Performans sanatçısı Pınar Derin Gencer’le performans sanatına son yıllarda yeniden artan ilginin sebeplerini, kurucusu olduğu Istanbul Performance Art’ı ve gelecek planlarını konuştuk.
Pınar Derin Gencer, Fotoğraf Elif Kahveci
Performans sanatının son yıllarda, hem de artan bir popülariteyle yeniden sanat dünyasının kayda değer alanlarından biri haline geldiği tespitini yapmak sanırım çok da yanlış bir gözlem olmayacak. Bu duruma hem dünya genelinde hem de Türkiye özelinde şahit oluyoruz. Giderek daha fazla sanatçı performansı bir ifade aracı olarak işlerinde kullanmayı ve giderek daha çok müze, galeri ve bienal programlarında performans işlerine yer vermeyi tercih ediyorlar.
Pınar Derin Gencer, Fragile, Fotoğraf Engin Güneysu
Performansa artan ilgiyle birlikte bu disiplini sahiplenen ve onu daha da çok görünür kılmayı hedefleyen platformlardan biri de, kendisi de performans sanatçısı olan Pınar Derin Gencer’in kurmuş olduğu Istanbul Performance Art. Gencer bir yandan epey üretken bir sanatçı olarak kendi işlerini üretmeye, diğer yandan organize ettiği festival aracılığıyla uluslararası mecralarda performans sanatına dair işler üretenlerle bir araya gelmeye devam ediyor. Sanatçı ayrıca 2021 yılında gerçekleştirmeyi planladıkları Istanbul Performance Art Biennale için çalışmaları da sürdürüyor. Aynı zamanda doktor olan ve hem Türkiye hem de İsveç’te yaşayan Gencer’in kişisel yolculuğunda da ‘aradalık’ kavramı ön plana çıkıyor...
Pınar Derin Gencer, Fragile, Fotoğraf Engin Güneysu
Hem tıp eğitimi almış biri olarak doktorluk yapmaktasın hem de bir sanatçısın; bize bu iki alandaki geçmişinden ve ikisinin arasındaki ilişkiden söz edebilir misin?
Tıp fakültesi hikayemin başlangıç noktası hemen her Türkiye gencinin maruz kaldığı gibi ebeveyn sansürüne dayanıyor. Konservatuarda tiyatro eğitimi almayı planlarken kendimi amfi sıralarında buldum. Böylece annem doktor olma hayalini benim üzerimde gerçekleştirmiş oldu. Bir klasikle başlayan bu hikaye tıp ve sanatın iç dinamiklerinin birbirini dönüştürdüğü bir sürece yöneldi. Tiyatro, edebiyat, fotoğraf, performans sanatı, enstalasyon derken disiplinler arası beslenen/birbirini besleyen evreler oluştu. Aslında tıbbın ve sanatın sağaltma amaçları birbirine benzer. Maurice Merleau-Ponty, insan bedenini doğal ve varoluşsal iki boyutun iç içe geçmiş̧ hali olarak tanımlar. Evans, bu tarife atıfta bulunarak doğal olanın aslında fiziksel; varoluşsal olanın ise deneyimsel olduğuna vurgu yapar. Eğer insan bilimleri tüm varoluş̧ alanlarında (kültürel, tinsel, dinsel vb.) insan deneyimini konu ediniyorsa; tıpta insan bilimleri de sağlık, hastalık, rahatsızlık, sağlık bakımı, hasta-hekim iletişimi gibi özgün konularda insan deneyimini inceleme konusu yapmaktadır. Yani tıpta insan bilimleri; rahatsızlık, maluliyet, tıp ve sağlık hizmeti noktalarında yaşananları bütünleşmiş̧, disiplinlerarası ve aslında felsefi biçimde kaydedip yorumlayan bir alan. Şu an yolculuğumda geldiğim noktada tıp ile sanatın sağaltma amaçları birlikte, doğal ve varoluşsal boyutlarıma nüfuz ediyor.
Pınar Derin Gencer, Fragile, Fotoğraf Engin Güneysu
Peki sanatçı olarak seni özellikle performans sanatına yönlendiren şey ne oldu? Gerçekleştirdiğin işlerde diğer disiplinlerle nasıl bir ilişki kuruyorsun?
Performans sanatının ilişkide olduğu sanat dallarını kapsayan bir ifade tarzı oluşturma hali; tiyatro, edebiyat, fotoğraf, video, enstalasyon gibi farklı disiplinlerde üreten biri olarak yolcuğumda yeni deneyim ve düşünme süreci başlattı. Zaman, mekan, sanatçının vücudu ve seyirciyle sanatçı arasındaki ilişki olmak üzere dört ana elementin birlikteliğinden doğan performans sanatı, yalnızca bir an için var olur. Mesajın yerine süreç, sözün yerine beden geçer. Bir kez yapılır ve tekrarı yoktur. Bu nedenle performans sanatı yalnızca seyircinin belleğinde varlığını sürdürür. Sanatla hayat arasındaki mesafeyi yok sayar; sonucu değil, süreci önemli kılar. Sanatçı ve katılımcısı için geçici, özgün, tekrarlanmayan ve kaydedilmeyen bir deneyim yaşamak, yalnızca bir an için var olmak ve katılımcısının belleğinde varlığını sürdürmektir aslolan. Performansta her şey gerçeğin kendisidir. Performans sanatının sınırları muğlaklaştırarak, alışılmış davranış biçimlerini sarsarak bir düşünce ve sorgulama alanı yaratması, iç dinamiğimi sürekli dönüştüren bir bağlılık hali oluşturdu. Virginia Woolf, Sylvia Plath, Nilgün Marmara, Tezer Özlü, Simone de Beauvoir, Anais Nin şeklinde sayfalar boyunca yazabileceğim isimlerin belleğimde bıraktığı izleri; Steve Reich, David Lang, Philip Glass, John Cage, Tonbruket, Esbjörn Svensson Trio, David Bowie, Patti Smith, Ane Brun, Mariam The Believer diye giden uzun bir listenin bedenime dokundurduğu notaları; Jerzy Grotowski, Samuel Beckett, Bertolt Brecht'in yeniden sorgulattıkları... Aslında ilişkide olduğum tüm disiplinleri performans sanatında kullanıyorum.
Son yıllarda hem dünya genelinde hem de İstanbul özelinde performans sanatının hem sanatçılar hem de izleyiciler için yeniden keşfedilen bir disiplin olduğunu gözlemliyoruz. Peki, sence bugün performans sanatı, gerek dünyada gerek İstanbul’da nasıl bir konuma sahip? İstanbul ve dünyadaki performans işleri arasında sence en belirgin farklar ve benzerlikler neler?
1960'lardan bu yana ağırlıklı yer tutan performans sanatına Türkiye'de son yıllarda bir dönüş var. Performans kavramı üzerine önemli çalışmalar gerçekleştirmiş Erika Fischer Lichte performanslarda özne-nesne, bakan-bakılan, gösterge-gösterilen ayrımlarının sorgulandığını ve sınırlarının belirsizleşmeye ve rollerin yer değiştirmeye başladığını vurgular. 1960'lardan bu yana seyirci ve performans sanatçısı arasındaki sınırlar da belirsizleşmekte. Dünyada bu sınırların belirsizliği yoğunlukla göze çarpıyor olsa da Türkiye'deki izleyici kitlesi hala performans sanatını sahne gösterisi niteliğinde izliyor. İzleyici kendi üzerindeki sahne iktidarını ortadan kaldırabilmiş durumda değil. Performans sanatçısının bedensel zorlanma, acı ve hayati risk içeren durumlarına müdahale edip etmeme gibi kararlar vermeye, performansa aktif olarak katılmaya henüz açık bir izleyici bulunmuyor Türkiye'de. Oysa ki asıl arzulanan, izleyici ve performans sanatçısının, bu kimliklerinden uzaklaşarak beraber deneyimledikleri anlar sürecinin oluşması. Dünyada performans sanatçılarının bedensel zorlanma, acı ve hayati risk içeren durumların içine girdiklerini, Türkiye'de ise dansa ve tiyatroya dönük işlerin çıkarıldığını görüyorum. İstanbul'da performans sanatına ilginin artması değerli ancak beraberinde yeni sorgulamaları getiriyor. Her şeyin performans olarak nitelendirilmeye çalışıldığı bir süreçten geçiyoruz. Zaten bu sanat dalı hakkında berrak bir zihne sahip olmayan izleyiciye dans, tiyatro vb. disiplinlerin de performans sanatı adı altında sunulması, zihinlerde kaos yaratıyor.
Pınar Derin Gencer, Fotoğraf Elif Kahveci
Aynı zamanda Istanbul Performance Art’ın da kurucususun. Biraz Istanbul Performance Art’ın bir ihtiyaçtan dolayı mı ortaya çıktığından, nasıl şekillendiğinden ve gelecek planlarından bahsedebilir misin?
International Performance Art Association (IPA), Istanbul Summer 2014 döneminde IPA Istanbul direktörü ve performans sanatçısı Burçak Konukman’la tanıştık ve 2015'teki festivali birlikte yapmak üzerine konuşurken neden Türkiye’de performans sanatçılarını, performans sanatını ve ilişkide olduğu multidisipliner sanat dallarını temsil eden bir platformun olmadığı sorgulamalarına girdim. Bu sorgulama sürecinin sonucunda Istanbul Performance Art’ın tohumları ekilmiş oldu diyebilirim.
Istanbul Performance Art, performans sanatı ve disiplinlerarası yaklaşımıyla ilişkide olduğu sanat dallarını kapsayan performanslar ve projeler sunmak amacıyla kurulmuş, uluslararası ilk performans sanatı platformu. Türkiye'de performans sanatını yapan, araştıran, okuyan, öğreten, yazan ve arşivleyen insanlar için özel projeler, kaynaklar, yayınlar üretmek; performans sanatının gelişiminde çeşitlilik, yenilik oluşturmak üzere yola çıktı. Yeni sanatsal çerçeveler geliştirmek için kurumun sanatsal yönetimini belirli dönemlerle küratörler ve sanat direktörlerine bırakıyoruz. Kültürel sektör genelinde performans sanatçıları ve kuruluşlarla işbirliği içerisinde, stratejik çalışıyoruz.
20 Eylül'de Endless Art Taksim'de Between Waves, 23 Eylül'de Troya Vakfı’nın davetiyle Korfmann Kütüphanesi'nde Plastic Words isimli performanslarla yeni sezonu açtık. Istanbul Performance Art'ın Artnivo ile işbirliği yaptığı 3+1 projesindeki solo performanslar da kış sezonunda gerçekleşecek. İki mimarla gerçekleştireceğimiz üç ayaklı bir atölyemiz olacak. Endless Art Taksim ve Özyeğin Üniversitesi ile de sonbaharda atölyelerimiz olacak. Istanbul Performance Art'ın organize ettiği ve küratörlüğünü benim yaptığım Body In The Window performans dizisi de her ay başka bir performans sanatçısıyla devam etmek üzere Kasım ayında başlayacak. 19-22 Ekim tarihlerinde gerçekleşecek Tasarım Tomtom Sokakta için performans sanatı dökümantasyonu sergisi ve performanslar organize ediyoruz. Ayrıca 27. Uluslararası İstanbul Sanat Fuarı’nın bu seneki performans bölümünün organizasyonunu Istanbul Performance Art üstleniyor. Fuarda aralarında Roi Vaara, Zierle Carter gibi dünyaca ünlü performans sanatçılarının da olduğu performans belgesi sergisinin küratörlüğünü üstleniyorum. Sergiye konuşmalar, canlı performansların da eşlik edeceği zengin bir program hazırladım. Ve tabii bir de Istanbul Performance Art Festival ve Istanbul Performance Art Biennale var.
Ne zaman gerçekleştirmeyi planlıyorsunuz bu bienali?
Istanbul Performance Art'ın kuruluşundan itibaren performans günü, festivali ve bienali planlarımız arasındaydı. Bienal için tarihimizi 2021 ilkbaharı olarak kararlaştırdık. Performans sanatının dünyadaki önemli isimleriyle görüşmeler halindeyiz. Detaylarını önümüzdeki süreçte duyuracağız.
Pınar Derin Gencer, Between You and Me, Fotograf Pınar Tuncer, 2015
Son olarak sana başka bir ‘aradalığın’ hakkında bir soru sormak istiyorum; hem İsveç hem de Türkiye’de yaşıyor ve çalışıyorsun; bu iki ülke arasındaki ilişkiden ve İsveç macerandan bahseder misin?
Hepimiz bizi annemize bağlayan bir göbek bağıyla dünyaya geldik ve doğmamızla birlikte bu bağ kesildi. Bu göbek bağı hem fiziksel hem psikosomatik hem de psikolojiktir. İnsan, bu bağın kesilmesiyle düşülen/düşünülen yeryüzünde benzer aitlik ve güvenlik hissini aramaya başlar. Bu arayış kimi zaman bir duyguda (veya anda) kimi zaman bir objede (veya mekanda) kimi zaman da bir başka insan bedeninde (veya ruhunda) vücut bulur. İsveç, bu arayışın bir insan bedeni ve ruhunda vücut bulmasıyla hayatıma girdi. Arayışın derinliklerine indikçe sanat çalışmalarımda da yoğunlukla kullandığım saç/saç örgüsü ile aitlik ve güvenlik hislerini ilk kez bir şehirle eşlediğim Stockholm bedenimde yerini buldu. Stockholm ve İstanbul; dinamikleri ve bedenimdeki izleri birbirinden farklı iki coğrafya. Stockholm, hayatta ve sanatta minimalizmin sularında gezmemi sağlayan, sihirli, huzurlu, güvenli ve ait hissettiğim liman; İstanbul ise dalgalı, rüzgarlı, durmayan, durulmayan bir deniz.
Comentários