top of page

'Dürtü'yü yüceltmek


Şifa Girinci'nin, göç kavramını dürtüsel bir ‘kırsal cenneti arayış’ olarak ele aldığı Streptopelia Decaocto adlı sergisi 26 Mart'da Gaia Gallery'de sona erdi. Marcus Graf'ın işlerinde, dünyamızı hep eleştirel ve kişisel bir bakış açısından ele alan sanatçı ile yaptığı söyleşiyi yayınlıyoruz.

Şifa Girinci, Streptopelia Decaocto detay, Duralit üzerine yağlıboya ve akrilik, enstalasyon, 2016

Bu sergi senin Gaia Gallery’deki ilk sergin. Sergide sosyal tarih ve kişisel hikayeler bağlamında göç fenomenini tartışan bir seri sunuyorsun. Bu işlere gelmeden önce, senin ilgi duyduğun formel ve bağlamsal konulardan başlamak istiyorum.

Çalışmalarımın toplamını Dürtü’yü yüceltmek üzerine kurduğumu söylemem mümkün. Dürtü’yü yüceltmek benim için “olumsuzlama” demek. Sosyolojinin, psikolojinin, ekonominin varsayımlarına ve kalıplarına karşı bir olumsuzlama. Hakikatin ne olduğuna dair farklı kanıtlara sahibiz. Varsayımlarımızı değiştirdiğimizde veya dürtü gibi sosyal bilimlerin gözardı ettiği kavramları denklemin içine eklediğimizde, bu kanıtların geçerliliğini yitirdiğine ya da önemsizleştiğine şahit oluyoruz.

Düşünelim, çiftçi Kabil’in göçer Habil’i öldürmesini açıklayan hangi teori ya da anlatı hakiki? İşte ben yanlış giden şeyleri açığa çıkarmak, onları değiştirmek ve dönüştürmekle ilgileniyorum. Dünyada olup bitenleri “imgeler” ya da “gerçek veriler” ile anlatmak kullandığım yöntemlerden. Resmin ve neonun yanı sıra; taş heykel, metin ve video gibi çeşitli formlarda işler üretiyorum.

Şifa Girinci, Reminder, Beton duralit, 100x20x5 cm, 2016

Eleştirel olarak ilgilendiğin konular genelde sosyal ve politikayla alakalı. Küresel ve lokal olarak değişkenlik gösteren bu başlıkları nasıl seçiyorsun?

İşe “olumsuzlama”larla başlayınca, bütüncül sonuçlar verdiği iddia edilen genellemelerdeki özensizlikler ortaya dökülüyor. Örneğin uzlaşılmış görünen “terörün global bir mesele olduğu fikri”, suçu başkalarına atan ve sorumluların elini güçlendirmekten başka bir işe yaramıyordu. Bunun üzerine terör işini yaptım. Göçün Trending Topic olduğu bir zamandayız. Kavramlar, tanımlar, rakamlar havada uçuşurken ana fikirde göçün, “insanların hayatta kalmak için zorunlu yer değiştirmesi”ne indirgendiğini görüyoruz. İnsanları Uzak Asya’dan Toroslar'a kadar getiren fakirlik miydi? Göçün bambaşka, “dürtüsel bir kırsal cennet arayışı” halini anlatmam gerekiyordu.

Şifa Girinci, El göçtü, biz kaldık, Neon, 20x30x3 cm, 2017

Farklı araçlar ve araştırma odaklı artistik tekniklerle meydana gelen işlerin, birçok farklı başlığı tartışıyor. Kendi çalışma sürecini anlatır mısın? Bir proje için kullanacağın araçları nasıl seçiyorsun?

Kendi içerisinde tutarlı bir eleştiri sistematiği oturtmaya çalıştım. Akademik literatür bu sistematiği besleyen temel kaynaklardan biri ve aynı zamanda üretim sürecimi de yönlendiriyor. Streptopelia Decaocto’ya neden Türkentaube denildiğinin izini, kumruların Avrupa’daki nüfus dinamikleriyle ilgili 1970’lerde yayınlanmış biyoloji makalelerinde sürmek maceralı bir yolculuk. Üzerine yoğunlaştığım mikro coğrafyanın bileşenlerinden semboller oluşturuyorum. Bu sembollerin anlatmak istediğim tarihsel ve sosyal gerçeklikle ilişkisini de arşiv taramalarına borçluyum. Bir veri setini ya da sembolü forma dönüştürürken de olabildiğince direkt olmaya çalışıyorum. Diğer kriterim ise düşünsel bütünlüğün bozulmaması... Anlatım gücünün yüksekliğine inandığım için hazır nesneler kullanıyorum; dijital imkanlardan faydalanmak için de video çekiyorum. Önceki çalışmalarımın ağırlığı portrelerden oluşuyordu, Streptopelia Decaocto için de bir seri yakalı kumru portresi çizdim.

Şifa Girinci, Streptopelia Decaocto, Duralit üzerine yağlıboya ve akrilik, enstalasyon, 24,5x35 cm, 2016

Biraz da Gaia Gallery’deki sergiden bahsetmek istiyorum. Serginin bağlamsal çerçevesini çizebilir misin?

Sergi, adını aldığı Streptopelia Decaocto, nam-ı diğer Yakalı Kumruların gözünden “ileri”, “atak” ismiyle tanımlanan (Yörükler) kitleyi ve onların güdülerini işliyor. Nomadik pastoral düzenin göçünü, kitleleri iten ve çeken etkilerden bağımsız, dürtüsel bir daha iyiyi arayış olarak sunuyor. Yaşama dair tek gerçeği ölüm olan kitlenin haksızlıkla karşılaştığında gösterdiği reaksiyonların ipuçlarını veriyor.

Gaia Gallery’deki sergide göçü; kuşların ve insanların hareketlerini birbirine ilişkilendirerek yapıyorsun. Bu kuşların hikayesini anlatır mısın?

Yakalı kumrular ile Avrupalıların tanışması Türklerin Avrupa’ya sistematik göçünün başladığı yıllara dayanıyor. Yine Türkler gibi, Batı Asya ve Çin'in bir kısmını kaplayan bölgeden olan Yakalı Kumrular 1960’lı yıllarda Anadolu’yu takiben Balkanlar üzerinden geldikleri Avrupa’da hızlıca yayılıyorlar. Bu dönemde Alman ve diğer Avrupalı biyologlar türün biyolojilerini ve nüfus dinamiklerini açıklayan pek çok çalışma yapıyorlar. Yayılmacı ve hareket halinde bir tür olan Avrasya yakalı kumrularına Almanya’da Türkentaube, Fransa’da Tourterelle ve Hollanda’da Turkse Tortel da (Türk kumrusu) adı veriliyor.

Bu kuşu nasıl keşfettin?

Yakalı kumrular, Güney Ege de doğup büyümüş insanların komşuluk ettiği bir kuş türü. Şehir merkezlerinin dışında hemen hemen her yerde görebilirsiniz ve günün belli zamanlarında kendilerine has ötüşlerini uzun uzun dinleyebilirsiniz. Ben bu projeye kumrularla ilgili anlatılagelen bir hikâyeyi anımsayarak başladım.

Şifa Girinci, Yeni Baştan, Tığ işi, 18x18 cm, 2016

Peki kuşların bu hareketleriyle Muğla çevresinden göç edenlerin hikâyesi arasında nasıl bir alegorik ilişki kuruyorsun?

Güney Ege yörüklerinin de yolculuğu Orta Asya’dan başlıyor ve siyasal ya da sosyal nedenlerle göçün formu bozulsa da yine aynı yöne, batıya doğru devam ediyor. Göç rotaları ve yayılmacı karakteristik özellikleri göz önünde bulundurulduğunda Yakalı kumrular ile paralellik kurmamak içten bile değil. Bir de tabi Yakalı Kumrular’ın aslında insan oldukları ve zulümden kurtulmak için Kuş’a çevrilip uçtuklarına dair bölgede anlatılan, biri Yunan diğeri Yörük mitolojisine atfedilmiş aynı hikâyenin iki farklı versiyonu da var. Avlanmamaları, etlerinin yenmemesi, öldürülmelerinin uğursuzluk sayılması da bundan... Bölgede Yakalı kumruların ötüşüne atfen söylenen tekerlemeye de değinmeden geçemeyeceğim. Bölgede çocukluğu geçmiş olanlar hatırlar: "Guguuk guk, el göçtü, biz kaldık."

Senin kişisel olarak da göç tarihiyle yakın bir ilişkin var. Kendi özel hayatın bağlamında da açar mısın biraz?

Nereden bakarsanız bakın, yaklaşık 700 yıldır Anadolu’da göçerlikten yerleşikliğe bir süreç işliyor. Bu gidişatın en son noktasına şahitlik eden, son göç ettiği yer kamulaştırılmış ve toprak altında kalmış bir aileden geliyorum. Maalesef oraya ait pek bir kayıt yok. Durum sistematik bir çabanın ürünü ve benim için sosyolojik bir vakadan daha fazla anlamı var. Göçü bir dürtü olarak işlemek için en büyük motivasyonum da bu olsa gerek.

Sergide eski taşlardan oluşan bir enstalasyon da bulunuyor. Bu eseri serginin bağlamsal çerçevesinde biraz açar mısın?

Bu taşlar tam anlamıyla göçerlikten yarı yerleşikliğe geçiş dönemi olan 1938- 1970 yılları arasında, birkaç ailenin göçmekte olduğu Tepecik bölgesinde bulunan yıkılmış bir eve ait. Sergideki videolar da evi ve evin içinde bulunduğu mikro coğrafyayı baz alıyor. Taşları galeri mekanına getirmemin ana sebebi; güdülerden kaynaklı sürekli yer değiştirme ve hareketlilik haline taşları da dahil etmek istememdendi. Taşımak için ya da göçerken yanında götürmek için taştan başka “yükte ağır, pahada hafif” bir şey olamaz herhalde...Benim için taşları sergilemek video ve resimlerde anlatılanların kurgudan ibaret değil elle tutulur, dokunulabilir olduğunu göstermek için de bir fırsattı.

Bu aynı zamanda senin ilk video çalışman. Video kullanmaya nasıl karar verdin?

Son göçlerden birinin rotasını hem kumruların gözünden hem insanların gözünden kayıt altına almak istedim. Birkaç seneye binalar altında kaldığına şahitlik edeceğiz. Sergideki formlarla videodaki kesitler arasındaki paralellikler de bundan...

Şifa Girinci, Ağaç, Tek kanallı video, 00:00:21 (Loop), 2016

Son olarak resimlerin, taşların ve videoların yanı sıra, sergide küçük çiçek motiflerini de kullanıyorsun. Bunların sanatsal araştırmalarının devamı niteliğinde bir ön gösterim olduğunu biliyorum. Bu çiçeklerin güncel sergin ve gelecekteki sergin bağlamındaki önemini anlatır mısın?

Çiçekler, Cumhuriyet’in kurulmasıyla son bulan Zeybeklik kurumunun kıyafetlerine ait aslında. Kurtuluş Savaşı’nın ardından yaşanan süreç, bölgeye özgü isyancıların varoluş sebebini ortadan kaldırmış, adeta bir anakronizm haline gelmişlerdi. Anlattığım kitlenin savaşçıları kıyafet seçimlerinde sembolizme büyük önem veriyorlardı. Ben de onlardan bir sembolle bir sonraki projeme atıfta bulunmak istedim. Onların motivasyonlarını tarihsel gelişimi içerisinde belgelemeye çalışan bir seri eser üzerinde çalışıyorum.

Şifa Girinci

bottom of page