top of page
Cihan Ataş

Var olan her şey birdir


Özlem Altın, mekâna özgü yerleştirmelerinde, var olan belleğimizdeki anlatıları ele alıyor ve bunları farklı bir yöne doğru çekerek baştan aşağı değişik bir biçimde “anlatıları” düzenliyor. Eserlerinde de bu aktarımın merkezine “insan bedenini” koyuyor. Bedenin sürekli bilgi üreterek, işaretler gönderdiğinin üzerinde duruyor. Son olarak Venedik Bienali’nde ana sergide yer alan yerleştirmesi ile kendinden söz ettiren Özlem Altın’la İstanbul The Pill’de açılan ve 8 Kasım’a dek devam edecek Kısmet sergisi ve çalışmaları üzerine konuştuk


Röportaj: Cihan Ataş


Özlem Altın, Pulse and grief (encapsulated, reactivated), 2022, 112 x 280 cm


Özlem Hanım, işlerinizde birçok yerden alınmış malzemelerle çalışıyorsunuz ve kendinize özgü bir eserler yaratıyorsunuz. Katmanlı kolajlar, mekâna özgü kurulumlar. Kitle iletişim görsellerinden yola çıkarak birçok farklı görselin birleşmesiyle resimleriniz ortaya çıkıyor. Burada altını çizmek istediğin iz bağlantılardan söz edebilir misiniz?


Çalışmalarımın temelini, geçtiğimiz yıllarda çeşitli kaynaklardan, kitaplardan, dergilerden, İnternet gibi mecralardan sezgisel olarak derleyip seçtiğim geniş resim ve fotoğraf koleksiyonları oluşturuyor. Mekâna özgü yerleştirmelerde, odağın ilk başta mutlaka tanınabilir veya görünür olmayan bir şeye doğru kaydığı daha karmaşık birtakım imajlar oluşturmak için bu görüntüleri kendi fotoğraflarım ve resimlerimle yan yana koyuyorum. Geçtiğimiz birkaç yıl içinde fotoğrafları kolajlanma ve fotoğraf kağıdına veya tuval üzerine basma tekniği geliştirdim ve ardından ayrı görüntüleri ortaya çıkarmak ve yeniden izlemek için boya katmanlarıyla yeniden işledim.

Amacım, özellikle bireysel görüntüler arasındaki boşluğa önem vererek ve ortaya çıkan yeni korelasyonları araştırarak izleyicileri yeni anlatılar geliştirmeye davet etmektir.

Özellikle The Pill'deki Kısmet sergisinde, bireysel işler, eksiksiz bir yerleştirme olarak The Pill’i anımsatan, yankılanan bir örneği andıran, sürükleyici bir ortamda ortaya çıkıyor.


Özlem Altın, Kısmet sergisi yerleştirme görüntüsü, The Pill


Arşivleme sizin için neyi ifade ediyor?


Geçtiğimiz yıllarda, mevcut arşivlere ve müze koleksiyonlarına görmek, incelemek ve bunlarla çalışmak üzere birkaç kez davet edildim. Yaklaşımım, genel olarak, şimdiki zamanda bir eylem olarak tanımlanan ve yalnızca geçmiş deneyimlerin “şeffaf” bir kaydını tutmak değil, yaptığım bir şeyi, yalnızca geçmiş gerçekliği olduğu gibi yansıtmadan, şimdiki bir eylemi hatırlamak olarak tanımlayarak, arşivler ve bellekle ilgili çalışmalarımla doğrudan bağlantılıdır. Ancak “gerçeklik” ona anlam katarak hareket eder.


Arşivlerin hafızasında, tarih nasıl yazılır, tarihi kim yazar, hangi hikâyeler dışarıda bırakılır sorusunun peşine düşüyorum ve arşivdeki boşluklara işaret ediyorum. Bu keşifte, alternatif görüşlere ve değerlere ses vermenin ve hem hikâyelerin hem de devamında hikâyelerin çoğalmasını sağlamak için tarihimizin yalnızca egemen ideolojisine uymayan, içerdiği toplumsal dünyanın hegemonik yapılarına meydan okuyan ve bunlara karşı koymanın yollarını aramaya çalışıyorum.

"Perspektifim" ise müzakere ve revizyon yeri olarak arşivle, görüntüleri geçici bir düzenlemeye gidiyorum ve böylece arşivdeki hayaletleri veya görünmeyenleri çağırmaya çalışıyorum. Benim pratiğim, arşivin orijinal ilkesi olan belgeleme, koruma ve sabitleme ilkesine bağlı olarak değil, aynı zamanda unutma ilkesine de karşı çıkıyor ve daha çok, daha da çok, insanlara alan yaratmak için bedenlerin ya da jestlerin imgelerini o anda harekete geçirme girişimini ifade ediyor. Buna “süreç, iyileşme ve entegrasyon” diyebilirim.


 

“Kader sorunu, yapıtlarımı derin bir yas perdesi gibi ya da her an eriyebilecek donuk bir koku gibi çevreler. Tasavvufi* bir referans olarak tanımlamam gerekirse, benim anladığım ‘tasavvuf’la ilgili olarak, var olan her şeyin birliği fikrine katılıyorum.”

 

Özlem Altın, Wheel or cycle (when time fies out the window), 2022, 135 x 310 cm


Eserlerinizin beden merkezli çalışmalar olmasının, bedenin merkezde olmasının nedenleri nelerdir?


Çalışmalarımda ağırlıklı olarak insan bedeni, özellikle bedenlerin temsili, tasviri ve metamorfozları ile ilgileniyorum. Bedeni bir süreç, bir ifade ve bilgi depolama aracı olarak anlıyorum. Bir portala benzer şekilde, bir aktarım, rezonans ve yansıma yeri olarak görüyorum.


Bedenimiz bizi sürekli bilgilendiriyor ve bu iletişimin en önemli yönü ise “dokunma”. Buna uygun olarak, fotoğraf çalışmalarımda ve beni büyüleyen görüntülerde, beden diline özel bir odaklanma yaratıyorum: Jestler ve duruşlar, bedenler arası iletişim ve temas. Çalışmalarımın ortaya çıkış süreçleri, dönüşüm ve doğumu (ve yeniden doğuşu) çevreleyen mitolojiler ve buna karşılık gelen vücuttaki kimyasal ve duyusal değişiklikler, şu anda olduğu gibi sanatsal araştırmamın merkezinde yer alıyor.


Venedik Bienali'ndeki Milk of Dreams sergisinde Yarı Saydam bir perde parçasıyla sergileniyor. Siyah beyaz fotoğraflardan oluşan bir kolaj olan bu çalışmam, doğum sırasında bir arkadaşıma eşlik ederken çektiğim fotoğrafları içeriyor. Aşırı aşınmış bir fotoğraf veya porselen bir ekrandan görülen bir görüntü izlenimi yaratan şeffaf beyaz mürekkeple katmanlaşan çalışma, iç ve dış dünyayı, yaşam ve ölüm arasındaki sınır boşluğunun görsel bir diyagramını oluşturuyor. Beden, farklı siluetlerde görünür ve bir düzenlemenin farklı yönlerine işaret eder. Sınırlar geçirgendir, görünürdür ve beden sınırlarını aşmaktadır. Temel olarak, beden ve dünya arasındaki analojilere ve bağlantılara açıkça bakıyorum.


Solda: Özlem Altın, Rise (as above), 2022, 280 x 95 cm

Sağda: Özlem Altın, Crescent moon rising (Selene calling), 2022, 100 x 91,4 cm


Yaşam ve ölüm arasındaki boşluğu sergide görmek mümkün. Yaşamı ve ölümü aynı anda eserlerinizde görebiliyoruz. Yaşam ve ölüm arasında nasıl bir sınır var?


Yaşam ve ölüm arasında bir boşluk veya sınır tanımlayabilir miyim emin değilim. Ölülerin ölmediğini, bunun yerine başka bir varlık düzeyine yükseldiğini düşünürsek, ayrım ya da eşik belirsiz olabilir ve daha çok geçirgen ince bir zara benzetebilirim. Sergi, manevi bir bağlantı kurma girişimi veya aidiyet amacıyla görünmeyene çağrı olarak okunabilir; hatta bir kehanet biçimi olarak. Eserlerimdeki figürler, canlı ve cansızı birbirine karıştıran, görünüşte bir varlık temsil etmektedir. Benim için doğum, ölüm ve yeniden doğuş temalarıyla bağlantılı olan motifler eserlerimde yeniden ortaya çıkıyor ve zamanın döngüsel akışına dair düşünceler kuruyor. Çalışmalarımın odak noktası olan fotografik görüntünün incelenmesiyle ilgili olarak yansıtmak istediğim olgu; şimdiye kadar değişimin ve büyümenin mümkün olduğunu yansıtmaktır. Görüntüleri değiştirerek ve onları yeni konfigürasyonlara yerleştirerek, dönüşüme yönelik daha iyi bir diyalog kurmayı hedefliyorum. Buna göre, yaklaşımım, fotoğrafın donma ve sabitlenme ilkesine karşı koymak için yeniden canlandırma arzusunu yansıtmaktır.


Özlem Altın, Kısmet sergisi yerleştirme görüntüsü, The Pill


Doğaüstü güçler ile kader bizi gerçekten şekillendiriyor mu? Eserlerinizdeki "kader" e vurgu hangi alanlarda daha çok karşımıza çıkıyor? Dış uzaydan iç mekâna, makrodan mikroya bu bir mistik inanış gibi. Tasavvufi bir yaklaşım diye düşünüyorum. Buradan yola çıkarak ‘’mistik dünya’’ veya ‘’tasavvufi dünya’’ ile bağlantı kurabilir miyiz? Kurmalı mıyız?


Yerleştirmenin mistik veya ruhsal bir bağlam olarak ele alınmasını ilahi olarak belirlenmiş bir "kader"e dayandırıyor ve teslim olmayı talep ederek yerleştirmeme salt olarak Kısmet başlığıyla zaten ima ediyorum. Kader sorunu, yapıtlarımı derin bir yas perdesi gibi ya da her an eriyebilecek donuk bir koku gibi çevreler. Tasavvufi* bir referans olarak tanımlamam gerekirse, benim anladığım "tasavvuf"la ilgili olarak, var olan her şeyin birliği fikrine katılıyorum.


Çalışmamda, iç içe geçmiş hayvan, bitki, insan ve insan olmayan bedenleri daha büyük, birbirine bağımlı bir organizmaya entegre ediyorum. Antropolog Anna Tsing’in tanımladığı gibi tekrar eden bağlantılar ve korelasyon anları, ilişki ağlarının geçmişini yansıtıyor. Benim için bu "sürekli bir oluş sürecinde ve yaratıcı dönüşümde canlı bir karşılıklı bağımlılık" anının simgelemektedir.


* Tasavvuf termilojisinde bu düşünceye "Vahdet-i Vücud" denilmektedir. Bunun anlamı; yaratan Hak ile yaratılan halkın izafet ilişkisiyle birbirine bağlanmasıdır. Yani her şey ‘’yaratanın’’ bir yansıması ile birlikte kendisidir.


Commentaires


bottom of page