Xavier Dolan’ın beklenen filmi Alt Tarafı Dünyanın Sonu, geçtiğimiz hafta vizyona girdi. Genç yaşına rağmen sıra dışı filmleri ve şaşırtıcı çizgisiyle bilinirlik kazanan Kanadalı aktör ve yönetmen, son filminde de alışılmamış bakış açısıyla dikkat çekiyor.
Annemi Öldürdüm, Hayali Aşklar, Laurence Anyways, Tommy Çiftlikte ve Mommy adlı filmleriyle dikkat çeken Xavier Dolan, estetik ve sürreal sahneleri, müzik ve oyuncu seçimleriyle kendi tarzını çoktan yaratmış ve kabul ettirmiş bir yönetmen. Kimlik sorgulamaları, toplum baskısı, cinsiyet karmaşası konularına dikkat çeken yönetmen, Filmekimi’nde gösterilen Alt Tarafı Dünyanın Sonu filmiyle bu defa vizyonda karşımıza çıkıyor.
Yönetmenlik kariyerine yarı otobiyografik nitelikteki Annemi Öldürdüm ile 19 yaşında başlayan, filmde aynı zamanda baş rol olarak karşımıza çıkan Dolan, filmografisinin başlangıcından beri çok bulaşılmayan, uzak durulan konuları kurcalıyor. Bir önceki filmi Mommy ile kariyerini en üst seviyelere taşıyan yönetmen; LGBTI ögelere dikkat çekiyor, anne-çocuk ilişkisinin üzerinde duruyor, kurallara uymayan karakterlere yoğunlaşıyor. Fransız oyun yazarı Jean-Luc Lagarce’nin 1990 tarihli, aynı adlı tiyatro oyunundan uyarladığı son filmi Alt Tarafı Dünyanın Sonu’nda da cesur ama naif çizgisini devam ettiriyor.
Cannes Film Festivali’nde eleştiri yağmuruna tutulan ardından Jüri Büyük Ödülü’nü alarak ters köşe yapan Alt Tarafı Dünyanın Sonu; yönetmenin uzlaşmacı, denge bulucu, akışı sağlayıcı halinin bir yansıması olarak tüm olağanlığıyla karşımızda duruyor. Dolan son filminde de göstererek değil, sembollerle çığlıklarını atıyor. Filmin baş karakteri Louis-Jean Knipper (Gaspard Ulliel), ailesiyle neredeyse tüm bağlarını koparmış, onlara yabancılaşmış bir yazar. Ancak yakalandığı amansız hastalık sebebiyle, 12 yıldır görmediği ailesinin yanına gitme kararı alıyor. Bu gidiş hem büyük bir buluşma hem de veda niteliği taşıyor. Muhtemel ki onları bir daha hiç göremeyecek.
Yazar Louis eve geldiğinde doğal olarak hiçbir şeyin bıraktığı gibi kalmadığını fark ediyor; herkes gergin, kızgın ve aklında onlarca soruyla onu sıkıştırmayı bekliyor. Neredeyse hiç görmediği kız kardeşi Suzanne (Léa Seydoux) ona, yazılarına, kariyerine büyük hayranlık duyup, kendisini rol model alırken bir o kadar da yanında olmadığı için abisine kızgın. Abisi Antoni (Vincent Cassel) duygularını belli edemeyen taraf, haliyle öfkeli ve belki de küskün. Annesi (Nathalie Baye) ise umursamaz ve telaşlı. Evdeki tek normal görünen karakter olan abisinin karısı Catherine (Marion Cotillard) ise Louis’i tanımak ve gerçek anlamda konuşmak isteyen kişi olarak bu kaotik sahnede nefes almamızı sağlıyor.
Louis’in belki de ulaşılmaz olmak için çıktığı yolculuğun tüm ailede derin izler bıraktığını görüyoruz. Aile bireylerinin ellerinde Louis’e ulaşamayan ancak Louis’ten gelenleri özenle ve yıllardır biriktirdikleri mektuplar var. Herkes içten içe ondan “pişmanım” kelimesini duymak istiyor, ama o beklentilerini karşılamayarak eski hatıralarının peşine düşüyor. Depoda yer alan eski eşyaları, görmek istediği eski evi, hatırlarını canlandıran el sabunu kokusu, eski aşkı onun esas ilgisini çeken konulardan birkaçı oluyor.
Film boyunca öğrenemediğimiz Louis’in gidiş sebebi, hatta 12 yılın ardından neden eve geri döndüğü sırrı (özellikle oyunu bilmeyenler için) biraz zorlayıcı olabilir. Çoğunluğu tek mekanda geçen filmde, bir anda tüm balansı bozulmuş bir ailenin göbeğinde buluyoruz kendimizi. Aile bireylerine karşı duyulan sorumluluğu omuzlarımıza yüklenip, tüm o gerginliğe rağmen sabırla Louis’in ailesine ölmek üzere olduğunu açıklamasını bekliyoruz. Ancak bu bekleyiş vasat giden bir ilişkiyi sonlandırmayı ertelemek gibi uzadıkça uzuyor. Kim 12 yıldır görmediği ailesine bir anda “ben ölüyorum,” diyebilir ki?
Alt Tarafı Dünyanın Sonu, -tiyatro uyarlaması oluşunun da etkisiyle- izlendiğinde Dolan’ın filmi olduğu net bir şekilde anlaşılan bir yapım değil. Geçişler, renkler, ifade biçimleri, mizansen, müzikler yönetmenin imzasını taşısa da, film konu itibarıyla aitlik hissiyatından uzaklaşıyor. Usta oyunculukların da etkisinde ilerleyen yapım; Marion Cotillard’un dinginliği, Vincent Cassel’ın hırçınlığı ve Nathalie Baye’in nevi şahsına münhasır karakteriyle izleyiciyi kilitliyor.
Ne kopabilen ne de sağlıklı bir şekilde sürdürülebilen aile bağları ve aile içi iletişimsizlik filmin merkezinde karşımıza çıkıyor. Yabancılaşma-yerelleşme, normallik-anormallik, geçmiş-gelecek açmazları etrafında kurulan olay örgüsü içsel bir sorgulamanın kapılarını aralıyor. Seçemediğimiz aile bireylerimizle aslında ne kadar yakınız? Ailemize karşı sorumluluklarımız neler?
Şiirsel bir Xavier Dolan filmi daha izlemek isterseniz Alt Tarafı Dünyanın Sonu’nun gösterimini kaçırmayın.
Comments