M. Wenda Koyuncu’nun on beş günde bir yayınlanacak serisi Uzak Köşe, ana akım bakışın kadrajından kaçan, kritiğin klişe protokollerine giremeyen varoluş kiplerini merceğe aldığı kişisel değerlendirmelerini barındıracak. Bir futbol terimi olan “uzak köşe”, görüş açısını zorlayan ama beceri ve cesaretin enerjisini üstünde toplayan bir uzamın da adı. Serinin ilk konuğu Erdem Çolak
Yazı: M. Wenda Koyuncu
Erdem Çolak, Untitled, Soya sosu, nar ekşisi, sulu boya ve akrilik, 140x100 cm, 2024
Bedeni sanat tarihinden çekip çıkardığımızda muhtemelen bildiğimiz sanat tarihinden artık bahsedemez olacağız. Hatta sanat tarihinin beden olması gibi cüret isteyen bir belirleme yapmak bile mümkün. Altamiralar'dan, Lascauxlar'dan, Willendorf Venüsü’ne, oradan antikiteye, oradan da İsa’ya, Meryem’e, İkonoklastlara, Rönesanslara, Modernlere ve Abromoviçlere varan silsilenin hepsi bedenin tarihini yazdırır bize şekilde. Sanat tarihçi biraz da beden tarihçisidir gibi alengirli sözler etmemin sebebi konuyu biraz Ankara’ya biraz da Erdem Çolak’a getirmek istememdendir.
Ankara modern bir projedir. Ankara bir organ kentidir. Ankara bir bozkır kentidir. Bozkırın bedeni yoktur; bozkırın kütlesi, yığınları ve siluetleri vardır. Dişi de yoktur bozkırın, yani çıkıntısı, sığınağı… Ama sağanağı vardır, rüzgârı da. Çıplak bir bedenin kendidir bozkır. Ankara bu bedende bir organdır. Erdem Çolak da bu bedende çalışmakta, siluetler yaratmakta ve Artaud’un organsız bedenlerini akla getirmektedir. Bilinçle depolanmış organların bilinçten sökülüp atıldığı bedenlerini. Ankara, bedenlerin unutulduğu, organların hükmettiği bir kenttir. Organları işlevsiz kılınmış bu bedenler Erdem Çolak’ın bedenleri. Biraz da ortada bırakılmışlardır.
Erdem Çolak’ın insanları (veya bedenleri mi demeliyim?) yorgunlar. Genellikle genç bedenlerdir bunlar ama yorgun görünürler. Aşırı efor sarf etmenin, organları tekrar tekrar işlevlendirmenin, yaşamı performatif bir gösteri alanına dönüştürmenin, rekabetin ve hırsın kurban halleridir. Evet, bunlar kurban bedenlerdir aynı zamanda. Organlara kurban edilen bedenler. Çolak, bu bedenleri soyarak yorgunluğun organik hallerini göstermeye çalışıyor. Bir varoluşu kipi olarak yorgunluk kanıksanmış bir form olarak yaşamı ele geçirmiş görünüyor imgelerde. Figürler akla Byung-Chul Han’ın başyapıtı Yorgunluk Toplumu’ndaki modern özneleri getiriyor. Prometheus miti üzerinden kendi kendisiyle savaşan ve sürekli performans halinde olan modern öznenin kendini özgür zannedip gittikçe tutsaklaşan hallerini ciğerin tüketilmesi üzerinden gösteriyordu Han. Ciğer azaldıkça ağrı artmıyor, yorgunluk artıyordu.
Bu noktada Erdem Çolak’ın resimlerinde birkaç istisna dışında pek hareketli figüre rastlanmaz çünkü figürlerin hareket etmeye enerjileri kalmamıştır. Oysa bozkır biraz da hareket alanıdır. Geçip gitmelerin yeridir. Kaygan alanlardır bozkırlar. Bozkır, göçebe yurdudur veya yurtsuzluğudur. Çolak’ın figürleri genellikle gündelik yaşamın herhangi bir anında sıradan bir duruşun veya durumun tuhaf görünümleri içindedir. Çoğunlukla duran ve objektife bakan öznelerdir bunlar. Edimsel hiçbir fiil içinde gözükmemektedirler. Dirimselliğin, yaşamsal arzunun tüketildiği hallerdir, libidonun donduğu anlardır bunlar. İçinde bulundukları fiiller ya durum fiillerdir ya da oluş haline bırakılmışlıktır. (Buradaki oluş Deleuze’ün oluş kavramıyla karıştırılmasın. Deleuze’de oluş, devinen yaşamın formuna gelemez, indirgenemez yaşam dolu potansiyelliklerdir kısaca.) Bedenlerin yer yer kararmış, çürümüş, küflenmiş halleri bu oluş halinin tezahürlerdir. Sanatçının özellikle nar ekşisi gibi organik malzemeler kullanması renklerin parlaklığını, canlılığını örterken diğer yandan ironik bir şekilde ölü gibi görünen bedenlere organik bir müdahale ile yaşamı hatırlatır. Duran, yaslanan, uzanan, kıvrılan, bakan, eğilen, mastürbasyon yapan bedenlerdir bunlar. Pasif halde bırakılmış, dış dünyayla etkileşimi sınırlandırılmış çıplaklardır.
Erdem Çolak, Untitled, Tuval üzeri yağlı boya, 200x200 cm, 2024
Heiddeger, dasein’i mekânda ele almıştı, dünya içinde "varlık" ya da "burada olan" olarak. Yani bir varlık olarak dasein (insan) dünyayla ilişki kurabilecek tek varlıktı. Hem dünyayı dünya olarak kurabilecek hem de kendinin farkında bir varlık olarak insanı kurabilecek tek özneydi. Erdem Çolak’ın çıplak figürleri tam da Heiddeger’in varoluş kipinde dünyaya atılmış varlıklar gibi bu soruları sorabilecekken olayı tersine çevirip soruları geri alan bir tavırla sahne alır. Ontolojik yani varoluşsal olan meseleler askıya alınmış gibidir onda. Dasein olarak var olma yerine dasein’i yavaş yavaş silme, yok etme, dünyadan gölgesini kaldırma girişimi olarak görülebilir Çolak’ın tavrı. Organlar çalışmış ve bedeni yok etmişlerdir.
Belki burada Çolak’ın bir başka gözünü, siyasal teoriden gelen gözünü görmek de mümkündür. Çolak bir siyaset bilimcidir aynı zamanda. Beden üzerindeki teknolojinin kuramsal gölgesini sezdirir. Şöyle ki, uzamda tanımlı öznelerin realist tasvirleri yerine, toplumsal ve tarihsel bir özne olarak dasein’ı tasvirden uzaklaştırma eğilimi, sanatçının insana ve dünyaya dair kavramsal bakışını ele verir. Sanatçı şunu demeye getiriyor galiba: Bunlar zihinsel imgelerdir. Göze değil, zihne ve kavrama aitlerdir. Mimetik olandan gittikçe uzaklaşan tonlar, monokrom evrende kimi zaman kaybolmaya yüz tutmuş figürler, gölgelerini ve dünya içindeki ağırlıklarını yitirerek gölgesizleşmeye başlarlar ve mekâna tutunan varlıklar olmaktan çıkarlar. Bozkırda tutunmak imkansızdır çünkü. Kimi resimlerde de mekâna yayılmış perspektif bakışın güçlü figürü, başka bir karede silikleşen ve resmin iki boyutlu yüzeyine çekilen çizgisel bir varlığa dönüşür.
İnsan artık doğal değil kültürel bir varlık olarak tanımlanır oldu. Tek hücreden yaşlılığa, bedene her türlü müstehcenliğin sıradanlaştığı bir zaman içinde kültür, bir mezarlık olarak işlev görebilir ancak. Erdem’in insanları da bütünüyle kültürel varlıklardır. Çıplak ama klasik anlamda nü değillerdir. Arzu uyandıran, bakışı talep eden çıplaklar hiç değillerdir. Tam tersine bakışı tersine çeviren çıplaklığa sahip onlar. Kültürün bütün imlerini teker teker yolda bırakmak isteyen bedenler gibi... Bu kültürlenme hallerini Çolak’ın manzara veya doğal peyzajmış gibi görünen dış mekân resimlerde de görürüz. Uçsuz bucaksız ova manzarasında küçük, önemsiz bir ayrıntıda gözüken insan, bütün o manzarayı baştan aşağı biçimlendirmiştir. Doğa çoktan sürülmüş, ağaçlar sıraya dizilmiş, at ehlileşmiştir. Doğal manzara romantiklerin tersine kadastro memurlarının eline bırakılmış gibidir. Burada manzara çıplak değil giydirilmiştir. Toprağı temerküz etmenin güncel halleri kolonyal imgeleri akla getirmektedir burada. Başka dış mekânlarda da pasif ve tuhaf görünümlü özneler bir asfaltın, bir yolun veya kültürel bir göstergenin eşliğindedir daima.
Beden, bir keşif nesnesi; aynı zamanda bir inşa nesnesidir de. İnsanın son keşiflerinden biri de karadeliktir. Beden ile karadelik arasında bir paralellik kurmak mümkündür. Bizi içine çeken tanımsız bir kuvveti bulmak. Erdem Çolak bu dipsiz mefhumları perspektif kaidelerini kırarak paralel bir evrende buluşturuyor. İzlenimci bir yaklaşımla ufuk çizgisini ters yüz ederek bedenli varoluşumuzun büyük egosunu tepetaklak ediyor. Evrende bir noktacık bile olamamanın büyüklenmeci sancısını adeta resim tarihsel bir evrimcilikle, en uzaktan alıp tualin çıplak ve maddi gerçekliğine gömüyor. Ortada bozkırın siluetleri kalıyor böylece. Fakat siluet de olsa beden bir gölge gibi takiptedir.
Comments