top of page

Paris’in Güleryüzlü sıkıntısı


Mehmet Güleryüz, Paris’teki Galerie Cyril Guernieri’de 4 Haziran’a değin izlenen Quai aux Fleurs adlı son kişisel sergisinde, fanî dünyanın tutarsızlığının son çehrelerini insanlığa tekrar havale ediyor


Yazı: Evrim Altuğ


Mehmet Güleryüz, 4 Septembre 2021, Tuval üzerine yağlıboya, 65x54 cm


Mehmet Güleryüz’ün son yapıtları, 12 Mayıs’tan 4 Haziran’a değin Paris’teki Galerie Cyril Guernieri’de Quai aux Fleurs / Çiçekler Rıhtımı başlığı ile izleniyor. Bu tabir, yaşamını Paris’te sürdüren sanatçının Sen Nehri'ne komşuluk eden muhite, atölyesine tekabül eden 4. Bölge’ye (Arroindessement No.4) biyografik, vefalı bir yankı da üretiyor. (Nitekim görsel bir jurnal gibi muamele gösterdiği eserlerine tarih ve yer bilgisi muntazaman teğellenmiş Güleryüz’ün son dönem yapıtları, geçen sene Haldun Dostoğlu editörlüğünde Sinan Eren Erk’in okuması ve Jale Erzen’in röportajını buluşturan, QNB Finansbank etiketli, aynı başlıklı özel bir yayının da kaynağını teşkil etmişti.)


Heykelden, tiyatroya (Asaf Çiyiltepe, Arena Tiyatrosu, 1963), performanstan, sinema TV setleri ile, sahne-dekor ve kültür sanat yayıncılığına (Kalın sanat dergisi, 1986) pek çok dalda üretken bu sivil toplum öncüsü, hoca ve çok yönlü sanatçıya¹ üç yıl önceki atölye ziyafetinde de, paletinin, tuval, fırça ve spatulasının şarabî tadını, aynı galerideki Serzenişler Bahçesi isimli sergisi vesilesi ile paylaşma fırsatı elde etmiştim.²


Mehmet Güleryüz, 7 Février 2021, Tuval üzerine yağlıboya, 46x38 cm


Bu tanıklığın son emareleriyle, şimdilerde yine aynı galeride konaklayan Güleryüz, izleyenleri bir masterclass bereketiyle verdiği başka bir derse daha davet ediyor. Sanatçı, son sergisinde, - itinalı bir itiraz mesuliyeti ile, tuttuğu günlüğün önceki yapraklarını da gözeterek- fanî dünyanın tutarsızlığının son çehrelerini, insanlığa tekrar havale ediyor.


 

"Baş döndüren hırçın ve ani jestlerin art arda yarattığı ve Güleryüz’ün bu jestlerin sahiplerine duyduğu küskünlük ve hınçtan doğan cimri renk skalası, bir yanıyla Güleryüzlü, ebedi bir Paris sıkıntısının paha biçilemeyen, ancak çoktan kurutulmuş, dilim dilim kıyılarak teşhire bırakılan beşeriliğinin 'şarküteri' efektini de izleyiciye servis ediyor."

 

Yansıttığı türlü sınıf ve mesleklerden insan portreleri vesilesiyle, yine bir geri dönüşüm, yüzleşme, duyusal bir istifade ve dahi istifra düzeni sergiliyor Güleryüz. İnsanlığın âtıl halini, aciliyetin samimiyetini içinde taşıyan bu ödünsüz figürlerin ürettiği teatral, edebî denemeler lezzetindeki tasvirler, izleyiciyi de kendi varlık kavgalarına şahit yazmaya çalışıyor. Öyle ki, dahil oldukları en ufak delikte bile kendilerine var olacak bencil birer delik arayan bu insanlar, yeri gelince içleri boş, buruşuk, kavruk halleriyle, birbirlerinden medet uman âtıl birer "pet" şişeyi, yeri gelince de obez, kendine faydasız davul sesli damacanaları çağrıştırıyor. Sürekli birbirlerini dolduruşa getirmeye çalışan kibirli, kurnaz bu kimselerin içlerinde (ve izleyene bakan gözlerinden taşan "dış"larında) barındığı meskenler, bazen insana daral getiren daracıklıkları, bazen de bir adanın insana adadığı o mahpus, mahcup, ikilem yüklü hürlükleriyle, kendilerini izleyicinin imgelemine heyelanla döküyor.


Mehmet Güleryüz, Juin 2019, Tuval üzerine yağlıboya, 92 x 73 cm


Baş döndüren hırçın ve ani jestlerin art arda yarattığı ve Güleryüz’ün bu jestlerin sahiplerine duyduğu küskünlük ve hınçtan doğan cimri renk skalası, bir yanıyla Güleryüzlü, ebedi bir Paris sıkıntısının paha biçilemeyen, ancak çoktan kurutulmuş, dilim dilim kıyılarak teşhire bırakılan beşeriliğinin "şarküteri" efektini de izleyiciye servis ediyor. Sırdaşlık ve kibrin, kuşku ve güvenin elçileri olarak izleyenlerle boy ölçüşen, boyaların buruşuk tüplerinden son zerresine kadar kârlı çıkmaya çalışan bu varlıklar, satıhta birer fatih olsalar bile, ele geçirdikleri hiç bir zaman ve mekân dilimini, satıh aralarında samimiyetle, insanca, kardeşçe bölüşemiyor.


 

"Bugün 84 yaşında olan Güleryüz’ün, ruhanî bir açlığın varoluş gurultusuyla uğuldayan, serin bir sağanak baskınının soğukkanlılığı, şimşek samimiyeti ve kudretinde seçerek eşelediği bu dışavurumcu boşluklardan, yine türlü kişiliklerin o 'içi dışına çıkmış', çoğu kez anadan üryan cüreti, güya edepli bizlerin iştahlı gözlerine, geceli, gündüzlü, sel gibi akıyor."

 

Yine izleyicinin duyarlılık seviyesi ve "tuttuğu taraf" nezdinde, bu kimseler kendi hiçliklerini sınama fırsatını da buluyor. Kimi zaman bir kadının, kimi zaman bir adamın, kimi zaman bir deniz kaplumbağası ya da vahşi bir dört ayaklının sular seller ortasında maruz kaldığı yaşam ve ölüm ayrımında, türlü manzaraları bizimle deneyimleyen Güleryüz, bu son resimlerde de sorguladığı gibi, değil kelimelerin, renklerin, jestlerin, hikâyenin dahi dürüst olup olmayacağının hesabını, tuttuğu bu günlüğün imge nüshaları ile gözünden, bileğinden geldiğince, kudretle veriyor. Kaldı ki, Güleryüz’ün "dişini tırnağına katan" kimi tuvallerinde, yaranın, tentürdiyot kokusunun, adlî tıp antiseptiğinin, duyarsız ve vızıltılı, ucuz hayattan daha kârlı floresan ışığının, kefen bezinin kalıntılı, ekşimiş ölüm paleti de, kendini derin bir akıntı sızısıyla sürekli duyumsatıyor.


Mehmet Güleryüz, 2 Novembre 2019, Tuval üzerine yağlıboya, 146 x 114 cm


Bugün 84 yaşında olan Güleryüz’ün, ruhanî bir açlığın varoluş gurultusuyla uğuldayan, serin bir sağanak baskınının soğukkanlılığı, şimşek samimiyeti ve kudretinde seçerek eşelediği bu dışavurumcu boşluklardan, yine türlü kişiliklerin o "içi dışına çıkmış", çoğu kez anadan üryan cüreti, güya edepli bizlerin iştahlı gözlerine, geceli, gündüzlü, sel gibi akıyor. Alacakaranlık bir edepsizliğin, çürük aydınlıklar ve daracık ufukların içinde dengesizce bekleşen bu kimseler, ne ilginç ki kendi kendiliklerinin riyakâr mahpusluğu sağolsun, tam da bu ibret ve iffet vesikalarında omuz omuza bölüştükleri özgürlüklerini, göğüslerini gere gere, cehenneme beş kala dahi pervasızca, hasetle ilân edebiliyor.


Güleryüz resimlerinin teatral kudretinin altında, insanlık denen metnin felsefe taşları da birer arkeolojik buluntu sağlamlığıyla keşfedilmeyi bekliyor. Resimlerin içinde kendilerine birer varlık ve ne ilginçtir ki aynı anda hiçlik alanı kazandırmayı bilen bu bireyler izleyenlerin kendilerine gösterdikleri ilgiden de, ilgisizlikten de nasiplenmesini biliyor.


Mehmet Güleryüz, 3, 4 Septembre 2020, Tuval üzerine yağlıboya, 92 x 73 cm


Sözgelimi, tasvir ettiği kişiliklerden türettiği psikopatolojik, teatral ve sosyal varoluş enerjisinin bahşettiği karma "aydınlatma"nın farkındalığıyla, eserlerine renk türeten ressamın, 2 Kasım 2019 tarihli tuvali, yahut 3 ve 4 Eylül 2020 üretim tarihli, mahpus bir gizemli surete ev sahipliği eden yakıcı, boğucu, dikenli, tıknefes portresi, ya da "kulislerde" olup bitenleri ilettiği bir diğer cayır cayır "iç mekân"ı, hep bu farkındalığın metafizik ısı ve ıssızlık göstergeleri halini alıyor.

Sanatçının, her biri diğerinden kaba hatlı, kabahatli, adeta sabıkalı varlıkları, sanat tarihinde Güleryüz’ün pek çok yoldaşının da kadim birer işaret fişeği aciliyeti ile tasvir ettiği, "Cennetten kovulmuş" Hz. Âdem ile Hz.Havva tasvirlerini de izleyenlere düşündürmeden, çağrıştırmadan, edemiyor.


Misal, erken dönem Gotik el yazmaları ile tanınan İngiliz William de Brailles’in yazmalarındaki o mahzun, bir deri bir kemik, mesul Âdem ve Havva’sının dünyaya "sığınmacı" halleri, ya da erken dönem İtalyan Rönesans ustası Massacio’nun Floransa Şapeli’ndeki meşhur freskinde beden ve yüzlerini kapatarak ağlaşan uhrevî ikilinin bölüştüğü pişmanlık ve çaresizlik, sanatçıya mahsup Güleryüzlü Paris sıkıntısının birer duygusal "nüfuz sureti" olarak, yine bu sergi vesilesiyle kayda geçiyor.


Mehmet Güleryüz, 29 Mai 2021, Tuval üzerine yağlıboya, 92 x 73 cm


Yaslı bir "spot cennet" olarak dünyanın ortasında baş başa kalmışlığın kendilerini aklamayacağını gayet iyi bilen, birlikteliklerinin yakınlığını, ancak aynı anda yalnızken keşfedecek kadar da birbirinden uzak insanlar geziniyor, Güleryüzlü bu tuvallerde. Kâh yüzen, kâh koşturan fanî başka varlıklar, onlara izleyiciyle aynı anda sırtını dönüyor.


Günümüz âfet "bereketi"nin klişeleşmiş tüm ahiret emareleri, bu sefaletnameye birer kefaletname misali, art arda, heyelan apansızlığında, izleyici algısı üzerine çullanıyor. Sular yükseliyor. Havasızlık, kaçacak pencere arıyor. Işık, bu ayrıcalıklı düşkünlükte kendine yıkanacak ne bir içten güneş, ne de kendini bırakacağı berraklıkta, dökülecek bir nebze akıntı bulamıyor.


Desenin dürüstlüğünden on yıllarca taviz vermeyen bir imge yazmanı olarak, Mehmet Güleryüz’ün göze alenen batırdığı bu hayatî "jest"lerin pençe izi seviyesindeki samimiyetin kudreti, bu sergi figürlerinde de yine "etiği" senin, kemiği benim dedirtecek birer müsabakanın algı levhasına vesile oluyor. Bunda sanatçının 1970’lerin başında devlet bursu ile geldiği Paris’te aldığı taş baskı ve yüksek sanat eğitiminin iğne acılığının da etkisi, kuşkusuz ki çok büyük ve dahi nice yıllarca kalıcı gibi görünüyor.


Mehmet Güleryüz, Les coulisses, 2019, Tuval üzerine yağlıboya, 81 x 65 cm


Hepimizi hayatın suç ortaklığına ayrım gözetmeden davet eden bu çelişki madeni, varoluşsal pozlar refakatinde, Tahsin Yücel’ün Türkçesiyle Ataç Kitabevi’nin 1961 baskısı Charles Baudelaire (1821-1867) klasiği Paris Sıkıntısı’na tekrar baktığımızda, karşımıza Güleryüz’ün adeta ruh yoldaşlığını yapan bir sırdaşın 1862’de tamamladığı, ancak ölümünden iki yıl sonra gün ışığına çıkmış şu ölümsüz ifadeleri³ çıkıyor:


“Gün sonları ne kadar içe işleyici güzün! Ah, can yakacak kadar işleyici! Çünkü öyle tatlı duyular vardır ki dalgaları şiddetini kaldırmaz ortadan. Sonsuz’un ucundan daha keskin uç da yoktur.

Bakışı göğün, denizin uçsuz bucaksızlığına daldırmak ne büyük zevk! Yalnızlık, sessizlik, göğün eşsiz arılığı! Ufukta titreyen, küçüklüğüyle, yapayalnız kalmışlığıyla kendi çaresiz varlığına öykünen bir küçük yelken, dalganın yeknesak türküsü, bütün bu nesneler benimle düşünüyorlar; ya da ben onlarla düşünüyorum (çünkü "ben" düşlerin enginliğinde öyle çabuk yitiyorum ki!); düşünüyorlar, diyorum ama dilbazlığa, kıyaslamaya, sonuçlamaya başvurmadan ezgice, garipsi garipsi düşünüyorlar.


Gene de bu düşünceler; ister benden çıksınlar, ister nesnelerden fırlasınlar; fazlasiyle şiddetleniyorlar çabucak. Güç, hazda bir huzursuzluk, olumlu bir ıstırap yaratır. Fazlasiyle gerilmiş sinirlerim tiz ve sızılı titreşimlerden başka birşey vermiyor artık.


Şimdi de göğün derinliği şaşkına döndürüyor beni, duruluğu çileden çıkarıyor. Denizin duygusuzluğu, gözlerimin önündekilerin değişmezliği ayaklandırıyor beni… Ah! Hep böyle acı mı çekmeli, yoksa hep kaçmalı mı güzelden? Doğa, acımak bilmez sihirbaz, her zaman galip çıkan rakip, bırak beni! İsteklerimi ve gururumu baştan çıkarmayı bırak artık! Bir düellodur güzeli incelemek, sanatçı dehşetten haykırır, sonra da yenik düşer bu düelloda.”


 

³ III-Sanatçının Duası, s.6, Charles Baudelaire, Paris Sıkıntısı, Çev.Tahsin Yücel, Ataç Kitabevi, Ekin Basımevi 1961, Ankara


bottom of page