top of page

Tuhaflık ve yaratıcılık içinde Ercan Arslan’ın zamansız ve isimsiz resimleri

11 yaşından beri Berlin’de yaşayan ve 15 yaşında sanatçı olmaya karar veren sanatçı Ercan Arslan, sanat eğitimini Londra’da alır. 2022 yılında Ferit Edgü’yle birlikte Cahil isimli ilk kitabı, Lâle Müldür ile birlikte Kadınesk isimli ikinci kitabı yayımlanır. Arslan, 26 yıldır Toroslar’ın eteğinde küçük bir dağ köyündeki atölyesinde senenin iki ayı taş heykel yontuyor. Metin Deniz küratörlüğünde Alan Kadıköy’de devam eden Göz Dinler sergisi sanatçının son 25 yıl içindeki çalışmalarının yer aldığı Türkiye’deki ilk kapsamlı sergisi


Yazı: Nazlı Pektaş


Ercan Arslan, Fotoğraf: Alex de Mireille


Göz Dinler. Ercan Arslan’ın Paul Claudel’den alıntıladığı bu başlık, üretimleri için söylenebilecek belki de en iyi iki kelime. Zira bu resimler bir yandan görmenin dinlediği renklerin ve çizgilerin anlattıklarını seslendirirken bir yandan da bedenler, lekeler, manzaralar ve nesneler arasında onlara bakan her göze hem tanıdık hem de tuhaf bir ses sunuyor.


Arslan’ın yaklaşık 25 yıl içindeki çalışmalarından desenler ile yağlıboya ve akrilik resimler var bu sergide. Arslan resimlerini Berlin’deki atölyesinde yapıyor. Toroslar’ın eteğindeki dağ köyündeki atölyesinde ise senede iki ay kalarak 26 yıldır taş heykel yontuyor.


Ercan Arslan, kendini dünyaya açarken -ya da dünyayı kendine tuttururkenresim yapıyor, gördükleri bildikleriyle, işittikleri resmettikleriyle kesişiyor. Dahası bildikleri arasından sanat tarihi bir görünüp bir kayboluyor. Abidin Dino, Oskar Schlemmer, Francis Bacon, Johannes Vermeer, Vincent van Gogh ile rastlaşıyor, en nihayet kendine varıyor. Coğrafyalar arasında sokaklardan geçiyor meydanlara, parklara uğruyor, Toroslar’a çıkıyor, Berlin’e varıyor, Londra’dan geçiyor, Bizans’a dönüyor, İstanbul’da duraklıyor, Gezi’de direniyor.


Ercan Arslan, İsimsiz, 106x75 cm, Kâğıt üzerine kalem ve mürekkep, 2022

Her ressam önce kendini gözleriyle dinler ve dinledikleri resminde belirir. Kimi imgeyi duyar, kimi boşluğu, kimi çizgiyi, kimi rengi…


Ercan Arslan da kendi öznesini gözleriyle dinleyen bir sanatçı. Başka bir deyişle kendini özne konumuna getirip onun eylemleri eşliğinde görüyor ve özne olarak onu dinliyor. Resimlerinde hep karşımıza çıkan bedenler özne oluşun şimdideki kaydı: Şimdi bir yandan bitmiş olanın kaydını tutuyor öte yandan da olmakta olanın kendisine dönüşüyor. Resimleri özne insandan değil insan özneden söz ediyor.


Burada sözü Lacan’a getirmek ve onun gerçeklik hakkında söylediklerini Arslan’ın resimleriyle ilişkilendirmek istiyorum. Çünkü Lacan’a göre gerçeklik olarak gördüğümüz ve nitelendirdiğimiz şey dil tarafından inşa ediliyor ve yansıtılıyor, dilsel değişimlerle birlikte dönüşür. “Bizim bildiğimiz insani gerçekliğin dışında olan; kavramların olmadığı, dilin de olmadığı, olsa bile anlamlar bütünlüğü biçiminde gerçekliği yeniden düzenlemediği, yokluk ve boşluğun olmadığı ayrışmamış bir gerçeklikten” söz ediyor Lacan.(1)


Arslan’ın desenleri ve resimleri de isimsiz oluşlarıyla herhangi bir kavrama yönelmeyen, kavramdan doğmayan boş ya da anlamlar bütünlüğü olmayan bir yönelime sahip. Hikâyeden de gerçeklikten de çok uzak... Öte yandan tüm resimler kendi kurallarını kendi belirlemiş bir dile de sahipler zira bu resimleri Ercan Arslan resimleri olarak tanıyoruz. Böylece Lacan’ın gerçeklik düşüncesine yakınlaşıyorlar. Bu bizim sözcükler ve kavramlarla kurulu anlam bütünlüğü içinde tecrübe ettiğimiz gerçeklikten farklı bir gerçeklik. İmgesel, simgesel ve gerçek, Lacancı mânâda teorik psikanalizinin ana kavramları vardır ve Lacan bu kavramları sık sık tartışır. Lacan, gerçek derken, simgeselin gösterdiğinin ya da imgeselin resmettiğinin ötesine geçen her şeyden söz eder. Tüm temsillerden uzak, simgeleştirmeye direnen, tahayyül edilmeyen ayrışmamış bir birlikten... Lacan bunu ayna evresi ile ilişkilendirdiği gibi travmalarla de ilişkilendirir. Doğal felaketler, bireysel yıkımlar… Lacan’a göre travma özneye kendisini dayatır ve özne büyük ya da küçük bu durumu simgeleştirir. Travmatik deneyimlerde öyle bir şey yaşarız ki gerçeğin içindeki güçler bizim kurduğumuz sembolik sistemi aşar. Artık yaşadığımız şeyler için sözcüklerimiz de ve kavramlarımız da tükenir ve yok olur. Travma zamanı dondurur. Gerçeği ne kadar çekiştirirsek çekiştirelim hep oradadır, köklenmiştir. Gerçek hiçbir zaman ortadan kalkmaz. Tecrübe ettiğimiz, temas ettiğimiz gerçekliklerin üstesinden gelmenin yolu yine duygularla sözcüklerle ve dille olur. Simgeler ve imgelerle yani dille direnerek...


Ercan Arslan, İsimsiz, 100x70 cm, Tuval üzerine yağlı boya, 2022

Ercan Arslan, İsimsiz, 40x30 cm, Tuval üzerine yağlı boya, 2022

Ercan Arslan, İsimsiz, 42x32 cm, Tuval üzerine yağlı boya, 2022


Ercan Arslan’ın resimlerinde gördüklerimiz, sanatçının tecrübe ettiklerini habersizce dilimize giren kelimeler gibi bilinç dışının özgürlüğünde bize aktarır.


Lacan, bilinç dışı bir dil gibi yapılanmıştır der: Dil iki boyutludur. Birincisi kurallarla yönetilen söz dizimsel bir yapıya sahip bulunan kamusal boyutu. İkinci boyut ise serbest çağrışıma, sözcük oyununa ve düşlere dayanır. Lacan, bilinç dışı dil gibi yapılanmıştır derken, kurallı boyutun bilinçdışını bastırdığını, bi linçdışının da serbest çağrışımı kullanarak söz dizimi ve sabit anlamı istikrarsızlığı uğratarak özgürlüğünü olumladığını söyler. (2)


Ercan Arslan, İsimsiz, 106x75 cm, Kâğıt üzerine hibrit kalem ve mürekkep, 2022


Tam da burada Ercan Arslan’ın resimlerine dönme vakti geldi. Bu resimlerdeki dil, kuralsızlığın içinde ressam tarafından herhangi bir anlam ithaf edilmemiş olanı sahipleniyor. Gerçek olamayan gerçeküstücü de olmayan, bir yer ve zamanda değil. Lakin türlü yere ve sonsuz zamana tanıklık ediyor. Arslan’ın resimleri; gerçeğin içindeki travmanın, onu simgeleştiren dilden başka olması gibi. Simgesel olarak beliren şey gerçeğin direncini temsil ediyor ve o şey yalnızca gerçekte ikame ediyor. Resimlerdeki anlamı ararken ya da işaret ettiklerini bulmaya çalışırken, aslında aradığımız yaratıcısının kaynağı. Dolayısıyla ulaştığımız da onun bilinçdışı. Gösterilen öznenin belirlediği bir kavram ve ondan gelerek biçime ulaşıyoruz.


Bu gösteren ve gösterilen ilişkisine yine Lacan üzerinden varırsam: “Lacan göstergenin sadece işitsel bir imge olmadığını, simgeleştirmeye imkân veren her şey olabileceğini, gösterilenin ise (ya da ‘özne’de gösterilen) öznenin yaşantıladığı her şey olduğunu anlatır. Demek oluyor ki, Lacan’da simgeler insanın çıplak yaşantılamasını kendi biçimsel kurallarına göre yapılandırır ve bilinçdışı öznenin simgesel evrene giriş hareketinde üretilir.” (3) Ercan Arslan’ın üretimine özne-nesne ilişkisi içinde baktığımızda anlam, kelimelerden kurtularak biçime büründüğünde ve şeylere vardığında, özne ve nesne ile kurulan diyalektik ilişkide sanatçı dış dünya ile kendi dünyası arasında sessiz bir anlaşmaya varıyor. Bu söylemden bu resimlerin Arslan’ın güncesi ya da hikâyesi olduğu anlamı çıkarılmamalı elbette. Özne insan ve dünya arasındaki uzlaşma yahut çatışma sanatçının görme, bilme, seçme, biriktirme, izlenim edinme, yok sayma karşılaşma gibi yaratma dinamiklerini içinde barındırıyor. Yaratma eylemini belirleyen zaman akarken ortaya çıkan anlam artık bir görünüşe kavuş-(uyor)(muyor). Renk, çizgi leke ve gölge tuhaf ve gerçeğin içine doğru kendini salıyor…

 

(1) Jacques Lacan - Zeynep Direk İle Felsefe Vakti – Türkçe https://www.youtube. com/watch?v=tysPdcwoZ_0

(2) Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü, İstanbul:Paradigma Yayınları, 2010, s.1002.

(3) Sadık Erol ER, “Lacan’ı anla(ma) mak”,Virg ül Aylık Kitap ve Eleştiri Dergisi, sayı:107, İstanbul, 2007, s.49-50


bottom of page