Arkas Sanat Merkezi, Joan Miró’nun 1924-1981 yılları arasında ürettiği, Portekiz Devleti Çağdaş Sanat Koleksiyonu’na ait yapıtlardan oluşan Joan Miró: İmge, Metin, Gösterge başlıklı sergiye 26 Eylül 2024 – 9 Şubat 2025 tarihleri arasında ev sahipliği yapıyor. Serralves Vakfı tarafından ve Robert Lubar Messeri küratörlüğünde düzenlenen serginin ışığında Miró’nun sanatı üzerine düşünüyoruz
Yazı: Alev Çağlı
Joan Miró, Manzarada Figür, 1970, Kâğıt üzerine Hint mürekkebi, guaj ve pastel, 35,5 x 28 cm © Successió Miró / ADAGP, Paris, 2024 Fotoğraf: Filipe Braga, © Fundação de Serralves, Porto
Joan Miró’nun İzmir Arkas Sanat’ta gerçekleşen kişisel sergisi Joan Miró: İmge, Metin, Gösterge geçtiğimiz günlerde ziyarete açıldı. Portekiz Devleti Koleksiyonu’na ait olan ve 25 yıllığına Porto Belediyesi’nin himayesine verilen bu seçki, yalnızca Miró’nun eserlerini İzmir’de ilk kez izleyiciyle buluşturmakla kalmıyor, aynı zamanda onun sanatsal pratiğinin derinliklerine inen bir yolculuk vadediyor. Sergi, Museu de Arte Contemporanea Porto ve Arkas Sanat arasındaki iki yıl süren iş birliğiyle hayata geçirildi ve bu nedenle İmge, Metin, Gösterge, sanatsal üretim ile kültürel diplomasi arasındaki bağın altını çizen önemli bir örnek teşkil ediyor.
Joan Miró’nun kariyerine kronolojik ya da tematik bir sınırlama getirmeyen bu sergi, sanatçının yaklaşık 60 yıllık üretim sürecine geniş bir perspektiften bakma imkânı sunuyor. Sergide yer alan Sobreteixims ve Yanık Tuvaller serileri, Türkiye'de daha önce hiç sergilenmemiş eserleri barındırıyor ve Miró'nun yaratıcı dehasının farklı yönlerini açığa çıkarıyor. Özellikle sanatçının semboller dili ve Asya estetiğiyle kurduğu ilişkili çalışmaları, bu yapıtları görsel bir dil yaratma çabası olarak okuma gerekliliğini doğuruyor. Miró, sanatında kelimelerin ötesine geçen bir şiir yaratma arzusuyla hareket ediyordu. Sanatçının yapıtlarına bu perspektiften bakıldığında onları yalnızca görsel bir deneyimden ziyade düşünsel bir yapı olarak ele almak gerekli. Sanatçının ürettiği her yapıt, bir resim, heykel ya da çizim olmanın ötesinde, kavramsal bir bütünlük arz ediyor. Bunlar, sadece bir sanatçının zihninin yansıması değil, aynı zamanda bir dönemin siyasi ve toplumsal çalkantılarının görsel bir anlatımı.
Joan Miró, Kadın ve Kuş, 24 Kasım 1959, Tuval üzerine yağlı boya, 116x89 cm © Successió Miró / ADAGP, Paris, 2024 Fotoğraf: Filipe Braga, © Fundação de Serralves, Porto
Bu koleksiyonun Portekiz Devleti'ne geçiş süreci de en az eserlerin kendisi kadar dikkat çekici. 85 parçadan oluşan Miró Koleksiyonu, iflas eden bir bankanın yapıtları müzayedeye çıkarması sonucu Portekiz hükümeti tarafından dava yoluyla kamulaştırılmış. Bu sürecin, sanat yapıtlarının korunması ve kamusal mirasın savunulması açısından ne denli kritik olduğu aşikâr.
Miró’nun 1924-1981 yılları arasında ürettiği yapıtlardan oluşan koleksiyon, sanatçının farklı dönemlerini bir arada sunarak izleyiciye onun sanatsal evrimini yakından gözlemleme imkânı veriyor. Sergi, yalnızca Joan Miró'nun sanatsal pratiğine dair derin bir kavrayış sunmakla kalmıyor, aynı zamanda sanatın ve kültürün, kriz dönemlerinde bile nasıl birleştirici bir güç olabileceğini hatırlatıyor.
Joan Miró'nun Yanık Tuvaller isimli serisi, sergide en çok dikkatimi çeken bölüm oldu. Bu seriyi incelediğimde sanatçının dönemin çalkantılı siyasi atmosferinden ve toplumsal çatışmalardan derin bir şekilde etkilendiğini fark ettim. Yapıtlar, serinin çıkış noktasının, özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısında Avrupa’da yaşanan huzursuzluklarla yakından ilgili olduğunu ortaya koyuyor. Miró’nun arşivlerinde sakladığı Madrid'de Holiganlık başlıklı bir gazete küpüründe, Madrid Borsası'nın ana cephesinin pencerelerinin gençler tarafından havai fişekler, boya kutuları ve taşlarla tahrip edildiği belirtiliyor. Sanatçının bu sahneyi saklaması, söz konusu görüntünün Yanık Tuvaller serisine ilham kaynağı olduğunu gösteriyor.
Sanat eleştirmeni Jacques Michel, bu seriyi bir devrimin sembolü olarak değerlendirirken, Miró Georges Raillard ile yaptığı bir söyleşide bu yorumu adeta doğrular nitelikte şu sözleri dile getiriyor: “Bu tuvallerin bir servet değerinde olduğunu söyleyen tüm o insanlara karşı bir yanıt olarak yaktım onları.”[1] Öfkenin dalga dalga yayıldığı bir ortamda Miró da yüksek sanata ihanet ediyor. Sanatçının bu açıklaması, dönemin yükselen sosyo-politik öfkesinin özellikle de sanatın piyasadaki metalaşmış statüsüne karşı güçlü bir eleştiri getiriyor. Bu nedenle, Miró, Franco diktatörlüğünün sonlarına doğru büyüyen özgürlük mücadelesine katılmak için sanatını bir araç olarak kullanıyor.
Joan Miró’nun yakılmış tuvallerinin tavandan asılarak sergilenmesi talebi, yapıtların sadece bir yüzey olarak değil, mekânsal bir deneyim sunacak şekilde yerleştirmenin amaçladığını gösteriyor. Bu, izleyiciye eserin etrafında dolaşma, ona farklı açılardan bakma ve katmanlarını fiziksel bir varlık olarak deneyimleme fırsatı veriyor. Bu yaklaşım, Rönesans döneminde heykellerin mimariden bağımsız olarak sergilenmeye başlamasıyla insanın sanatı yalnızca görsel bir algının ötesinde, dokusal ve fiziksel bir deneyim olarak yaşamasına olanak tanıyan değişim gibi Miró'nun yakılmış tuvallerinde de dokusal unsurlar ve katmanlar, eserin yüzeyini aşıp mekânda bir varlık kazanan, neredeyse heykelsi bir forma dönüşüyor. Miró’nun yakılmış tuvallerinde yanık izlerinin oluşturduğu dokular ve deformasyonlar, eseri iki boyutlu bir resim olmanın ötesine taşıyor, izleyiciyi eserin içine çeken çok boyutlu bir deneyim yaratıyor.
Joan Miró, Resim, 1935, Karton üzerine kâğıt üzerine yağlı boya, 76 x 65 cm © Successió Miró / ADAGP, Paris, 2024 Fotoğraf: Filipe Braga, © Fundação de Serralves, Porto
Bu bağlamda bir diğer anlamlı ve ironik hikaye yazının başında da bahsettiğim bu koleksiyonun Portekiz hükümetinin koleksiyonuna girme hikayesi. Portekiz’de bir bankanın iflas etmesiyle Miró’nun eserlerinin müzayedeye çıkarılmak istenmesi, onun yaşamı boyunca çatıştığı sanat anlayışının somut bir yansıması. Portekiz Devleti’nin, Miró’nun eserlerinin müzayedede satılmasına karşı çıkması bir direniş olarak okunabilir. Miró’nun eserlerinin müzayededen çekilmesi ve kamu koleksiyonuna katılması, sanatçının sanatı herkesin ulaşabileceği bir değer haline getirme arzusunu da sembolize ediyor. Resimlerindeki isyan ve direniş tekrar nefes bulmuş, sanat piyasasının karşısına dikilmiş gibi. Bu noktada, Miró’nun idealleri ile bu süreç arasında derin bir anlam bulunuyor. Miró’nun yapıtları, ölümünden sonra dahi, bir müzayede aracılığıyla sermayeye dönüşmesini önleyen bu müdahale ile adeta kendi ideallerine sadık kalır. Sonuç olarak bu hikâye, sadece Miró’nun sanatsal ve ideolojik duruşunun doğrulandığı bir zafer değil sanatın salt estetik bir obje olmaktan çıkıp toplumsal bir değer olarak konumlandırılmasına bir örnek.
Joan Miró’nun eserlerinde radikal bir tavrın izleri sürülse de onun avangart yaklaşımlarının düşünülmüş ve zanaatkârlıkla iç içe geçmiş bir yönü de sergide hissediliyor. Özellikle Sobreteixim olarak bilinen eserleri, bu iki uç arasında denge kurarak Miró'nun sanatsal üretiminin malzeme ile olan ilişkisini derinlemesine keşfeden bir alan sunuyor. Sobreteixim’ler, Miró'nun avangart fikirlerinin geleneksel zanaat malzemeleri ve teknikleriyle nasıl kaynaştığını ortaya koyarken, aynı zamanda sanatçının dokunma duyusunu başlangıç noktası olarak ele aldığını gösteriyor. Sanatçının dokunsal deneyimi, onun eserlerine yönelik yaklaşımını biçimlendiren önemli bir unsur olarak karşımıza çıkıyor. Malzemelerin ham gerçekliğiyle kurduğu ilişki sanatıyla kurduğu bağın temel taşlarından birini oluşturmuş. Sanatçının eserlerinde görülen minimalizm ve yalınlık, aslında derin bir arayışın ve yoğun bir ifadenin dışavurumu. Miró, kullandığı her bir malzemenin içinde gizli bir hayat taşıdığına inanmış ve bu inançla eserlerini oluşturmuş. Bu bakış açısı, onun avangart yaklaşımını desteklerken aynı zamanda resimlerine neredeyse meditatif bir boyut kazandırıyor. O, basit bir malzemeyi sadece fiziksel bir araç olarak görmek yerine, o malzemenin taşıdığı potansiyel enerjiyi keşfetmeyi amaçlamış ve bu süreç, Sobreteixim'lerin yaratımında önemli bir rol oynuyor. Bu, sanatının fiziksel nesneleri aşan, daha geniş ve derin bir boyut taşıdığına işaret ediyor.
Onun sanatında, toplumsal yapıların, ekonomik sistemlerin ve bireysel varoluşun katmanlarını söküp atan bir güç saklı. Bu bağlamda Miró’nun yapıtları, bir karşı duruş ve direnç sembolüne dönüşüyor.
Joan Miró’nun yapıtları, yüzeydeki semboller, formlar ve renklerle sınırlı bir estetik deneyim sunmanın ötesinde, derin bir düşünsel ve varoluşsal sorgulamayı barındırıyor. Miró, sanatını salt görsel bir malzeme olarak değil, insanın dünyayla kurduğu ilişkiyi yeniden düşünmeye yönelten bir araç olarak kurguluyor. Onun sanatında, toplumsal yapıların, ekonomik sistemlerin ve bireysel varoluşun katmanlarını söküp atan bir güç saklı. Bu bağlamda Miró’nun yapıtları, bir karşı duruş ve direnç sembolüne dönüşüyor. Miró’nun yanık tuvallerindeki deformasyonlar ve Sobreteixim’lerin dokusal zenginliği, sanatçının maddi dünyanın sınırlarını aşarak nesnelerin içsel gerçekliğini ve gizli potansiyelini açığa çıkartma çabasının birer dışavurumuna dönüşüyor. Joan Miró'nun yapıtları, sanatı bir yaşam biçimi olarak gören, kapitalist dünyanın sınırları içinde sıkışıp kalmamış bir var oluşun izini sürüyor. Onun eserleri, sanatı estetik bir tatmin aracı olarak değil, toplumsal, bireysel ve felsefi bir sorgulamanın zemininde şekillenen bir varlık olarak konumlandırıyor.
Bu sergi, Miró'nun sadece bir sanatçı değil, aynı zamanda dönemin politik ve sosyo-ekonomik dinamiklerine karşı bir başkaldırının simgesi olduğunu hatırlatıyor. Onun eserleri, insanın evrendeki yerini ve maddi dünyanın ötesindeki anlamı sorgulayan bir yolculuğun ürünü olarak kalmaya devam ediyor.
Comments