top of page

Eski sorunlara taze perspektifler

Delhi'de yaşayan ve çalışan Adwait Singh Güney Asya'nın bereketli güncel sanat ikliminden yetişmiş çalışkan yeni kuşak küratörlerden. Batı merkezli dünya tarihinin ve Antropozan terminolojisinin farklı bir birlikte yaşam anlayışıyla yeniden yazılması gerektiğine inanan Singh, Hindistan dışında gerçekleştireceği en geniş kapsamlı uluslararası proje olan Mardin Bienali için oldukça heyecanlı. “Toprağa olan yaklaşımımızı radikal biçimde yeniden hayal edebilmek bugünkü politik-ekonomik paradigmaların içine yerleşmiş partriyarkal, devletçi ve neoliberal eğilimleri çözebilmenin ön koşulu,” diyen genç küratör ve yazar söyleşimizde Mardin için hayal ettiklerini ve farklı altyapılardan yetişen yeni kuşak küratörlerin bugünle kurduğu çoksesli, merkez karşıtı yaklaşımı Art Unlimited okurlarıyla paylaşıyor

Söyleşi: Övül Ö. Durmuşoğlu


Adwait Singh, Fotoğraf: Hakan Irmak


İlk kez 2016'da Delhi'de tanıştığımızda Take on Art dergisi editörlerinden biriydin. Yollarımız dört yıl sonra Hindistan dışında küratörlüğünü gerçekleştireceğin en kapsamlı proje için yine kesişiyor. Mardin Bienali bulunduğu sadece şehre değil içinde bulunduğu coğrafyaya da heyecan getiren dinamik bir etkinlik, Türkiye'nin önemli merkezdisi bienallerinden. Konuşmamıza başlarken Bienal ekibiyle nasıl bir araya geldiğinizi sorabilir miyim?

Aslında onlar beni buldu. Öncelikle Hindistan ya da Afrika'dan yerel bağlama ve sınırlamalarına farklı bir duyarlılık getirecek, bu sınırlamalarla yaratıcı bir şekilde çalışacak bir küratörle çalışmak istiyorlardı. Araştırmaları sırasında web sitemle karşılaşıp, yaptığım projelere ilgi duyarak benimle iletişime geçtiler. Bu sırada ben de CLICK Sofya'da yaptığım residency sonrasında Türkiye'yi ilk defa ziyaret etmeyi planlıyordum. Güzel bir tesadüfle İstanbul'da bir araya geldik ve proje hakkında birbirini yankılayan beklentilerimizi ve vizyonumuzu paylaştık.

İşlerini henüz tanımayan yeni izleyiciler ve okuyucular için küratöryal araştırmanı nasıl detaylandırırsın?

Goldsmiths master'ımı tamamladıktan sonra gerçekleştirdiğim ilk proje olan Öğrenci Bienali'nde (Kochi, 2016) bedenlerin bir mekanda nasıl bir araya geldiğini anlama arzusu küratöryal pozisyonumu belirleyen etmendi. Öğrenci Bienali çok katmanlı bir projeydi, öğrenci katılımcıları bir yıl boyunca ortak sanat üretimi süreci içinde bir araya getirmek için düzenlenmiş ince bir kurguydu. Geleneksel ders programı dışında kalan bu uzatılmış pedagojik egzersiz bakış açısına göre değişen ereksellikler üzerinden biçim değiştiren bir formda gerçekleşti. Sanatçılar için kollektifliği mümkün ve sürdürülebilir kılanı analiz etmek için bir laboratuar oldu, izleyiciler içinse bu laboratuar entropik bir kütüphaneye ya da sanatçıların kollektif olarak üretmek istedikleri çeşitli formlara dönüştü. Başka bir deyişle, içi dışından farklı bitirilişi sürekli ertelenen bir sanat işiydi.

Kochi projesi küratöryal deneylerimin kalbinde olan süresel ve süreçsel eylemler için bir çita belirleyici oldu. Çoğu projelerim nakış iğnesinin ileri geri hareketini anımsatan örgüsel bir ritmle ilerliyor, bunun yanısıra süreçsel kavramsallaştırmaya dayanmayan projeler de gerçekleştiriyorum. Bazı projelerim de eko-feminizm ve tarihi yeniden düzenleme ihtiyacı üzerine, gündemdeki haberlerden ve güncel söylemlerden besleniyor. Son iki projem Caressing History (Delhi, 2018) ve Mutarerium (Mumbai, 2019) buna iyi bir örnek. Caressing History yazılı sözün baskınlığıyla uyum sağlamayı reddeden beden temelli bir tarih yöntemi benimserken, Mutarerium insan ötesi zamansallıklar, uyum sağlama, yeniden ayağa kalkma ve ortak yaşam olgularına odaklanarak Antroposen terminolojisini yeniden düzenleme arzusunu dile getiriyordu.



Marwa Arsanios, Who is Afraid of Ideology 1, 2017, Ekran Görüntüleri


Mardin birçok tarihin, farklı toplumların, dinlerin binlerce yıldır yanyana yaşamış olduğu bir bölgenin kadim yerleşimlerinden. Erken dönem yerleşik ekonominin ve topraktan yaşama pratiğinin geliştiği yerlerden biri. Bu bağlamda kendi araştırman için özellikle önemli bulduklarını bizimle paylaşır mısın?

Şu anki araştırmam Mardin'in Mezopotamya'nın kalbindeki pozisyondan alıyor. Burası aşağı yukarı tahılın ilk kez yetiştirildiği alana denk geliyor, yerleşik yaşamın en erken medeniyetlerden birine dönüştüğü bölgeye. Yerleşik yaşamla birlikte sürekli büyüme arzusuyla fişeklenen savaş makinesi de gelmiş tabii, ilk halkların toprakla kurduğu maddi duygusal bağları hack'leyen çeşitli patriarkal, kolonyal ve tek din ideolojiler bu makineyi gittikçe sağlamlaştırmış, zenginlerde toplanan birikim en yükseğe ulaşma itkisinin önünü iyice açmış. Öte yandan bölgede ve etrafında göçebelikleri toprakla daha güçlü bir ilişkiye dayanak olan ve paradoksal bir topraklılık sergileyen eski, gezici gruplar da mevcut. Üzerinde çalışmak istediğim ise işte bu dinamizm, mülksüzlerin toprağa yaklaşımı nasıl toprakla özenli ve sürdürülebilir bir ilişki kurmamıza yardımcı olabilir? Yerel üretimciler bir süredir toprakla sömürmeyen ama birlikte büyüyen bir ilişkiyi yeniden kurmaya çalışıyorlar ve kollektif sahiplenme, yerel öz yönetim ve kendine yeterlilik gibi olguları ön plana çıkarıyorlar. Toprağa olan yaklaşımımızı radikal biçimde yeniden hayal edebilmek onlar için bugünkü politik-ekonomik paradigmaların içine yerleşmiş partriyarkal, devletçi ve neoliberal eğilimleri çözebilmenin ön koşulu. Bu sergide böyle yerel sosyal ekolojileri otonom agro ekonomik deneylerle ve dünyanın çevresinden toprak ekonomilerini yöneten yerli sistemlerle iletişime geçirmeye çalışacağım.



Marwa Arsanios, Who is Afraid of Ideology 1, 2017, Ekran Görüntüleri



Küratörlük son zamanlarda pek çok farklı tüketim sektörü tarafından seçme ve kişiye özel kılma bağlamında kullanılan terminolojinin bir parçasına dönüştürüldü. Bu yüzden bazı küratörler curated by sözünden bilinçli olarak uzakta durmaya çalışıyorlar. Şu anda bulunduğun perspektiften baktığında bugün küratöryal pratiği anlamlı kılan nedir?

Günümüzde küratöryal pratiklerin yeni bir aciliyet kazandığını düşünüyorum çünkü iklim değişikliği, salgın hastalıklar, ihtilaflar, yurdundan edilmeler ve ekonomik eşitsizlik gibi küresel sorunlar bugünkü devletçi paradigmanın öneremeyeceği radikal çözümler gerektiriyor. Uluslararası bir alanda birbirine eklemlenen sanat pratiklerinin evrenselci bir umudun son kalesi olduğu gerçeği aciliyeti olan dünya görüşlerini dile getirecek sanat komisyonlari üreten, bunlara aracılık ederek sivirilten küratöryal pratiklere neden ihtiyaç duyduğumuzu söylüyor. Bugünün yeni kusak kuratörleri dünyanın çeşitli yerlerinden ve farklı altyapılarından yetişiyor ve eski sorunlar için taze perspektifler üretiyor. Bu yeni kuşak icin bugün küratöryal pratiği anlamlı kılan çeşitli alanlar arasında birleşimleri ve fikir alışverişlerini hızlandıran kendisine özgü gücü ve kabiliyeti.

Bugünün küratörleri sadece estetik bir hassasiyetten ötesini sunabiliyor, analiz ettikleri mekanşallığı sanat tarihiyle birleştirebiliyor. Günün aciliyetlerine koşullanmış pratikleri zorlayan alışılagelmişin dışında mekanlar, formatlar ve platformlar üreterek cevap veriyorlar. Bu durum gerçek sanatın inanlımaz yetenekli genç üreticiler tarafından yönetilen marjinal ve yeraltı alanlara göçtüğü Delhi'de açıkça hissediliyor. Bu alanlarda sanatın canlılığı ve eyleme kapasitesi herkes tarafından hissediliyor. Temel gösterge sanat objesi ortada olmadığında bile bu biçim değiştiren queer ve disiplinlerarası mekanlarda insanlar bağlamının gerçeğine özen gösteren karşılıklı konuşmalar ve gerçek meramlarla doymuş hissediyorlar, öte yandan beyaz küpler böylesi diyalogları dışlamak için elinden geleni yapıyor.



Marwa Arsanios, Who is Afraid of Ideology 1, 2017, Ekran Görüntüleri



2000lerin başında postkolonyalizmi konuşurken bugün tekrar kolonyalizmi tartışmaya başladık. Bu yüzden şunu sormak istiyorum, kolonyalizm sona erdi mi? Güncel sanat bugün etkin olarak devam eden kapitalist sömürü mekanizmaları ve toprak/kaynakların eşit paylaşımı için mücadeleler etrafında dönen sıcak tartışmaların nasıl bir parçası olabilir? Güncel sanatın kendi içinde yaşadığı ikilem ve kavram karmaşaları buna izin verebilir mi?

Ötekini yutarak beslenen bir kendiliği yücelten parazitik bir ideoloji olan kolonyalizm tabii ki hiçbir şekilde bitmedi. Kökleri Keşifler Çağı'nı biçimlendiren ırkçı ve bölgesel boyun eğdirme, soykırım ve agresif ticari gelişimler üzerine kurulu bir devlet modeli olarak kurumsallaşmasından öncelere, belki de ilk militarize olmuş şehir devletlerine kadar uzanıyor. Kolonyalizmin öbür yüzü olan kölelik kurumuna insanlık daha öncesinden değilse bile antikiteden beri aşina. Bazıları için kolonyalizmin kökü partiyarkanın ortaya çıkışına kadar gidiyor, ilk köleleştirilen ise kadınlar. Farklı tarihsel dönemlerde varolmuş bu yordamın değişmeyen tek yönü şiddetin dozu ve aynıların birbirini teyit ettiği üstyapılar. Eski koloniler o zamandan beri özgürlüklerini kazanmış olmalarına rağmen sömürünün etkilerini yaşamaya devam ediyorlar. Bunlar varlığı yeterinden fazla uzamış bir yükün atılmasından sonra yaşanan artçı etkiler değil sadece. Neoliberal politikalar ve milliyetçi-şirketçi yapılar tarafından yenilenen yasal propaganda çerçevesinde hareket eden neo-kolonyal mekanizmalar emirleri altında çalışanların hayat suyunu emmeye devam ediyor.



Marwa Arsanios, Who is Afraid of Ideology 1, 2017, Ekran Görüntüleri



All rights reserved. Unlimited Publications.

Meşrutiyet Caddesi No: 67 Kat: 1 Beyoğlu İstanbul Turkey

Follow us

  • Black Instagram Icon
bottom of page