top of page

YEL, TOZ, PORTRELER: Mübin Orhon

Kütüphanesinde yer alan sanatçı portreleri, fotoğraflar, davetiye, desen gibi görsel malzemeleri tekrar elden geçiren Necmi Sönmez, daha önce yayınlanmamış olan bu malzemeler üzerine YEL, TOZ, PORTRELER başlığı altında hazırladığı yazılara devam ediyor. Serinin bu haftaki yazısında 4 Mayıs'ta 100. yaş gününü kutladığımız Mübin Orhon'un çocukluk ve gençlik yıllarının izini sürüyoruz


Yazı: Necmi Sönmez


1930'larda Orhon Ailesi, sandalyede oturan baba Ömer Lütfi Orhon, soldan itibaren Ragıp, Jülide, Cemal Uyaroglu ve Mübin


Çağdaş Türk Resmi’nin en gizemli, en az tanınan, en büyüleyici temsilcilerinden olan Mübin Orhon'la 1995’te başlayıp ve bugüne dek ilerleyen bir yakınlaşmam var. Mübin’in resimleri karşısında günler, geceler geçirmeye başladıktan sonra onların bendeki açılımları farklılaşmaya başladı.


Onun tablolarıyla baş başa kaldığım anlarda, resimlerinin arkasındaki seslere kulak verdiğimde adeta bir senfonik bir şiir duymaya başlarım. Renklerin, müziğin kapıları aralanınca, dünya arkamda kalır. Mübin’in kompozisyonlarının önünde ve arkasında daha önce duymadığım bir serenat çalmaya başlar. Ayaklarımın yerden kesildiğini hissederek, bu serenada eşlik eder, Mübin’in fırçasından çıkan dünyanın etrafında dönmeye başlarım. Bu anlarda tablolarındaki formlar, renkler canlanmaya, hareketlenmeye başlar. Onun hüzünlü siyahlarının, melankolik grilerinin ve endişe dolu kırmızılarının peşine düştüğümde kendimi bilmediğim bir denizde yüzer gibi duyumsarım. Kulaç atarken, aşağılara bakmamaya çalışırım. Zaten onun fırçasından yukarıya, gökyüzüne doğru çıkan bir ışık bana izleyeceğim yolu gösterir. Işık kırılmalarıyla zenginleşen, turkuaz, yosun yeşili, Bizans moru muhteşem renk bloklarının içinde bata çıka yüzerken, Mübin’in resimleri çerçevelerinden çıkıp, yanıma gelir, bana dokunur, bir şeyler fısıldarlar. Bazen bir çığlık, hıçkırık gibi beliren renk titreşimlerine kulak veririm. 


Mübin hakkında yayınladığım sergi kataloglarında (Robert ve Lisa Sainsbury Koleksiyonu, Yapı Kredi, 1996; genişletilmiş ikinci baskı Galeri Nev Ankara 2011; Milli Reasürans Sanat Galerisi 2001) onun doğum tarihini kesin olarak belirlemem mümkün olmadı. Ancak, son olarak Arkas Sanat Merkezi için hazırladığım Nejad Devrim & Mübin Orhon: İki İmge Yolcusu sergisi nedeniyle, elimdeki belgeleri tekrar taramam, kızı Bénédicte Schribaux ve kadim arkadaşı Ahmet Benli ile de detaylı olarak çalıştım. Ama kesin doğum tarihini bulamıyordum. İzmir’deki sergi Nejad ile Mübin’in 100. yaşları için hazırlamıştım. Ancak bu sergi açıldıktan kısa bir süre sonra elime geçen bir resmi belgede, Mübin’in kesin doğum tarihini öğrenmem mümkün oldu: 4 Mayıs 1924.


Mübin Orhon Vefat ilani, Sinan Orhon Arşivi


Extrait des minutes des actes de décès belgesinde (Fransa’da vefat durumlarında verilen resmi belge), 27 Nisan 1981’de saat 14.15’te 210 Boulevard Raspail adresindeki evinde vefat eden ressam (artiste peintre) Mustafa Mübin Orhon’un İstanbul’da 4 Mayıs 1924’te Ömer Lütfi Orhon ile Fatma Servet’in çocuğu olduğu belirtiliyordu. Bunu benimle paylaşan kızı Bénédicte babasının resim dünyasını kavramam için bana her zaman yardım etti. Ona birçok konuda sonsuz teşekkür borçluyum. Ancak Mübin’in ailesi, çocukluk, gençlik yıllarına ait belgelere, tanıklıklara ulaşmam için tıpkı 1995’te olduğu gibi, onun çok sevdiği abisi Ömer Enver Orhon’un Feneryolu’nda evine kadar uzanmam gerekiyordu. 1995’de bu adreste bizzat konuştuğum ablası Jülide Hanım ve onun oğlu Alev Bey ışıklı yolculuklarına çıktıkları için ailenin diğer üyelerine ulaştım. Feneryolu’ndaki evin çatı katını bana bizzat gösterip Mübin’in resim yaparken nasıl başka bir dünyaya geçtiğini anlatan da Jülide Hanım olmuştu. Bazen çok geç olsa da, yolculuklara yarım kaldıkları noktadan başlamak gerekir. Çünkü orada, yarım kalan yerde bile, yaşanmışlığın kalıntısı vardır.


Tıpkı Mübin Orhon gibi, ailesi de sıra dışı, kelimenin tam anlamıyla olağanüstü bir aile. Tarihçiler tarafından Osmanlı Modernleşmesi’nin başlangıcı olarak kabul edilen Tanzimat Fermanı’nı 3 Kasım 1839’da okuyan, yürürlüğe koymak için çaba harcayan Sadrazam Mustafa Reşid Paşa’yı (1800-1858) çıkaran bu ailenin DNA’sı kelimenin tam anlamıyla muhteşem. Sayısı oldukça kabarık diplomatları, devlet adamlarını yetiştiren ailenin tek ressamı olan Mübin’in ilginç bir yaşamı oldu. Annesi Fatma Servet Hanım'ın onun doğumu sırasında vefat etmesi, ablası Jülide’nin ona ablalık, annelik yapması, parlak geçen orta eğitimi sırasında daha sonra Borusan Holding’i kuracak olan Asım Kocabıyık’la arkadaşlığı, Ankara’da Siyasi Bilgiler’de okurken Orhan Veli’nin çekim alanına girmesi, ünlü sanatçı mekânı Kürdün Meyhanesi belki de onun hayatını değiştirdi. Ailesinin desteğiyle üniversiteyi bitirir bitirmez, tek kelime Fransızca bilmeden Sorbonne’da okumak üzere Paris’e gönderilen Mübin’i Karaköy limanından bizzat Orhan Veli yolcu etmiş, hatta onun arkasından ünlü Ayrılış şiirini kaleme almıştı:


"Bakakalırım giden geminin ardından;

Atamam kendimi denize, dünya güzel

Serde erkeklik var, ağlayamam."


1947 sonbaharında Fransız başkentine ayak basan genç adamın yolunu sanata, resme çeviren buluşmaları (Selim Turan, Albert Bitran, Atlan, Serge Poliakoff) daha önce detaylı olarak kaleme almıştım. Ancak onun ailesi, gençliği, İstanbul’da geçirdiği yılları hakkında fazla bilgim yoktu. Elimdeki eski telefon numaralarından yola çıkarak Orhon ailesinin yaşayan temsilcilerinin kapılarını çaldım. 


Jülide Hanım'ın oğlu Alev Bey'in eşi Sevda Baysan ile Mübin’in kardeşi Enver Bey'in oğlu Sinan Orhon bana yardımcı oldular. Onlarla Mübin’in çocukluk ve gençlik yıllarının peşine düştüm. Mübin’in 100. doğum gününün haftasında yayınlanan bu yazıda, onun Türkiye’de geçirdiği, az bilinen dönemine ışık tutmak kutlamak istedim. 


Mübin Orhon, Soyut Kompozisyon, 1955-60, kâğıt üzerine guaj ve suluboya, 50.5 x 67 cm. Necmi Sönmez Arşivi


Annesi Fatma Servet Hanım'ın Mübin’i doğururken vefat etmesi sizce onun çocukluğu nasıl etkiledi? Bu konuda aile içinde neler konuşulurdu? Mübin’in çocukluğu ve diğer kardeşleri ile olan ilişkileri hakkında neler hatırlıyorsunuz? 


Sevda Baysan: Anneleri Fatma Servet hanımın çok erken vefatından sonra ablaları ona annelik etmiş. Zaten bütün aile birbirine çok düşkündü, birbirleriyle olan bağları müthişti.

Sinan Orhon: Yaşım itibarı ile Mübin amcamın çocukluğu hakkında bilgim yok; hatta babamın çocukluğuyla ilgili bilgim çok az zira bu konular bizlerle paylaşılmazdı ve konuşulan ortamlarda ise bizler bulunamazdık malum köşk hayatı. Ancak babam hep anasız büyümekten bahsederdi; belki de anneleri vefat edince öylece kaldıklarını hissettiler. Kardeşleriyle ciddi bir ilişki içerisinde çok sevildiğini ve takdir edildiğini söyleyebilirim; ama halam Jülide'nin ona olan tutkusu ve sevgisinin daha ağır basması belki de doğumda anneyi kaybetme sorusunun cevabıdır. Ayrıca bu  doğumda anneyi kaybetme konusu aile içerisinde de pek konuşulmazdı. 


Ailenin Emirgan’daki köşkündeki yaşam nasılmış? Mübin ortaokulu Kumkapı’da bitirip, İstanbul Erkek Lisesi’ne gidiyor. Bu dönemi hakkında bildikleriniz neler?


S.B.: Emirgan Köşkü'nü eşim Alev’e annesi Jülide Hanım bazen anlatırmış; ama detaylı bilgim yok. Oradan her geçişimizde, işte buradan denize atlayıp Mübin’le çılgınca yüzerdik demesi aklımda kalmış.

S.O.:Emirgan Köşkü'ndeki hayatla ilgili hiç bilgim yok; ancak o dönem Emirgan yerine Yeşilköy'de ailenin başka bir büyüğü ile beraber -yanlış hatırlamıyorsam- Nizamettin Bey'in yanında yaşadıklarını söylerlerdi . Yeşilköy'de sahilde kumların üzerinde pavuryaları pişirip rakı içtiklerini anlatırlardı; birbirlerine Bulgar'ın meyhanesinden söz ederlerdi.


Üniversiteyi Ankara Siyasi Bilgiler Fakültesi’nde okumasında ailesinin istediği bir şey değil mi? Çünkü Sadrazam Mustafa Reşit Paşa gibi ailenden başka bir diplomatın çıkması da destekleniyor diye biliyorum. Onun Ankara’da geçirdiği dört yıl boyunca, 1942-1946, ailesiyle olan ilişkileri nasıldı?


S.B: Üniversite eğitimi onu çok sıkar, adeta boğulduğunu hissedermiş. 

S.O.: Maalesef bu döneme ait hiçbir bilgim yok; ancak Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne girmesinde ailenin bir rolü olmadığını düşünüyorum zira benim tanıyabildiğim Mübin, istediler diye hayatına yön vermezdi diye düşünüyorum.


Elimdeki kimi kaynaklar Mübin’in 1946’da tiyatro ile yakından ilgilendiğini, hatta küçük rollerle sahneye çıktığını belirtiyor. Kaynaklarına ulaşamadığım için bu dönemi hakkında hiç bilgi yok gibi, sizin bildiklerini nelerdir?


S.B: Bu konuda herhangi bir bilgim yok.

S.O.: Hiçbir bilgim yok; ama babam Ömer Enver Orhon hep artist olmak isterdi, hatta birkaç filmde de oynadı; belki de o dönem böyle bir akım vardı ve Mübin Amca da istek duydu belki bilemiyorum.


Mübin Orhon, Soyut Desen, 1960, kağıt üzerine guaj, 75x50 cm, Necmi Sönmez Arşivi

1947’de Paris’e gittikten sonra ancak 1965’te askerlik yapmak için İstanbul’a geri geliyor ve ablası Jülide Hanım'ın Şaşkınbakkal’daki evinin çatı katında yaşıyor. Bu dönemde resim yaptığını da biliyoruz. Elinize bu resimlerden var mı?


S.B:  Çok vatansever olduğu için Türk pasaportunu kaybetmemek için ben askerlik yapacağım diyerek İstanbul’a gelmiş. Sadece boynunda fular, elinde şemşiye ile uçaktan inmiş. Bavulu yokmuş. Uçaktan iner inmez askerlik başvurusunda bulunmuş. Askerliği sırasında kayınvalidem Jülide Hanım'ın Feneryolu’ndaki evinde kalmış. Ben kendisini burada tanıdım. Müthiş yoğunlukta sigara içtiğini hatırlıyorum. Bizlere içtiğiniz sigara değil, bunu (Gitanes) için derdi. Son derece zarif, kadirşinas bir kişiliği vardı. Kayınvalidemde kaldığı zamanlar bu apartmanın terasında, o sıralarda yaptığı Mohaç Meydan Savaşı isimli büyük boyutlu resmini yaptı. Ara Güler bu resmin fotoğrafını orada çekti. Biz Alev’le o sıralarda yeni evliydik. Bir gece bizim eve misafir geldiğinde evde kâğıt aradı bulamayınca bizim nikâh davetiyelerimizin arkasına altı-yedi resim çizmiş ve evlilik hediyem olsun demişti. Melda Kaptana’da açtığı sergisinde bu küçük resimlerin çok talibi çıkmıştı ama hatırası büyük olduğu için biz bunları her zaman elimizde tuttuk.


Mimar Sinan’ın en büyük hayranıydı. Bir gece eşim Alev’i Üsküdar’daki bir Sinan camisine götürmüş, kapısını çalmış ve imam ile koyu bir sohbete başlamış, meğerse imamı çok iyi tanır ve hep ona gidip sohbet edermiş. Bir bakardık bir gece bir baloncudan aldığı tüm balonlarla veya başka bir gün paket paket çikolatayla, çiçeklerle gelir, kayınvalidem Jülide’ye; ablacığım bunlar sana derdi. Unutamadığımız bir hatıra da vefatından sonra kızı Bénédict’in kayınvalideme bir mektup eşliğinde büyük bir yağlıboya resim yollamış ve sen öldükten sonra bu resim Alev’indir, Mübin’in vasiyetidir diye de yazmıştı. Kayınvalidem de niye ben öldükten sonra verilsin şimdiden veriyorum demiş ve bize vermişti.  Bu olay ailede çok şakalara yol açmıştır.


S.O.: Benim anladığım Paris'e gidişi adeta bir kaçış; -sebebi neyse- Salı pazarından bir gemi ile olmuş. Çünkü aldığı eğitim ile alakalı bir iş yapma girişimi yok ve yine eğitiminden dolayı oluşan bilgi ve görüşleri onu adet isyana sevk etti sanırım.


Nitekim bu durum Paris'de resimlerine yansıyor. Çok ciddi bir nostalji içerisinde olduğundan uzun zaman sonra gelerek askerlik görevini Topçu Yedek Subay olarak Kırklareli'de yapmasına sebep oldu. O dönem Paris öğrenci hareketlerinin merkeziydi ve kısa bir müddet sonra bu hareket dünyaya yayıldı. Türkiye de bu durumdan payını aldı. Mübin Amca ile bu konuları, yönetim şekillerini, ülkelerin uygulamalarını gece geç saatlere kadar tartışırdık çok sabırlı ve sağduyulu düşünen bir insandı; sert reaksiyonlar hiç ona göre değildi. Ben meseleyi çözmek için aksiyon önerirken o anlatarak izah ederek bilgilendirerek eğiterek sonuca gitmek isterdi. Alkolle arası baya iyi olduğu için hep ona yorardım "ya içiyor ondan böyle konuşuyor," diye kızardım için için, "ne sanat ne resim böyle olmaz; icraat lazım" diye çocukluk işte. Evet resim de yapardı ama bende o dönemden kalan olmadı; hepsi yağlı boya resimlerdi ve spatula çok kullanırdı "yahu" derdim "resim, fırça ile yapılmaz mı?" Darbelerle yapardı, bilek hareketleriyle... Darbeler ruhundaki fırtınaların yansımasıydı herhalde. Hatırladığım, uzun atkısı, çok uzun boyu ve dolayısıyla hafif eğik duruşu, uzun parmakları, zarif elleri ve çok kibar oluşuydu.


bottom of page