top of page

Gündelik hayatın değişen koreografisinde “dans”a dair

Geçtiğimiz günlerde çevrimiçi olarak düzenlenen İstanbul Dans Günleri'nin konsept ve danışmanlığını yürüten koreograf, çağdaş dans ve performans sanatçısı Tuğçe Ulugün Tuna'yla "dans"a ve pandemi koşulları altında yeniden şekillenen sanat pratiğine dair bir söyleşi gerçekleştirdik

Röportaj: Selin Çiftçi


Tuğçe Ulugün Tuna, Pandemi portre



"…Acı geçene kadar dans et…Sadece dans gözlerini açabilir…"

Hatay, 2020, Tuğçe Ulugün Tuna


Dünya Dans Günü kapsamındaki İstanbul Dans Günleri etkinliklerini bu yıl pandemi dolayısıyla çevrimiçi olarak gerçekleştirdiniz. Bu seneki etkinlik, nasıl bir konsept çerçevesinde gerçekleşti, program neleri içeriyordu?

Konseptini oluşturduğum ve yöneticiliğini sürdürdüğüm İstanbul Dans Günleri, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi İstanbul Devlet Konservatuarı Çağdaş Dans Anasanat Dalı’nın değerli iş birliği ve katkılarıyla 2016’dan bu yana gerçekleştiriliyor. Üç gün süren ve son günü olan 29 Nisan’da Dünya Dans Günü kutlanan İstanbul Dans Günleri’nin programı dahilinde herkese açık, farklı yaş grupları için tasarlanmış ve ücretsiz beden odaklı atölye çalışmaları, çağdaş dans gösterileri, konuşmalar ve paneller yer alıyor. Atölyelerin bir kısmı farklı disiplinlerden gelen profesyoneller tarafından yönetilirken, bir kısmı da mutlaka genç dans öğrencilerinin atölye önerileri arasından seçiliyor. Hareketle olan bağlantım hayatımın bütününü ve ana dinamiğini kaplıyor. Düzenli olarak kendi bedenimle ilişkilenmek beni bütünleştiriyor, odaklıyor ve zamanımın daha verimli geçmesine araç oluyor. Dans sanatçısı, dans eğitmeni, koreograf ve beden odaklı terapi alanında çalışan biri olarak, daha önce karşılaşmadığım global kaos ve “istem dışı” sınırlı bir ortamda, yani mevcut koşullarda ne yapabilirim, diğer bedenlere nasıl hizmet sunabilirim, nasıl fayda sağlayabilirim diye düşünüyordum. Bu süreci en verimli, benim için daha da önemlisi bu süreçten yeni bir keşifle, deneyimle, öğretiyle nasıl çıkabilirim yaklaşımı beni motive etti. Bilinmezliklerle yönetilen böylesine bir süreçte, diğer bedenlerin kinestetik farkındalığını oluşturabilmek, günlük çalışmalarla beden-zihin-enerji bütünlüğünü bir nebze olsa da dengeleyebilmek adına dikkati bedene çekerek kişilerin zihinsel ve psikolojik olarak rahatlayabilmelerine, belki de çoktan kopmuş olan birey-bedensel bağlantılarını sağlayabilmeye, en azından rehber olmaya odaklandım. Açık Buluşmalar böyle oluştu. Katılımcıları dijital ortamda, ücretsiz olarak, ekranlarını açmaya davet ettiğimiz bu buluşmaları Hilal Sibel Pekel, Bahar Vidinlioğlu, Tuğçe Tuna üçlüsü olarak haftada üç gün gerçekleştiriyoruz. Bu günlerde 11. haftasında olan yaklaşık 5000 kişiyi dijital ortamda birebir harekete geçirdiğimiz Açık Buluşmalar Türkiye ile sınırlı kalmadı, dijital erişilebilirlik sayesinde Endonezya’dan, Hollanda’dan, Almanya’dan, Fransa’dan bile takipçilerimiz var. Açık Buluşmalar aracılığıyla elimden geldiğince ulaşabildiğim kadar bedeni harekete geçirmeye, bedenler arasında bağlantı kurmaya niyetliyim.


Öte yandan MSGSÜ Çağdaş Dans Anasanat Dalı öğrencilerimiz “güvenli alanlarına” ulaşır ulaşmaz onlarla iletişime geçtim ve uzaktan eğitim programı uygulamalarına 16 Mart 2020’de başladık. Çabuk adapte olduk. Dolayısıyla uzaktan eğitim aracılığıyla, dijital ortama uygun işleyiş ve içeriklerle uygulamalı çağdaş dans tekniği ve beden odaklı dersleri sürdürmeye alışmış, yeterli deneyim sahibi olmuştuk. Tüm bu deneyimler birleşince planlanan İstanbul Dans Günleri’ni iptal etmek yerine, dijital ortamda gerçekleştirmeye karar verdik.


İstanbul Dans Günleri’nde Covid-19 pandemisi nedeniyle “evde” olan bireyleri, evleriyle yani “beden”leriyle ilişkilendirmek, güncel ve bütünsel beden anlayışını gündeme getirmek, unuttuğumuz beden zihin enerji bütünlüğünün değerini anımsatmak istedim. Gösteriler olamayacaktı ama, dijital ortam üzerinden atölyeleri gerçekleştirmek, video sunumları yapmak, canlı yayın ve konuşmalarla paylaşım alanlarını açmak mümkündü. Atölye programında aralarında Gülce Su Gümüş, Aybike İpekçi, Nazlı Durak, İlayda İpekçi, Aslı Melisa Uzun, Ezgi Yaren Karademir, Gizem Seçkin’in olduğu genç dans öğrencilerinin yanı sıra benim de dahil olduğum Aslı Bostancı, Melih Kıraç, Bahar Vidinlioğlu, Hilal Sibel Pekel ve Pınar Akyüz’denoluşan profesyonel bir ekiple, somatik farkındalık ve hareket odaklı atölyelerimizi tamamladık. Türkiye’de çağdaş dans algısı, çağdaş dans eğitimi ve dans öğrenciliği üzerine canlı yayınlar, konuşmalar yaptık. 29 Nisan Dünya Dans Günü’nde ise atölyelere ek olarak, MSGSÜ Çağdaş Dans Asd. öğrencilerinin iş birliğiyle üretilen, Alan BİR, Alan İKİ, Sayın Kaya İlhan Akkoyunlu’nun 1950 yılında Ses Tiyatrosu’nda, şair Nazım Hikmet Ran’ın Yaşamaya Dair şiiri eşliğinde gerçekleştirdiği Yaşamak isimli koreografisinden ilhamla üretilen Yaşamak ve MSGSÜ Çağdaş Dans Yarı Zamanlı Eğitim Programı öğrencilerimizin katılımıyla gerçekleştirdiğimiz Dans senin için neyi ifade ediyor? videolarını sosyal medyada paylaştık. (msgsucagdas Youtube kanalında bu videolar izlenebilir.) MSGSÜ’nün kurumsal ve sosyal medya üzerinden verdiği destek, İstanbul Dans Günleri 2020’nin daha çok duyulmasını sağladı ve etkinliklere katılım sayısını arttırdı.


Farklı Bedenlerle Dans, Konsept Koreografi: Tuğçe Ulugün Tuna, 2019-2020, Fotoğraf: Murat Dürüm, İstanbul Modern



Etkinlikler kapsamında, sizin 2008 yılında Garaj İstanbul'da sahnelenen EKO eserinize referansla düzenlenen EKO (Echo)'nu Yarat. isimli proje de başladı. Proje nasıl işliyor, detaylarından biraz bahsebilir misiniz?

Farklı disiplinlerden, isteyen herkese yönelik bireysel bir üretim projesi EKO'nu Yarat. Tahminimin ötesinde çok ilgi görüyor. Eserin kavramsal ana katmanını oluşturan “Ağaç-Duvar-Rüzgar-Kabuk-Kuyu” kelimelerini yeniden bedenleştirme ve paylaşma üzerine bu proje.


İki yapıda video ile dijital ortamda katılım sağlanabiliyor. Eserde seçtiğiniz dansçının, orijinal EKO koreografi setini, aynı sıralamayla, farklı mekanlarda yaparak ya da bu beş kelimeden ilhamla kendi koreografinizi üretip, videosunu göndererek projeye katılmanız mümkün. Her iki yapıda da projeye katılabilir ve farklı mekânları tercihleriniz doğrultusunda videonuza dahil edebilirsiniz. Ancak kompozisyonda, sıralama nasıl olursa olsun, zamanlama şu şekilde tutulmalı: Ağaç: 20 / Duvar: 12 / Rüzgar: 9 / Kabuk: 10 / Kuyu: 7 saniye olmalı, yani toplamda 58 saniye. Eserin ses tasarımı Vahit Tuna'ya ait. Eğer koreografinizde sıralamayı değiştirirseniz “Ağaç” setiniz başladığında ses de başlamalı.

Sahne sanatlarıyla ilgilensin ilgilenmesin, farklı mesleklerden, yaş gruplarından olan birçok kişi oluşturdukları videolarını gönderiyorlar; biz de belirli aralıklarla bu videoları sosyal medya hesaplarımıza yüklüyoruz. Yargılamak, seçmek, ayırmak yok. Bütünleştirici olmasını ve bu dönemin izlerini taşımasını istedim; EKO aracılığı ile bu günlere yönelik kinestetik bir günlük de oluşmuş oluyor çünkü. EKO’nun böyle bir dönemde bireyin kendisiyle iletişim kurmasına köprü olduğunu görebilmek heyecan verici. Okuyucularımızdan da bekliyoruz videolarını. Koreografik yapı ve detaylı bilgi; echo__eko , 2che2na Instagram ve Youtube hesaplarında yer alıyor.


Bu seneki İstanbul Dans Günleri etkinliklerinin dijitalde gerçekleşmesi katılıma nasıl yansıdı? Geri dönüşler nasıldı?

Dünya genelinde doğal olarak birçok etkinlik iptal olurken, beden-zihin-enerji bütünlüğü üzerine çalışmalar yapan ve üretim metotlarını dijital ortamdan paylaşan organizasyonlar yoktu o günlerde. İstanbul Dans Günleri 2020’nin dijital ortamdagerçekleşmesiyle aslında bir ilk de hayata geçmiş oldu. Çalışmaların erişilebilir olması, herhangi bir ön koşul talebinde bulunulmaması, tüm etkinliklerin herkese açık ve ücretsiz olmasını çok önemsedim. Bu şeffaf durum, katılımcılarımızı da, etkinlik yürütücülerini de motive etti diye düşünüyorum. Daha önce karşılaşmadığımız kişilerle tanışmamıza vesile oldu. Bedene odaklanmanın, beden bütünlüğünün, tüm “duvarları” nasıl yok ettiğini bir kez daha kanıtladı. Tüm atölyelerimiz dolu geçti. Atölyelerin yanı sıra konuşmalar ve video paylaşımları da “üncel beden anlayışı”nı ve yanı sıra “çağdaş dans sanatı algısı”nı gündeme bir kez daha getirdi.


Kişisel paylaşımlar, bedenle tanışmanın getirdiği iç huzur, iç barış, şefkatin açığa çıktığı ve mutluluğun, biraz da pişmanlığın aktarıldığı sayıda mesaj ve e-posta aldık. Alternatif bir bakış açısıyla dijital de olsa üretebilmek, paylaşabilmek bana da gerçekten çok iyi geldi. Seneye İstanbul Dans Günleri’ni stüdyo-sahne ortamında gerçekleştirmeyi umut ediyorum ve programa ek olarak dijital ortamda da çeşitli etkinlikler yaparız diye düşünüyorum.


45'LİK, Konsept Koreografi: Tuğçe Ulugün Tuna, Fotoğraf: Murat Dürüm



İçinde bulunduğumuz pandemi süreci getirdiği fiziksel sınırlamalarla birlikte, psikolojik olarak da bizleri çeşitli şekillerde etkiledi. Siz de sanat pratiğinizde fiziksel bilim, psikomatik çalışmalar odağında üretimler gerçekleştiriyorsunuz. Dansın özgürleştirici etkisini de göz önüne alarak bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz, sizin için nasıl bir deneyimdi?

Covid-19 pandemisi henüz tanımlanamamakta. Tam olarak çözülmüş değil. Belirsiz. Bileşenleriyle sağlığımızı tehdit ettiğini anlamış durumdayız. Gözle görünmeyen bir tehditten korunmak için de analizini tam yapamadığımız bir virüsün korkusuyla “içeriye” kapandık. Böyle bir dönemde bile, sınırlı, kısıtlı alanlarda da olsak, bedenimizle ilişkilenmek çok olumlu etki yaratıyor.


Halen MSGSÜ Çağdaş Dans Asd. başkanlığını sürdürüyorum. 9 Mart’ta Kadın Hareketi gösterimizi yapmıştık. Neredeyse tüm öğrencilerimiz fiziksel olarak en üst seviyelerindeydiler. Pandeminin resmilik kazanmasıyla birlikte üniversitelerde eğitime ara verilmişti hatırlarsınız. Dans alanında, tıpkı spor gibi ani durmalar bedene zarar verebilir; üstelik bu durmanın ne kadar süreceği de bilinmiyordu. “Durma ve kapanma” hissi içsel ani bir yıkıma dönüşmeden, öğrencileri dijital ortamda derslere çağırdım. Tüm çağdaş dans ve güncel hareket teknikleri derslerinin dijital ortama göre düzenlenmesi gerekti.

Eğitmenlerimizle gerçekten çok çaba sarf ettik. Aynı zamanda fiziksel çalışmaların yapıldığı, zeminin sertliği, tavan alçaklığı gibi koşullar, ev-alan-aile içi ortamlar ve gerek öğrencilerin gerekse eğitmenlerin bireysel koşulları bu süreci yönetmemde önemli dinamikleri oluşturdu. Her bir öğrencinin takibi, eğitmenlerin merkezlenmesi, programın uyumlanması gibi. Üçüncü haftada tüm programımız, işleyiş oturmuştu ve kesintisiz bir şekilde dönem sonuna geldik, final sınavlarına hazırlanıyoruz.


Öğrencilerimin bedenleriyle her gün düzenli olarak etkileşimde kalmaları için biraz koşulları zorlamak, kısıtlı da olsa uzaktan eğitimi, uzaktan etkileşimi inşa etmek önemli bir deneyimdi. Her gün çağdaş dans tekniği, kuvvetlendirme, esnetme, koşullara göre yaratıcılık derslerini evlerde yapmak, büyük ihtimalle sadece öğrencilerimizi veya eğitmenlerimizi değil, ortamda olan herkesi yormuştur. Destek veren, sabır gösteren herkese selamlar olsun. Velilerimizin bazıları “Açık Buluşmalar”a katılmaya başladılar. Ancak dansçılar, dans öğrencileri için bu dersleri ve çalışmaları düzenli ve bilinçli yapmak, yapmamaktan çok daha sağlıklı ve verimlidir. Beden, durumlar ve koşullar karşısında zihni de eğitir ve buna zaman ayırmak, alan açmak, bağlantıda kalmak gerekir.


Öte yandan büyük bir heyecanla Şubat ayında yeni bir eser çalışmasına başlamıştım. Beykoz’daki Kundura Sahne’de sergilenmek üzere: Revert/Zaman aşıldı... Revert, “orijinal hale geri dönmek”, “ilkel olana geri dönmek” anlamlarına geliyor. İnsan bedeninin varoluş boyunca geçerliliğini sürdürmesinden esinlenerek, bedenin ilkelliğine, bedenin zekâsına ve bedenin, hareketin zamansızlığına odaklanıyorum, doğal olarak erteledik projemizi...


Ayrıca bu sene Farklı Bedenlerle Dans projesinin 20.yılı, onun gösterimini ve etkinliklerini de erteledik. Benzer şekilde 13 Mayıs’ta EN KÖTÜ İŞ. ve 45’LİK eserlerini sergileyecektik hepsini durdurduk.


Kişisel olarak, tamamen bedene döndüğüm, hayatta kalmak için yaratıcı ve alternatif koşul yaratmak, keşiflerimi sürdürmek ve somatik farkındalık paylaşımları için de dijital ortamı kullandığım bir dönemdeyim.


MSGSÜ Çağdaş Dans Asd. dersleri ve Açık Buluşmalar'ın yanı sıra çeşitli atölye ve çalışmalar aracılığıyla bana iletilen “yalnızlık”, “kişinin kendisini normalden çok dinlemesiyle oluşan anksiyete”, “kronik ağrılar”, “belirsizliğin getirdiği motivasyon eksikliği”, “endişe” başlıkları gerçekten artmış durumda. Beden odaklı terapi alanında veya hareket atölyelerini bu aralar bu konulara odaklı yürütmeye çalışıyorum.


En Kötü İş, Konsept Koreografi: Tuğçe Ulugün Tuna,

Soldaki fotoğraf: Murat Dürüm, Sağdaki fotoğraf: Ali Güler



15. İstanbul Bienali'nde Küçük Mustafa Paşa Hamamı'nda gerçekleştirdiğiniz Beden Damlaları çalışması mekanın koreografinizdeki önemini açıkça ortaya koyan işlerinizden biriydi. Pandemi sürecinde mekanın ev eksenine sıkışmasının ve "beden-mekan-kavram" ilişkisindeki denklemde sabitleşmesinin üretimlerinize etkisi nasıl oldu?

Ben bedenimi “İçinde yaşadığım mekân” olarak ele alırım. Öncelikle evimle olan ilişkimi güncelledim. Korunaklı bir alanımız varsane harika. Alan içerisinde bireysel alanımız varsa ne müthiş. Korunaklı alan içerisinde bedenimle olmak çok zorlandığım bir yaklaşım değil. Bir nevi “inziva” gibi. Ancak itkisel olarak korku ile içeri kapanma yaklaşımı, bizi uzun sürede daha çok yıpratacak, kendi hayati sürecimiz için ötekinin davranışını kontrol etme çabası da ciddi şekilde yoracaktır diye düşünüyorum. O yüzden içeri kapanma/içerde kalmanın dinamiğini ve asıl nedenlerini kendime hatırlatıyorum.


Şimdilik yazmak ve videografi üzerinden kısa bir takım araştırmalar yapıyorum. Dijital ortam için kısa koreografi denemeleri birkaç yıldır Tiyatro Medresesi’nde gerçekleştirdiğim 7 Gün, Günde 7 Saat, SOLO/Videografi inzivalarından beri hayatımda.


Videografi ve fotoğraf üzerinden tamamlamaya odaklandığım bir diğer solo/videografi projem ise Ego Ventus (Rüzgarım). Pandemiden çok kısa bir süre önce Şubat ayında, K2 Çağdaş Sanat Derneği İzmir Daire Konuk Sanatçı Programı, Ortaklıklar ve Ağlar Hibe Programı, Konuk Sanatçı Programı aracılığıyla, Hatay’da bulundum. Hatay’a daha önce de dans ve hareket terapisi inzivası için gitmiştim. Bu sefer gittiğimde ise deprem, askeri harekat ve ağıtların arasında bir aralıktaydım. Korku, hüzün ve kendimle yalnız olma hali el ele geziniyordu Asi Nehri’nin kıyısında.


Samandağı’nda bulunan ve insan eliyle yapılan 1380 metre uzunluğundaki Titus Tüneli’ni gördüğümde büyülenmiştim. İnsan eliyle yontulmuş bu dağ tüneli, dağlardan gelen suyun akışına yön vermek, akışı değiştirmek için yapılmış. Yazarken bile kelime düzeltmek insane olarak tanımlıyor yazdığımı…

Bedenimle, mekânınla ilişkilenebilme hayalimi, bu program sayesinde gerçekleştirmiş oldum. Gülçin Aksoy ve Erdal Sezer video çekiminde destek oldular. O gün, o kadar şiddetli bir rüzgar vardı ki, tenim şeffaflaşmıştı. O aşamada, rüzgar derimin içinden geçip gidiyor, hareketin süresine ve dengesine rüzgar karar veriyordu, yerdeki soğuk suyun beyaz enerjisini hatırlıyorum; ayağımın altına dokunan varlıkları anımsıyorum ama görmüyordum.

(O gece istanbul’da rüzgar uçağı yere çarptı.) Ancak rüzgar olup, o tünelden geçebilirdim, ne üşümek, ne titremek ayıp değildi… Rüzgara teslim olmak ve bilincimden vazgeçebilmekti, "teslim olmak"tı olan. Hatırladığım kadarıyla konuşmalar esnasında Gülçin, "doğdun" dedi, sevgili Begüm Tatari "dondun" dedi, "rüzgar oldum"; tünelden bedenimde kalan son rüzgar parçası, ses tellerime çarparak dile geldi. İlk fırsatta K2 Çağdaş Sanat Derneği İzmir, Daire Konuk Sanatçı programı sunumlarında projeyi paylaşmak üzere hazırlanıyorum.


Pandeminin korkutucu ve üzücü yanı bir yana, tek kazanımı, insanların bedenleriyle yeniden ilişkilenmesi gerekliliğini ve doğanın dönüşümünü idrak etmek olmuş olabilir diye umutlanıyorum. Kendimiz için ”EV”in ne demek olduğunu belki bir kez daha gözden geçirme fırsatı, bağlantıda kalma ve davranış alışkanlıklarımızla yüzleşme şansını yakalamış olabiliriz.


Tuğçe Ulugün Tuna, Ego Ventus, 2020, Hatay



Bu süreçte sosyal mesafe kuralları, tokalaşmak, sarılmak gibi bir diğer bedenle birebir kurduğumuz dokunsal alışkanlıklarımızı değiştirdiği gibi neye dokunduğumuzdan, nerede durduğumuza uzanan bedensel bir farkındalık da yarattı. Bedeni temel alan, onu açan, araçsallaştıran bir sanatçı olarak bu mesafeyi ve bedenle kurulan bu yeni ilişkiyi nasıl ele alıyorsunuz?

Öncelikle; keşke sosyal mesafe değilde “fiziksel mesafe” olarak kodlansaydı bu açılım. Bahsettiğiniz bedensel farkındalık bir kesim için oluşmuş olabilir. Yakın çevremin dışında da gözlemliyorum bunu. Zaten olması gereken “bireysel” mesafe, “kinesfer” olarak tanımladığımız, kişisel alan algısıdır aslında. Alanda sabit dururken, uzuvlarınızın uzanabildiği en uç noktaların kapsamı, 360 derecelik bir yön topunda, bireyin kişisel alanını oluşturur. Umarım pandemi kazanımı olarak bu bireysel mesafe öğrenilir ve uygulanır.


Gerçek anlamda bedeninin uzamda/alanda nerede olduğunu, diğer kişilerle olan mesafesini algılayamayan, bedeninin nereden nereye kadar olduğunu, yani ne kadar alan kapladığının farkında olmayan, bedenini duymayan bir çoğunluk içerisinde ve kalabalıkta yaşıyoruz. Bedeni kolay tüketen bir kalabalık. Davranışındaki efor dengesizliği nedeniyle kinestetik yıkımları ardı sıra üreten bir kalabalık. Yürürken çarpmanın, toplu taşıma sistemlerindeki mesafesizliğin, sevgisini iletirken öldürmenin, binaların birbirinin hava akımını kesip, gün ışığını gölgelemelerinin artık tepki çekmediği bir kalabalık içerisindeyiz.


Bedenle kurulan mesafe, bedenle barışçıl bir bütünlük dengesi sağlanmadığı sürece yıpratır. Bireyin; hareket ve davranış alışkanlıklarını anlaması, fark etmesi, analiz etmesi ve değiştirmeye yöneltmesi sürekli bir çaba ve sabır ister. Hatta kendi beden ilişkisiyle yüzleşme cesaretini ister. Beden-bireysel mesafe algısı, zamanla aşama aşama yerleşirse, bir domino etkisiyle “düşünsel mesafe”, “psikolojik mesafe” dolayısıyla “saygı” algısının yeniden yeşermesine araç olur belki...


Refleks anlarında gene eski davranış alışkanlıklarına geri dönüldüğünü de sıklıkla görüyorum. Ben hala “afedersiniz ama, biraz geri gider misiniz.’” diyorum, tuhaf bakışların altında kalarak. “Kişisel alanımdan çıkar mısınız?” demişliğim de var, oradaki bakışı ben de tanımlayamadım…


Tuğçe Ulugün Tuna, EKO'nu Yarat projesi, 2008, Fotoğraf: Uğur Ercan



Bedenimizin pozisyonuna ve bir diğer bedene karşı gelişen bu farkındalık bir tür dans tanımlıyor mu? Bu bağlamda, sokaklarda, mekânda günlük yaşamın koreografisinin değiştiğini söyleyebilir miyiz?

Günlük yaşam koreografisinde, mesafe kullanımı değişecektir; beraberinde aksiyonun, devinimin, yer değiştirmenin ritmi de değişir. Bireysellik artacak gibi geliyor bir süre. Bir mekanda çok sayıda veya kontrolsüz bir kalabalık olmanın yarattığı negatif bir gerginlik de olacaktır. Alandaki insan sayısı azalınca mekânı kullanma yapısı da değişecek.


Önceden eserle de sınırlı sayıda seyirci alırdık içeri, sanatsal bir önerge olarak, yığılma olmasın, herkes görebilsin diyerek bir eseri 30 kişiye sunardık, bu tavra geri dönebilmeyi dört gözle bekliyorum.


Son olarak Dans Günü kapsamında öğrencilerinize sormuş olduğunuz bir soruyu size yöneltmek istiyorum: Dans sizin için ne ifade ediyor?

Dans benim için; yaşamı, her şeyi ve hiç olabilme cesaretini ifade eder…

Hareket edebilme kabiliyeti yaşamı kurtarır, dans ise var oluşu. “Var” ve “oluş” arasına bir “nefes” koydum…Birbirlerine bakabilsinler diye…

bottom of page