top of page

İçimize bir karanfil düşüyor gibi*

Ahmet Doğu İpek’in Başımızda Siyahtan Bir Hâle başlıklı sergisi 29 Ocak 2023 tarihine kadar Selen Ansen küratörlüğünde Arter’de devam ediyor. Sergiyle birlikte, gündelik hayatın karmaşasında gözden kaçırdığımız kaygılarımızın izini sürerken, kötücül, karamsar ve sürekli hale gelmiş politik atmosferin mizacında görmezden geldiğimiz en ağır hislerimizle yüzleşiyoruz


Yazı: Dicle Beştaş


Ahmet Doğu İpek, Başımızda Siyahtan Bir Hâle, Küratör: Selen Ansen, Sergiden yerleştirme görüntüsü, Arter, 2022, Fotoğraf: flufoto


Bu yazı, bendine sığamıyor olmanın ne ölçüde kıymetli olduğunu hatırlatmak ve dünya telaşı içerisinde gözden kaçırılan kaygılarımızın izini sürerek, yönünü şaşırmış bir duygular haritasına birlikte bakmanın ihtimalidir. Çaresizliğimiz şu ki; duygular kendi başlarına yersiz yurtsuzdur. Spinoza’ya göre beden ve zihin ile duygu ve fikir arasında birinin diğerine üstünlüğünü reddeden bir paralellik vardır. Duygular, bedende tecrübelendiği ölçüde yeni anlamlar üretir. Kaygılıyken şuramıza (iki göğsün ortasını göstererek) bir şey oturur. Âşık olunca karnımızda kelebekler uçuşur. Bazen bir olay karşısında öyle sarsılırız ki, başımızdan aşağı kaynar sular dökülmüş gibi hissederiz. Uyaranın ruhumuzda bıraktığı iz bedenimizde bir yere yerleşir. Olayın etkisi üzerinden kendimizi tanımlarız.


"Ve soğuk bir çağdan geçiyoruz.

Çağlardan

Başımızda siyahtan bir hale."


Edip Cansever, Tragedyalar III, Tragedyalar içinde


Bir sergi mekânında öylece konulmuş, soğuk bir çağın” bilgisine sahip endüstriyel bir sünger ve üzerine nasılsa düşmüş tüm çağların bilgisine hakim jeolojik bir kayıt. Biraz daha açayım: Yumuşak, sentetik, hafif, endüstriyel, modern formlarda bir seri üretim nesnesi üzerine düşmüş sert, doğal, ağır, amorf bir bir kaya parçası. Kayanın nereden geldiği ve nasıl geldiği ile ilgilenmiyorum. Kayanın düştüğü yere bakıyorum. Ağırlığa maruz¹ kalmış hafif bir süngerin çaresizliğine bakıyorum. İnsan bedeniyle orantılı bir “sünger bedende” kalbe düşmüş “kaya sıkıntısı”, anlıyorum hemen. Ne acı. Şurasında bir sıkıntı var, ama ne? Birlikte başlıyoruz çoktandır içine düştüğümüz karanlığı, bilinmezliği ve kaygıyı sorgulamaya.


Ahmet Doğu İpek, Başımızda Siyahtan Bir Hâle, Küratör: Selen Ansen, Sergiden yerleştirme görüntüsü, Arter, 2022, Fotoğraf: flufoto


Arter’in ışıksızlığı kendinden menkul sıfır kotunun altındaki sergi mekânında karanlığa yenik düşmüş bir güneş sistemi, yer çekimine yenik düşmüş jeolojik kayıtlar, yer kürenin bitmek bilmez harlamasına yenik düşmüş tektonik hareketler, az önce gerçekleşmiş ya da henüz gerçekleşecek bir anı işaretleyen rüzgar hareketleri ile Başımızda Siyahtan Bir Hâle sergisi gündelik hayatın karmaşasında gözden kaçırdığımız kaygılarımızın izini sürüyor.


Ahmet Doğu İpek’in geçtiğimiz iki sene boyunca ürettiği eserlerinden meydana gelen Başımızda Siyahtan Bir Hâle başlıklı kişisel sergisi gün karşısında gecenin, sıcak karşısında soğuğun, karamsarlık karşısında iyimserliğin sözünün olmadığı çoktandır tutulmaya uğramış bir güneşin dünyasında bilinen anlamıyla ikililiklerin doğasını yeniden açıyor. İkili duyguları yerlerinden eden akışkan bir zaman aralığında duygulanımlara farklı ölçeklerde ve perspektiflerde anlatılar, mitler, kılavuzlar ve haritalar sunarak içime bir nebze su serpiyor, ferahlıyorum. Temsile sıkıştırılamayan siyasal, toplumsal hareketler, parçalara ayrılarak tasniflenen ve ikililikler üzerinden değil her birinin tekil anlamı üzerinden yeniden üretilen duygular ile dünyanın tarihi hakkında tüm örtük ve açık bilgileri aynı anda aktaran geçici ve sürekli bir dünyayı anlatıyor. Bu dünyada kendi yalnızlığımda ve çelişkilerimle her bir işi teker teker hissetmeye başlıyorum. Sıralanmış işler her biri eksi ve artıyı dengelemiş halde bekliyor. Eserler ölçekleri, konumları, malzemeleri ve medyumları ile dengeli. Denge izleyiciyi bu endişeli ortamda kendi kaygılarıyla yalnız bırakıyor. Endişenin yeniden üretildiği, acı yükleyen bir sergi değil içindeki endişeyle seni karşı karşıya getiren suretler yaratıyor ve “şuramda bir sıkıntı var ama ne anlamıyorum” dediğin her ana geri götürüyor. Dinlenmen için bir nefes alanı veriyor. Gök hareketlerinin, yer hareketlerinin, jeolojik başkalaşımların, tutulmaların içinde yalnız değilim. Bedenimin beni aşağıya çeken ağırlığına karşı koyamadığımda, hangi kuvvetlerden etkilendiğimi hatırlıyorum.² Çoktandır aynı karanlığın içerisinde ışığı ararken birbirimizi kaybetmişiz. Fark ediyorum. Kolektif bilinç burada kendini gösteriyor. Yıllardır tutuk ve daha ne kadar karanlıkta kalacağı bilinmeyen güneşin de benim de senin de iç sıkıntısı. Şu kaotik gündemin içinde yok saydığım duygularım ve önemsiz deyip geçiştirdiğim düşüncelerimle görünen o ki yalnız değilim.


Küratör Selen Ansen ve sanatçı Ahmet Doğu İpek’in diyalog halindeki bu sergi yerleştirmesi bir yüzleşme seansı. İçinde bulunduğumuz kötücül, karamsar ve sürekli hale gelmiş politik atmosferin mizacında günlük hayatta görmezden geldiğimiz en ağır hislerimizle yüzleşme vakti. Bir şeylerin az önce değişmeye başladığı ya da biraz sonra değişeceği sinyalini veren bir rüzgar bizi bu yarı kurgusal dünyanın kapısında karşılıyor. Schopenhauer’un anlattığı gibi yalnızca değişim sonsuz, ebedi ve ölümsüzdür. Peki değişim ve bilinmezlik kaçınılmaz iken bilinmeyeni nasıl karşılıyorum? Korku, endişe, normalleştirme bunlardan biri veya birkaçı mı? Mekâna bir giriş yapıldığını tarifleyen ve az sonra bizi tutulmaların dünyasına doğru götürecek tek kanallı video yerleştirmesi Zephyr I, İpek’in en çok kullandığı malzemelerden biri olan mürekkebin suda aldığı hareketin kaydı ve yer kararı çok yerinde.


Ahmet Doğu İpek, Başımızda Siyahtan Bir Hâle, Küratör: Selen Ansen, Sergiden yerleştirme görüntüsü, Arter, 2022, Fotoğraf: flufoto


Neden bu kadar büyük bir kaya, karanlığın ağırlığı böylesine büyük mü sahiden? Bu soruyu Çok uzaktan ve hep, yerleştirmesi selamlıyor. Onca zamandır karanlıkta kalan bir güneşin selamını hatırlatıyor. Tutulmuş bir güneşi resmediyor. Tutulmanın arkasında minimal hareketlerle gördüğümüz güneş yine de var, bu umut işte. Süngere hak veriyorum ve dönüyorum. Siyah mürekkebin ardındaki ufak sarı hareketler sergi süresince diğer işler ile buluşuyor. Başta beyaz olan süngerin serginin sağladığı süre boyunca sarıya yaklaşması, karanlığın arkasında kalmış güneşin sarısına dönmesi, buluşmaları entropi olarak açıklıyor sanatçı. Yasa bu ya en hizalı sistem, en düzensiz olandır. Sistemlerin bozulması düzensizlik getirir. Bir şeyler ters gidiyor gibi görünsede kendi kurallarını devam ettiren bir dünyada olduğumuzu hissediyoruz. Bu bizim dünyamızla kurduğumuz anlamın bölünmemesine yardım ediyor. Bu dünyanın kurallarını kendi saklı yalnızlığımla anlamaya çalışırken Zephyr serisindeki rüzgarı işaret eden iki kartografik resim dikkatimi çekiyor. Caecus Volcano yer kürenin altındaki bir kazandan iyilik ve kötülük tanrıları tarafından harlanıp üflenerek aktif bir yanardağ boyunca yeryüzüne çıkabilen ikili duyguların atmosferde oluşturduğu karanlık ve siyah bir hareketi resmediyor. Bu duyguları parçalamak, onları tanımlamak, sınıflandırmak, parçalara bölmek ve açıklığa kavuşturmak mı istiyor? diye soruyorum. Planlar ve kesitlerle duyguların teşhir edilmesi çünkü haritacılık tekniği biraz bununla ilgilidir. Bu sorunun cevabını sanatçının çocukluğunun geçtiği yerlerden hareketle kurguladığı Albino Island veriyor. Caecus Volcano aracılığıyla bize varlık nedenini ve nereden geldiğini bilimsel bir dille aktardığı dumanın öyküsünü resmediyor. Yanardağdan çıkan siyah duman, ada topraklarının üzerinden atmosfere yayılmış. Güneşin adaya düşmesini engelleyen kömürden karanlık bir gökyüzü oluşmuş. Her şeyin yalnızca siyah ve beyaz olduğu bu adada farkılıklar yoktur ve kara kömür gökyüzünün ardında ne vardır bilinmez. İpek’in haritaları insansız, cansız bir yer resmederek ironik bir bakış sunuyor. Çünkü iktidar aracı olan haritacılığın kim için ve neden üretildiği önemlidir. Haritalar her türlü manipülasyona açık araçlardır. Bilgiyi idelojik-politik süzgeciden geçirip insanlara sunacak olan haritacının (bu eserde sanatçının) kendisidir. Bu haritanın kime hizmet ettiğini bilemiyoruz. Burada bakışın sorgulandığı bi durum var ve yöntem olarak hafriyatçı³ bir element haritalama metodunun seçilmesi de oldukça etkileyici.


Zephyr II ile kapatırken şunu soruyorum kendime; mesafelenme bireyin uyaran karşısında tepkiselliğinin kanıtıdır. Böylece acı çekmek, sevmek, nefret etmek bir şeye karşı duyarsız kalmamayı, bir sistem içerisinde yaşayan bir varlık olduğunu ve önemli olduğunu hissettirmez mi?


 

¹: Ahmet Doğu İpek, Maruz: 75 kPa / 1130 kg, 2022 Sünger, doğal taş 80 x 350 x 200 cm ve Maruz: 75 kPa / 1490 kg, 2022 Sünger, doğal taş 80 x 400 x 235 cm

²: “…kendi bedenimizin bizi aşağıya çeken ağırlığına karşı koyamadığımızda, yere yığılırız; bir sütunun yaydığı soylu huzuru takdir edebildiğimiz gibi, bütün maddenin yerde belirli bir biçimi olmadan yayılma eğilimi taşımasını da işte bu nedenle kavrayabiliriz (Wölfflin, 2016)”.

³: Eray Çaylı, İklimin Estetiği: Antroposen Sanatı ve Mimarlığı Üzerine Denemeler (İstanbul: Everest, 2020), s. 47-51.

Not: Bu yazıyı yazmam için beni yüreklendiren Didem Yazıcı ve sabırla yazının hazırlanmasını beklerken desteğini saklamayan Merve Akar Akgün’e çok teşekkür ederim.


bottom of page