top of page

Mimarlığın iyileştirici gücü


Geçtiğimiz günlerde Arkitera Mimarlık Merkezi, Genç Mimar Ödülü’nü ve World Architecture Festival (WAF) Awards’ta Dünyanın En İyi Endüstri Yapısı Ödülü'nü kazanan Slash Architects’in kurucu ortaklarından İpek Baycan ile Türkiye’de genç ve kadın mimar olmak üzerine konuştuk

Şule Ertürk Gaucher ve İpek Baycan

Bir araya geliş hikayenizden bahseder misiniz?

Bir araya gelişimiz biraz tesadüfi. Şule yüksek lisans için yurtdışına gitmeden hemen önce tanıştık. O dönemde ben büyük bir ofiste çalışıyor, bir yandan da dışarıdan serbest işler alıyordum. Birkaç yıl boyunca uzaktan da olsa birbirimizle mimarlık hayatımızdaki gelişmeleri paylaştık, birbirimizi takip ettik. Sanırım mimarlığa bakış açımız ve mesleki tutkumuz bizi bir arada tuttu. Bir araya gelme fırsatı bulduğumuzda da yarışmalara katılarak birlikteliğimizin ilk adımlarını attık. Sonrasında birimize küçük de olsa bir iş geldiğinde paylaşıp birlikte geliştirmeye başladık. Birlikte proje geliştirme uyumumuz oldukça iyiydi dolayısıyla bir şeyler filizlenmeye başlamıştı, tam o dönemde 38-30 Çiftliği Peynir Fabrikası projesi gündeme geldi. Bu proje için geliştirdiğimiz önerinin uygulanacağı belli olunca biz de kendi ofisimizi kurmaya karar verdik.

38-30 Çiftliği Peynir Fabrikası

Slash Architects’in mimarlığa bakışını nasıl tanımlarsınız?

Biz, mimarlığın iyileştirici gücünü önemsiyoruz. Belki de bu, sağlık yapıları ile bu denli karşılaşmamızla ilişkilidir. Karşımıza gelen farklı konulara onların arketipini anlama güdüsüyle yoğunlaşıyoruz. Mimarlığın ancak bu şekilde özümsenebilen bir olgu olduğuna inanıyoruz. Dolayısıyla karşımıza çıkan konu ve ölçekler ne olursa olsun hepsine aynı hassasiyetle yaklaşmayı önemli buluyoruz. Kendimiz belli bir aşamadan tatmin oluncaya dek denemeye ve üretmeye devam ediyoruz ve vardığımız noktada çoğu zaman olgunlaşmış, tutarlı ve etkin projelerin ortaya çıktığını görüyoruz.

İşveren ile ilişkinizde sizin için önemli noktalar nelerdir?

İşvereni, ne yapmak istediğini ve sınırlarını çok iyi kavramak. İşverenin belki de ilk kez bir mekan yaptıracak olması, daha genel çerçeveden olan kaygıları ve işletme kurguları tüm bu ilişkiye yön veriyor. Benzer bir noktada bulaşabildiğimiz sürece müşterilerle ilişkimiz oldukça iyi gidiyor.

Mimari süreçler ve tasarımın işverene tanıtılması çok önemli. Faklı sektörlerden geliyor olduğumuzu unutmuyoruz bu noktada ve oldukça yalın bir şekilde yaklaşımlarımızı doğru sunum yöntemleriyle ifade ediyoruz. Ciddi bir empati gerektiren bir süreç bu bize göre. Bazen müşterilerle ortak paydada buluşup buluşamayacağımızı anlıyoruz ve eğer ortak bir paydamız yoksa karşılıklı zaman kaybetmemeye özen gösteriyoruz. Diğer türlü, her şey olağan sürecinde gerçekleşiyor.

Müşteri portföyünüzde sağlık klinikleri önemli yer tutuyor. Bu bir tercih mi yoksa tamamen tesadüf mü?

Tesadüf. İlk yaptığımız muayenehane Şule’nin bir lise arkadaşı için geliştirdiğimiz bir ev-muayenehanesi. Bizim bu sektöre girişimiz, yaptığımız ilk işin beğenilmesinin ardından oldu. Süreçte diş hekimleri ile oldukça iyi anlaştığımızı görmek de bu sürecin sürekliliğini sağladı. Bugün, sağlık yapıları üzerine sıkça düşünmekte olduğumuz bu noktada sağlık yapılarının mimari düşünceye ne kadar ihtiyacı olduğunu kavradık. İnsan psikolojisinin en çok rahatlatılması gereken bu ortamların dingin, ufuk açıcı ve umut verici olması gerekiyor. Bu konu üzerine çalışmamız, bundan sonra bir tercih olarak devam edecek.

Batı Dental Poliklinik

Bahçeşehir Üniversitesi’nde Profesyonel Hayata Geçiş dersi veriyorsunuz. Sizce bir mimarın mezun olduktan sonra profesyonel olabilmesi için nasıl bir süreçten geçmesi gerekiyor ya da belki de daha karamsar bir soru kalıbıyla ‘onu neler bekliyor?’

Öğrencilere tasarıma, mimarlığa nasıl yaklaştıklarını sorarak başlıyoruz derse. Sonuçta sadece üretim yapmakla bitmiyor, kendi mimarlıklarını aktarıyor, iyi ifade ediyor ve savunabiliyor olmalılar. Öğrencilerin kendilerine dönüp bunları keşfetmesini sağlamaya çalışıyoruz. Profesyonel hayatta kendilerini ve projelerini, başka bir değişle mimari kimliklerini nasıl yansıttıklarını göstermeyi hedefliyoruz. Dersin bir de uygulamalı bölümü var. Bu bölümde öğrencileri tasarım brief’lerini alacakları bir müşteriyle karşılaştırıyor ve bu aşamada dahi bir yarışma projesi sunarmış gibi hazırlanmış olmaları gerektiğini anlatıyoruz. Dersin sonuç ürünü olarak da, gerçek bir müşteri ile karşılaşıp onun isteklerini anlayıp, tasarım brief’ini doğru yorumlayarak bir proje geliştirmelerini istiyoruz. Bunları anlatmamızın sebebi bu dersin hayata veya mezuniyet sonrasına dair bir simülasyon olması. Bu sayede, öğrencilerin normalde ancak mezun olduktan sonra düşünecekleri konuların tohumunu atmayı ve şimdiden farkındalık yaratmayı amaçlıyoruz. Bunun da ötesinde, mimarlık mezunu olan öğrencilerin yönelebileceği çeşitli kanallar ve mimarlığın farklı potansiyelleri üzerine düşünmesini de sağlıyoruz. Mezun olduktan sonra tasarım ile ilişkili ilgilerini çeken herhangi bir konuda çalışmalarını sürdürebilir, bir mimarlık ofisinde çalışabilir, kendi işini yapabilir, akademiye ya da fotoğraf-görselleştirme gibi pek çok konuya yönelebilirler.

Sorunun asıl cevabına gelecek olursak öğrencileri onların kendilerinin çizeceği bir rota bekliyor ve daha öğrenci iken eğilimlerini fark etmeleri ve kendilerini en çok ilgilendikleri ve başarılı olduğu konulara kanalize etmeleri önemli. Bugün oldukça sıkı bir piyasası bulunan mimarlık ortamında bir yer edinmeleri bu şekilde mümkün olabilir.

Akçakoca Tatil Evi

Aslında sizler de yarışmalara katılan bir ekipsiniz... Bahsettiğimiz profesyonelliğe geçiş sürecinde yarışmaların yerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Genç mimarlar seslerini ancak yarışmalarla mı duyurabilir?

Sesini duyurabilmek için her ekibin farklı araçları olabilir. Genç mimarlar için fırsata dönüşebilecek mecralardan biri yarışmalar. Bir müze ya da ulaşım merkezi gibi kamusal konular birden genç mimarların karşısına gelmiyor sonuçta. Bizler için en önemli konulardan biri ise yarışmalarda mimari düşüncenin sınırlarının zorlanması. Türkiye’de günümüzde fikir yarışmaları dahi sanki uygulama projesi alınacak işler minvalinde çiziliyor. Bu durum açıkçası genç mimarların kendini bu uygulamayı yapabileceklerine dair ispatlaması konjonktüründe etkili. Fakat dünya çapında yarışmaların rolüne baktığımızda içinde bulundukları mimarlık ortamının dayatmalarından muaf olunan projeler üretme imkanı gözeten projelerin özellikle genç mimarlar tarafından sıkça üretilmesi üzerine inşa edildiklerini görüyoruz.

Bizim yaklaşımımız bu manada daha global, bu sebeple konusunu ilginç bulduğumuz yarışmalara katılıyor, o konularda mümkün mertebe düşüncemizi ifade ederken radikalleşiyoruz.

Röportajlarınızda genç mimar olma durumuna ilişkin soruları ‘genç olup da yapı üretebilme şansı elde edebilmekle ve mimarlığın katı kuralları dışında düşünebilmekle’ ilişkilendiriyorsunuz. Bu bağlamda sizinle aynı jenerasyondan olan mimarların üretimlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ofis sahibi olduğumuz bu dört yılda aslında mimari ortamın ne denli kısıtlayıcı olabileceğini gördük. Sanırım daha da görmeye devam edeceğiz. Mezun olduktan sonra, içinde bulunulan hayalperestlik yerini kabul edilebilir işler yapmayla eğilimine bırakıyor. Bizler hala enerjimiz varken projelerimizde sınırlarda işler yapmaya çalışıyoruz. Bu genelde zor oluyor tabii çünkü yaptığımız işler çoğu zaman uygulamaya gidecek işler oluyor. Konsept aşamasında kalmıyor. Bizimle aynı jenerasyondan olan mimarların yaklaşımları çeşitli, bazen daha genel geçer kabullerin olumlu görüldüğü işlerle karşılaşırken bazen, özellikle de yarışmalarda, özgün işlere denk geliyoruz. Global olarak baktığımızda bizimle tam olarak aynı jenerasyondan olmasa da Heatherwick gibi genç mimarların bu noktalara gelmiş olması çok umut verici. Biz o sözlerimizle global manada bir değişimin sinyallerini genç mimarların verdiğini de ifade etmek istemiştik.

Önceki nesillerle bir kıyaslama yapmanızı istesem, ‘katı kurallar dışında düşünebilme yetisini’ program ve benzeri konulara mı daha açık bakabilmekle mi, yoksa sosyo-kültürel değişimi okuyabilmek ve bunu yapıya yansıtabilmekle mi ilişkilendirirsiniz. Ya da sizin başka bir yorumunuz olur mu?

Aslında ikisi de çok güzel çıkarımlar. Eskiye kıyasla sosyo-kültürel farkındalıklar ve hassasiyet gözle görünür şekilde okunuyor bence güncel mimari yaklaşımlarda. Yıldız mimar algısı dediğimiz o hem hacimsel hem de müdahalesel anlamda büyük etkiler görünmüyor. ‘Star mimarlık’ algısı ile ilgili en büyük sıkıntılardan biri, bir tarzın hakim olduğu, sosyal ve bağlamsal sıkıntıların çok da gözetilmediği işlerin de ortaya çıkıyor olabilmesiydi.

Bu yıl 2018 WAF’de (World Architecture Festival) de gördük ki aslında bu tip yaklaşımlara pek de prim verilmiyor. Hem yeni nesil mimarların eğilimleri hem de mimarlığın günümüzde edinmeye eğilim gösterdiği farkındalık daha çok önem kazanıyor. Biraz daha sosyal içeriği güçlü olan yaklaşım biçimleri ödüle layık görülüyor, büyük yatırımlara yoğun cevaplar yadırganıyor.

“Ataerkil inşaat sektöründe kadın olmak, işverenlerin, yüklenicilerin iletişim şekillerini değiştirmesi anlamına gelebiliyor.”

Erbil Ganjan New Town

Türkiye’de genç mimar olmak mı daha zor kadın mimar olmak mı? Bunu size düşündüren nedir?

Genç olmak daha zor çünkü kadın olmak sadece kadın olmak. Bu konuyu daha sonra açacağım ama öncelikle genç olmanın neden zor olduğunu açıklayayım. Türkiye’de mimarlık kavramının inşaat sektörüne hizmet eden bir araç olduğu algısına sıklıkla rastladığımız bir dönemden geçtik. İnşaat sektörünün lokomotifi olduğu bu dönem bir yandan ‘sürekli üretim var’ algısını oluştururken yapılan işlerin mimari niteliklerinin nadir olarak özgün olduğu bir süreçti. Mimarlık sanki dönemin mesleğiymiş gibi pek çok öğrenci tarafından tercih edilen bir bölüm haline geldi ve çok sayıda mezun verildi. Bütün bunlar bir araya geldiğinde, piyasada zaten nitelikli değil çabuk iş arayışının olması genç mezunların bu cendereye ayak uydurmak zorunda kalması ile tamamlandı. Özellikle sağlam ekolleri olan okullardan mezun olan mimarlarsa, ne kendi işlerini yaparken ne de bir yerde çalışırken hayal ettikleri ortamı bulabildiler. Hizmet sektörünün dayatmaları içerisinde ederinin altında iş yapma beklentileri özellikle genç mimarlık ofislerini vuruyor sanırım.

Kadın mimar olmaksa ne zor ne de kolay. Alışılagelenden sadece biraz daha farklı diyebiliriz. Ataerkil inşaat sektöründe kadın olmak, işverenlerin, yüklenicilerin iletişim şekillerini değiştirmesi anlamına gelebiliyor. İçinde bulunduğumuz coğrafyanın da etkisi var tabii, daha el ense yapılabilecek anlaşmalar daha profesyonelde ilerleyebiliyor biz belli bir mesafede olunca. Bunun dışında kadın olmanın kattığı ciddi bir empati ve uzlaşma yöntemi var ki bu da anlaşmalara pozitif olarak yansıyor.

İki genç, başarılı kadın olarak ‘kadın mimar’ kavramının sizdeki yansımalarını merak ediyorum. Bu aslında hepinizin de bildiği gibi çok uluslararası bir tartışma konusu. Bu kullanımı etimolojik olarak doğru buluyor musunuz? Sizce bu terim ayrıştırmanın temellerini mi güçlendiriyor yoksa sorunları tartışabilmek için uygun alanı mı tanımlıyor?

Bu kavramın bu şekilde dillendirilmesi, daha önce sıkça karşılaşılmayan bir olgu olmasıyla bağlantılı. Bu anlamda içinde bulunduğumuz coğrafyada bu kavramın tartışma zemini oluşturmasını olumlu buluyorum. Umarım bundan birkaç yıl sonra kadınların sesi mimarlık ortamında daha çok duyulur ve eşitlikçi bir zemin oluşur. O zaman artık İskandinav ülkelerindeki gibi bu ayrıştırmaya / tanımlamaya gerek kalmaz. Bununla beraber biz kadın mimar olmanın, kadın gibi mimarlık yapmanın (aksi zaten mümkün değil) haklı gururunu yaşıyoruz. Başka bir bakış açısı getirebiliyoruz konulara. Bazen daha hassas veya hayalperest yaklaşımlarımız oluyor, bunlar işlerimizi zenginleştiriyor ve özgün kılıyor.

bottom of page