Nermin Er'in Sıradaki Şarkı isimli sergisi Bursa Nilüfer Belediyesi’nin Meteor I Balat Kültürevi’nde açıldı. Sergideki eserler üzerinden sanatçının pratiğini ele alıyoruz
Yazı: Oğuz Karayemiş
Nermin Er, Bir Kent Provası, 2022, Tek kanallı video, 2’50’’, Video görüntüsü
Nermin Er’in Sıradaki Şarkı sergisi, uzam ve hareket (uzamdaki hareket kadar uzamı üreten ve onu bazen mekân kılan hareket) mefhumlarını düşünmek için büyük bir fırsat sunuyor. Sanatçının malzeme seçimindeki kanaatkârlık, farklı boyutları açığa çıkarmak için ölçekler ve mecralar arasında gidip gelmesi sayesinde bu mefhumlar olabildiğince saf halleriyle ve çok boyutlu bir şekilde problemleştirilebilir hale geliyor. Bu yazıda mümkün olduğunca sergideki belirli yapıtları takip ederek bu mefhumları ve ilişkili problemleri ele almaya çalışacağım. Gizem Gedik’in küratörlüğü üstlendiği sergi, 13 Ocak - 11 Nisan 2024 tarihleri arasında Nilüfer Belediyesi’nin (Bursa) Meteor I Balat Kültürevi’nde gösterimde olacak.
Yüzeyin oylumları ve tümsekleri olarak imge
Nermin Er’in yapıtlarında iç içe geçen iki sorgulama hattı var gibidir: Birinci hatta resimde çoğu zaman olduğunun aksine boyanın tutucu yüzeyi olmaktan çıkarılarak bizzat imgenin daha etkin bir eyleyicisi haline getirilen kâğıdın malzeme olarak kudretleri (ki bu hattı mürekkeple ilgili bir başka hat sürdürür ve farklılaştırır), ikinci hatta ise ışık ve gölgenin sanatta icra ettiği ifadesel kudretler. Önce kâğıtla alakalı hattı ele alacağım.
Sergideki Gümbürtü (2022) serisinde kâğıdın en ham haliyle karşılaşıyorum. Bilhassa Gümbürtü #2, başka hiçbir malzeme, bizzat kâğıttan bile olsa hiçbir ek kullanmadan kağıdı doğrudan imge haline getiriyor. Rölyef tekniğinin son derecede yalınlaştırılmış bir uygulaması olarak görülebilecek bu yapıt, kâğıdın esneme payına özel bir dikkatle çok sayıda mini darbeyle üretilmişe benzeyen bir kabartmadır. Öyle ki geriye yalnızca yüzeyde oluşan tümsek ve oylumlar ile ışıklandırmanın bu temel yapılarla etkileşmesinden türeyen “ışık-gölge ilişkileri” kalmıştır. Gümbürtü #3 ve #4, kabartmanın ölçeğini küçülterek ve onlara yine kâğıttan daha çizgisel yapılar da ekleyerek ışık-gölge ilişkilerini karmaşıklaştırır. Bu mini yapılar, yüzeyden yükselen karmaşık geometrik şekillerdir.
Solda: Nermin Er, Gümbürtü I , 2022 Kâğıt üzerine müdahale, rölyef 72 x 52 cm
Sağda: Nermin Er, Gümbürtü II , 2022 Kâğıt üzerine müdahale, rölyef 72 x 52 cm
Daha bu seride ışık ve gölge ile kâğıdın kudretleri meselesinin iç içe geçtiği görülüyor. Bunun kaçınılmazlığına birazdan döneceğim. Fakat önce kâğıtla ilgili bir grup yapıtı daha tartışmama dâhil etmek istiyorum.
Bu grup, yine müstakil bir seri oluşturan Mekânlar/Derin Rölyef (2014) serisi. Bu seride düzgün geometrik ve mimari bir biçim kâğıdı delip geçer, adıyla mündemiç, derin rölyef olarak düzgün bir oylum oluşturur. Bu oylumlar, Mekânlar/Derin Rölyef #3 ve #4 yapıtlarındaki gibi yine son derece küçük ölçekli olabilecekleri gibi #1 ve #2 yapıtlarındaki gibi daha büyük ölçekli olabilirler. Her halükârda mühim olan, bu yapıtlarda mekânın oluşumunun yüzeyin oylumlanması olarak tasavvur edilmiş olmasıdır.
Peki nasıl bir yüzeydir bu?
Başta da dediğim gibi kâğıt, bu yapıtlarda artık basitçe boyanın tutunacağı emici bir yüzey değildir. Kâğıt, bu arka plan etkinliğinden ön plana geçerek bizzat imgenin kendisinden neşet edeceği bir "potansiyeller alanı"na dönüşür. (Burada alanları yalnızca “boş uzayda” yayılıyor olarak değil de bizzat “uzayı” bir potansiyeller alanı olarak düşünen güncel fizik yaklaşımlarını hatırlamamak elde değil). Yani kâğıt, bu iki seride imgenin kendisinden imal edileceği gerçek malzemedir, resimde az çok boyaların tuttuğu yeri de tutar. Bu mühim seçimle birlikte yalnızca dayanak olarak yüzey ile o yüzeyde örgütlenen (biçimlenen) boyar malzeme arasındaki ayrım iptal edilmekle kalmaz, imge ile uzam arasındaki ilişkiye dair daha ilgi çekici bir fikir doğar: İmge, yüzeyleri katederek onları oyan (oylum) ve yükselten (tümsek) kuvvetlerin ürünüdür. Bunlar, ister sanatçının -artık bir potansiyeller alanı olarak düşünmenin mecbur olduğu- kâğıt yüzeyinde icra ettiği kuvvetler olarak isterse de başka türden kuvvetler olarak düşünülsün (örneğin bizzat “uzay yüzeyinin” oylumları ve tümsekleri olarak gökcisimleri ile onları üreten kuvvetler).
Soldan sağa: Nermin Er, Gökyüzü Notları I, II, III, 2022, Kâğıt üzerine mürekkep, 72x52 cm
Işık ve gölge: İmgenin açıklığı
Işığın ve gölgenin kâğıda hasredilmiş yapıtlarda da başat bir rol oynadığını söyledim. Şimdi bu meseleyi ele alırken yine de önce daha doğrudan ışık ve gölgeye hasredilmiş yapıtlarla başlamak istiyorum.
Serginin seyirciyi karşılayan yapıtı olan Bir Akşamüstü Notları (2022) isimli video, Nermin Er’in stüdyosunda pencereden duvara düşen ışığın ve gölgelerin değişimlerini kayda alıyor. Bir tür saf ışık çalışması olarak görülebilecek bu video, ışık-gölge ilişkilerinin sanatçının pratiğinde işgal ettiği yeri hissetmeyi sağlıyor. Onun karşısında konumlanan Gökyüzü Notları (2022) serisinden üç yapıt ise bu defa kâğıt üzerine mürekkeple bulutların devinimlerini ışık-gölge ilişkileri olarak kayda geçiyor. Bulutların aralarından sızan ışığın mürekkep lekeleri olarak betimlendiği bu üçlüde sanatçının yine aynı yalın pratiğini duyumsamak mümkün. Peki ışık-gölge ilişkilerini doğrudan ele alan bu yapıtlarla az evvel ele aldıklarım arasında nasıl bir bağ kurulabilir?
Bir Akşamüstü Notları videosu ile Gökyüzü Notları serisi, imgenin oluşumunu bir ışık-gölge dağılımı olarak düşünmeyi mümkün kılıyor. Bu açıdan nasıl ki genel olarak renkli bir yağlı boya tabloyu ışığın boyalar aracılığıyla vuku bulan kırılımları (dalga boyu değişimleri) olarak düşünmek de mümkünse, aynı şekilde bu yapıtlar da rengi büyük oranda devreden çıkararak imgeyi ışık-gölge ilişkileri olarak tasavvur etmeyi sağlıyor. Fakat artık kırılımlardan ziyade vardan yoka giden bir dereceler oyunu söz konusu gibidir. Bu durumda kâğıda hasredilmiş yapıtlarla bu yapıtlar grubunun paralel olduklarını söylemek sanırım fazla ileri gitmek olmaz: İlk grupta imge nasıl kâğıdın sunduğu potansiyeller alanından neşet ediyorsa bu grupta da imge ışığın sunduğu potansiyeller alanından neşet ediyor. İmgeye dönüşen kâğıdın yerini zaman zaman mürekkebin de aracılığıyla imgeye dönüşen ışık ve gölge alıyor.
Nermin Er, İsimsiz (Günler Üzerimize Yığılıyor), 2023, Kâğıt rölyef, 82x124 cm
Bu paralellik, ilk gruptaki yapıtlara olduğu kadar sergiye dağılan diğer yapıtlara da bir katman olarak dâhil olur: Mekânlar/Derin Rölyef serisinin renkler ve daha farklı mekân düzenlemeleriyle karmaşıklaştırılması olan Odalar (2023) serisi, Günler Üzerimize Yığılıyor (2018|2023) isimli kâğıt yerleştirme (ki bu da kendi adına Gümbürtü #3 ve #4 yapıtlarındaki çizgisel kâğıt yapıları karmaşıklaştırır), İsimsiz (Günler Üzerimize Yığılıyor) (2023) isimli kâğıt rölyef vb... Bütün bu yapıtlarda (ve adını anamadığım videolar ile yerleştirmelerde) ışık-gölge ilişkileri, özellikle de üçüncü boyut devreye sokulduğu zaman nihai sanatsal imgenin oluşumunun bir parçasıdır. Öyle ki bu ilişkiler, imgeyi dışarıya açıyor, sergileme koşullarına (özellikle ışıklandırmaya) duyarlı hale getiriyor, deyim yerindeyse bu şekilde onları mekâna özgü kılıyor.
Nermin Er, Yol’da,2013, Işıklı maket, detay, 17x100x100 cm
Hareket ve yığışma: Uzamın, mekânın ve bir şehrin oluşumu
Yine kâğıttan ağaçlar, iskeleler, elektrik direkleri, dağlar ve tümseklerle bezeli Yol’da (2013) isimli dönen mekanizma ve onun aracılığıyla üretilen aynı isimli video, bilhassa bu birlikteliği vurguluyor gibidir. Videoda sabit bir kamera etrafında dönen mekanizma ve değişen ışık sayesinde üretilmiş bir yolculuğa tanıklık ediyorum. Bu yolculuk videosu, sanatçının ışık-gölge ilişkilerini ve kâğıdı en sıkı şekilde birbirine bağladığı yapıtlardan biri kabul edilebilir. Özellikle kâğıdın geçirgenlik-geçirimsizlik kudretleri ile ışığın kudretlerini sentezleyerek ışığın varlık (veya yokluk) derecelerini hareketle buluşturur. Hareket burada sentezin işlemcisi, zamanla birlikte imgenin üretiminin temel eyleyicilerinden biri haline gelir. Peki sergideki yegâne hareket bu mudur?
Nermin Er, Karşılaşmalar 8, 2023, Kağıt üzerine kağıt rölyef ve mürekkep, 50x132 cm
Aslında hem Gümbürtü serisinde hem de diğer kâğıttan rölyeflerde de hareket vardır. Kâğıttan yüzeyi, yani potansiyeller alanını bir imge (ve dolayısıyla sanatsal “uzam”) olarak örgütleyen kuvvetler, bir hareketli sekansta iş görürler. Bu yalnızca sanatçı olarak Nermin Er’in üretim pratiği açısından değil onun yapıtları aracılığıyla düşünülen daha büyük mekânsal oluşumlar için de geçerlidir. Karşılaşmalar (2021-2023) serisini bu açıdan düşünmeye değer.
Bu seride yığışmalara, yani herhangi bir tür hareketin ya da çoklu hareketlerden mürekkep hareketli sekansların ürettiği en temel sonuçlara tanık olunuyor. Bu seriye dağılmış yapıtlar, şehirleri farklı eyleyicilerin hareketleri neticesinde vuku bulan büyük yığışmalar veya kümeler olarak düşünmeyi sağlıyor: insanlar, köpekler, bitkiler, şantiyeler, makineler vb... Nasıl ki sanatsal uzamı, sanatçının ve malzemelerin icra ettiği kuvvetler kuruyorsa şehri de bu eyleyicilerin icra ettiği kuvvetler birer mekân olarak örgütler. Bütün oylumlar, tümsekler ve ışık-gölge ilişkileri şehirde ama bu defa çok daha büyük bir ölçek ve karmaşıklıkta vuku bulur. Onlar da yeryüzü dediğimiz şu uzay parçasının bozulmaları (deformasyonları) ve yeniden biçimlendirilmeleri (reformasyonları) olarak tasavvur edilebilir. Sanatsal uzam ve kentsel mekân birbirini durmaksızın anıştırarak ve vuku bulan işlemlerdeki paralellikleri düşündürerek durmaksızın iç içe geçiyor bu seride.
Sıradaki Şarkı sergisi, Nermin Er’in heykele, mekâna ve en önemlisi kendi mecrasına olan ilgisini bütün derinliğiyle sunan, geniş ve neredeyse retrospektif sayılabilecek bir sergi. Benim burada ele aldığım boyutlar, sanatçının ilgilerinden ve dertlerinden (o da ancak yakalayabildiklerimden) bana bulaşanlardan oluşuyor. Küratör Gizem Gedik’in de belirttiği gibi bu “sade, zarif ve çoğunlukla mizahi yönü güçlü” (Küratoryal metin, 2023) yapıtlar, seyircisine çok katmanlı problemler sunuyor. Sergileme hususunda da Gizem Gedik, sergileme mekânını ziyadesiyle başarılı bir şekilde kullanarak, biri aydınlık diğeri karanlık iki güzergâh üreterek Nermin Er’in ışık-gölge ilişkilerine olan ilgisini bütün bir mekâna yayıyor. Sergiyle birlikte sanatın soyutlayıcı kuvvetlerinin son derece karmaşık problemleri ne kadar yalın bir şekilde problemleştirebildiğini bir kez daha idrak ediyoruz.
Commenti