadem kimilerine biraz ağır gelebilir.) Sanata duyduğum saygı beni onun istismar edildiğine kani olduğum durumlara sert bir tepki göstermeye itiyor. Kaldı ki ben Kommagene Bienali’nde sadece sanatın ve sanatçıların değil aynı zamanda Adıyaman’ın da, kasti olmasa bile, istismara açık kılındığını düşünüyorum. Şimdi izin verin, neden böyle bir kanaate kapıldığımı elimden geldiğince izah etmeye çalışayım. II. Kommagene Bienali'nden görüntü Aslında bienalin yapısı gayet masum gözüken bir çerçeve üzerine kurulmuş. Geçen bienalin sanatçılarından Prof. István Erőss bu sene küratör seçilmiş. Ardından sanat çevrelerinden az ya da çok bildiğimiz sanatçıların hazır işlerine yönelinmektense bir uluslararası komite oluşturulmuş ve açık çağrıya gidilmiş. Sayısını bir türlü tam olarak öğrenemediğim, bienalin web sitesinde 198 olarak geçen, basın toplantısında Erőss’un 200 olarak dillendirdiği, bienalin direktörü Nihat Özdal’ın basına servis edilen açılış konuşmasında ise sayısının 400 olduğunu söylediği başvurudan, hesaplayabildiğim kadarıyla 41 proje seçilmiş ve bu projelerin sahibi 53 sanatçı sergi açılışından 15 gün önce “dünyanın en büyük misafirlik programı” kapsamında Adıyaman’a gelip bölgeden zanaatkârlarla işlerini üretmişler. Açık çağrı, misafirlik programı ve zanaatkârlarla iş birliği içinde yeni üretim fikri kâğıt üzerinde demokratik, fark yaratmaya kadir ve değer üretebilecek bir sistem gibi gözükse de ortaya çıkan sonuca bakınca aşikâr ki evdeki hesap çarşıya uymamış ve birkaç satır önce belirttiğim gibi özgün duygulanımlar yaratmayı beceremeyen, konumlandıkları mekânla iletişim kurmaktan fersah fersah uzak, sık sık kendini tekrar eden özensiz çalışmalardan ibaret basiretsiz bir “sergi” ortaya çıkmış. Elbette başvuruya gelen projeler kötüyse elden ne gelir denebilir ama itiraf etmek gerek ki ilkiyle gayet iyi bir etki yaratan, hatta servis edilen basın bülteninden alıntılarsam; “Türkiye’nin en önemli çağdaş sanat etkinliklerinden biri haline gelen” bir etkinliğin ikinci edisyonuna açık çağrı olduğu halde dünya çapında sadece 200 ila 400 arası başvuru yapılmış olması üzerine düşünülmesi gereken bir durum. Açık çağrıya çıkılan benzer etkinliklerde bu sayı dört, beş mislini kolaylıkla buluyor. Ayrıca kendini “dünyanın en büyük sanatçı misafir programı” olarak da lanse eden bir projenin sanatçılardan 15 günlük bir süreçte, bir misafir programına uygun olarak bölgeyi deneyimlemelerini ve projelerini bu kısıtlı zamanda uygulamaya koymalarını beklemenin pek de gerçekçi olmadığını not düşmem gerek. Özellikle de bienalin sık sık dillendirilen ve bizim de misafirler olarak tanık olduğumuz kısıtlı olanakları göz önünde bulundurulduğunda bu 15 gün, bırakın projeleri geliştirmeyi, hazır fikirleri uygulamayı bile dara sokacak bir takvime ancak izin verir. Kısacası bu bienalin bir misafirlik programı üzerine kurulduğu tezi ancak bir iletişim teranesi olabilir. II. Kommagene Bienali'nden görüntü Böyle bir sürecin sonunda ortaya çıkan serginin sorumluluğunu sanatçılara ve sanat eserlerine yıkmak kolaya kaçmak olur, bu yüzden burada sanatçılara ve sanat eserlerine tek tek değinmeyeceğim. Derdim aslen sanatçılarla değil hatta belki söz konusu eserlerden bazılarını başka koşullarda görseydim arzuladığım duygulanımı da yaşayabilirdim ama söz konusu “bienalde” sanat ve sanatçılar en geri plandaydı. Bienal ekibi ve küratör projelerini kendilerine teslim eden bu insanların emanetlerine açıkça pek iyi davranmamışlar. Prof. István Erős’ın bir kavramsal metin yazmaya gönül indirmemiş olduğu serginin çerçevesini çizen tek unsur olan “iyileşmek” başlığı her ne kadar depremi, yıkımı ve kayıpları düşündükçe mânîdar gibi gelse de günün sonunda hikmeti kendinden menkul “sanatın iyileştirici gücü” klişesinin ötesine geçememesiyle bienalin baştan savma olan küratöryel yaklaşımının ilk ipucunu veriyor. Metin yazmamak küratöryel bir tavır olarak kabul edilebilir elbette ama basın toplantısında bir yayının temsilcisinin serginin başlığı hakkında talep ettiği açıklamayı geçiştirmesi küratörün entelektüel emeğinin ne kadarını bu sergiye vakfettiğinin bariz bir göstergesi olabilir. Eserleri bir araya toplayacak en basit araç olan kavramsal çerçeve metnini yazmamış olan küratörün gerek projelerin geliştirilmesinde gerek üretimde gerek de mekânların düzenlenmesinde pek çaba sarf etmemişe benziyor olması ise bence “serginin” başat sorunu. Kendisinden öğrendiğimiz kadarıyla sanatçılarla ancak sergi kurulumundan on beş gün önce Adıyaman’a geldiklerinde tanışan üstelik sanatçıların bir kısmıyla sadece birkaç gün önce çalışabildiğini söyleyen bir küratörün asli görevlerini ifa ettiği söylenemez: Mekâna özgü yeni üretimlerden oluşan bir sergide küratörün bir yandan işleri birbirine ve mekânlara bağlayarak kavramsal çerçevenin bütünlüğünü kurmaya çalışması, öte yandan sanatçılara ebelik yaparak onların fikirlerinin sergiye en uygun şekilde kuvveden fiile çıkmasını sağlaması gerektiğini düşünüyorum. Küratör kendi rolünü oynamaktan sakınınca sergi ham fikirlerin banal uygulamarından ibaret bir derleme olmanın ötesine geçemiyor. II. Kommagene Bienali'nden görüntü Tabii küratörü tek sorumlu olarak ilan etmemek gerek, bienalin arkasındaki ekibin de küratör tercihinden ve çalışma biçimini belirlemesinden gelen büyük bir sorumluluğu olduğunu unutmamalı. Bienalin gerçekleştirilmesinde gösterdikleri özensizlik şartların zorluğundan, kaynak eksikliğinden dem vurularak açıklanamaz. Bienal ekibininin Adıyaman’ın şüphesiz her hali büyüleyici mekânlarıyla “sergiyi” bir araya getirirken yapılması gereken en temel şeyleri yapmış olmayıp eserleri bu etkili coğrafyanın içinde adeta öksüz bırakmaları da affedilemez. Karşılaştığım manzarayı kısaca anlatmam gerekirse; sanat eserleri Adıyaman'ın engin ve kadim topraklarının ortasında birbirinden arabayla en az otuz, kırk dakika uzaklıktaki Nemrut Dağı, Kahta Kalesi, Cendere Köprüsü gibi tarihi mekânlara kendi başlarının çaresine baksınlar diye öylece terk edilmiş. İzleyicinin yolu bu mekânlara düşebilirse karşısında ne orada Kommagene Bienali adında bir etkinliğin vuku bulduğunu imleyen bir tabela, ne bienal hakkında bilgi içeren bir broşür ne de o eserlerin hangi akla hizmet o mekânda olduklarını açıklayan bir iki satır yazı bulması mümkün. Sergi mekânlarında bienal hakkında detaylı bilgi alınabilecek bir yerin, bir bankonun olmadığını söylemiştim zaten. Muhtemel izleyicinin bulup bulabileceği “sanat eserleri” ve yanlarına eğreti bir biçimde iliştirilmiş tabelalarda, sanatçıların kendilerini ve eserlerini anlatmaya çalıştıkları öznel ve her biri diğerinden farklı üsluptaki metinleri var. Bu metinleri yine bienal ekibinden bir editörün, küratörün desteğiyle hazırlamış olması gerekirken, sanatçılar muhtemelen proje başvurularında kullandıkları cümleleri buraya kopyalamışlar gibi. Bu durumda muhtemel ziyaretçimiz şayet sanatla alakadar olan azınlıktansa şahit olduğu şeyin nadiren gerçekleşen bir güncel sanat olayı olduğunu bir ihtimal fark edebilir ve yine bir ihtimal sanat eserleriyle kendi meşrebine göre bir bağ kurabilir. Yoksa görüp görebileceği binlerce yıllık haşmetli kalıntıların yanında anlamlandırılması namümkün demir parçaları, soba boruları, taşlar, kumaşlar… II. Kommagene Bienali'nden görüntü Bu noktada Kommagene Bienali’nin bir diğer büyük sorununa geliyoruz. Bu bienalin muhatabı kim? Nemrut Dağı’ndaki dillere destan tanrı heykellerini görmeye geleceği düşünülen turistler mi? Şayet böyleyse dediğim gibi ne Nemrut’ta ne de başka mekânlarda turistleri karşılayan, bilgilendiren herhangi bir yönlendirme mevcut. Söz konusu turistlerin Adıyaman’ın kültürel ve doğal güzelliklerinin arasında bir hayli cılız kalan bu sergiyi görmezden gelmesi kuvvetle muhtemel. Yok bu etkinliği açılış sürecinde İstanbul’dan getirilen, benim de aralarında bulunduğum, bir avuç şanslı sanat camiası mensubu için yapıyoruz deniyorsa bu fikrin bizzat kendisi abuk değil mi? Kommagene Bienali öncelikli olarak Adıyaman halkı içindir de denebilir ve ilk bakışta bu çok yerinde bir iddia olabilir ama fiilliyata bu serginin muhtemel ziyaretçileri arasında Adıyaman halkının olmadığı kesin. İşin aslı Adıyaman halkı şehirde bir sergi olduğundan haberdar mı, ondan bile emin değilim. Umarım şehrin billboard ’larına afişler asılmıştır ya da asılacaktır veya başka iletişim araçları işe koşulacaktır ama broşürler, kitapçıklar, tabelalar gibi izleyicilerle sergilerin arabuluculuğunu yapan unsurların yokluğunda bienalin güncel olmayan web sayfasındaki az sayıdaki eski bilginin de sadece İngilizce olduğunu da söylemem gerek. Şayet bir Adıyamanlı olarak şehirde böyle bir etkinlik olduğunu hasbel kader öğrenip sergileri ziyaret etmeyi kafanıza koysanız bile toplu taşımanın zayıf olduğu söylenen bölgede bienal mekânlarına şahsi bir araba kullanmadan ulaşmanın mümkün olmayışı sizi bu hayalinizden caydırabilir. Hatta Atatürk Baraj Gölü’nün ortasında kalan adalara yerleştirilmiş eserlere arabanız olsa da ulaşamayabilirsiniz, size bir tekne lazım. Kommagene Bienali’nin sergiyi görmek bir yana sergiden haberi bile olması mucizeye bağlı Adıyamanlıları nasıl iyileştireceğini anlayabilmek epey zor. II. Kommagene Bienali'nden görüntü Bu ziyadesiyle uzayan ve safi olumsuzluklardan bahseden yazı biterken elbette hiç mi iyi bir şey yoktu Adıyaman’da diye sorabilirsiniz. Böylesi büyük bir sergi organizasyonu için gereken iş gücünü bir araya getirmek, toplumun farklı kesimlerinden paydaşları duygusal olarak bu projeye bağlamak ve bunu özellikle Adıyaman gibi depremle öldüresiye yaralanmış, travmatize edilmiş bir yerde yapmak şüphesiz çok önemli. Lâkin bu bir araya gelen gücü yönetememek, onca emeği ve maddi, manevi kaynağı ziyan etmek de en hafif tabirle ayıp, hem Adıyaman’a hem de bu projeye inanıp dâhil olan insanlara karşı. Ben Kommagene Bienali projesinin kıymetine derinden inanan bir insan olarak ilk edisyonda yaratılan heyecanın bu ikincisinde katmerlenmesini arzu ederdim. Buna hem Adıyaman hem de Türkiye muhtaç. Umarım eleştirilerim bu uğurda bir nebze faydalı olabilir.
Asya sanatını sergilemek
Naz Cuguoğlu Gwangju Bienali'ndeki ilk Amerikan Pavyonu'nun eş küratörlüğünü üstleniyor. Ritmik Titreşimler isimli sergi, 30 Ağustos- 1 Aralık 2024 tarihleri arasında 18 Mayıs Anıt Kültür Merkezi'nde gerçekleşiyor Naz Cuguoğlu . Fotoğraf: Eric Martinez Küratörlüğü San Francisco Asya Sanat Müzesi'nin çağdaş sanat bölümü (Abby Chen ve Naz Cuguoğlu) tarafından üstenilen Ritmik Titreşimler isimli payvon, Asya sanatını sergilemenin ve içinde bulunduğumuz dönemde, ABD'de Asya Sanat Müzesi olmanın ne anlama geldiğini sorguluyor. Sergideki bu pavyonla Asya Sanat Müzesi tarihte ilk kez küresel anlamda önemli bir platformda ABD'yi temsil etmeye davet ediliyor. İki göçmen küratör tarafından düzenlenen Ritmik Titreşimler , Asya Sanat Müzesi'nin çağdaş sanat koleksiyonundan sanatçıların yanı sıra Körfez Bölgesi'nde (Sahar Khoury, Trinh T. Minh-ha, Younhee Chung Paik, Gazelle Samizay ve TT Takemoto), Körfez Bölgesi'nin ötesinde (Labkhand Olfatmanesh ve Hayal Pozantı) ve ABD'nin ötesinde (Chang Li-Ren, HORSE ve Yujun Wang, Jane Jin Kaisen ve Lo Lai Lai Natalie) çalışmalarını sürdüren sanatçıları içeriyor. 18 Mayıs Anıt Kültür Merkezi'nde gerçekleşecek sergi, Asya Sanat Müzesi'nde ve Matsu Bienali'nde yeniden sahnelenmek üzere ABD'ye geri dönecek. Küratörler, eser seyahat ederken, ortaya koydukları derin soruları yanıtlamaya daha da yaklaşmayı hedefliyor. Sergi kapsamında Asya Sanat Müzesi'nin Amerika'yı Asya'da temsil etmesinin ne anlama geldiği konusunda düşünmeye davet eden toplantılar düzenlenecek. 15. Gwangju Bienali & 2024 Gwangju Bienali Pavyonu 15. Gwangju Bienali kapsamında sergilenecek 2024 Gwangju Bienali Pavyonu, 32 ülke, şehir ve sanat organizasyonundan yaklaşık 180 sanatçı ve sanatçı ekibinin yer aldığı çağdaş sanat sergilerine ev sahipliği yapacak. Pavyon, Gwangju'daki sanat müzelerinde, galerilerde, kültürel kurumlarda, 18 Mayıs Arşivleri ve 18 Mayıs Anıt Kültür Merkezi gibi Gwangju'nun tarihiyle ilişkili m ek â nla rda yer alacak. 2018'de üç katılımcı kuruluşla başlayan organizasyon, 2023'te dokuz, 2024'te 32 katılımcıya ulaştı. Katılımcı ülkeler arasında Arjantin, Avusturya, Kanada, Çin, Danimarka, Finlandiya, Almanya, Endonezya, İtalya, Japonya, Malezya, Myanmar, Hollanda, Yeni Zelanda, Peru, Filipinler, Polonya, Katar, Singapur, İspanya, İsveç, Tayland ve Vietnam yer alıyor. Bu yılki Gwangju Bienali Pavyonu, kurumlar, kolektifler ve bireyler de dahil olmak üzere çeşitli yaratıcı varlıkların bilgi ve kaynakları paylaşmak ve canlı iletişimi teşvik etmek için bir araya geldiği bir platform görevi görüyor. Bu devam eden iş birlikleri, sınırları aşarak çeşitli katılımcıların bir topluluk oluşturma ve geleceği birlikte şekillendirme potansiyelini gösteriyor. Etkinliğin Gwangju genelinde esnek ve yakın alışverişlere olanak tanıması ve bu ilişkilerin kalıcı, sürdürülebilir ortaklıklara dönüşmesine ve gelişmesine yol açması bekleniyor. 15. Gwangju Bienali hakkındaki tüm bilgiler için; https://www.gwangjubiennale.org/en/index.do Gwangju Bienali Amerika Pavyonu hakkındaki detaylı bilgiler için; https://www.gwangjubiennale.org/en/exhibition/biennale/pavilion.do
Skulptur Projekte'de yönetim değişikliği
Ivet Ćurlin, Nataša Ilić ve Sabina Sabolović tarafından kurulan Hırvatistan merkezli kolektif What, How & for Whom (WHW), Skulptur Projekte Münster'in 2027 yazında gerçekleşecek beşinci etkinliklerinin sanat yönetmeni oldu Soldan sağa: Ivet Ćurlin, Nataša Ilić, Sabina Sabolović. Fotoğraf: Hanna Neander. WHW kurucu üyeleri Ivet Ćurlin, Nataša Ilić ve Sabina Sabolović, Skulptur Projekte Münster'e liderlik edecek ilk kadınlar olacak. Ćurlin, Ilić ve Sabolović'den önce Skulptur Projekte Münster'in sanat yönetmeni, aynı zamanda kurumun kurucu ortağı olan ve geçtiğimiz günlerde vefat eden Kasper König'di. “ Daha önce (Skulptur Projekte'de) görülmemiş yeni sanatsal öneriler ve düşünme biçimleri getirmeyi amaçlıyoruz. Sanatçılarla yaptığımız çalışmalar aracılığıyla günümüzün toplumsal ve politik gerginliklerini ele almak istiyoruz. Feminizm ve kolektivizm uygulamalarının yanı sıra kamusal sanatla ilgili önceden gerçekleşmiş birçok deneyi de geliştirmeye çalışacağız. Günümüzde kamusal alandaki sanat, demokrasinin, ekolojinin ve ortak yaşamın kırılganlığına anlamlı bir şekilde nasıl değinebilir? Karşılıklı saygıyı ve özgürlüğü güçlendirebilir mi? Skulptur Projekte'nin başlangıcından beri sahip olduğu pedagojik iddiayı nasıl yeniden formüle edebiliriz? Bunlar önümüzdeki üç yıl boyunca küratörlük yolculuğumuzu karakterize edecek sorulardır . ” Ivet Ćurlin, Nataša Ilić ve Sabina Sabolović
2009 yılında İnsan Neyle Yaşar? başlığıyla gerçekleşen 11. İstanbul Bienali'nin küratörlüğünü de üstlenen WHW, 1999 yılında Hırvatistan'ın Zagreb kentinde kuruldu. Kolektif, adını 2000 yılında gerçekleşen ve Komünist Manifesto'nun 152. yıldönümüne adanan ilk projesinden alıyor. Üçlü, isimlerinde bulunan sorularla ilgileniyor ve sanatın toplumun yapılandırılması ve deneyimlenmesi üzerindeki etkisini keşfetmeyi amaçlıyor. WHW, 2003'ten 2023'e kadar Zagreb'in belediyeye ait Galeri Nova isimli sanat kurumunu yönetti ve 2018'de yeni sanatçıları desteklemeyi amaçlayan bağımsız bir uluslararası çalışma programı olan WHW Akademija'yı kurdu. Ćurlin, Ilić ve Sabolović, 2019'dan 2024'e kadar Viyana'daki Kunsthalle Wien'in sanat yönetmenleri olarak görev yaptı; şehir yönetiminin üçlünün rolleri için yaptığı açık çağrının ardından görevden alındılar. Skulptur Projekte arşivi için; https://www.skulptur-projekte-archiv.de/
Cesur yaklaşımlarıyla Frieze Sculpture
Fatoş Üstek'in küratörlüğündeki Frieze Sculpture, 18 Eylül - 27 Ekim 2024 tarihleri arasında Londra'daki Regent's Park'ta gerçekleşiyor Nika Neelova, Lazarus Taxon II , 2023. Noire Gallery'nin izniyle. Fotoğraf: Luisa Porta Kamusal sanat girişimi Frieze Sculpture, 9 - 13 Ekim tarihleri arasında The Regent's Park'ta Frieze London ve Frieze Masters ile eş zamanlı olarak gerçekleşiyor. Fatoş Üstek'in küratörlüğündeki Frieze Sculpture 2024, 12. edisyonunda beş kıtadan 22 sanatçının işlerini bir araya getiriyor. Eserler parkın tarihi İngiliz Bahçeleri boyunca sergileniyor. “ Bu yılki Frieze Sculpture, cesur ve deneysel sanat yaklaşımları sunuyor. Ayrıca eğlenceli karşılaşmalar, sosyal ve çevresel olarak bilinçli temalar ve kamusal heykel kavramını genişleten kavramsal ve ruhsal uygulamalar için bir alan açıyor. Londra kuruluşları genelindeki kamusal programlar ve iş birlikleriyle, Frieze Sculpture'ın 2024 edisyonu her zamankinden daha fazlasını sunu yor. ” Frieze Sculpture küratörü Fatoş Üstek Üstek'in 2023'teki ilk edisyonunun üzerine inşa edilen bu yılki program, heykel kavramını genişletilmiş bir şekilde ele alıyor ve sunduğu 18 yeni eserle ses, ışık, performans, resim, video ve artırılmış gerçeklikle etkileşim kurarak bu alanın olanaklarını araştıran sanatçıları öne çıkarıyor. Katılan sanatçılar ve işleri Solda: İnci Eviner, Materials of Mind Theatre , 2024. Seramik ve metal standlar. Dirimart'ın izniyle Sağda: Leonora Carrington, The Dancer ( El Bailarín ), 2011. rossogranada'nın izniyle TJ Boulting tarafından temsil edilen Juliana Cerqueira Leite , Shovel , 2024; Button , 2024 ve Sand , 2024 Jessica Silverman, Stephen Friedman Gallery and Karma tarafından temsil edilen Woody De Othello , seeing both sides , 2024 SPECTA tarafından temsil edilen Frances Goodman , Pillar IV and Pillar V , 2024 Dirimart tarafından temsil edilen İnci Eviner , Materials of Mind Theatre , 2024 Gazelli Art House tarafından temsil edilen Libby Heaney , Ent- (non-earthly delights) , 2024 Pi Artworks tarafından temsil edilen Albano Hernández , The Shadow , 2024 NOIRE GALLERY tarafından temsil edilen Nika Neelova , Crude Hints , 2024 Galerie Max Hetzler and Skarstedt tarafından temsil edilen Hans Josephsohn , Untitled , 2005 Galeria Vera Cortês tarafından temsil edilen Céline Condorelli , Untitled (to Rosa Luxemburg) , 2024 and After Work , 2022 Lawrie Shabibi tarafından temsil edilen Mohamed Ahmed Ibrahim , The Ghaf Tree , 2024 and The Form , 2024 White Cube tarafından temsil edilen Theaster Gates , The Duet , 2023 Sylvia Kouvali tarafından temsil edilen Anna Boghiguian , Sea & Earth , 2024 Southern Guild tarafından temsil edilen Zanele Muholi , Bambatha I , 2023 Southern Guild tarafından temsil edilen Zizipho Poswa , Lobi , 2024 rossogranada tarafından temsil edilen Leonora Carrington , The Dancer (El Bailarín) , 2011 and La Inventora del Atole , 2011 Project 88 tarafından temsil edilen Ashwini Bhat , What Will It Take / For Us To Awake? , 2024 Pace Gallery tarafından temsil edilen Yoshitomo Nara Ennui Head , 2020 Page Gallery tarafından temsil edilen Nathan Coley , I Don't Have Another Land , 2022 Cooke Latham Gallery tarafından temsil edilen Fani Parali , AONYX and DREPAN , 2020 2112 tarafından temsil edilen Kirstine Roepstorff , LIGHTNING ROD , 2024 VETA by Fer Francés tarafından temsil edilen Theresa Chromati , steadfast, step into me (allow silence to create the sounds you desire most) , 2022 NILS STÆRK tarafından temsil edilen FOS , FREEZE , 2024 Frieze Sculpture 2024 hakkında detaylı bilgi için; https://www.frieze.com/article/frieze-sculpture-2024 Frieze'i takip etmek için; https://www.instagram.com/ https://www.facebook.com/ https://x.com/