top of page

Bir zamanların arkeolojisi

Hayy Açık Alan, Egemen Tuncer, Hacer Kıroğlu, Kaan Fıçıcı, Şule Nur Alev ve Yunus Emre Erdoğan’ın yaklaşık iki yıldır devam eden buluşmalarından ortaya çıkan Bir Zamanlar sergisine 26 Mayıs-25 Haziran 2023 tarihleri arasında ev sahipliği yaptı. Sergi, tarihi şeylerin kategorileşmesini ve ehlileşmesini sağlayan ideolojik bakıştan uzak bir yaklaşımla, kişisel bir retro kazı ile kolektif kültürün standart oluşturma merakının dışında deneyler ve anıtsallık, zamansallık ve süreç gibi kavramlar etrafında şekilleniyordu


HAYY OPEN SPACE, Fotoğraf: Ali Cem Doğan


Bir Zamanlar mekânı bilgi rejimiyle ele alan, anlamın nasıl değiştiğini, değişirken neleri yıktığını, neleri devrettiğini ve zamansal tekrarları düşünmemize alan açan bir sergi deneyimiydi. Sergi yüklediğimiz anlamların değişimini ve icadın sorgulayarak mekana yeniden bakmayı önerirken detaylı bir okumayı da kaçınılmaz kılıyor. Bir Zamanlar Yunus Emre Erdoğan, Şule Nur Alev, Kaan Fıçıcı, Egemen Tuncer ve Hacer Kıroğlu’nun Paralel Oturumlar adını verdikleri buluşmaları, yöntemlerini çeşitlendirdikleri üretim deneyleri ve hem birbirlerini hem mekânı gözeterek sergiye yerleşmeleriyle örneğine sık rastlanmayan bir grup sergisi denemesi olarak Hayy Open Space’de gerçekleşti. Yazıyı iki bölüme ayırıp ilk bölümde serginin meseleleri olan mekan-zaman-tekrar ilişkisini hem sergiyle hem de sergi yapma pratiğiyle inceleyip ikinci bölümde de sanatçıların üretimlerini inceleyerek sergiyi gezdirmeyi planlıyorum.


Birlikte bir mekân ve anlam yaratmanın tarihi, bilinmeyen ilk ortak deneyimi yaratma çabası kadar eski olabilir. Birlikte yaşamak için ihtiyaç duyduğumuz, sarsılmayacağına inandığımız ortaklıklar, anıtlar, ritüeller onlarla yaşadığımızı fark ettiğimiz anda değişime açılırlar. Farkında olmanın, bir bakışı değiştirme cesaretinin imkânı nedir? “Eğer evrenin sınırlarını kabul etmek mümkün değilse, var olmaması düşüncesine nasıl tahammül edilir?” Beş sanatçının tartışmalarının ve okumalarının başladığı ilk kitap Yıldızlardan Ebediyete’de geçen bir cümle bu. Buradaki tersten düşünme örneği sergiyi yorumlarken bana eşlik ediyor. Sergi kabul edilişlerin mekanı olan yeryüzünü, birbirini replike eden tarihsel sonuçları ve kategorileşmeleri her sanatçının farklı bakışıyla ve tekniğiyle sorguluyor.


Kültürel bellek açısından mekân ve imgeler yaratmak, insanların geçmişi hatırlama, toplumun değerlerini ifade etme ve gelecek nesillere aktarma çabalarını yansıtıyor. Bu mekânlar ve imgeler, toplumun belleğini yani geçmişini canlı tutar, kimlik oluşumuna katkıda bulunur ve insanların ortak bir anlamı paylaşmasını sağlar diye yorumlanır. Augustinus geçmiş, şimdi ve geleceği sırasıyla bellek, dikkat ve beklenti olarak kodluyor. Ve bunların çakışmasının yarattığı farkındalıktan bahsediyor. Kendi pratiklerimizde tutmaya çalıştıklarımız, ortak yaşamda sabitlenmeye zorlanmış, dikkat ve beklentiden yoksun bir belleği koruyor olabilir mi? Oysa bellek dinamiktir, sonraki zamanlardan da beslenir, onun sabit ve değişmez olduğu bir yanılgı gibi gelirken bizi bir arada tuttuğu düşünülen ortaklıklar gerçekten var mıdır, ne kadar sürer veya hiç mi değişmez? Sergide zamanla ve mekânla kurduğumuz bağ heykellerin kaldırılıp gömülmesi, bir mücadele alanına beton dökülmesi/barikatlarla şimdilik sonsuza kadar çevrelenmesi, savaşın ve şiddetin tekrar eden temsilleri, bir anıtın yer değiştirmesi, bir anının ilk evine dönmesi, dengede durmaya çalışıp bir yer bulamayışın tekrarlarlarına düşülmesi gibi görüntüler ve fikirlerle canlanıyor.


Pierre Nora, Les Lieux de Mémoire (Hafızanın Mekânları) adlı kitabında hatırlama, mekân ve tarih arasındaki ilişkiyi ele alıyor. Mekân kolektif hafızanın somut ifadesidir ve hatırlama sürecinde kritik bir rol oynar, geçmişin korunduğu ve geleceğe taşındığı yerdir, bu nedenle toplumsal hafızayı canlı tutmak ve kültürel devamlılığı sağlamak için önemli araçlardır. Kültürel devamlılığı sağlamak, uzaylaşan bir zaman-mekân ilişkisinde yani dijitalleşme döneminde nasıl bir anlama gelebilir, anlamının ya da yönteminin değişmesi gerekmez mi? Sanatçılardan sergiyi dinlemeden önce sergi metni ve kendi izlenimlerimle bazı bağlantılar kuruyorum, Pierre Nora’dan yola çıkıyor ve yolu ayırıyorlar. Belleğin dinamik karakterini ele alan Assmanların ve Nora’nın mekâna, kültürel belleğe bakışları ve birlikte üretme biçimleri serginin sanatçılarıyla bir bağlantı kurmama yardımcı oluyor. Jan Assmann, kimliklerin inşasındaki rolünü vurgulayarak kültürel belleğin dayanıklılığı ve sembolik yönlerine odaklanırken, Aleida Assmann yeni ulus devletlerin oluşumuyla ilgili anımsatıcı süreçlere odaklanarak çağdaş tarihsel anlatıya öncelik veriyor ve bu üç isim birlikte yer yer tamamlanarak ve ayrılarak çalışıyorlar. Zaman, mekân ve bellek onların da odağı. Sergide buraya tekrarları ve kategorileri de ekleniyor. Başlangıçta beş yakın sanatçı arkadaş buluşup bir sergi yapalım diyerek yola çıkmıyorlar. Hacer, Kaan, Yunus, Şule ve Egemen üç yıl önce yavaşça bir araya geliyorlar, birbirlerini yeni düşüncelere teşvik etmeye, ortak okumalarını yorumlamaya, üretimleri üzerine her birinin diğerini eleştirmesine alan açan yöntemleriyle hem bu sergiyi hazırlıyor hem de güncel tarihimizde takip edilmesi gereken bir işaret veriyorlar.


Mekân ve hatırlama arasındaki sıkı ilişkiyi kolektif hafızanın somut ifadesi olarak görülebilir. Olayların, anıların veya kültürel değerlerin yaşandığı mekânlar, belli bir toplumun hafızasını yansıtan sembollerdir. Hafızalarını bir nesneye, imgeye yükleyen topluluklarda mekânlar, tarihi olayların izlerini taşırlar ve insanların geçmişle ve şimdiyle bağ kurmalarını sağlarlar. Birlikte olmak için buna ihtiyaç duymayan, bir anıta anlam yüklemeyen topluluklar da var. Bağ kurmayı öğrendiğimiz onca şeyi düşününce bu ihtimali bilmek ne hissettiriyor? Öğrenilenin ötesinde başka bir gerçeklik de mümkün. Sergi anıtsallık, zamansallık, süreç, tekrar ve mekân gibi kavramlar etrafında şekil alıyor. Sanatçıların hepsi mekânda bu kavramlarla ve birbirleriyle bir tür devamlılık kuruyorlar. İşlerini ilk düşündükleri haliyle sergilemiyorlar mesela. Hepsinde bir değişim ve esneme gücü de var. Bilgiye, anlama bakışlarındaki sorgulama ve sabit olmama hali sergi kurma pratiklerinde de kendini gösteriyor ve doğruluyor. Mekâna bakarken ve diğer işleri gözetirken Kaan ölçek küçültüyor, kurgu heykeller çalışıyor, Yunus Emre videosundaki renklerle oynuyor ve resimlerindeki gibi monokroma dönüyor, Egemen önce başka bir iş planlıyor sonra yerleştirdiği iş Hacer’in sergideki baskısına fon müziği olan bir video oluyor, kendi yarattığı hayali mekanlarda Kaan’ın kurgusal anıtlarıyla da buluşuyor. Şule Hayy’ın ilk sergisinde gösterilen işine son işlerinden birini de ekleyerek "sanatçı kendisine dair neyi çerçevelemek isteyebilir?" sorusuyla Egemen ve Hacer’in daha önce ortak sergilerinde sorguladıkları sanatçı olmanın anlam ve imkanlarına selam veriyor, son işiyle de Yunus’un videosundaki formlarla örtüşüyor.


Sergiyi tek tek sanatçılar üzerinden gezmeyi, kuracağımız bağlantılarla bir kazı alanındaymışız gibi incelemeyi öneriyorum.


Yunus Emre Erdoğan, Süperpozisyon, 2023, Video, 6’38” Fotoğraf: Egemen Tuncer


Sergiyi Yunus Emre Erdoğan’ın videosu ile başlatabiliriz. Resimlerini füzenle yapan sanatçı nesne ve mekân üzerine çalışırken tekinsiz ve dengeli bir hissi aynı anda yaratıyor. Resim mekanın örgütlenişi, soyut formların nesne temsilleri ve natürmort düzen içinde kendi ritminde bir hareket görüyoruz videoda. Yunus Süperpozisyon ile dijital bir mekanda resimlerindeki form ve renklere de referansla hareketli bir natürmort sunuyor. Süperpozisyon isimli çalışması adını kuantum dolanıklığına ait teoriden alır. Süperpozisyon, kuantum nesnelerin (elektron ve ya foton) bütün kuantum durumlarında aynı anda bulunmasına deniyor. Yani bu nesne uzayda (mekânda) bir noktada durmuyor. Yörüngeye bulaşıyor ve dalgalanıyor. Videonun isminin en güncel verileri taşıması, içeriğinin de zamanlar arası bir yolculukta olması dikkat çekiyor. Yunus Emre Erdoğan’ın işlerindeki mistisizm bu videoda dijital mekanda nesnenin zamanla ilişkisine odaklanırken sanatçının yöntemi, içeriği ve monokrom renkleri klasik resme de uzanıyor.


Natürmort mekanını resim mekanı olarak kullanıyor. Video, Yunus’un önceki desenlerine, resimlerine referans veren bazı bilgileri taşıyor, hem videonun her hareketi bir desen gibi hem de sürekli bir denge bulma arayışıyla formun çabasını görüyoruz. Sonsuza dek büyük bir kayayı bir tepenin en yüksek noktasına yuvarlamaya mahkum edilmiş bir kral olan Sisifos hikayesini çağrıştırıyor aynı zamanda. Burada da yarım küre, dijital bir zamanda dünyanın duyumsanmasının, bitmeyen bir temasın ve sonucunu görmediğimiz peş peşe farklı durumların tekrarlar halinde akışını izliyoruz. Her şey zamansız ve mekânsızken aslında bütün zaman ve mekânları da kapsıyor gibi.



Kaan Fıçıcı, Geçit Töreni, 2023, Video, 2’33”, 4+1 AP O Şimdi Tarih Oldu 1-2-3, 2023, Kağıt üzerine kalem, her biri 21 x 30 cm Fotoğraf: Ali Cem Doğan


Kaan Fıçıcı, mekan ve zamanın bellekle ilişkisini kurgusal bir antropolojiyle inceliyor videosunda ve resimlerinde. Geçit Töreni adlı video ve O Şimdi Tarih Oldu 1-2-3 başlıklı çizimdenler Hayy’ın kütüphanesine yerleşiyor. Videoda kurgusal anıtlar, sahte arkeolojik buluntular bize ne söylüyor olabilir? Hepsi olması mümkün, bulunması mümkün nesneler gibiler. Ve bulundukları anda bugünle bir bağ kurmasalar dahi müzeleştirilecek hafızalar atanacak bu arkeolojik nesnelere. Geçmiş yaşamı müzelik yapmak diyor buna Kaan. Nesne, bir karbon testiyle zamanı tespit edildikten sonra tarihi eser kategorizasyonuna uğrar. Nesnenin devam edecek sonu ve ona yüklenen anlamla birlikte gösterilme biçimi de belirlenmiştir artık. Bir taşın kendi zamanını düşünelim, 3.000 yılı bulduğunu sonra çıkarılıp müzelik olduğunu. Bu taş özüyle bir bağ kurar mı? Hafızayı nesneye yüklemenin göreceli sonuçlarını düşündürüyor bana Geçit Töreni. İdeolojik değişimlerle bir heykel 200 yıl sonra kaldırılabiliyor, gömülebiliyor, bir taş 3.000 yıl sonra çıkarılabiliyor ve korunuyor. Heykelin kaldırılması ve taşın kendi zamanında kategorileştirilmesinin yarattığı bir erozyon var.


Aynı anda bir anıt, bir heykel onunla bağ kuran toplumların ilişkiselliklerinde önemli bir yere sahiptir. Bu heykeller ortak bellektir, bir kimliktir, kültürün temsilidir. Peki bu heykellerin kaldırılması, yıkılması, gömülmesi bellekteki anlama ne yapar? Neyi sorunsallaştırır? Aynı heykel kaldırıldığında ve dikildiğinde farklı anlamlara gelmeye başlar. Ve heykellerle kurulan ilişkiye ve onlara yüklenen kişisel anlamların değişimlerine dair sorular soruyor Kaan. Bir anlamın, bir temsilin her an değişebileceğini hatırlayarak yaşamak onları korurken, sahiplenirken katı olmamayı bu bağda hep bir esneklik olması gerektiğini hatırlatıyor. Kaan’ın kütüphanenin raflarına yerleştirilen desenlerinde taşınan kurgusal heykeller ortak hafızanın kırılganlığına dikkat çekerken, ortak hafıza dediğimiz şeyin de bir kurgu olabileceğini, ve her hafızanın her an erozyona uğradığını hatırlatıyor bana.



Şule Nur Alev, Inversion I, 2018, 82x62,5 cm, 6 öğeden oluşan seçki, karışık malzeme ve teknik Inversion II, 2023, Kâğıt üzerine karışık teknik, 82x62,5 cm, Fotoğraf: Ali Cem Doğan


Şule Nur Alev, Inversion I ve Inversion II ile sergide yer alıyor. Inversion I, Bir Zamanlar’ın mekanı olan Hayy Açık Alan’ın olduğu binada henüz Hayy yokken Şule’nin üniversite döneminde sergilediği bir okul projesi olan defteri, desenleri. Bu defter zaman içinde İzmir’de İstanbul’da gezindi ve son olarak yine ilk görüldüğü yere Hayy’a döndü. Bu bir sanatçı defteri. Şule’nin mekan ve kişisel hafıza bağlantısının da en temel haritalarından birini çiziyor. Bir çerçevenin içinde koruduğu seçkisiyle kendi deneyiminin ve tekniğinin kaydını tutarken, benden ne kalmasını isterim sorusunun cevabını çerçeveliyor Şule. Çerçevenin kendisinin de işlevini ve değişebilen anlamlarını düşündürüyor bana. Bir zihni, bir mekanı, deneyimleri korumanın, haritalandırmanın ve temsil etmenin hem sınırla hem plastikle bağlantısını sorguluyorum.


İlk sergiden sonra değişen şey sadece çerçeve olmuyor. Şule, sergide aynı alanda durduğu Kaan’ın kurgusal anıtlarına karşılık sanatçı oluşunun bir arkeolojisini sunuyor. Bunu yaparken işi tekrarlamıyor, yeni bir resim olan Inversion II’ye sergide yer veriyor. Inversion, kromozomda bir parçanın yüz seksen derece ters dönerek tekrar aynı kromozoma bağlanması şeklinde görülen kromozom anomalilerinden biri olarak tanımlanıyor. Bu ikili aralarındaki beş yıldan sonra birbirlerine referans vermenin ötesinde eşleşiyor ve yeni anlamlar kazanmaya açık hale geliyorlar. Şule’nin değişen tekniği, çizgiyi, gölgeyi, lekeyi kullanımı ilk işle yan yana duruşunda bir çizelge gibi okunabilirken, kendisinin buluntuları Kaan’ın desenleriyle, formları da Yunus’un videosuyla bir bağ kuruyor.



Egemen Tuncer, Yerinden Edilmiş Zafer, 2019, İki kanallı video, 13'18", 4K 3D baskı heykel, 10x4x15 cm, Model, Sketchfab Kültürel Miras Lideri Thomas Flynn tarafından sağlanmıştır. Fotoğraf: Ali Cem Doğan


Egemen Tuncer, mekanı ve nesneyi gerçek olaylarla birleştirip kendi kurgusal alanını yaratıyor bu sergide. Önce başka bir işini göstermeyi planlıyor, yakın anlamlara ve sorgulamalara sahip olan işler arasında sembol dünyasına, temsil biçimlerine ve şiddete dair sorgulamalar yapıyor. Bu sergide sanatçı Yerinden Edilmiş Zafer ile yer alıyor. Suriye’nin Palmira kentinde III. yüzyıl Roma İmparatorluğu döneminde inşa edilen Zafer Takı’nın gündemine ve erozyonuna iki kanallı video ve bir heykel eşlik ediyor. 2015 yılında bombalanan takın ve bölgedeki benzer kültürel mirasların sayısal modelleri hazırlanıyor. The Institute for Digital Archeology yapının yıkımdan önceki görüntüleriyle fotogrametrik sayısal modelini hazırlıyor ve bu yapının CNC ile 1/3 ölçekli replikası üretiliyor ve gezdiriliyor. Londra, New York, Floransa, Cenevre replikanın törenlerle karşılandığı yerlerden birkaçı. Egemen yapının bu yolculuğundan yola çıkıp törenler düzenlenen meydanları Google Earth’ün verileriyle görselleştiriyor bir videoda. Diğer video ise 2016’da Suriye savaşı kurbanlarını anmak için Palmira kentinde düzenlenen konserin görüntülerini içeriyor. Yapının modelinin 3B baskısı da yerleştirmeye ekleniyor. Bu olay özelinde kültürel mirası sahiplenme yarışının, Zafer Takı karşılama törenlerinin yapıldığı meydanların, hayatına son verilenlerin anıldığı törenlerin bir tür şiddet temsili olduğunu görebiliyoruz. Ulus devlet modelinden sonra küresel bir dünyada iadeler, takaslar, sahip olma yarışlarının sembolik dünyasına dair önemli bir hatırlatma yapıyor. Ortak kültürel belleğe sahip olanları yerinden, yaşamından ederek bir mirası sahiplenmeye çalışmanın ironisi videolarda ve bir kayıt gibi duran heykelde yüzümüze çarpıyor. Dijital mekanların, dijital gösterim ve arşiv biçimlerinin yeni ifadeler kazanabileceği alanları sorgulatıyor bu yerleştirmesiyle.


Hacer Kıroğlu, Kopya: The Widow, 2023, kağıt ve karbon kağıdı, 50x70cm, Fotoğraf: Ali Cem Doğan


Hacer Kıroğlu da sergide önce başka bir işle yer almayı planlıyor. Egemenle iki yıl önce sanatçı olmanın parametrelerine, bir kimlik ve yöntem oluşturmaya, sanat-zanaat ilişkisine baktıkları sergide yer alan bir çalışmayla dahil olacakken Egemen’in işinden ve diğer işlerden yola çıkarak devam ettirdiği bir seriyi paylaşıyor. Sergiye hazırlanırken arka planda Egemen’in videosundaki Bach tekrar tekrar çalarken, Hacer Kopya serisinden bir iş üretiyor. Birbirine sergide arka plan olan iki iş karşılıklı yerleşiyorlar Hayy’ın üst katına. Bir anmanın bazen savaşın temsili ve en şiddetli hatırlatıcısı olabileceğini düşündürüyor. Hacer’in işlerinde tekrar, ritim, ses, performans her zaman kendini gösteriyor. Burada kopya serisinde tekrarlanan şey de başka sanatçıların eserleri oluyor. Vanitas bu seride kendini farklı bir yorumla gösteriyor. Kathe Kollwitz üretimleriyle, savaş deneyimi, kayıpları ve acıya yaklaşımıyla Hacer’i etkileyen bir sanatçı. Üniversitedeyken onun eserlerinin kopyalarını yaptığını söylüyor. Bu sergi için Kathe Kollwitz’in The Widow başlıklı baskısını yeniden üretiyor, karbon kağıdıyla ve kırmızıyla. Savaş görüntüleri kullanmadan basit bir imgeyle acının bir ifadesini sunuyor. Bu çoğaltma tekrarla, ifadeler de zamanla ilişkisinde sergideki diğer işlerle bağlantı kuruyor. Geçmişteki bir acının ifadesinin şimdiki zamanda hangi olasılıklarla tekrar edebileceğine ve bu tekrarın nasıl üretilebildiğine dair izler görüyoruz.


Bir mekanda geçirilen zaman, o mekanın anlamını ve deneyimini etkiler. Sergi yaparken de mekanla kurulan bağ özellikle zaman-mekân ilişkisiyle şekillenen böyle bir sergi için büyük önem taşıyor. Hayy’ın çevresinde ve kendisinde zaman geçirmek, geçmişle ve şimdiyle bağlantılar kurmayı, zamansal bir derinlik deneyimlemesini ve sergi üzerine tüm koşulları dikkate alarak düşünmeyi sağlıyor. Ayrıca, mekanın zamanla nasıl değiştiği ve evrildiği de önemli bir konu. Sergide herkesin işi mekanla bir olmak için ve birbirlerinin işleriyle istenen teması kurabilmeleri için bir değişime uğramış durumda. Boyutların, renklerin, içeriğin hazırlanan ilk halleriyle kullanılmaması bir tesadüf değil. Sanatçıların birbirlerini ve mekanı gözeten bir esneklikle sergiye şekil vermelerinin sonucu bu. Bütün bağlantıları görmek daha fazlasının olduğu fikrini de veriyor. Her iş kendi içinde büyüyor ve büyüdüğü yerden taşarken diğerleriyle ve başka fikirlerle bir bütünlük kuruyor. Sergiye bakınca bir işi diğerinden, bir işi mekandan, serginin kurulduğu zamandan ayırmayı düşünmüyorsunuz bile. Küratörün yapacağı bütün işi, küratörün gözetmesi gereken şartları ve sanatçıyla kurması gereken ilişkiyi en yenilenen haliyle birbiriyle kuran bu grup devam etmesini ve dönüşmesini planladıkları bir yaklaşımı da başlatmış oluyorlar.


Son olarak sergideki en önemli noktalardan biri, birbirinden bağlantısız görünebilen detayların bir araya geldiğinde sınırlarının silikleşmesi ve birbirlerine yakınlaşmalarını görmekti, bu elbette bir tesadüf değil. Sergi, bağlantılar kurmaya sorular sormaya bu kadar açık bir alanı rahatlıkla bırakan sanatçıların hem kendileriyle hem de sergideki diğer sanatçılarla zamanlar arası, mekanlar arası, deneyimler arası bir yolcuğunu gösterdi bize. Bir Zamanlar her üretimin hem mekana hem zamana özgü bir yerleştirme olduğunu, sanatçıların bireysel ve kolektif kazıları sırasında değişebilecek arayışlarını görmemizi mümkün kılan deney alanıydı.

All rights reserved. Unlimited Publications.

Meşrutiyet Caddesi No: 67 Kat: 1 Beyoğlu İstanbul Turkey

Follow us

  • Black Instagram Icon
bottom of page