top of page
Nilgün Yüksel

Nesli Türk ile büyük beden: Boyanın sınırlarında


Bedenin Hafızası ve Kara Duyu sergileriyle hesaplaştığı duyumsamayı Corpus Magnum serisiyle başka bir plastiğe taşıyan; beden, sıvılar, kıvrımlar ve “saçılma” ile hep bir derdi olmuş Nesli Türk 1 Nisan’a dek Merkür Galeri’de görülebilecek olan son sergisi Corpus Magnum’u konuştuk

1035 kelime

Baştan başlayalım, ressam olma kararı almaya giden süreç neydi? Hangi ilgiler ya da eğilimler etkiledi seni?

Heykeltıraş olan abim Cumhur Ata Türk'ün çok büyük etkisi oldu, ahşap heykeller yapıp bit pazarındaki tezgahında satan babamın da öyle. Muhteşem bir atölye ortamının içinde büyüdüm. Rölyefler, ahşap oymalar, bakırdan, gümüşten bin bir çeşit el işçiliği, sanat kitapları... İlk perspektif dersimi aldığımda henüz beş ya da altı yaşındaydım; abim bir sehpanın üzerine birkaç kitap koyup çizmemi istedi, tabii çocuklar kavramsal düşünür bilirsiniz, hemen zihnimde canlanan uçan kitapları üst üste kule gibi yığdım... Abim nasıl olması gerektiğini anlattığında ise inanamadım, sanki kimsenin bilmediği müthiş bir sırra vakıf olmuş gibiydim, inanılmaz bir histi benim için. Yüzey derinliğini keşfetmiştim. Fakat hayal gücümü anneme borçlu olduğumu düşünüyorum, inanılmaz güçlü bir edebi yönü var annemin, her gece bana o an kendi kurguladığı hikâyeler-masallar anlatırdı, keşke oturup yazsaydı diye düşünüyorum çoğu zaman. Sanatla uğraşmaktan başka bir varoluş biçimi yoktu benim için, dolayısıyla bir karar alma durumundan bahsedemeyiz sanırım.

Bugün ve bugüne gelirken eğitim sürecin ve yaşantın çalışmalarının şekillenmesinde nasıl bir rol oynadı?

Hep resim okumak istediğim için sevdiğim sanatçıların çalışmalarını kopya etmeye lisede başladım. Viyana okuluna hayrandım o zamanlar, kopya etmekten parçalanmış bir Egon Schiele kitabım vardı... Zorlu bir eğitim hayatım oldu diyebilirim, ailemin desteğine rağmen iş ve okul bir arada yürüdü. Çok sevgili arkadaşım Gülistan Karagüzel ile küçük, tavan arası bir evimiz vardı Taksim’de, orada nasıl o kadar resim yaptık hala bilmiyorum... Olağanüstü bir heyecan ve enerji dolu bir dönemdi. Uzun süre asistanlık ve çeviri yaptım.

Lise yıllarında Egon Schiele ile kurduğum bağ çok belirleyici oldu. Hapse atıldığı zaman yaptığı suluboyalarda bol, çuval benzeri giysiler içinde acı çektiği oto portreleri beni o kadar etkiledi ki, sanki asıl hapsedildiği mekân zindan değil de bu ağır kumaşlardı... Bedeni giysilerden kurtarmak gerektiğini düşündüm. Antik Yunan'ın, Perikles Dönemi'nin gururla sergilenen bedenleri...

Sadece plastiğin değil, dilin olasılıklarını da kullanıyorsun, okumak, dillendirmek, boyamak arasında kurduğun bağlantılar neler?

Resim bir tür “kendinde şey” olmalı diye düşünüyorum, kendi içinde bütünsel bir varoluş, baktığınız zaman hiçbir metne ihtiyaç duyulmamalı, dolayımsız olmalı, kendisini besleyen kaynakları öyle bir soğurmalı ki onlardan geriye yalnızca bir duygu durumu, bir ruh hali kalmalı. Bilgi resmin derisine işlemeli. Uzun zaman şiirle uğraştım, betimleyici olmaktan uzak isimler veriyorum resimlere, Kuşlar Hükmü, Hayvan Gözler, Parıltı bunlardan bazıları; şiirlerimin isimleri ya da şiirlerde geçen imgeler bunlar.

Belirgin bir anlatım biçiminin olmasının yanında denemelerin ve arayışların var. Merkezin etrafında küçük yollar açmak kurguladığın temel yapıyı nereye götürüyor? Bu arayışlar resmini hangi kanallardan besliyor?

Denemeden çok kendiliğinden akan bir süreç var. Son çalışmalarda daha açık uçlu, yarım kalmış bir beden; geçişli, titreşimli tekrarlar ve katmanlı bir yüzey var. Orta çağ keşişlerinin üzerindeki eski metinleri kazıyarak yeni metin yazmakta kullandıkları parşömenlere (palimpsest) benzer bir etki, aydınger kağıt kullandığım desenlerde özellikle hissedilmesini istedim. Resimlerde üst üste çakıştırılan figürler, tekrarlayan hareketin fütüristik bir yorumu gibi görülebilir ilk bakışta. Fakat asıl mesele, güdülenmiş hareketin otomatizmine, aynı figürün çoklu imajları üzerinden bölünmeye, parçalanmaya, çözülmeye vurgu yapmak; diğer taraftan duyguları ve anıları üst üste çakıştırarak bedenin hafızasını yakalamak. "Hafıza, devasa ve karmaşık bir 'palimpsest'ten ibarettir," diyor Baudelaire.

Sanatta yeterlilik metninin başlığı, Resim Sanatında Ekspresif Bedenin Melankoli Kavramı ile İlişkilendirilmesi idi. Bu çalışmada ortaya koydukların ve onların yanına eklenebilecekler ile beraber, sanatçının sanrıları, zaman zaman tapınma nesnesi haline getirilen, ideal güzelliğin tanımı bedenlerin yarattığı endişe, uzun zamanlar boyunca fiziksel ve ruhsal parçalanmışlığımız ve elbette tüm güzel tanımlarının dışında feminist bir bakış açısı ile bedene ve bedenin içsel dünyamızda yarattığı karmaşaya nasıl bir karşılık veriyorsun eserlerinle? Eserlerin yansıtma, karşı çıkış ve yüzleştirme arasında nerede duruyor?

İlk sergimin adı Bedenin Hafızası idi. Bütün deneyimlerimizin kaynağı bedenimiz... Bildiğiniz gibi belirli tarihsel aralıklarda beden yoğun bir biçimde düşmüşlük ve günahla ilişkilendiriliyor. Özgür, çıplak insanlar olarak Yunanları öven Nietzsche ise Hristiyan ahlakının beden ideolojisine karşı bedeni ve benliği bütünleştiriyor, Sartre “ben bedenimim,” diyor; ben de bu yaşayan, salgılayan bedeni yakalamak istiyorum resimlerimde. Melankoli de aslında bedensel bir durumdan kaynaklanıyor, Antik Çağ'ın Humoral Patoloji teorisine baktığımızda kara safralı insanlarda rastlandığını görüyoruz. Yeni Platoncu düşünürlerin çalışmaları ve Albrecht Dürer'in ünlü Melankoli gravürü ile melankoli-yaratıcı deha ilişkisi kurulana kadar da hastalıklı bir ruh durumu olarak kabul ediliyor.

Ekspresif olmakla birlikte çirkin olduğunu düşünmüyorum resimlerimdeki figürlerin; varoluşsal bir deformasyon söz konusu daha çok, şiddet dolu bir deformasyon. Anselm Kiefer'in dediği gibi, sanat eserinde güzellikten kaçış yoktur... Kafalarına goril maskesi geçiren Guerilla Girls Metropolitan Müzesi'ne Girebilmek için Kadınların Çıplak mı Olması Gerekiyor? diye sorarken Rönesans'tan bu yana erkek bakışına sunulan güzel-çıplak kadın tasvirlerine karşı haklı bir tepkiyi dile getiriyor elbette. Bilmeniz gereken bilmem ne kadar kadın sanatçı diye kitaplar basılıyor, aynı kitabı erkek sanatçılar için bastıklarını düşünün! Ölmeden önce tanımanız gereken 100 Erkek Sanatçı! Mesela... Fakat feminist yaklaşımların ürettiği estetik dil, genellikle çirkin kadın imgesi ile yan yana gidiyor. Bu böyle olmak zorunda değil. Belki şaşıracaksınız ama ben resimlerime bakarken çiçek gibi olduklarını düşünüyorum bazen. Kasıtlı bir kitsch ve eleştirellik taşımadığı sürece ekspresif bir deformasyon duygusu taşıyan resimlerdeki beden olgusunun çirkin olduğunu düşünmüyorum.

Desen altyapısını, pentürün egemenliğini belirgin bir şekilde hissettiren çalışmalardan sonra daha akıcı dokunuşların olduğu, farklı malzemelerin yüzeyde buluştuğu çalışmalara doğru yol almaya başladın. Bu süreçteki değişimin kaynağı neydi?

Aslında daha önce de kullanıyordum farklı malzemeler, fakat kompozisyondaki açık uçlu etkiler sanırım bu malzemeleri daha görünür kıldı. Desen her zaman resmimin kemik yapısını oluşturdu. Evet farklı malzemeler kullanıyorum, vermek istediğim etkiye en iyi hizmet edeceğini düşündüğüm herhangi bir objeyi, tekniği kullanmaktan kaçınmam için bir sebep yok; fakat çok kendiliğinden gelişiyor-söğüt, füzen, yağlıboya, akrilik yahut kolaj... Özellikle söğüdün hem toparlayan hem dağıtan bir etkisi var. Yaldız ve Gümüş, boya ile karıştırıldığında kimliğini yitiriyor ve parlaklığını kaybetmeye başlıyor. Alüminyum folyo kullanmamın sebebi de bu, özerk bir alan yaratıyor o zaman malzeme, gümüşe net bir referans veriyor ki kurşun melankolinin gezegeni olan Satürn'e özgü bir madde, ona gönderme yapıyor. “Tuval üzerine karışık teknik” değil mesele... Sadece biçimsel değil, semiyolojik bir kullanımı var folyonun. Boya katmanları ise her zaman bilinçli bir şekilde oluşmuyor aslında, tatmin olana kadar boya yığdığınızda resim ağırlaşıyor sanki, tek seferde büyük hareketlerle fırçayı yüzeyde hareket ettirdiğinizde geçen enerji ve tazeliği yakalamak istiyorum ben.

Comments


bottom of page