top of page

YEL, TOZ, PORTRELER: Taci Karan

Kütüphanesinde yer alan sanatçı portreleri, fotoğraflar, davetiye, desen gibi görsel malzemeleri tekrar elden geçiren Necmi Sönmez, daha önce yayınlanmamış olan bu malzemeler üzerine YEL, TOZ, PORTRELER başlığı altında hazırladığı yazılara devam ediyor. Serinin bu haftaki yazısının odağında Taci Karan var


Yazı: Necmi Sönmez

Taci Karan, 1950'lı Yıllar, Yazarın Arşivi


Taci Karan’ın ismini ilk kez Fahri Petek’le fotoğrafları üzerine çalışırken duymuştum. Petek ondan kimi kez Tacettin, kimi kez Taci olarak ondan bahsederken olumlu konuşur, ressamlarla, özellikle de Selim Turan’la olan yakınlığından bahsederdi. Paris’in banliyölerinden birinde yaşadığını öğrenince kendisine telefon edip tanışmak istediğimi söylediğimde son derece samimi davranmıştı. 2003’te Montparnasse’da buluştuktan sonra düzenli olarak haberleştik. Bana Parisli ressamlar hakkında öylesine detay bilgileri veriyor, çalışmaları hakkında kapsamlı arşiviyle yardım ediyordu ki diyaloğumuzu sürdürdük. Konuşmalarımızı kayıt altına alarak geçirdiğimiz yemeklerin, ikindi kahvelerinin tadı bambaşkaydı. Ayrılırken her seferinde mutlaka bunların kitabını yapmalıyız dediğimde, yaparız elbette deyip birbirimize sarılırdık. Pandemi öncesinde ve sırasında birkaç kez telefonla konuşmamız mümkün olmuştu. Şu günlerde tekrar Paris’e gitme olanağı elime geçince kendisini tekrar aradım ama ev telefonu cevap vermiyordu. Kendisini tanıyan birkaç ortak arkadaştan da haber çıkmayınca onun ışıklı yolculuğa çıktığını düşünmeye başladım. Belki bir bakım evinde kontrol altındadır, belki yaşamına devam ediyordur. Ama ona artık ulaşamayacağımı anlayınca bu portre denemesini kaleme almaya karar verdim.

Taci Karan, 2000li Yıllar, Yazarın Arşivi


Kimdi Taci ya da Tacettin Karan? Ya da Fransa’daki resmi belgelerdeki ismiyle Guy Tacettin Karan? Paris’te 1949’da İleri Jön Türkler Birliği adı altında kurulan, o yıllarda haksız yere hapiste tutulan Nâzım Hikmet’i cezaevinden kurtarma kampanyası başlatan bir avuç Türkiyeli gençten biri olan Karan, 1947’ten itibaren Paris’te yaşamış, Türk Solu için kullanılan "Eski Tüfekler" tabirinin karşılığı olan kişilerden biriydi. Gazeteci Emin Karaca’nın Eski Tüfeklerin Sonbaharı isimli kitabında (Ozan Yayınları, 2004, 3. Baskı) detaylı olarak konuşarak hayatını belgelemeyi başardığı Taci Karan’ın faaliyetlerini aynı zamanda Murat Kılıç detaylı çalışmasında da (İlerici Jön Türkler Birliği, Sosyal Tarih Yayınları, 2022) ele alınmıştı. Bu yazılardan çıkan portre elbette etkileyici. 1928’de Adana’da bir Şeyhin oğlu olarak doğan Tacettin, Orhan Kemal’le futbol oynayarak geçirir çocukluğunu. Bolluk, refah içinde büyür, ailesinin üzerine titrediği bir gençtir. Yatalak dayısının Nâzım Hikmet şiirlerini okumak istemesiyle bu şairle tanışır ve hayatı değişir. Dayısından önce kitabı okuyup birçok şiiri ezberler. Böylece kendisini bir ömür boyunca etkileyecek olan politik mücadelenin içine girer. 1946’da Esat Adil’in başkanlığında kurulan Türkiye Sosyalist Partisi’nin Adana şubesinin kuruluşunda yer alır. Daha lise öğrencisiyken Adana’da Başak isimli dergi çıkarıp takma isimle Nâzım’ın şiirlerini yayınlar. İstanbul’daki üniversite eğitimi sırasında aktif olarak politik eylemlere katılır, Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü partisinin saflarına katılır. 1949’da kendi kararıyla Paris’e giderek Fahri Petek’in çevresinde TKP yakınında durur, 1958’de şairle Paris’te karşılaştığında yaptığı konuşmalardan etkilenerek Moskova’ya gitme fikrinden cayar ama Fransız Komünist Partisi saflarında inançlı bir politik adam olarak mücadelesini sürdürür.

Nazım Hikmet'in Başak dergisinde yayınlanan şiiri, 1946, Yazar


Taci Karan’ın benim en çok ilgimi çeken özelliği Nâzım Hikmet’e olan hayranlığına, tutkusuna, şiirlerini ilerlemiş yaşına rağmen ezberden okumasına karşın onun Sovyetler Birliği’ne yerleşme davetini geri çevirmiş olmasıydı. Birkaç kere Adana’da çıkardığı Başak dergisini merak ettiğimi söylemiştim. 4 Kasım 2014’teki son buluşmamızda Creteil’deki evinde bana yıllardan beri aradığı ama kağıtları arasında bulamadığı için kayıp ettiğini düşündüğü bu dergiyi bulduğunu söyledi. “Bu kadar zamandan beri soruyorsun, bugünün hediyesi” diye önüme koymuştu. Ricamı kırmayarak saman kağıdına basılmış olan dergiyi bana imzaladı. 1946’da dört sayı olarak çıkarabildiği derginin hikâyesi son derece ilginçti.


Başak dergisinde yayınlanan Arif Dino şiir, 1946, Yazarın Arşiv


O yılların Adana’sı ilginç bir yer. Abidin ve Arif Dino kardeşler dedelerinin valilik yaptığı bu kentte sürgünde yaşıyorlar. II. Dünya Savaşı boyunca süren bu sürgünlük döneminde etrafındaki gençler nedeniyle Abidin Dino bir tür Adana Akademisi olarak anlatırdı. Nâzım’ın şekillendirdiği Orhan Kemal, gencecik Yaşar Kemal, Taci Kara bu Akademi’nin üyesi olan inançlı gençler olarak politik mücadeleye girmişlerdi. Karan’ın babasından aldığı para ile çıkardığı dergideki düzey bir lise öğrencisinden beklenemeyecek kadar yüksek. Bir yanda Nâzım diğer yan da Arif Dino şiirleriyle, Orhan Kemal öyküleriyle yer alıyor. Sosyoloji, Fikir, Edebiyat alt başlığıyla çıkan bu dergiyi II. Dünya Savaşı’nın bittiği, yeni bir dönemin eşiğindeki Türkiye’nin özeti olarak yorumlamak mümkün. Eşe dosta dağıtılan Başak, kısa bir süre sonra Taci’nin politik mücadelede aktif olacağı İstanbul’a gelmesiyle kapanıyor. Ama onun Nâzım Hikmet’e olan hayranlığı alevini kaybetmiyor. Barış, adalet ve emeğe saygılı bir dünya kurmak için inançla çalışan gençliğin içinde yerini alacak olan Taci’nin bu mücadele saygı duyduğu, sözünü dinlediği kişiler vardı. Mehmet Ali Aybar, Abidin Dino, Suat Derviş gibi. Ama o kararlarını hep kendisinin istediği gibi verdi. 1947 sonunda Paris’e gitme kararını da bu özgüven sonucunda verdi.

Taci Karan'ın Adana'da 1946'da yayınladığı Başak Dergisi, Kapak


Son buluşmamızda ona "Politik mücadelenizin en önemli kazanımı nedir?" diye sorduğum soruyu, Nâzım Hikmet’i Kurtarma ve Eselerini Yayma Komitesi (Comité pour la liberation de Nâzım Hikmet et la diffusion de ses Ouvres) olduğunu söylemişti. 1949’da, henüz Paris’e geleli çok olmadan bu komiteyi bir avuç Türkiyeli aydınla birlikte kuran genç Taci, haksız yere hapiste tutulan şairin kurtulması için mücadeleye başladılar. Atillâ İlhan, Kemal Bastuji, Avni Arbaş gibi isimlerin de destek verdiği bu hareket Sorbonne Üniversitesindeki Fransız Komünist Partisi Edebiyat Öğrencileri hücresinin yardımıyla başlayan imza kampanyası kısa sürede bir çığ gibi büyür. Fransız Komünist Partisi’nin etrafındaki Louis Aragon, Paul Eluard, Philippe Soupault, Tristan Tzara, Pablo Picasso, Yves Montand, Simone Signoret gibi önemli kişilerin verdikleri imzaları Türkiye’de Cumhurbaşkanı İnönü, Başbakan Şemsettin Günaltay, TBMM başkanı Şükrü Saraçoğlu’na gönderek kamuoya yaratılmasında etkili olan komitenin çabaları elbette önemliydi. Bu komite Paris’teki Maison de la pensée Française’de düzenli olarak toplantılar düzenliyor, dünyanın dikkatini bu haksızlığa çekmeye çalışıyorlardı. Meyvalarını kısa sürede veren bu etkinliklerin uluslararası boyutu Türkiye’deki yönetici sınıfını korkuttuğu açıktır. Hapisten çıkışından kısa bir süre sonra özgürlüğüne kavuşmak için 1951’de Türkiye’den ayrılan Nâzım Hikmet, Karan’ın hayatında önemli bir rol oynamıştı.

Taci Karan'ın imzaladığı Başak Dergisi, 1946, Yazarın Arşivi

1958’de Paris’e ilk gelişinde şairle tanışan ve uzun süren diyaloglardan sonra Nâzım’ın teklifiyle Rusya’ya gitmeyip Fransa’da kalmaya karar veren Karan için mücadele bir yaşam biçimiydi. O yılları anlatırken gözlerinin için parlar, Paris’ten ayrılmayarak hayatının en önemli kararlarından birini verdiğini söylerdi. Çünkü genç yaşında başlayan politik mücadelesinin içinde komuta zincirlerini görmüş, aynı inançlara sahip olan kişilerin hırsları nedeniyle nasıl birbirlerini yediklerine yakından şahit olmuştu. Onun bağımsız yapısı hiçbir zaman altüst ilişkisine müsait değildi. Kendi yaşamını bu doğrultuda bağımsız olarak kurdu. Fransız Komünist Partisi’nin yayınevi bölümünde çalışırken Louis Aragon başta olmak üzere partinin üst düzeydeki isimlerine yakın durdu. Hatta Picasso’nun parti için yaptığı litografi baskısı özel basım kitapları o kadar başarılı bir şekilde satıyordu ki, kendisine Aragon tarafından birer takım hediye edildi. Karan 1950’lerde yakın arkadaş olduğu ve vefatına kadar diyaloğunu sürdüreceği Selim Turan’ın bu kitaplara el koyduğunu, kendisine geri vermediğini gülerek anlatırdı.


Abidin Dino, Avni Arbaş gibi Parisli ressamlarla dostluğunu sürdüren, onların eserlerinden oluşan önemli bir koleksiyona da sahip olan Karan’ın Fransa’da da kolay bir hayatı olmadı.

Eşi Jacquelin hanımla Boulevard Saint Germain’de bir çiçekçi dükkanı işleten hayatını kazanan Karan, 1958-61 arasında süren Fransa-Cezayir mücadelelerinde Fransız Komünist Partisi’nin Fransızları destekleyen tavrına karşın Cezayirlilerden yana olmuştu. 1968 öğrenci ayaklanmasında çiçekçi dükkanı kelimenin tam anlamıyla sokak mücadelelerin ortasına düşmüştü. Bu sırada gördükleri ve yaşadıklarından sonra anarşist tavrını bir yaşama biçimi olarak sürdürmeye karar veren Karan hayatını insan hakları savunuculuğuna adayarak birçok eylemin içinde oldu.


Taci Karan, 2014, Paris, Foto Necmi Sönmez

Evindeki son buluşmamızda bana Nâzım’ın Türkiye ve Fransa’da basılan tüm kitaplarınn olduğu arşivini de gösteren Karan, kendisini en çok üzen olaylardan birinin de Nâzım Hikmet’in Bursa hapishanesinde yatarken onu kurtarmak için Paris’te uğraşan bir avuç inançlı delikanlının hatırlanmaması olduğunu söylemişti. Şu cümlelerini not etmişim:

“Düşündüm ki, bugün çoğunun siyasal örgütlerle ilişkisi olmadığını sandığım o delikanlıları saygıyla, ibretle anmak lazım. Kendileri için hiçbir şey istememişlerdi. Kendilerine hiçbir şey almadılar.” Bu hazin cümleler bana belki şairin birkaç dizesinden esinlenerek suyun başındakiler ile suyun başını tutanların ne kadar farklı iki grup olduğunu hatırlatmıştı. Karan, Adana’da bir şeyhin oğlu olarak başlayan hayatını İstanbul, Paris’te geçirdiği zamanların iziyle anarşik bir eylemci olarak yaşamış, inançları uğruna gözünü kırpmadan özgürce yaşamıştı.

2014’te Paris banliyösündeki sade evinden ayrılırken benim için hazırladığı bir büyük zarfı ve kitap torbalarını elime tutuşturmuş. “İçindekiler senin işine yarar belki” dedikten sonra sarılmıştık. Metroda dayanamayıp zarfı açtığımda yıllardan beri aradığım sergi davetiyelerini, afişleri görmüş, heyecanlanmıştım. Kaldığım küçük otele varır varmaz kendisine teşekkür etmek için telefonu açtığımda, “Ne tuhaf sen gittikten hemen sonra başka dosyalar da çıktı, tekrar uğraman gerekiyor” demişti. Araya giren sergiler, projeler ve en önemlisi vefatlar nedeniyle bir daha görüşemedik.


bottom of page