SALT Araştırma ve Programlar Direktörü Meriç Öner'le yeni görevindeki ilk aylarını, 13 Eylül’de açılan İşveren Sergisi’ni ve SALT’ın bir kültür kurumunun sağlayabileceği yararları göz önünde bulunduran yeni programı Yararlı Sanat Ofisi’ni konuştuk.
Meriç Öner, Fotoğraf: Elif Kahveci
Kuruluşundan bu yana görev aldığınız SALT'ta nisan ayından beri de Araştırma ve Programlar Direktörlüğünü üstleniyorsunuz. Bu beş aydaki deneyiminizi nasıl özetlersiniz? Bu yönetim değişikliği, SALT’ın programına hissedilir bir farklılık olarak yansıyacak mı?
SALT’ın geçmişi ne kısa, ne uzun. İçinde bulunduğumuz dönemi, deneyimlerin kurumun tutumundaki tazelikten ödün vermeyecek şekilde kullanılması bakımından önemli buluyorum. Öte yandan içeride olan biten kadar, dışarıdaki dünyanın kurumu yönlendirmesi kaçınılmaz ve ona sahicilik sağlıyor. İş, bunun bir etki-tepki matematiğine indirgenmeden; içinde bulunduğumuz koşulların sorgulandığı, onların oluşumuna dair ipuçlarının izlenebilir kılındığı, ardından gelmesi gerekenlere dair fikirlerin tartışılabildiği bir ortamın sağlanması. Beş aylık görevimi söz konusu ortamın nasıl daha etkin kılınabileceğini anlamaya çalışarak geçirdim. Bu yönde yapılacaklar çok çeşitli biçimlerde değerlendirilebilir. Tek yolunun programlar olmadığı açık. Düşünün ki her programda hiç değilse bir yeni şey öğreniyoruz. Bir önceki deneyin yeterli sonuç vermemesi durumunda üstünü kolaylıkla çiziyoruz. Buna bir hata payesi vermediğimiz için bir sonrakinde farklılığımızı ilan eden bir söylemimiz olmuyor. Bu sebeple öğrendiklerimizi nasıl yorumladığımızın ve içerik ya da uygulamayı ne yöne doğru farklılaştırdığımızın hissedilip hissedilmemesi kullanıcıların dikkatine bağlı.
ODTÜ Yaya Allesi, Ankara
Bir dönem en parlak kentlerinden biri olarak lanse edilen İstanbul’un kültür-sanat dünyasını yeniden canlandırmak için özel çabalar söz konusu. Geçmişteki yıldızlaştırmayı ve bugünün çabalarını nasıl yorumluyorsunuz? İstanbul’da kültür-sanat hayatı için nasıl bir yakın gelecek tasavvurunuz var? Ve tabii SALT bu konuda nerede duruyor?
Gelecek konusunda konuşmakta hep çok temkinliyim. Geçmişe dönük olaraksa İstanbul’un yıldızlaştırıldığı döneme itirazım var. Benim gözlemime göre bu dönem, muazzam bir özenme temeline inşa edildi ve aceleciydi. Bildik modellerin peşine düşülecektiyse sağlam bir altyapının oluşturulması için büyük ölçekli ve uzun vadeli girişimler elzemdi. Tabii çeşitli dönemlerde atılmış adımlar olduğunun altını çizmek lazım. Ancak anlaşılan Türkiye’nin öncelikleri bakımından gerçekleşemediler veya süreklilik arz edemediler. Özenmeden arınılsa, kültürün tartışılması ve hatta yaşanmasındaki tıkanıklıkları giderecek yeni modeller oluşmasına çalışılsa varılacak yer görece sağlıklı olur muydu diye merak etmekten kendimi alamıyorum. Şehirlerin “marka” olmasının stratejileştirildiği dönem, burada ve dünyanın pek çok yerinde hızlı bir festivalleşmeye yol açtı. Festival ile yalnızca geçici olmaktan söz etmiyorum. Geçicilik bilakis kimi üretimler için çok değerlidir. Benim dikkat çekmek istediğim, festivalleşme halinin bir kutlamayı dayatır olması. Hele de küçük topluluklar içerisinde tekrar tekrar buluşmak ve kutlaşmak, İstanbul’u bir varış noktası olarak tahayyül etmekten ve asıl sorumlulukları tarif etmemekten kaynaklanan sorunların üzerini örtmüştü. Bu gelen bienalin ve çevresindeki hareketlenmenin yukarıdaki tariften çok farklı bir yönelimi olduğunu söylemek mümkün değil. SALT’ın faaliyet ve niyetleri bu sebeplerden ötürü birtakım anlara odaklanmıyor.
Mimar ve işveren arasındaki ilişkiye odaklanan İşveren Sergisi bize “yıldız mimar“ kavramının sonunu mu işaret ediyor ya da projelerin mimarlar kadar çok konuşmamız gereken başka bileşenleri de olduğunu? Kapsamlı bir araştırma süreci de olan bu sergide yola çıkış noktanız neydi?
İlk yola çıkış noktamız, yapı yapma ortamında mimar ve haricindeki aktörlerin ilişkilerini tartışmaya açmaktı. İçerikten, sezdiğiniz üzere yıldız mimar kavramının gelip dayandığı noktaya dair söz üretmek mümkün. Bu tartışma halihazırda SALT’ın dışında, neoliberal bir dünyada mimarlık yapmanın vardığı noktayı dert edinen yeni kuşak bir kesimin odağında. Ancak buradan da belli ki ortam bu sözü yine mimarların üretmesine elverişli. Bir yandan bunun çok değerli bir özeleştiri imkânı olduğunun hakkını teslim etmeliyiz. Öte yandan “Bu tartışma yine mimarların tekelinde mi yürüyecek?” diye endişelenmeliyiz. Bu konu özelinde, mimar ile işvereni kutuplaştıran yaklaşım çok tanıdık. Sergi, kutupların kışkırtıcılığından faydalanmaya yelteniyor. Yıkılması gereken önyargılar arasında “iyi üretime engel olan işveren profili de var” anlamına geliyor. Sergideki vakalar Türkiye’de geniş bir zaman aralığından ve nitelikli olduğunu düşündüğümüz yapılar arasından seçildi. Mesela ODTÜ için sergideki belgelerin bütününü incelerseniz - ki çok ciddi bir mesai gerektireceğini biliyorum, o yüzden saltresearch.org’da da erişime açık olduklarını hatırlatayım - bir tasarımın birebir gerçeğe dönüşmesi için mimarlar Altuğ Çinici ve Behruz Çinici’nin verdikleri mücadeleyi deşifre edebilirsiniz. Bu bakımdan mimarların özverili çalışmalarının dönemin rektörü Kemal Kurdaş tarafından hep destek bulması tesadüfi değildir. Tasarımda yapının biricik değerinden daha çok kullanıcıyı, kamuyu, gezegeni dert eden bir yola gidilmesi için, siparişi verenin de aynı duyarlığa sahip olması gerekeceği elbette aşikar. İşveren Sergisi’nde bunu sağlayan, sağlamayan veya sürdüremeyen örneklerle bir yapıda paylaşılan sorumlulukları konuşma fırsatımız olacağını umuyorum.
DEBA
Sergide Osmanlı İmparatorluğu’nda kadın banilerin İstanbul’da inşa ettirdiği yapılara ayrılan ve bu banilerin şehirleşmedeki rollerini inceleyen bir bölüm de var. Bu bölüm bize neler söylüyor? Ve kadın baniler, araştırmaya başlarken aklınızda olan bir alan mıydı; yoksa araştırma sürecinde mi karar verildi böyle bir odaklanmaya?
İşveren Sergisi 2014 yılında SALT Beyoğlu’nda açılan YAZLIK: Şehirlinin Kolonisi sergisinin araştırma sürecinden beri bir zihin jimnastiği benim için. Proje, Datça ve Bodrum’daki Ak-tur ile Burhaniye’deki Ar-tur sitelerini sipariş eden kişinin, Türkiye genelinde iç ve dış turizmi nitelikli bir iş kolu haline getirmek için çalışan Özer Türk isimli bir mülk-i amir olduğunu öğrendiğimde başladı. Devletin bir bulut olmadığı ve her daim bir kişi ile temsil edildiğinin yanı sıra bu kişinin bugün hayal edeceğimiz üzere bir sermayedar, bir gayrimenkul geliştiricisi olmadan üretime vesile olabileceğini fark etmeme yaradı. Bu örneği “işveren” kavramına bakışta bende bir yön kırıcı vazifesi gördüğü için aktarıyorum. Müşteri yerine işveren kelimesini kullanmamız da buradan kaynaklanıyor. Aslında yapı sipariş edenlerden söz ediyoruz. Osmanlı İmparatorluğu hanedanı ve üst düzey yetkilileri, İstanbul’un geçmişindeki en büyük siparişçi. Şehir onların sipariş ettiği ve mali yükünü üstlendiği yapılar ile yayılıyor. Banilere duyulan ilgi bu pozisyonlarından kaynaklandı. Kadınları odağa almak ise onların imparatorluktaki konumuna dair bir meraka dayalı. Bu araştırmayı inceltmek için mimar ve tarihçi Firuzan Melike Sümertaş ile çalışmaya başladık. Osmanlı hanedanı kadınlarından mitleşmeye yüz tutmuş karakterler var, biliyorsunuz. Bunların şehir hayatında etkin tekil örnekler olmadığını konuşabilmenin önem teşkil ettiğine karar verdik. Şehir araştırmacısı Murat Tülek’in de ekibe katılmasıyla şehri başka türlü okumayı sağlayan yeni bir harita oluşturmaya başladık. Haritayı dönemler, yapılar ve kadınların rütbeleri üzerinden incelerken çeşitli şehirli kadın karakterlerinin tarih çalışmalarında göz ardı edildiğini de göreceksiniz. Sergideki içerik tartışmaya bir başlangıç teşkil edecek. Sergi süresince kamu programları ile bu konuyu - en azından kendimiz için - detaylandırmaya devam edeceğiz.
Bu ay bir de SALT’ın Asociación de Arte Útil platformu ortaklığıyla kurduğu Yararlı Sanat Ofisi açılıyor. Nasıl bir işleyişi olacak Yararlı Sanat Ofisi ve Yararlı Sanat Arşivi’nin?
Yararlı Sanat Ofisi, SALT’ın kamu programlarına yeni bir yön veriyor. Bir kültür kurumunun sağlayabileceği yararları göz önünde bulunduruyor ve SALT’ın kullanılma biçimlerini gözden geçiriyor. Araştırma ve Programlar, bir soruyu kamuya açmaya odaklı. Aynı şekilde irili ufaklı ekipler, zaman zaman SALT Galata’daki mekânları kendi içeriklerini kamuya açmak için değerlendiriyorlar. SALT’ın kullanıcıyla ilişkisinde bizim için bir çeşit karşılıklılık beklentisi oluştu. Bu etkileşimin daha yoğun olmasından, yani birbirimizden ve birlikte öğrenme imkânlarının artırılmasından yanayız. SALT Galata’da 3. katta işleyecek olan ofis, kullanıcılarla birlikte üretilebilecek programlar için bir yer sağlayacak. Asociación de Arte Útil platformunun derlediği uluslararası Yararlı Sanat Arşivi yine burada incelenebilir olacak. Ayrıca SALT aracılığıyla Türkiye ve civar coğrafyadan sanat işleri arşive dahil edilecek. Arşivin gelişmesinin yanı sıra çoğu kamu yararı gözeten bu işlerin ofiste tartışmaya açılmasını önemsiyoruz. Sanat kullanımları ve nasıl bir sanatın yararlı olduğu bir süredir SALT’ın da içerisinde bulunduğu çeşitli ortamların hakim tartışması. Her dönemsel olarak parlayan terminolojide olduğu gibi bu konuda da kırmızı çizgileri titizlikle tayin etmek önemli. Niyet, kavramı dönüştürmek veya hükümsüz kılmak değil. Ancak yararlı sanat ile tarif edileni yüceltmek yerine yararlı sanat kurumunun ne olması gerektiğine bakmak ve kendimize bu yönden meydan okumak bizim için daha samimi bir pozisyon. İki seneye yayılması muhtemel bir takvimle işletmeye başlıyoruz.
Özer Türk ve Ar-Tur maketi
Comments