2019’da Antalya’da faaliyete geçmiş, kar amacı gütmeyen, disiplinler arası bir platform olan are, Ali Şentürk'ün Tarihsel ve Jeolojik Düzeltmeler isimli kişisel sergisine 7 Kasım - 12 Aralık tarihleri arasında ev sahipliği yapıyor. Sanatçının 2015-2016 yıllarında ürettiği seriye ilk defa bir arada görülme imkanı veren sergiyi değerlendirdik
Yazı: Murat Alat
Ali Şentürk, Tarihsel ve Jeolojik Düzeltmeler, Desen üzerine müdahale
İlk filozof olarak kabul edilen Miletli Thales’in, gökyüzüne bakarken önündeki çukuru görmeyip içine düştüğü söylenir. Hikâyede ufak bir değişiklik yapıp, kahramanımızın bir taşa takıldığını da kolaylıkla iddia edebiliriz. Hakikati göklerde ararken ayağının dibindekini görmemek nereden bakarsanız bakın trajikomiktir; ama medeniyet bu küçük hikâyeden pek ders almadan Thales’in yolunu takip eder. Taş/toprak; yani dünyanın eti ya da et; yani insan bedeninin topraktan yapıldığı söylenen hammaddesi, değişmez hakikatleri dünyanın ötesinde arayan idealist düşüncenin uzun süre gölgesinde kalmıştır.
Ali Şentürk’ün çalışmaları bu iki uzlaşması zor görünen kutup arasında üçüncü bir yol bulmanın gayreti. Şentürk, ne gökteki hakikatlere bakakalıp dünyanın maddi yanını unutmaya yanaşıyor ne de karşısındaki taşın, maddi olanın kaosu içinde kaybolmayı arzuluyor. Taş taşlığını koruyor, sanatçı da insanlığını; ama bu iki birbirinden başka varlık arasında bir ilişki tesis oluyor. Bu ilişki medeniyet tarafından yaralanmış dünyamızın ve bu dünya içindeki psikotik varoluşumuzun iyileştirilmesi için bir ihtimal olarak beliriyor.
Tarihsel ve Jeolojik Düzeltmeler üç bölümden oluşan bir sergi. Şentürk muhatabı olan taşa ve taşın bir parçası olduğu doğaya, temsil araçlarının cenderesine düşmeden yaklaşmanın yolunu farklı teknikleri harmanlamakta bulmuş. Performans, fotoğraf ve resim çapraz ilişkilerle zaaflarının, barındırdıkları muhtemel tuzakların ötesine geçip kudretlerini pekiştiriyor.
Ali Şentürk, Tarihsel ve Jeolojik Düzeltmeler sergi görüntüsü
Şimdi serginin bu farklı araçları nasıl kullandığını, izlediği farklı hatların bizi nereye götürdüğünü ve bütününde bu çalışmanın nelere gebe olduğunu inceleyelim. Serginin üzerine kurulduğu üçlü sac ayağından kronolojik olarak ilki, Şentürk’ün doğada çıktığı keşifler sonucu gönlünü çelen taşlarla kurduğu performatif ilişki. Şentürk bu taşları, bir sağaltma aracı olarak kullandığı kırmızı iplerle birbirine bağlamış. Böylece taşın zaman içinde geçirdiği değişim sonucunda ortaya çıkan amorf yapısı, sanatçının hayalinde bulunan imge ile diyalektik bir ilişkiye girmiş ve estetik bir form açığa çıkmış. Bu performatif müdahaleden sonra, ip ve oluşmasına vesile olduğu heykelsi düzenleme doğanın akışına terk etmiş ve performansın fotoğrafı bir belge olarak sergi alanına taşınmış.
İple birbirine bağlanmış taşları akıp giden zamana bırakıp sergi salonuna geçtiğimizde, akış halindeki yaşamın bir anını zamanın dışına çıkaran fotoğraflar, aynı performansı bir başka temsil aracıyla aktaran desenlerle karşı karşıya geliyor. Böylece üçlemenin bütün öğeleri; performans, fotoğraf, desen bir arada çalışmaya başlıyor. Sergiyi şayet Şentürk’ün taş ile karşılaşmasının farklı tezahürlerini barındıran bir iç dünya olarak ele alırsak, fotoğrafın nesnelliğinin karşısına sanatçının kişisel deneyiminden çıkardığı, öznel bir müdahalenin ister istemez izlerini taşıyan sade desenleri koyabiliriz. Her ne kadar dış gerçekliğe sadık olarak çizilmiş olsalar da, taşlar ve iplerle oluşturulmuş düzenlemeleri aktaran desenlerde soyutlamaya gidilmiş ve taşın karmaşıklığı basit çizgilere indirgenerek yalınlaşmış.
Şentürk fotoğraflarla desenleri karşı karşıya koymakla da yetinmiyor; serginin son parçası ve bir çözümlenme anı olarak fotoğraflarla desenleri aynı mecrada, ortak düzlemde bir araya getirdiği işler de üretiyor. Sanatçı, yine doğada bulduğu yarısı toprağa gömülü taşların görünen kısmını fotoğraflayıp, görünmeyen alt kısımlarını ise hayal gücünü kullanarak resimleyerek tamamlıyor ve böylelikle melez bir imge beliriyor. Yarısı fotoğraf yarısı desen olan bu işlerde beliren çözümleme serginin altında yatan dinamik hattı açığa çıkarıyor. Sergi boyunca değişik seviyelerde sonsuzluk ve sınır arasında kurulan ilişki kolajlarda bir sonuca varıyor. Fotoğraf, sergide bir orta eleman olarak iki farklı denklemde karşımızda: bir yandan doğayla karşılaşma deneyiminin yüklü olduğu sonsuz veri fotoğrafın teknik imkânlarıyla sınırlanırken, öte yandan insanın hayal gücünün sunduğu sonsuz olanaklar yine fotoğraf tarafından aktarılan gerçeklik deneyiminin somut verileriyle kontrol altına alınıyor. Çift taraftan eş zamanlı olarak kurulmuş bu ilişki bize doğaya temas edebilmek için uygun zemini sağlıyor.
Tarihsel ve Jeolojik Düzeltmeler sadece insanın doğa üzerinde yarattığı hasarı telafi etme çabası değil. Aynı anda zamanın akışının, termodinamiğin ikinci ilkesi uyarınca her şeyin kaosa doğru gidişinin de geri alınması gayreti. İnsan varoluşunun temelinde yatan bu güçlü dürtü, ölüme karşı kurduğumuz çeşitli savunma hatlarının, bir diğer deyişle medeniyetimizin de kurucu öğesi. Ancak tüm bu gayretlerimiz, doğayı sadece ama sadece kaosun, çürümenin bir ajanı olarak gördüğümüz ve onu kontrol etmeye ya da ondan sakınmaya çalıştığımız sürece bizi asıl felaketimiz olan ölümün kucağına atmaktan başka bir işe yaramıyor. Şentürk’ün çabası iki ucu da yok olmaya varan bu düzenekte diyalektik bir orta yol bulmak. Deneysel gerçeklik ve muhayyile arasında kurduğu hareketli ilişki aracılığında doğayla ne onu ayağımız altında ezerek, ne de yüce bir varlık olarak da görerek, bir muhabbet imkânını kolluyor.
Comentarios