Ulya Soley’in küratörlüğünü üstlendiği, kitsch kavramı odağında şekillenen Zevk Meselesi başlıklı karma sergi, Pera Müzesi’nin ev sahipliğinde 8 Ağustos'a dek devam ediyor
Röportaj: Selin Çiftci
Ulya Soley, Fotoğraf: Berk Kır
Son sergi projenizin itkisi nasıl gelişti; içeriğinden, kapsamından bize bahseder misiniz; nasıl bir çekirdek etrafında şekilleniyor?
Zevk Meselesi, ortaya çıktığı 19. yüzyıldan bu yana anlamı değişikliğe uğrayan kitsch kavramının günümüz görsel kültürüyle kurduğu yakın ilişkiye ve beğeninin şekillenmesindeki kritik rolüne odaklanan bir grup sergisi. Sergi fikrinin ortaya çıkmasında bir süredir hem güncel sanatın kitsch’le yakın bir ilişki kurduğunu gözlemlemem, hem de İnternet üzerindeki görsel dilin kitsch’ten beslendiğini düşünmem etkili oldu. Aslında kitsch bir yandan sokakta, evlerde, günlük hayatın çok içinde. Özellikle içinde yaşadığımız coğrafyanın kitsch’le ilişkisi hiç de yeni değil. Fakat kitsch asla sabit kalmıyor, kendini hep yeniliyor ve farklı biçimlerde farklı mecralarda karşımıza çıkmaya devam ediyor. Sergi, bazı sorular aracılığıyla beğenileri tartışmaya açmayı hedefliyor. Örneğin, çeşitlilik, belirsizlik ve tanımsızlığın kutsandığı günümüzde kitsch, bu değerleri ileriye taşıyacak bir araç olabilir mi? Avangard ve kitsch’i birbirinin karşısına koymak yerine yan yana düşünmek, kitle kültürünü hafif, banal ve aşağı görmek yerine, güncel sanatın bu kolektif kültürle ilişkilerine yakından bakarak aralarındaki bağları keşfetmeye çalışmak, süregelen sınıflı toplumsal yapıyı biraz olsun sarsabilir mi? Beğeniyi sınıfsal bir gösterge olarak tanımlamamak mümkün olabilir mi?
Alex Da Corte ve Jayson Musson, Bruno Miguel, Cameron Askin, FAILE, Farah Al Qasimi, Gülsün Karamustafa, Hayırlı Evlat, Miao Ying, Nick Cave, Olia Lialina ve Mike Tyka, Pierre et Gilles, Slavs and Tatars ve Volkan Aslan’ın yapıtlarını bir araya getiren sergi, sınıfsal bir gösterge olarak beğeni kavramını ele alıyor, estetik anlayışın Doğu ve Batı’ya atfedilen değerlerine bakıyor, yüksek sanata karşın kitle kültürünün yükselişine odaklanıyor ve nesne kültüründen dijital kültüre geçiş sürecinde şekillenen görsel dilin sanatla kurduğu ilişki üzerine, serginin sanatçılarıyla diyalog içinde kitsch kavramının bugünkü zengin kullanımlarını araştırıyor.
Bu sergi, kariyerinizde hangi noktayı tarif ediyor; nasıl konumlandırırsınız; önceki çalışmalarınızla nasıl bir ilişki kuruyor?
Zevk Meselesi iki yıldan uzun bir süredir üzerinde çalıştığım bir sergi. Pera Müzesi’nde gerçekleşmesi, birçok farklı alandan sanatçı ve kolektifi bir araya getirmesi, sergiye eşlik eden kataloğu ve paralelinde hazırladığımız çevrimiçi etkinlik serisi Plastik Düşler Sahnesi ile şimdiye dek üzerinde çalıştığım en geniş kapsamlı proje oldu. 2013 yılından beri Pera Müzesi’nde çalışıyorum, dolayısıyla bu sergi hem müzenin koleksiyonlarından ilham alıyor, hem de benim kişisel olarak ilgilendiğim İnternet görsel kültürü ve kuir-feminist pratiklerden besleniyor. Odaklandığım konuları alternatif anlatı olanakları kullanarak sunmayı, farklı katmanlarıyla ele alarak hem erişilebilir, hem de derinleşen bir kurgu yaratmayı deniyorum. Örneğin geçtiğimiz yıl 601 Artspace, New York’ta Protocinema’nın organize ettiği ve küratörlüğünü üstlendiğim Bu durumda nasıl giyinmeli? sergisi, teknolojik gelişmeler ve iklim krizini aynı anda deneyimlediğimiz bu süreçte geleceği tahayyül etmenin zorluğuna odaklanıyordu. Bu sergideki yapıtlar da nesne kültürü ile dijital kültür arasındaki bağlara, son dönemde NFT tartışmalarıyla tekrar gündeme gelen dijitalin materyalliği ve değer kavramına bakan, İnternet’in görsel dilinden beslenen, güzellik endüstrisinden sanal gerçekliğe gündelik yaşamımızın içinden öğelerle bir anlatı kurgulayan yapıtlardı. İlk bakışta farklı konumlandırılabilecek projeler olsalar da, Bu durumda nasıl giyinmeli? ve Zevk Meselesi’nin hem anlatı dili ve yöntemleri, hem de beslendikleri kaynaklar açısından birbiriyle oldukça ilişkili olduğunu söyleyebilirim.
Zevk Meselesi, Pera Müzesi yerleştirme görüntüsü, 2021. Farah Al Qasimi, Dream Soup, 2019,
video yerleştirme ve parfüm, 7’26’’. Fotoğraf: Uğur Ataç, Engin Şengenç
Kürate etme, yazma gibi pratiklerinizin üretim sürecinde nasıl bir mekanizma karşılıyor bizi, oradaki dinamiği bize tarif eder misiniz? Nelerden ilham alıp, neleri dert ediniyorsunuz; uyguladığınız ritüelleriniz var mı?
Aslında birçok farklı kaynak takip ediyorum. En yakın hissettiğim alan edebiyat, özellikle de kurgu ve şiir. Üretim sürecinde en çok aldığım notlardan faydalanıyorum. Okuduğum kitaplardan, dergilerden, izlediğim film veya dizilerden, gördüğüm sergilerden, hatta bazen Instagram paylaşımlarından, şarkı sözlerinden veya kalabalık bir masadaki sohbetten ilgimi çeken her şeyi not alıyorum. Bu notları görsellerle bir araya getirmeyi seviyorum. Belirli bir konuya yoğunlaştığımda daha akademik bir araştırma süreci oluyor, ama öyle olduğunda bile aldığım bu serbest notlar her zaman konuları daha ilginç yerlere götürebilecek perspektifler sunabiliyor. Farklı görünen üretimler arasındaki kesişimlere odaklanmaya, onların arasında ortaklıklar bulabilmeye çalışıyorum, bir araya geldiklerinde nasıl bir yere gidebileceklerini merak ediyorum. İnternet üzerindeki ilişkilenme, sosyalleşme biçimleri, paylaşımlar, görsel dil, meme’ler, gif’ler, kısacası bu kolektif kültür çok ilgimi çekiyor. Uzun bir süredir bu kültür ile güncel sanat ilişkisi üzerine yazılanları yakından takip ediyorum. Yeni ve güncel olan her şeye karşı heyecan duyuyorum ve şu anda hepimizin bir şekilde katkıda bulunarak oluşturduğu görsel kültür üzerine düşünmeyi önemli buluyorum. Üretim sürecinde esnek olmaya çalışıyorum, projenin başındayken öngörülemeyen, planlanmamış yollara sapabilmenin üretimleri zenginleştirdiğini düşünüyorum.
İş yapmaya başladığınızdan itibaren sanat dünyasında işler nasıl değişti; gözlemleriniz neler?
Kapsayıcı düşünme biçimlerinin ve buna bağlı olarak da pratiklerin giderek daha yaygın olarak benimsenmeye başladığını fark ediyorum. Yalnızca sanat dünyasında değil, toplumsal olarak da bazı kabullenilmiş kalıp yargılardan uzaklaşıldığı, İnternet’in yaygın kullanımıyla beraber aktivist stratejilerin farklılaşarak etkinleştiği bir dönemden geçiyoruz. Toplumsal hareketler ve sanat üretimi elbette yakın bir ilişkide olduğu için bu durum sanat dünyasının işleyişini de olumlu anlamda değiştiriyor.
Zevk Meselesi, Pera Müzesi yerleştirme görüntüsü, 2021. Alex Da Corte & Jayson Musson, Easternsports, 2014, 4 kanallı video, 146’. Fotoğraf: Uğur Ataç, Engin Şengenç
Kariyerinizde kırılma noktası yaratan ya da sizin için çok önemli olduğunu düşündüğünüz, ayrı bir yere koyduğunuz bir serginiz var mı?
British Council’ın Duvarları Olmayan Müze projesi kapsamında küratörlüğünü üstlendiğim Tanışıyor muyuz? başlıklı sergi benim için çok önemliydi. British Council Koleksiyonu’ndaki portreler üzerinden kimlik politikaları, eşitlik, kapsayıcılık ve çeşitliliğe odaklanan bu dijital sergi, hem beni çevrimiçi bir platformda sergi düzenleme pratiği üzerine daha çok düşünmeye teşvik etti, hem de kurumsal bir çerçevede eleştirel olabilmenin, var olan yapılara sızarak düşünme biçimlerini güncellemeye dönük stratejiler geliştirebilmenin mümkün olabileceğini görmemi sağladı. Bu süreçte erişilebilirlik üzerine daha çok düşünmeye başladım ve herkes için ulaşılabilir deneyimler yaratmanın önemine dair daha somut bir farkındalık geliştirdim. Çevrimiçi bir sergi olması fiziksel bir sergiye göre çok daha fazla etkileşim yarattı. Bu da sergiyi, benim için heyecan verici kılan diyaloglar gelişmesine zemin hazırlayan faktörlerden biriydi.
Sanat, beraber düşünmeye, beraber üretmeye çok açık bir alan. Bu durum, bu alanda çalışan ve beraber düşünüp üreten herkese kâğıt üzerindeki kimliklerin ötesinde ortak bir zemin sunuyor. Bu kolektif üretime katkıda bulunmayı, cevabı olmayan sorular sorabilmeyi, bu sorular üzerine beraber düşünebilmeyi çok değerli buluyorum.
Niçin sanat yapıyorsunuz ve devam etmeye neden değerdi?
Okuduklarım, gördüklerim, izlediklerim birbiriyle bağlantılanarak bir ağ oluşturuyor. Sanatla ilgilenmek de bu ağın üzerine düşünmemi ve zamanımı buna yönlendirmemi mümkün kılıyor. Farklı ilgi alanlarımın kesişim kümelerinde hareket edebiliyorum. Kendimi bu şekilde ifade edebilmek ve kendini bu şekilde ifade eden bir toplulukla bir arada bir şeyler üretebilmek benim için çok önemli. Sanat, beraber düşünmeye, beraber üretmeye çok açık bir alan. Bu durum, bu alanda çalışan ve beraber düşünüp üreten herkese kâğıt üzerindeki kimliklerin ötesinde ortak bir zemin sunuyor. Bu kolektif üretime katkıda bulunmayı, cevabı olmayan sorular sorabilmeyi, bu sorular üzerine beraber düşünebilmeyi çok değerli buluyorum.
Bunun yanı sıra önemsediğim, dert edindiğim konuları sanat aracılığıyla ifade ederek bu konuların daha yaygın bir şekilde konuşulmasına katkıda bulunmaya çaba gösteriyorum. Özellikle kimlik ve toplumsal cinsiyet meselelerinin daha geniş kitleler tarafından tartışılması en çok önemsediğim konuların başında geliyor. Sanatın farklı alanlara sızabilen yapısı onu bir aktivizm yöntemi olarak ilginç bir yere konumlandırıyor. Bu da beni bu alanda çalışmaya devam etmek için motive eden öğelerden bir tanesi.
Türkiye’de sanat deyince aklınıza gelen/karşılaştığınız/var olduğunu düşündüğünüz çıkmazlar nelerdir ve bu konularda geliştirdiğiniz fikirleriniz ya da önerileriniz var mıdır?
Türkiye gelişmekte olan ülkelerden biri, bu tabiri daha ziyade ekonomi bağlamında kullanıyoruz ama pek çok alana adapte edilebileceğini düşünüyorum, sanat da bu alanlardan bir tanesi. Türkiye’de güncel sanat yavaş gelişen bir alan; kaynaklar hala oldukça kısıtlı, buna bağlı olarak geniş bir kitle için bir ilgi alanı veya gündelik hayatın bir parçası olmaktan uzak. Dolayısıyla sanatçılar için de güvencesiz bir alan olmaya devam ediyor. Kendi içinde bir döngü yaratan bu durum, sanat üretimini, tüketimini ve sanat üzerine düşünmeyi belirli bir şekilde sınırlandırıyor. Tasvir ettiğim durum elbette bir çıkmaz değil fakat bu durumun anlamlı bir biçimde değişmesinin zaman alacağını düşünüyorum.
Yorumlar